Emniyetin 1 numarasını
Hanefi Avcı nasıl anlattı
FETÖ’nün Emniyet’teki yapılanması yazdığı için
yıllarca hapis yatan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da, Haliç’te yaşayan
Simonlar kitabında Celal Uzunkaya’yı ve İzmir’de açılan davayı yazmıştı.
Emniyet
Genel Müdürlüğü’ne Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Celal Uzunkaya atandı.
Uzunkaya’nın
ismi Emniyet’te FETÖ yapılanmasıyla mücadele etmesi ve İzmir’de FETÖ üyelerinin
açtığı dava nedeniyle tasfiye edilmesiyle gündeme gelmişti.
Celal
Uzunkaya, FETÖ’cülerin kumpasıyla tasfiye edildiği Emniyet’e, Emniyet Genel
Müdürü olarak geri döndü.
Uzunkaya’nın
atanmasının ardından, hakkında çok şey yazılıp çizildi.
FETÖ’nün Emniyet’teki
yapılanması yazdığı için yıllarca hapis yatan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı
da, Haliç’te
yaşayan Simonlar kitabında Celal Uzunkaya’yı ve İzmir’de
açılan davayı yazmıştı.
“CEMAATİN OPERASYONLARI
KONUSUNDA FİKİR VERMESİ AÇISINDAN ÖNEMLİDİR”
İşte
Hanefi Avcı’nın kaleminden Celal Uzunkaya:
“Emniyet Genel Müdürü
Yardımcıları Mustafa Gülcü ve Celal Uzunkaya’nın harcandığı tahkikat da
ibretlik bir vakadır. Ayrıca Emniyet, hatta devlet içerisinde cemaatin gücü ve
operasyonları konusunda fikir vermesi açısından çok önemlidir.
Mustafa
Gülcü Emniyet içerisinde MSP, RP, AKP çizgisinde biri olarak bilinir, ama hiç
dini konular hakkında konuştuğunu, sohbet ettiğini de görmedim. Ben hiç yakinen
çalışmadım, tanışırız ama hep resmi olduk. Benim istihbarattaki ilk görev yerim
olan Diyarbakır’da çalıştığım sırada o da merkezde Haber Alma Şubesinde
çalışmış, fakat onu ben çok sonra tanıdım. İlk tanıdığımda Ali Gökçimen’in
İstihbarat Daire Başkanı olduğu sırada kendisinden daha kıdemliler bulunmasına
rağmen o Daire Başkan Yardımcısı yapılmıştı.
Bu
doğrultuda resmi yazılara Şube Müdürü parafının üstüne Başkan Yardımcısı olarak
Mustafa G parafının açılması istendi, bunun üzerine diğer şube müdürleri daha
kıdemli olduklarını söyleyip bu isteği kabul etmeyince başka yerlere
sürüldüler. Devran değişip Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürü olunca bu defa
Mustafa ve arkadaşları başka yerlere sürüldüler.
Mustafa uzun süre polis okulu
veya pasif yerlerde çalıştı, terfileri engellendi, haksızlığa uğradı. Sonunda
terfi ederek birinci sınıf olmuştu, bu süre zarfında benim kendisiyle hiç
irtibatım olmamıştı. Mustafa Gülcü’nün çok okuyan, kurslarda herkese zorla da
olsa kitap okutup özet çıkartan biri olduğunu duyardım. Sokak
polisliği fazla olmadığından, fiili polislik hizmetlerinde fazla
çalışmadığından her olayı komplo teorileriyle açıklayıp, olayların perde arkası
güçlerce yönlendirildiğine inanan biri olduğu kanaatine sahiptim.
“UZUNKAYA’YI DAHA KOMİSER
OLARAK İZMİR İSTİHBARAT ŞUBEDE ÇALIŞTIĞI YILLARDAN BERİ TANIYAN…”
AKP
hükümeti kurulunca 2003 yılı haziran ayında Emniyet Genel Müdürlüğünde yapılan
ilk 4 atamada ben KOM Daire Başkanlığına atanırken, Mustafa Gülcü APK Daire
Başkanı olarak atanmıştı. Daha sonra Emniyet Genel Müdür Yardımcısı oldu, direk
bilgim olmasa da kendine yakın bilinen ekibindeki bazı arkadaşlarını önemli mevkilere
atamak için fırsatları değerlendirdiği, hatta bir iki hamle sonra Emniyet Genel
Müdürü olarak üç büyük ilin müdürleri, İstihbarat ve KOM Daire Başkanını kendi
denetimine alacağı anlaşılıyordu. Aslında son bir hamlesi kalmıştı, ben de onun
bu kanaatte olduğuna inanıyordum.
