AVUSTURYA İSTİHBARAT SERVİSİ DOSYASI /// Tolga Şirin : 27 Mayıs ve Avusturya istihbaratı : Avusturya Büyükelçisi Karl Hartl’ın raporları

metin, ekran görüntüsü, memeli, web sayfası içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Tolga Şirin : 27 Mayıs ve Avusturya istihbaratı : Avusturya Büyükelçisi Karl Hartl’ın raporları

E-POSTA : @tolgashirintolgasirin@gmail.com

08 Mayıs 2024

“Türkei: 1960” (“Türkiye: 1960”) isimli Almanca kitap, Avusturya’nın 1958-1963 tarihleri arasında Türkiye’deki Büyükelçisi Karl Hartl’ın döneminin Dışişleri Bakanı Bruno Kreisky’e 1960 yılında yazdığı raporların derlemesinden oluşuyor

dış mekan, kişi, şahıs, gökyüzü, giyim içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Adnan Menderes – 27 Mayıs darbesi 

Geçtiğimiz hafta sonu Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde (benim de düzenleyicileri arasında yer aldığım) bir Laiklik Sempozyumu gerçekleşti. Sempozyumda sunulan bildiriler birbirinden verimli ve öğreticiydi. Bu harika sunumların içinde özellikle Dr. Ertuğrul Meşe ve Dr. Barış Celep’in (her ikisinin de eserlerini öneriyorum) Türkiye’deki İslamcı hareketler ağının haritasını yansıtan sunumları ve Türkiye’deki İslamcılığın tarihsel izini yabancı istihbarat raporlarından süren Doç. Dr. Behlül Özkan’ın bildirisi özellikle dikkatimi çekti.

Behlül Hoca’nın Yetkin Reports’ta yazdığı yazıları takip ediyordum fakat kendisiyle sohbet ettikçe çok daha ilginç kaynaklardan haberdar oldum.

Bunlardan biri “Türkei: 1960” (“Türkiye: 1960”) isimli, Lit Yayınlarından çıkan Almanca kitaptı. Kitap, Avusturya’nın 1958-1963 tarihleri arasında Türkiye’deki Büyükelçisi Karl Hartl’ın döneminin Dışişleri Bakanı Bruno Kreisky’e 1960 yılında yazdığı raporların derlemesinden oluşuyor.

metin, adam, insan, insan yüzü, kişi, şahıs içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Behlül Hocanın anlattıklarının bende uyandırdığı merakla kitabı derhal edindim. 27 Mayıs’ın yabancıların gözünden nasıl görüldüğüyle ilgilendiğim için de bir solukta okuyuverdim.

Eser, Türkiye’deki Avusturya istihbaratı gözünden 1960 yılının Türkiye’sini çok iyi yansıtıyor.

Burada hemen şunu antrparantez kaydetmek gerekiyor: ABD, 27 Mayıs süreciyle ilgili istihbarat raporlarını kamuya açmıştı. Buna bağlı olarak çok sayıda akademik çalışma yapıldı. Bu çalışmaların ortaklaştığı nokta, CIA’in 27 Mayıs’ı organize etmek şöyle dursun, yaşananları tam olarak öngöremediği idi. Öyle ki bu durumun, (Türkiye’de bir komünist cunta, iktidarı alsa bundan haberdar olmayacaklarının anlaşılmasından mütevellit) Türkiye ve Ortadoğu’da en baştan örgütlenmeye gidilmesine neden olduğunu biliyoruz.

İşte, “Türkiye: 1960” kitabını okuduğumuzda nispeten farklı bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Anladığımız o ki Avusturyalılar, Türkiye’yi çok daha yakından takip etmiş ve 27 Mayıs’ın kokusunu aylar önce -Menderes’ten bile önce- almış.

Kitaptan bazı notlarımı paylaşmak istiyorum.

Adnan Menderes

Malumunuz; Adnan Menderes, Türkiye’de bir süredir, kayıtsız şartsız bir “demokrasi kahramanı” olarak nitelendiriliyor. Bu kervana muhalefet de katıldığından olsa gerek, aksi yöndeki düşünceler pek nadir dile getirilebiliyor.

Kuşkusuz, kendisinin idam edilmesi büyük bir trajedi. Ne var ki yaşadığı trajedi, 1950’li yıllardaki antidemokratik tutumlarını aka çıkarmamalı.

