FİLM TAVSİYESİ /// Tunca Arslan : İran’da bir aşk gecesi

Tunca Arslan : İran’da bir aşk gecesi

Yayınlanma: 20 Eylül 2024

Tunca Arslan

***

Haftanın yeni filmlerinden, İran-Fransa-Almanya-İsveç ortak yapımı “En Sevdiğim Pastam” (Keyke Mahboobe Man-My Favourite Cake), ilk bakışta İran sansürünün sınırlarını zorlayan, hatta sansürün epeyce yumuşadığını gösteren bir film gibi duruyor ama filmin İran’da izinsiz ve gizlice çekildiğini öğrendiğimizde işin rengi değişiyor. Günümüz İran toplumuna, 70’li yaşlarda “tek gecelik aşk” yaşayan bir kadın üzerinden bakmak, yönetmenler Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha ikilisine yurtdışına çıkış yasağı da getirmiş üstelik.

Bir İran filminden beklenecek her türlü incelikle örülmüş, nakış gibi işlenmiş, Berlin Film Festivali’nde eleştirmenlerce verilen FIPRESCI ödülüne değer görülen “En Sevdiğim Pastam”, hali vakti yerinde ama yalnız yaşayan yaşlı kadın Mahin’i tanıtıyor bize. Kocası 30 yıl kadar önce ölmüş, yapacak işi olmadığından öğleye kadar uyuyan, kent merkezinde bahçeli bir evde oturan, emekli hemşire olan kahramanımız, arkadaşlarıyla sohbet edip vakit geçirmek ve hastalıklarından bahsetmek dışında hayatında apaçık romantizm aramaktadır. Bu şans, kuponlarla yemek yediği emekliler lokantasında karşısına çıkar gibi olur. Artık taksi şoförlüğü yapmakta olan eski bir savaş gazisi olan Faramarz, hayatının değilse bile önündeki tek gecenin erkeği gibi durmaktadır. Ancak gece boyunca yaşanan tatlı ve sevgi dolu anların sonunda işler hiç de beklenildiği gibi gitmez, bir trajedi, pek çok seyirciye “fazla acımasız” gibi gelecek bir final yaşanır.

VAKİT GEÇİRMEK İSTEYECEĞİNİZ KARAKTERLER

Ağırlıklı olarak iki kişi arasında geçse de film küçük dokunuşlarla İran toplumunun tüm gerçeklerine parmak basmayı başarıyor ve Moghaddam-Saaeeha ikilisi gerçekçi bir yapıt ortaya koyuyor. Yönetmenler, ana karakterlerini hemen her sahnede ayrıntılandırarak, yasaklarla çevrelenmiş sosyal hayatından çıkmak isteyip kaçamak yapan yaşlı bir kadının ve en az onun kadar sevimli bir erkeğin öykülerini aktararak sinemasal bir İran şiiri sunuyorlar. Meraklı komşular, giyim-kuşam ve alkol yasakları, ahlak polisi vb. derken bir toplumdaki görünen-görünmeyen tüm ilişki biçimleri süzülerek, tek bir gece içinde karşımıza geliyorlar. Son derece mütevazı bir oyunculuk anlayışının damga vurduğu film, başrollerdeki Lili Ferhadpour ve İsmail Mehrabi’nin alabildiğine yumuşak, dokunaklı ve gerçekçi performanslarıyla ayrı bir değer kazanıyor. Her ikisi de kendileriyle bolca vakit geçirmek isteyeceğiniz karakterleri büyük başarıyla canlandırıyor.

ŞAH’A GERİ DÖNMEK Mİ?

Filmin Batı medyasında genel algılanış biçimi, “Tepeden tırnağa kadın düşmanı bir rejimdeki özgürlük arayışı”ndan ibaret olsa da bunun ötesine geçen bir çalışma “En Sevdiğim Pastam”. Bu tek gece, kaçak içki içmek vb. dışında New York ya da Paris’te geçseydi, kadın özgürlüğü ve kadın-erkek ilişkileri açısından tematik bir değişiklik olmayacaktı bence. Aşk arayışında olan cesur ve kendine güvenen kadınlar, dünyanın her yerinde benzer portreler yaratıyorlar neticede ve Mahin de bu nedenle son derece evrensel bir karakter. Öte yandan bu karakterin, İslam Devrimi öncesine, 1970’lerdeki Şah dönemine özlem duymasının ise “En Sevdiğim Pastam”da bir tür çukur oluşmasına yol açtığını belirtmem gerek. İran rejimini eleştirmek ve kadınlara özgürlük istemenin varacağı yer, Şah rejimi olmamalı kuşkusuz.

Sonuçta, İran sinemasından gelen filmler iyidir, seyirciyi ilginç bir girdaba çeker, düşündürür ve yedinci sanatın büyüsüne çeker. Wong Kar-wai’nin “Benim Aşk Pastam”ı (2007) çağrışımları yapan “En Sevdiğim Pastam” da aynen öyle bir film.