Diğer her yönünü beğensem de bu
açıdan yaptıklarını hiç onaylamadığım gibi karşısında durup yaptıklarım
eleştiriyordum. Mustafa’nın en büyük mücadelesi Fethullah
Gülen cemaatinin Emniyet içerisindeki yapılanmasına yönelikti. Hatta
anlatıldığına göre bu konuda abartılı tavırları vardı. Benimle
bu konuları hiç konuşmadı, muhtemelen beni de cemaatten zannediyordu, çünkü
benim çevremde hep cemaatten kişiler vardı. Evveliyatını bilmiyorum ama bir gün
Genel Müdürlüğe, Asayiş Daire Başkanı Hüseyin Özalp ağabeyin yanına, gittiğimde
telaşla çeşitli yazışmalar yapıldığını gördüm. Sonra Hüseyin ağabeyle Adana,
Hatay, Osmaniye ve Gaziantep illerini dolaşıp asayiş açısından onun denetim ve
eğitim faaliyetleri için, benimse gezi olarak katıldığım bu yolculukta bazı
şeyler öğrendim.
Ayrıca bir tarihte KOM Daire
Başkanı Ahmet Pek ile bu konuyu konuşan bazı kişilerin sohbetlerine rast
geldim. Anlatılanlardan öğrendiğim kadarı ile geçmişte İzmir’de istihbarat
biriminin bilgi kaynağı olarak kullandığı, farklı örgütler hakkında bilgi veren
ancak bazı olumsuz davranışları nedeniyle İstihbarat Şubesinden ilişiği kesilen
İrfan Erbarıştıran, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olan Celal
Uzunkaya’yı daha komiser olarak İzmir İstihbarat Şubede çalıştığı yıllardan
beri tanıyan birisiymiş. Bu elamanın bir başka özelliği
ise geçmiş tarihte Fethullah Hoca hakkında olumsuz ve incitici isnatlarda
bulunan bir rapor hazırlayan bir polis ajanı olmasıdır.
Erbarıştıran
biraz fazla işgüzar, her işe burnunu sokan, kendini olduğundan farklı gösteren
bir kişi. Celal Uzunkaya ile ilişkileri eski yıllardan başlayarak devam etmiş.
Bu arada Emniyet Genel Müdürlüğüne uzun bir ihbar mektubu gelir. Bu mektupta
anlatılan konular Mersin’den İzmir’e, oradan Bursa, İstanbul ve yurtdışına
kadar geniş bir alanda birçok olay ve çok kişiyi ilgilendiren niteliktedir.
Mektup esasen Mustafa Gülcü ve Celal Uzunkaya’yı şikâyet eden bir ihbar mektubudur.
İhbarlar o kadar geniş ve detaylıdır ki, en az 20 kişilik bir ekip her imkânı
kullanarak aylarca çalışsa ancak bu kadar kapsamlı bilgileri toplayabilirdi.
Hatta mektuptaki bazı konuların muhatabı olan kişiler bile bahsi geçen
konulardan habersizdir, ihbar mektubu sonrası araştırılınca doğru olduğu
anlaşılır.
“SONRA İZMİR ÖZEL YETKİLİ
CUMHURİYET SAVCILIĞININ KOORDİNESİNDE…”
Bu eski elaman uzun süredir
tanıdığı Celal Uzunkaya’nın Almanya’daki damadını tanıyormuş. Ondan bir şeyler
yapmak adına 50 bin mark borç veya ortaklık adı altında para almış. Bu olaydan
Celal’in haberi yoktu, ihbar mektubunda bu konu anlatılınca araştırmış ve
maalesef doğru olduğunu anlamış. Olayın bu kadar içinde olan Celal’in haberinin
olmadığı konularda ihbarcının haberi ve bilgisi vardı. Çok açık gözüküyor ki
birileri polisin bilgi kaynağı olan İrfan Erbarıştıran’ı, onun tüm irtibatlarını, Celal’i,
Mustafa Gülcü’yü ve onların yakınındaki herkesi dinlemiş, izlemiş ve bulduğu
bilgileri birleştirip bir ihbar mektubu hazırlamıştı.
