TURİZM DOSYASI /// BEHZAT ŞAHİN : Nurtepe’de okyanus manzarasını başka nerede bulacaksınız !!!

BEHZAT ŞAHİN : Nurtepe’de okyanus manzarasını başka nerede bulacaksınız !!!

10/10/2024

@behzatsahin7

***

Çok sık yaptığım bir şey olmasa da o gün öyle denk geldi. Saat 13:00 gibi oturdum rakıya.

Bir davete icabet etmem gerekti. Geçmişte Tekirdağ’da üretildiği için şehrin adıyla anılıp sonra da marka haline gelen rakının yeni çıkan göbek versiyonunun tadımı için Ortaköy’deki Feriye’ye davetliydim. Yok, meyhane yazarı olarak değil, meyhaneci olarak. Öbür türlü hesabımı ödemeyeceğim yere gitmem. Meslekten 40-50 kişi, bir nevi bayi toplantısında buluştuk.

Dolmabahçe ve Çırağan sarayları Osmanlı ailesine yetmeyince, Çırağan Sarayı’ndan Ortaköy’e ek binalar yaptırılmış, bunlara da ikincil ya da yan binalar anlamında Feriye sarayları denmiş. Günümüzde bazısı okul olarak değerlendirilen Boğaz’a sıfır bu saraylardan birinde de Feriye Lokantası hizmet veriyor. Pek iç açıcı, mutfağı da servisi de yüz akı yerlerdendir.

Meslektaşlardan pek fazla tanıdığım yoktur. Neyse ki mutfağına hayran olduğum, Teşvikiye’deki Nuran Meyhane’yi annesi Nuran Hanım ile birlikte işleten Anıl (Tanrıkulu) ile karşılaştık. Epeydir de görüşmemiştik.

Rakımız güzel, menü de tatmin edici. Midyeli kabak çiçeği dolma, karadutlu köz patlıcan, etli mercimek köfte, fırın enginar, çıtır soğanlı tarama, Bodrum gambilya favanın ardından Kastamonu pastırma ve bezde Mersin tulumu ile yapılmış paçangayı tattık. Ana yemek olarak zencefilli havuç, Malkara yeşil mercimek, kuru vişne ve rezene ile servis edilen ızgara deniz levreği vardı. Tatlı ile aram olmasa da tahin helva dondurma parfeyi de tattım tabii. Saymadım ama, Anıl ile birlikte önümüzdeki 70’liği haklamışızdır.

Tuvaletlere gelince…

Ha ha, bu hafta bir değişiklik yapıp Feriye’yi yazacağımı düşünmediniz değil mi? Yolumuzdan sapmış değiliz. Nurtepe’ye gazetecilik yaptığım yıllarda gitmişimdir. 90’lı yıllarda sol örgütlerin hakimiyetinde olan mahalleye girmek öyle kolay değildi. Polis için bile. Hatta otobüsleri yaktıkları için İETT seferleri iptal etmişti. Neyse ki şimdi seferler başlamış.

Baktım, Beşiktaş’tan kalkan 62G geçiyor Nurtepe’den. Yol yarım saatten biraz fazla gösteriyor. Erken olsa da, etrafı seyrederek giderim. Üstelik ön koltuğu da kapmışım. Tam 16:20’de hareket ettik. Gidince çevreyi de gezecek zamanım kalır.

Sen öyle san Behzat! Belli ki İstanbul’un en revaçtaki hatlarından birine binmişim. Levent’e varmadan otobüste adım atacak yer kalmadı; tıklım tıklım. Trafik de feci, iş çıkış saati…

Alişar’ı geçtikten sonra otobüsteki yolcu yoğunluğu bir parça azaldı. Hasdal Yolu durağından sonra, Nurtepe yolcuları biz bize kaldık. Artık binenler şoförü, şoför de onları tanıyor. Hatta bu duraktan binen, “Akbilimi (İstanbulkart) evde unutmuşum” diyen hanımefendiye şoför, “Sıkıntı yok, yarın basarsın” dedi, o kadar biz bizeyiz.

