KAFKA’NIN LABİRENTİNDEN YÖNETİM KURULUNA
Bazen yabancılaştığınızı, gri bir rüyaya düştüğünüzü, labirentler içinde yol alamadığınızı hissediyorsanız bu hafta Kafka’dan ilham alabiliriz belki de… Yaşam öyküsünün etrafında kısaca dolanıp, kurumsal dünyaya ve liderlere nasıl dersler alabiliriz diye devam etme niyetiyle başlıyorum.
Franz Kafka 1883 yılında Prag’da Avusturya Macaristan İmparatorluğunun topraklarında, Almanca konuşan Yahudi bir ailede dünyaya gelir. Orta halli bir aileye doğduğu için iyi bir eğitim alır, Hukuk Fakültesini tamamladıktan sonra bir sigorta şirketinde memur olarak 15 yıl emekliliğine kadar çalışır.
Aynı kadınla iki kez nişanlansa da hiç evlenmez ve sağlık sorunları da neredeyse tüm yaşamı boyunca devam eder. Tüberküloz teşhisiyle hastanede enteral beslenme o dönemde olmadığı için yaşamını kaybeder. Neredeyse bütün eserlerini tamamlamamayı seçmesine rağmen Şato’yu da ömrü yetmediği için bitiremez.
İçinde bulunduğu Birinci Dünya Savaşı öncesi döneme ilişkin tabloyu anlamaya çalışmak için tam zıt yerden Zweig’ın “Dünün Dünyasına” duyduğu özlemden başlayabiliriz. Zweig aynı yılları ve aynı coğrafyayı geriye doğru anlattığında güvenli, huzurlu ve pek istikrarlı bir tablo çizer. Hatırlayalım o dönemde ülkeler arası seyahat için bir vize almak gibi önkoşul yoktu. Kafka ise çok daha duyarlı bir lensle, pek kimsenin fark etmediği belirtileri çok daha sarsıcı bir şekilde hisseder. Yüksek duyarlılığının yansıması olarak tüm sisli ve gri ortamın içindedir, ancak bu onu umutsuz yapmaz ve çabası hep devam eder. Kafka bir sigorta memuru olarak tüm evrakların, dosyaların ve katı hiyerarşinin içinde bireyin bürokrasi karşısında ne kadar sıkıştığını çok iyi bilir. Bir imza veya kaşe peşinde koşarken, hiçbir suçu olmasa dahi kişi otoritenin karşısında çaresiz kalır, bireysel bir isyanla kavuşabileceği bir özgürlük olmadığını da bilir. Dava ve Şato’da bize anlattığı gibi…
Var olabilmesi için, uyumlu olması, masaya ekmek getirmesi ve sistemin bir parçası olması gerekir; eğer Gregor Samsa gibi bir böcek olarak uyanırsa ve bu bir rüya da değilse artık yaşamda hiçbir yeri yoktur. Sınıfsal ayrılıklar çok yüksek sesle dile getirilmese de, Kafka hiç iç açıcı olmayan sinyalleri içinde hisseder. Sesini çıkarttığı “yabancılaşmasını” anlattığı yer ise eserleridir.
Çünkü kelimesiyle fazla okuma riskini alarak sıralamaya çalışırsam;
📌 Yahudi bir aileye doğmuş olmasına rağmen kendini uzak hisseder ve eserlerinde nadiren “Yahudi” sözcüğüne yer verir. Çin Seddi’nin İnşasında Yahudi yerine Çinli sözcüğünü tercih eder.
📌Kafka’nın ilk dili Almancadır ama Prag’da yaşar. Çekçesi de o kadar akıcı değildir.
📌Hukuk eğitimi alır ve bir sigorta şirketinde 15 boyunca, emekli olana kadar çalışır, ancak işini hiç sevmez. Sadece akşamları işinden geriye kalan zamanda yazabildiği için yazarlığı ile arasında engel gibi görür
📌Burjuvaziye yakın bir ailenin çocuğudur, ancak memuriyetinden dolayı kendini oraya ait hissedemez. Aynı şekilde ailesinden dolayı da bir emekçi sayılmaz.
📌Babasıyla ilişkisi eserlerindeki ana karakterlerde bize yansır, otoriteye karşı güçsüz ve kaybolmuş bir hissiyat hepimize tanıdık gelebilir. Babasına yazdığı ve göndermediği uzun mektubundan da hepimiz biliriz.
Kahramanlarının adı genellikle K ile başlar, ancak yıllar itibarıyla isimleri de toplum içinde ve kendi içlerinde kayboldukça kısalır. Amerika’da Karl Rossman, Dava da Joseph K. ve Şato da sadece K. ile tanışırız.
Okul arkadaşı Max Brod’a ölümüyle birlikte yarım kalan eserlerini ve günlüğünü verir, yakmasını isteyerek. Ancak Brod Kafka’nın dehasının bilinmesini ister ve otobiyografisiyle birlikte eserlerini de yayınlar. Kafka yaşamı boyunca çok ünlü, zengin ve mutlu olmasa da, nihilist umuduyla, çabasıyla ve Kafkaesk olarak tanımlanan mantık dışı, sisli ve yabancılaştığı meseleleriyle sesini duyurur.