İhbar
mektubu müfettişlere havale edilir. Zannederim Mustafa konunun müfettişlere
gitmesi konusunda ısrar eder, tehlikeyi biraz hissedince hakkındaki her iddia
araştırılsın der ama bir yandan da uzaktan bu soruşturmayı takip edip
kapatılması için çaba gösterir. Fakat bilemedikleri başka bir şey daha vardır,
KOM Dairesi de adli takibat başlatmıştır. Bir müddet sonra müfettişler
tahkikatı bitirir, galiba bir şey bulunamadığı söylenerek kapatılır. Bir süre
sonra İzmir özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının koordinesinde ve arka planda
Kom Dairesinin desteklediği İzmir Emniyet Müdürlüğünün operasyonu başlatılır.
İrfan Erbarıştıran isimli kişi yakalanır, Emniyette gözaltına alınır. İddialara
göre gözaltındayken çok önemli şeyler açıklayacağını söyler. Hemen savcıya
bilgi verilir, hiç görülmedik bir biçimde gece özel yetkili savcı Fatih Genç
kâtibesini alarak Emniyete gelir.
Savcı 23.11.2009 tarihinde
sabaha kadar şahsın yaklaşık 39 sayfalık ifadesini alır. Tutarsızlıklarla dolu
bu ifadede, zanlı İrfan Erbarıştıran bir sayfada “Bana bir şey olursa Celal
Uzunkaya ve Mustafa Gülcü sorumludur,” derken, başka
bir yerde “Celal Uzunkaya benim 25 yıllık dostum,
ondan, hiç zarar görmedim,” der. Aslında savcı daha ifade
almadan Emniyet Genel Müdürlüğüne 20.11.2009 tarihinde yazı yazarak hemen
tutuklu iş olduğu için cevap ister.
Yazıda “İrfan
Erbarıştıran isimli kişinin Emniyet Asayiş Daire Başkanlığınca kullanılan
muhbir olup olmadığı, muhbir değilse herhangi bir konuda bilgi kaynağı olarak
kullanılıp kullanılmadığı, kullanılıyorsa biriminizce nasıl irtibat kurulduğu,
İrfan Erbarıştıran’a elden para verilip verilmediği veya herhangi bir ödemenin
yapılıp yapılmadığı, çok ivedi gönderilmesi” istenir.
“TÜM BU İŞLEMLER HİÇ GÖRÜLMEMİŞ
BİR HIZLA AYNI GÜN GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ”
Bugüne
kadar görülmemiş bir biçimde kendisini pek fazla ilgilendirmeyen idari bir
konuda savcının mana verilemeyen bu sorusu dikkat çekiyor, olayın normal
seyrinde gitmediğini gösteriyordu. Şahıs 20.11.2009 da yakalanmış, daha ifadesi
alınmadan savcı aynı gün 20.11.2009’da Emniyet Genel Müdürlüğüne konu hakkında
bilgi sormuş, yazı Ankara’ya gitmiş, KOM Dairesi bir yazı ile cevabı Asayiş
Daire Başkanlığından istemiş ve yazı Asayiş Daire Başkanlığına gelmiş, işlemler
başlamış.
Tüm
bu işlemler hiç görülmemiş bir hızla aynı gün gerçekleştirilmiş. Normalde resmi
evrak savcılıktan emniyete bile bir iki günde gelirken, bu defa aynı gün içinde
savcı yazıyı yazıp İzmir Emniyetine veriyor, oradan KOM Daire Başkanlığına
gönderiliyor. KOM Dairesi tekrar Asayiş Dairesine yazı yazıyor ve Asayiş Daire
Başkanlığında yazı işleme giriyor. Ben bu hızla çalışan bir sistemi bu olaydan
daha önce Emniyette ve adliyede hiç görmemiştim.