Bunu farklı bağlamlarda dile getirmiştik. Fakat nesnel bir gözlemci olarak Hartl’ın raporları da ayrıca kaydedilmeli.

Büyükelçi Hartl’a göre Menderes bir “yarı-diktatör.” Büyükelçi bu nitelemeyi, daha 1958 yılında kaleme aldığı bir raporda kullanıyor. Genel olarak Menderes dönemini Atatürk’ün laikliğinden uzaklaşma, “İslam’a dönüş” özlemi ve “bir kaçış” olarak saptayan Büyükelçi, yaşanan gelişmeleri an be an takip eder görünüyor.

Bunlardan başka, Demokrat Parti’nin tahkikat komisyonu uygulamasının ve CHP’yi kapatma girişimlerinin, Avusturya’da parlamentonun 1933 yılındaki kapısına kilit vurulup tek parti yönetimi altında KHK’lar rejimine geçilmesine benzetmiş olması, benim açımdan gerçekten dikkat çekiciydi.

Yine örneğin bir raporunda “içeriden aldığı bilgilere göre” Menderes’in, 1960 yılında bir erken seçim kararı aldığını aktarsa da, Nisan ayında yazdığı bir diğer raporunda bunu revize ediyor ve durumu Viyana’ya şöyle aktarıyor:

“Ben her ne kadar Menderes’in Anayasa kurallarına göre, yani seçim hazırlığı yaparak oyunun kartlarını karmakta olduğunu varsaymış olsam da (bu varsayımda kesinlikle yalnız değildim), bundan artık vazgeçtiğini ve herhangi bir rekabet talebine teveccüh etmeksizin kendisini kazanan ilan edeceği açıkça görünüyor. Sayın Menderes, tek parti yönetimine güle oynaya geçmeyecek. Şöyle ki; seçim kampanyasına dönük araştırmaları ona seçimlerin tarafsız biçimde yürütülmesi hâlinde partisinin neredeyse kesinkes onay almayacağını göstermeseydi, kendisi muhtemelen, hatta kesinlikle memnuniyetle seçimlere katılırdı. Sayın Menderes’in artık seçimleri tahrif etmeye dair bir çekincesi yok. Zaten seçim bölgesi değişiklikleri ve üst düzey idari mevkilerin yeniden düzenlenmesi yoluyla bunun için uygun hazırlıkları yapmıştı.”

Büyükelçi’ye göre Menderes’in bu yöndeki cesaretini kıran tek faktör, İnönü’nün “hileli seçimleri tanımayacakları”na dönük beyanı ve onun sözlerinin ordu üzerinde tesiri olmuştu. Yoksa, gözünü iktidar hırsı ve koltuğu bırakmama sevdası kaplamıştı.

Hartl’i özgün bir konuma taşıyan husus, darbenin geldiğini açıkça rapor etmiş olmasıdır. 25 Mayıs 1960 tarihli raporunda “Menderes’in inşa ettiği yollardan sadece Türk ordusunun değil, toplumsal değişimin de uygun adım yürüdüğünü” saptayan Büyükelçi, iki gün sonra gerçekleşecek darbenin haberini bir bakıma şöyle vermiş:

“Menderes rejiminin sonuna gelindi. Asıl soru bu sonun gelip gelmeyeceği değil, ne zaman ve nasıl geleceğidir.”

27 Mayısçılar

27 Mayıs’tan sonra da raporlarını sürdüren Millî Birlik Komitesi içindeki karakterleri de takip ettiği; sadece Cemal Gürsel’i değil, Cemal Madanoğlu’nu, Alparslan Türkeş’i ve onların etrafındakileri de profillediği görülüyor.

Hartl’in Millî Birlik Komitesiyle ilgili söylediği pek çok şeyin içinde benim özellikle dikkatimi çekeni; bu hareketi, II. Abdülhamit’e karşı 1908 Hürriyet Devrimi’ni gerçekleştirenlere benzetmesi oldu:

“Millî Birlik Komitesi (…) Fırka’nın hükûmete girmeyip sadece bir temsilci gönderdiği, devletteki tüm gücü, yasama, yürütme ve şeffaf bir şekilde kamufle edilmiş yargı gücünü birleştirildiği 1908 Jön Türk Devrimi’ne çarpıcı bir paralellik göstermektedir.”