Canpolat Birahanesi nereden aklıma düştü, hatırlamıyorum. Niyetim çok yol yapmadan, dönüşü de kolay olan adreslerimden birine gitmekti. Google’ın kurbanı oldum, 34 dakika verdiği yol süresi bir buçuk saat sürdü. Etrafı gezecek hal de kalmadı tabii.

Canpolat, Nurtepe’den bir durak sonraki Nişantaşlar otobüs durağının çapraz karşısında, bir binanın bodrum katında. Kaldırımdan merdivenle iniliyor, üstü de Konuk Kıraathanesi. Tuvalet daha içeri girmeden hemen solda, sadece erkekler için. İki pisuvar, bir alaturka kabin var. Bir Feriye tuvaleti değil tabii.

Canpolat Birahanesi, Nişantaşlar durağının çapraz karşısında ama kaldırımın altındaki.

İlk kez bir mekânın içinden önce tuvaletini yazmış olmalıyım. Şehirlerarası sayılacak yoldan sonra anlaşılır bir şey tabii.

Salon bir şantiye yemekhanesi sadeliğinde. Girişin solunda meze dolabı, arkası mutfak, fıçı bira musluğunun da olduğu banko.

Salon şantiye yemekhanesi sadeliğinde.

Salonun diğer tarafındaki duvar ise tavandan yere okyanus manzaralı duvar kağıdıyla kaplı. Hemen okyanusun kenarındaki yerimi aldım, güne nasıl başlarsan öyle devam edermiş. Manzaram kıyıya ahşap iskeleyle bağlanmış küçük bir ada. Soluma dönünce de ayrı masalarda bira içen üç erkek. Avlusu sayılabilecek yerde birkaç kişi daha var.

İşini gülümseyerek yapan beyefendi aldı bira siparişimi. Mavi kurumsal renkli biranın iki şişe çeşidi, bir de fıçısı var. Fıçı söyledim, pek susamışım.

Fondaki radyoda Dedublüman ‘Sen Bilmezsin‘i söylüyor. Daha önce dinlememiştim. Dedublüman da ilk kez karşılaştığım bir kavram; ruhçuluk terimi olarak ‘Bir kişinin aynı anda aynı yerde iki farklı bedene sahip olması’ demekmiş. Öğrenmiş oldum.

Dört televizyon ekranının dördü de kapalı. Duvarda çerçeve içinde 62 numaralı Dersimspor forması asılı. Artık evimde gibi hissedebilirim.



Duvarda 62 sırt numaralı Dersimspor forması, bana nereye kimlerin arasına geldiğimi yeterince anlatıyor.

Meze dolabının başına geçtiğimde gençten biri Arnavut ciğeri ekmek arası yapıyordu. Görevli sandım ama değilmiş. Mesut (Arslan, 37) çocukluğundan beri buraya gelirmiş. Arkadaşının yeri. 1984’te arkadaşının babası Ali Canpolat açmış, şimdi de oğlu Attila Bey işletiyormuş. Kesintisiz 40 sene.

Meze dolabının arkasındaki Mesut ile kendine ekmek arası Arnavut ciğer hazırlarken tanıştık. Çocukluğundan beri burada.

Biz Mesut ile sohbet ederken bira servisi yapan güler yüzlü beyefendi meze siparişimi almaya geldi. Çeşit fazla değil, altı tane ama fena görünmüyorlar. Hepsinden yarımşar porsiyon istedim. Arnavut ciğer, şakşuka, barbunya pilaki, Rus salatası (Evet, bu mahallede hâlâ adı Rus salatası), haydari, beyaz peynir. Bir de 35’lik. Zaten marka söylemeye gerek kalmadan hep aynı, klasik rakı geldi şimdiye kadar, burası da istisnai değil. Rakının yanına küçük cam şişede Özpınar su servis ediyorlar. İkisi de yeterince soğuk, buza gerek yok.

Var olan mezelerden yarımşar porsiyon. Burada Rus salatasına hâlâ Rus salatası deniyor.

Hüseyin (Seyhan, 58) Bey, Erzincan Refahiyeli. Aileden. Canpolatlar’ın eniştesi. Şoförlüğü bırakıp 2008’de burada çalışmaya başlamış. Hem mutfakta hem serviste. İşi burada öğrenmiş, bence gayet de başarılı. Bir kere güler yüzü yeter. Mezeler de iyi malzemeden yapılmış. Arnavut ciğer tertemiz ayıklanmış, yağ çektirilmemiş. Peynir tabağıyla bir küçük içersin, nitekim sonradan gelen masalardan bazılarının tercihi de o yönde.