Emniyet
Asayiş Daire Başkanlığı ilk cevabı hemen 21.11.2009’da veriyor. Cevapta İrfan
Erbarıştıran isimli kişiyle daha önce aynı ilde görev yapan bir emniyet mensubu
vasıtasıyla 25.07.2009 tarihinde irtibat kurulduğu, İstanbul’da hunharca
öldürülen Münevver Karabulut cinayeti faili Cem Garipoğlu’nun yerinin
öğrenilmesi ve yakalanması konusunda kısa süreli kullanıldığı, birkaç defa
iaşe-i bade ve seyahat masrafları ile zorunlu giderleri için elden cüzi
miktarlarda para ödendiği ifade edilerek, Münevver Karabulut’un faili Cem
Garipoğlu’nun 27.09.2009 tarihinde yakalanması ile bu tarihten itibaren bir
daha irtibat kurulmadığı belirtilir.
Üç
gün sonra savcı Fatih Genç 24.11.2009 tarihinde yeniden Emniyet Genel
Müdürlüğüne doğrudan bir yazı yazarak Barış Eser (gerçek adı İrfan
Erbarıştıran) isimli bir şahsın muhbir olarak kullanılıp kullanılmadığı,
kullanılmışsa hangi birim tarafından kullanıldığı bilgisinin ÇOK İVEDİ
gönderilmesini ister.
Ayrıca aynı tarihli başka bir
yazıyla Emniyet Asayiş Daire Başkanlığından daha önce 20.11.009’da sorulan
sorulara 21.11.2009 tarihinde verilen cevaplar özetlenerek, 1. İrfan
Erbarıştıran ile muhbir olarak görüşülmesini sağladığı belirtilen meslek
mensubunun kim olduğu sorulur. 2. İrfan Erbarıştıran’a kimin ne kadar ödeme
yaptığına dair belgenin ve şahısla temas kurulan tüm konularla ilgili
belgelerin onaylı bir suretinin gönderilmesi talep edilir. Bu defa daha hızlı
bir kurye polisle ve uçakla cevap verilmesi istenir.
“SIRADAN GÖZÜKEN BU OLAY
KORKUNÇTU; TARİHTE 2. OLAYDI”
Aslında
Emniyetin gizli muhbir kullanımı, bilgi alma usulleri, vs. ile örtülü ödenekten
yaptığı ödemeler savcılığı ilgilendiren konular değildir. Fakat 25.11.2009’da
Emniyete gelen evraka aynı gün 25.11.2009’da Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş
Dairesinden verilen cevapta şahıstan alınan bilgilerin İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Asayiş ve KOM Şubeleri ile paylaşıldığı belirtilip yapılan işlemlerin
gizliliği nedeniyle Türk Ceza Kanunu ve ilgili mevzuattaki ilgili maddelere de
atıfta bulunularak soruşturmayla doğrudan ilgisi olmayan bilgilerin
gönderilemediği ifade edilir.
Soruşturmanın
selameti bakımından vazgeçilmezliği kararı verildiği takdirde hepsinin
gönderileceği yazılır. Bu arada istenen tüm bilgiler de şifahen savcıya
aktarılır. Savcının tüm bunların cevabını zaten bildiği, uzun süredir dinlenen
İrfan Erbanştıran’ın telefon konuşmalarında Emniyette kimlerle nerede, nasıl
görüştüğü, hatta ifadesi 23,11.2009’da alınırken de savcının sorduğu sorularda
bunların çok daha ilerisindeki hususların bilindiği anlaşılmaktadır.
Söylenenlere
göre de savcıyla görüşülmüş, verilen cevap yeterli görünmüş ve dava kapatılmış
gibi gözüküyordu. Bu yazışma yapılınca haberim oldu ve anlatılanları dinleyince
bu davanın kapanmayacağını, ciddi sorunlar yaratacağını, ya savcının taraflı ve
özel amaçlı olduğunu söyleyip değiştirilmesini istemeleri ya da alenen cemaat
kökenli bir operasyonla karşı karşıya olduklarını açıklamaları gerektiğini
söyledim. Olması gereken, böyle bir davayı özel yetkili mahkemenin başsavcı
vekilinin yürütmesiydi.
İki
Emniyet Genel Müdür Yardımcısının adının geçtiği bir tahkikatı başsavcı vekili
yürütmeliydi. İllerde eğer bir il şube müdürünün adı bir davaya konu olursa, il
savcılarının ya kendileri ya da savcı vekilleri tahkikatı yürütmekte, basit bir
ifade alma işlemini bile kendileri yapmaktadır. Bu davada da böyle olması
gerekirdi ama sözlerimi ciddiye almadılar.