Büyükelçi, bu türden bir benzetmeyi, anayasa çalışmalarıyla ilgili aktarımlarında da sürdürüyor. 27 Mayısçıların ikinci meclise (Senato) yaklaşık 50 kişi ile gireceğini raporlarken, bu konuda az bilgi edinmesinin nedeni olarak “Milllî Birlik Komitesi’nin -tıpkı 1908’in İttihat ve Terakkisi gibi- iktidarda olmalarına rağmen komplocu usullere çok sıkı biçimde tutunması”nı göstermiştir.

Hartl’a göre askerler, (“bir teori ve ideoloji olmaktan ziyade bir pratik” olarak tanımladığı) Kemalizmin 1935’te (Atatürk’ün hastalanmasıyla birlikte) öldüğünü düşünmekte ve gitgide yozlaştırılmasına karşı durarak “neo-Kemalist” bir hareket başlatmaktaydı. Hartl ayrıca askerlerin iktidar ve muhalefet arasındaki maçta “hakem” rolüne soyunup oyuncu rolüne geçmediklerini raporlamıştır.

Turancılar

Büyükelçi’nin Millî Birlik Komitesi içinde Turancı eğilimleri ve özellikle de Türkeş’i notladığını çarpıcı biçimde görüyoruz. Şu cümleler, kanımca hayli dikkat çekici:

“Türkeş bir Turancıdır ve bazı işaretlerden onun aktif bir Turancı olduğunu tahmin edebiliyorum. Turancı hareketin ideoloğu sayılan, ellili yaşlarının ortasındaki İstanbul’da bir ortaokul öğretmeni olan Nihal Atsız ile temas hâlinedir. 27 Mayıs Hareketi ve hedefleri hakkında hâlâ yazılı bir çalışma olmaması bana anlamlı geliyor, fakat 1920’lerden bu yana (Atatürk, Turancılığı reddettiği ve bu görüşün takipçilerine zulmettiği için) ilk kez, Turancı yönelimli altı kitap ve broşür yayımlandı.

Turancı düşüncenin içeriğinin bilindiğini varsayarak kendimi tarihsel anahtar sözcüklerle sınırlayabilirim: Jön Türk Devrimi döneminde ortaya çıkan Turancılık, yalnızca Türkojenleri mi yoksa Türkofonları mı iddia ettiği hiçbir zaman tam olarak belli olmasa da, tüm Türklerin birleşmesini talep etmektedir. İkinci durumda, kurtarılmayan ruhların sayısı yaklaşık 10 milyon artarak 70 ila 80 milyona çıkmaktadır. Bu ‘Turanlar’ çok az istisna (Çin, Moğolistan, Irak) dışında Rusya topraklarında yaşamaktadır.

Turancılık, Anadolu Türklüğü ile sınırlı olan Kemalizm’den farklıdır. Turanclılığın Kemalizm ile ortak yönü (her ne kadar buna, ilk lideri Enver Paşa tarafından belirgi bir Alman rengi verilmiş olsa da) Batılılaşmış ve laik olmasıdır. Bana, onlarca yıldır arka planda az sayıda ve başarısız etkinlikler gösteren Turancıların, kendilerini bir şekilde ırkçı Nasyonal Sosyalizmin yanında hissettikleri ve bugün hâlâ ülkenin siyasal alanındaki elitlerin kimler olacağına arka planda kendilerinin karar verdiğine inandıkları söylendi. Yani gerçek bir faşizme dönüşmek için bu hareketin gereksinim duyduğu tek şey, son rötuşlar olarak güç ve kitleydi.”

Turancı hareketin Komite içindeki en önemli temsilcisinin Türkeş olduğunu raporlayan büyükelçi, Türkeş’in Millî Birlik Komitesi içinde dört veya beş adamı olduğunu söylüyor ve kendisinin ileride Şovenist bir partiyle siyaset sahnesine çıkma olasılığına işaret ediyor.

Komünistler ve Kürtler

Raporlarda Komünistler ve Kürtlere de yer verildiğini görüyoruz. Komünistler açısından özellikle Türkiye Komünist Parti’nin en eski partilerden biri olup pek de güçlü olmadığına dönük tespitler mevcut. Nâzım Hikmet’in önde gelen bir isim olarak hayatına ve etki alanına dönük bilgilerin yanı sıra Türk Barışseverler Cemiyeti’nde “komünist sızma”yı raporladığını görüyoruz.