Karşımdaki masaya iki kişi daha geldi. Belli ki müdavimler. Sohbetleri koyu.

Televizyonlar açıldı. Now Tv. Haberler. Haberlerde kadın cinayetleri başta. Herkes dehşetle izleyip, lanet ediyor. Nurtepe’de olmayacağına eminim desem haksız çıkmam.

Aşçı iken ataşe olarak atanan yandaş haberi üzerine epeyi bir geyik döndü.

Nurtepe’de yaşasaydım her akşam Canpolat’a uğrardım, param olsa da olmasa da. Tam mahalle meyhanesi. Üç kişi oturdu, muhabbet ediyor, sipariş baskısı yapan yok.

Şişemin yarısındayım. Aldım kadehimi demin bahsettiğim karşımdaki masaya misafirliğe geçtim. Geçiş o geçiş.

Hasan (solda) ve Hüseyin ile tanışmaktan pek memnunum. Umarım onlar da öyle düşünüyor.

Hüseyin (Cömert, 45), 92 Erzincan depreminde ailesiyle birlikte gelmiş.

“Dersim Pülümürlüyüz. O gün bugündür de Nurtepeliyim. Buraya da haftada 4-5 kez gelirim.”

Ticaret yapıyor. Ama tabii ki hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığından dem vuruyor, biz de onaylıyoruz.

“Artık gülemiyoruz bile. Çalışan beklerdi ki emekli olunca ev alayım, şimdi nerde? Aldığı maaşla karnını doyuramıyor.”

Her Nurtepeli gibi politikayla ilgili, insanların derdini kendine dert ediyor.

Hasan (Demir, 49) aslen Erzincanlı. Babası 15-16 yaşlarındayken gelmiş buraya, o burada doğmuş.

“Kendimi bildim bileli gelirim buraya. Haftada en az 2-3 gün.”

Yemeyi içmeyi seviyorlar, muhabbetliler de. Muhabbetlerini bölmüş de olmayayım diye masama geçmek istesem de sağ olsunlar bırakmadılar.

Mekânın sahibi Attila Bey de geldi. İş de pek yoğun değil zaten. Babasından aldığı mirası layıkıyla sürdürmek amacı. Mülk kendilerinin, kira baskısı yok. Gelenler hep tanıdık, problemli müşteri de yok. Tam mahallenin meyhanesi. Her gün 13:00 gibi açıp 01:00’da kapatıyorlarmış. Kapalı günleri yok. Fiyatlar da şeffaf zaten, duvarda asılı. Bira 120, 35’lik 800, su 10, mezeler 100’er, Arnavut ciğer 200, köfte 250 lira.

Fiyat listesi duvarda, Atatürk portresinin yanında.

Bu arada ne at yarışı, ne futbol maçı yayını var. Haber saati dışında televizyonlar kapalı.

Köftenin eti de iyi pişirimi de.

Ana yemekte köfte söyledim, gayet memnunum. Rakı yağ gibi. Yeni dostlarım da var. Keyfim gıcır. Böyle zamanlarda insanın daha bir içesi geliyor da öğlen başlayınca biraz ağır kaçıyor tabii. Yine de Hasan ve Hüseyin ile bitmiş şişemin üstüne birer kadeh daha parlatıyoruz.

Attila (solda) babasının mesleğini sürdürüyor. Eniştesi Hüseyin Bey de güler yüzüyle hem mutfakta hem serviste.

Düşündüğümden çok daha uzun süre kaldım. Taksiden başka çare yok. Bir de 12 saatlik içki maratonu yordu tabii. E hadi kalk o zaman.

Hesabım 2 bin 200 lira. Taksi durağı hemen karşıda. Hem de mahalleli taksici. Büyük konfor.

Feriye’deki organizasyonda günün sorusu, “Öğle rakısı mı, akşam rakısı mı?” idi. İkisini de seçmemiştim. Niyetim baştan belliymiş. Hepsi. Hem de aynı gün.