Kısa
süre sonra dediğim çıktı. Cevapları yeterli bulmayan savcı yine alışılmış
yöntemlere benzemeyen şekil ve içerikte 21.12.2009 tarihinde iki ayrı yazı
gönderir. Birinci yazıda çeşitli basın organlarında çıkan haberlerde İrfan
Erbarıştıran’ın Emniyet Genel Müdürlüğü uhdesinde olan ödeneklerden 40.000 TL
aldığı iddia edildiğinden Asayiş Daire Başkanlığınca 17.12.2009 tarihindeki
yazı ile belirtilen ödemelerden başka (bu arada yapılan yazışmalarda ödemelerin
evrakların vs. savcılığa gönderildiği anlaşılmaktadır) ödeme yapılıp
yapılmadığı, eğer yapılmış ise buna ilişkin evrakların bir suretinin
gönderilmesini, ikinci yazıda ise olayı soruşturan Polis Başmüfettişleri O.
Olgun ve D. Demirbaş ile Asayiş Daire Başkam F.İ. Özalp’in tanık olarak
ifadeleri alınmak üzere 24.2.2009’da İzmir’deki savcılıklarda bulunmalarını
ister.
Aslında uygulamada bu tür
bilgiler illerdeki savcılıklar üstünden iletilir. Bu olayda, İzmir savcısı
talebini Ankara savcısına iletmeli, Ankara savcısı bilgileri alıp İzmir
savcısına göndermeliydi. Bu zamana kadar sistem hep böyle işledi ve hâlâ da
böyle çalışıyor.
Mesela
benim ifadem veya benim müdürlüğümdeki bilgiler doğrudan başka illerin
savcılarınca değil, ilimiz savcılığı üzerinden iletilir. Kısa süre sonra savcı
işi daha da büyütür ve iki genel müdür yardımcısını mevcutlu olarak İzmir’e
çağırır. Gece geç saatlere kadar devam eden duruşmalar sonunda, serbest
bırakılırlar, sıradan gözüken bu olay korkunçtu; tarihte 2. olaydı.
Bu
kadar önemli olan olay neydi? İki Emniyet Genel Müdür Yardımcısını tutuklatmak
için mahkemeye çağırmayı, devletin belgelerini istemeyi, verilen cevaplarla
yetinilmeyip bu kadar olağanüstü biçimde izlemeyi gerektirecek olay neydi?
“BAKAN’IN EN ÇOK GÜVENDİĞİ
KİŞİLERDİ”
Davada
gizlilik vardı. Avukatlara ve sanıklara dosyadaki bilgiler verilmemesine rağmen
İzmir’deki değil, İstanbul’daki bazı polisler ifadeleri tek tek bütün
gazetecilere dağıtıyordu. Bunların içinde, savcının gece gidip Emniyette aldığı
39 sayfalık ifadenin imzasız kopyası da vardı. Emniyet Genel Müdürü
Yardımcılarının suçlu olduklarını söylüyorlardı.
Bana da bir gazeteci bu ifadeyi
ve değerlendirmesini gönderdi. Okuduğumda hayretler içerisinde kaldım. Ortada
bir ceza davasına konu olacak olay yoktu, bu tür davaların daha ağırını bile
biz il savcılarımıza götürdüğümüzde, “Bu konu hukuk davasının konusu
olur, davacı kişi gidip hukuk mahkemesinde dava açsın,” diyorlardı.
Hadi çok zorladınız diyelim, bu olaydan en fazla sulh ceza mahkemesinin görev
alanına giren dolandırıcılık davası çıkardı.
Fakat
bizim savcı olayı özel yetkili mahkemeye taşımış ve ortaya kocaman bir çete
davası çıkarmıştı. Önyargısı olmayan tarafsız herhangi bir savcı bu ifadeyi
okuduğunda bu olayı asla özel yetkili mahkemeye ve savcısına taşımaz, bu
insanları bu kadar ağır ithamlarla lekelemez (ki en ağır suçlamalara, yönelik
sorular ifadede var, bu sorulardan eldeki delillerin ne olduğu net
anlaşılıyor). Bu olay maalesef iki Genel Müdür Yardımcısının görevden
alınmasına sebep oldu. Daha da garibi bu iki Genel Müdür Yardımcısı mevcut
hükümetin getirdiği Bakan’ın en çok güvendiği kişilerdi. Bunlar teşkilatta çok
güçlü insanlardı. Herkes çok iyi biliyordu ki, bu iki görevli başka açılardan eleştirilebilse
de maddi menfaat elde etmek uğruna en ufak bir suça karışmazlardı.