Büyükelçi, bundan başka komünist hareket özelinde Hikmet Kıvılcımlı’yı ve Vatan Partisi’ni de İngiliz Fabian Derneği benzeri bir yapı barındırdığını söylemiş.

Kürtler konusundaki saptaması ise şöyle:

“Kürtler hiçbir zaman asimile olmadı ve Türk tarafı da bundan vazgeçmiş görünüyor, çünkü bugün yeniden Kürtler’den söz edilebiliyor, halbuki birkaç yıl önce bu terim hoş karşılanmıyordu ve onlar ne yazık ki ‘geride kalan Dağ Türkleri’ olarak tanımlanıyordu.”

Kürtlerin nüfusunun Türkiye topraklarındaki sayısının 2 milyon olduğunu söyleyen Büyükelçi, bu kesimlerin öncelikle bağımsız bir Kürdistan için Rus propagandası altında olduğunu bildiriyor. Bu propaganda için sızmanın, Rusya Kürdistanı’ndan gelen yetenekli kişiler ve Erivan’daki biricik Kürt Üniversitesi kanalıyla gerçekleştiğini ileri sürüyor.

Fakat Büyükelçi Hartl açısından Kürtleri kışkırtmaya meyyal önemli bir diğer kesim gerici görüntü sunan İslami restorasyon hareketleri… Zira ekonomik değişimlerin geleneksel toplum biçimlerini çözdüğü bir tarihsel kesitte bunun koşulları fazlasıyla mevcut.

İslamcılar

Büyükelçi Hartl’ın üzerinde durduğu bir diğer grup ise İslamcılar. Bu bağlamda Nur Cemaati’nin özel olarak vurgulandığını görüyoruz.

Diyor ki:

“Türkiye’nin doğusundan 90 yaşındaki Kur’an alimi Said Nursi’nin önderlik ettiği ve yaklaşık 600 bin üyesi olduğu söylenen NUR hareketi, Ortodoks yeniden İslamlaşmanın aktif öncüsüdür. Pek çok Kürt’ün NUR’a mensup olması gibi, bu hareketin de İslam’a olan sadakati üzerindeki Kürtlerle bağları olduğu biliniyor.”

Burada ilginç olan bir diğer şey, Büyükelçi’nin Nasırcılık ile Müslüman Kardeşler arasındaki çekişmeyi Türkiye’den de takip ettiğine ilişkin notları…

ABD’nin Nasır’a karşı Müslüman Kardeşleri desteklediğine işaret eden Büyükelçi, bu bağlamda 1960’ta Kudüs’te yapılan İslam Kongresi’ne Anayasa hukukçusu Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in (o zaman için Diyanet İşleri’nde öğretim görevlisi olan Fuat Sezgin ve İlahiyat Yüksek Okulu’nda öğretmenlik yapan Bay Karaoğlu [?] ile birlikte) katıldığını bildiriyor.

Bu bilgi, diğer pek çok şeyin yanı sıra, Ali Fuat Başgil’in önceki yıllarda (1952’de Karaçi’de yapılan İslam Kongresi’nde) yaptığı laiklikle uyumsuz konuşması, sonraki yıllarda Adalet Partisi’nde “Nurculuğu itham etmek, İslamiyet’i ithamdır” yollu açıklamaları veya Kadir Mısıroğlu’nun nikâh şahidi olması vb. bilgilerle birlikte ele alındığında, son yılarda üretilmeye çalışılan “Başgil kültü”nün sarsılabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burada kesiyorum.

Zaten Behlül Özkan’dan bu konuda bir kitap hazırlığı yaptığını öğrendim. Buradaki bilgilerin çoğuna onun uyandırdığı merak ve sunduğu belgelerden ulaştım. Bu işin asıl uzmanı o. Eserini büyük merakla bekliyorum ve bekliyoruz.

Bu yazıyı ise söz konusu kitabı tanıtmak ve belki de Türkçeye çevirmek isteyecek birileri olur diye kaleme almış oldum.

Bu tür eserlerin Türkçeleştirilmesinde yüksek kamu yararı var.

Umarım gönüllüsü çıkar…

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir’de doğdu. İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi’nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi’nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020’den beri T24’te yayımlamaktadır.