Kafka’nın Nietzsche’nin Tanrının olmadığı dünyadaki anlam arayışından, Schopenhauer’in ve Kierkegaard’ın acı çekmeye yakın duruşundan beslenen felsefesi, bugün hepimizde karşılık buluyorsa, onun bitmeyen çabasını ve duyarlılığını belki biraz daha anlamaya çalışabiliriz. Sonrasında Haruki Murakami ya da Kazuo Ishiguro okurken arka fonda Kafka’nın sesini duymamız da tesadüf değil. “Sahilde Kafka” evet hepimizin aklına geldi 📚
O zaman bu Pazartesi sabahı biraz daha dingin, biraz daha duyarlı halimizle Yönetim Kuruluna katılabiliriz ✨ 12 Adımda 10 Adım dedirtecek tavsiyeler bulabilir miyiz diye kısa bir listeyle geldim 🤓
01. En son ne zaman güzel kaybettiniz? Her ne kadar “kaybettiğimiz hikayeleri paylaşalım, bedelini ödediğimiz kayıplarımızdan hepimiz ders alalım” cümlelerini geniş katılımlı toplantılarda cesurca ve bonkörce kullansak da, gerçek hayatta mutlaka sonuna bir başarı öyküsü ekleyerek anlatabiliyoruz. Kafka’nın duyarlılığından ilham alarak, üzerini kozmetikle örttüğümüz plastik bir başarı hikayesi yerine, tüm samimiyetimizle ve kırılganlığımızla düştüğümüz örneklerin peşinde olabilir miyiz? Kafka bir umutsuz değildi, sadece tünelin ucundaki ışığa kavuşamamıştı… Yine de en güzel düşen, yabancılaşmasını sanata taşıyan biriydi. Ondan cesaret alarak daha güzel düşebiliriz belki de…
02. Kafka’nın rengi gri olabilir, ancak sesini hep çıkardığını, hikayesini anlattığını, günlük tuttuğunu biliyoruz. Hangi hikayeleri anlatıyorsunuz? Bu hikayeler kimin hikayeleri, ailenin, kurumun, toplumun mu yoksa sizin mi? Neydi hatırlayalım “ne kadar kişisel o kadar evrensel” Duygularımızı ne kadar fark ediyoruz, ne kadar birbirimizle paylaşıyoruz, ne kadar sezgilerimiz etrafında konuşuyoruz. Doğrusu, yanlışı olmadan, bize ne faydası var demeden daha dolu dolu yaşıyoruz? Yoksa hiçbir bağ kurmadan, sosyal medya sayfalarında pırıltılar içinde kaybolacağız. Müşteri hattını bir chatbot yanıtlasa da gerçek bir müşterinizin ya da müşterilerle yüz yüze iletişim kuran çalışanınızın gözünün içine en son ne zaman baktınız? Onunla 15 dakika yaşama dair ne zaman sohbet ettiniz? Sokrates de sahaya çıkın demişti, ne de olsa
03. Sıradanlığımıza yeniden sarılabilir miyiz? Albert Camus’ye gönderme yaparsak “Hayat bir şey değildir, itinayla yaşayınız” sözünden hareketle belki yaşamdaki varlığımızla o kadar gurur duymasak olur. Başımıza her gelen kısa ya da uzun vadede iyi ya da kötü bir anlam taşımayabilir, sadece öyle olmuş da olabilir. Eğer bu kabule yaklaşabilirsek, Kafka gibi, sıradanlığımızla özgürleşebiliriz. O zaman kendi sesimizi de bulup, meselemizi paylaşırız. Lider olarak rol modeli olmaktan bahsediyorsak, alçak gönüllülük ile her gün yeniden başlayabiliriz.
04. Vazgeçmeyin, çabanın kendisi ödül olabilir. Kafka’nın kahramanlarının sonları çok pembe olmasa da son ana kadar çabalamaktan vazgeçmezler, Kafka’nın da kendi yaşamında yaptığı gibi… O yüzden de Kafka nihilist haliyle birlikte iyimser/ umutlu hali de bize yaşamda olduğumuz sürece hatırlatır. Bugün metamodernizm başlığında tartışılan farklı eksenlerdeki notları Kafka’nın çabasıyla birleştirdiğini belki de söyleyebiliriz.
05. Yabancılaşma evrenseldir. Ailemize, kuruma, topluma hatta kendimize bile yabancılaşabiliriz. Burası hep konuştuğumuz, uzun bir süre de konuşmaya devam edeceğimiz yerler, sanki konuşarak çözebilecekmiş gibi… Modernizm öncesinde toprakla ve yaşamla daha yakın ilişkilerimizin olduğu dönemlerde doğa ile daha uyumlu yaşayan insanlar olarak, şehirlere geldiğimizde daha güvenli, daha tutarlı ve daha rahat yaşamları tercih ettik.
Bireysel bir tercih olamasa da, ancak karşılığında plastik ilişkiler ve tüketim iştahımızı da normalleştirmeye başladık. Kurumsal dünyaya iyi ya da kötü gibi etiket yapıştırmadan, benzer hikayeyi orada da okuyabiliriz. Tüm sistemler ve kurallar bize daha güvenli, daha çeşitli, daha öngörülebilir ve değerleri yaşadığımız bir vaha teklifiyle oradalar, ancak diğer taraftan Kafka’nın bürokrasi labirentleri de pakete dahil karanlık tarafı… Denge için çaba göstermek çok değerli, yapmadığımızda “profesyonellik maskesiyle” çalışanları sicil numaralarına ya da yatırım yapılacak kaynaklara indirgeyebiliriz. O yüzden samimi, içten, kırılgan halimize, dinleyen ve anlayan liderlere çok ihtiyacımız var.
Meraklısına Günter Anders’in Kafka’dan Yana ve Kafka’ya Karşı kitabıyla birlikte, Jeremy Irons’ın gençlik yıllarına da şahitlik edebileceğiniz 1991 yapımı “Kafka” filmini de önerebilirim.
Hatta bir kitap önerisi daha gelsin Elaine N. Aron’dan “Hayli Duyarlı Kişi – Hassas Ruhlar İçin Kılavuz” belki benden bahsediyor dersiniz🙄
Merakla ve felsefeye kalın,
Mine, Urla