“UZUNKAYA İYİ YETİŞMİŞ,
KALİTELİ BİR POLİSTİ”
Özellikle,
Celal Uzunkaya iyi yetişmiş, kaliteli bir polisti, benim için en iyi
özelliklere sahip polis şefiydi. İstanbul, Ankara gibi illerin müdürü olacak
kalitedeydi. Davada ifadeleri alınınca görevde kalmaları makul görülmedi ve
merkeze alındılar. Görevden alınınca galiba amaca ulaşıldı ki bir daha bu
davayla ilgili haberler basına ta her şey basına sızdırılarak, abartılarak yazılırken
görevden alınma gerçekleşince iddianameyi bile duymadık, dava sessizce görüldü.
Ama
inanıyorum ki hâlâ görevde olsalardı gelişmeler hızla ilerler, davalar açılır,
haberlere konu olurlardı. Bu durum da aslında temel gayenin suçluların
cezalandırılıp adaletin yerinin bulması değil, bu insanların görevden alınması
olduğunu ortaya koyuyor.
Kitabı
yazdığım sıralarda davanın açıldığını duydum. İddianameyi yine basından temin
edip okuduğumda aynı kanaatim yeniden pekişti. Dava zorlama ile açılmıştı,
ortada özel yetkili mahkemeyi ilgilendirecek nitelikte bir olay yoktu, her
şeyin zorlanarak yürütüldüğü belli oluyordu. Şunu kesin olarak iddia ediyorum,
bu insanların tüm çevreleri İstihbarat Daire Başkanlığınca aylarca dinlenmiş,
takip edilmiş, hukuka aykırı bütün yöntemler kullanılmıştır. Bir hâkim ya da
savcı gidip İstihbarat Dairesinde inceleme yapsa, bu olayın tüm delillerini
bulabilir. Bundan hiç şüphem yok, tahminimden fazlasının olduğundan da görmüş
kadar eminim. Katillerin, canilerin, çetelerin ifadesini almak için bile
gecenin bir yarısı emniyete gelip sabaha kadar kâtibesi ile çalışmayan
savcılar, okuyan hiç kimsenin ciddi bir kıymet vermeyeceği bir ifade için neden
bu kadar gayretli olur. Tek amaç cemaatin Emniyetteki bir numaralı hedefi
Mustafa Gülcü’yü silmekten başka bir şey değildir; bu olay cemaat için bir
Ergenekon operasyonu kadar önemli bir olaydır.
Daha sonra benim de elime geçen
bir belgede bu olayda cemaatin polisle ilgilenen imamının bu konuyla özel
olarak ilgilendiğini gösteren bir not vardı. Peki, Gülcü neden önemliydi?
Birincisi, belirttiğimiz üzere Emniyet Teşkilatı içerisindeki cemaatçi yapıya
karşıydı ve çok şiddetli biçimde buna karşı tavır alıyordu. Fakat aynı zamanda
hükümetin de iyi adamıydı.
Neden
silinmesine göz yumuldu? M. Gülcü arka planda cemaat tarafından desteklenen,
yürütülmekte olan Ergenekon operasyonları dolayısıyla mahkemelerin Ergenekon
Örgütü hakkında Emniyet Genel Müdürlüğüne sorduğu soruya istenenin aksine
Ergenekon diye bir terör Örgütünün kayıtlarında olmadığını yazmıştı.
Bu konuda cemaatin yaptıklarını
desteklemediği, hatta karşı çıktığı için hükümetin üst kademelerinden yeterli
desteği bulamadı ve bu tür yazı vs. olayları abartılarak yukarılara taşındı. Emniyetin en
güçlü ve iktidara yakın iki Genel Müdür Yardımcısını görevden aldıran gücü
Emniyet kendi içinde net görüyordu. Bu güç tayin ve terfilerde de çok etkindi.
Bunu gören teşkilat mensuplarının şimdiden sonra nasıl davranacağım, nasıl
hareket edeceğini, bir tayin ya da terfi için pek çok kişiye uğrayan meslektaşlarımın
maalesef şimdi en fazla cemaatçi gözükmeye kalktığını, eski konuşma ve
sözlerini unuttuğunu görüyoruz.”