İstihbarat : Basit meslek, zor bilim, karmaşık teori ve macera dolu operasyonlar (1)
Serkan Yıldız Independent Türkçe için yazdı
E-POSTA : yildizserkan71@gmail.com
Cumartesi 14 Eylül 2024
***
İstihbarat denince aklınıza ne geliyor?
Eminim birçoğunuzun aklına James Bond geliyordur.
Klasik! Gözlüklü bir ajan, elinde “shaken, not stirred” martini, her zaman partinin en güzel kızı ile bir yandan düşmanları etkisiz hale getiriyor, bir yandan da dünyayı kurtarıyor.
Ya da siyah ve ultra lüks bir cip içinde bıyıklı ve sinirli adamlar iniyor, arka kapıyı açıyor ve tıfıl ama karizmatik bir ağır abi iniyor.
O da öfkeli, kaba, nezaketten nasibini almamış ve ilkel derecede altı boş milliyetçi.
Ama bu yazıda hayal gücünüzü biraz daha genişletip, istihbarat dünyasına başka bir perspektiften bakacağız.
Çünkü istihbarat, sandığınızdan daha… Nasıl desem: Basit ama aynı zamanda aşırı karmaşık ve bir o kadar da eğlenceli!
Üstelik sinirli ve bıyıklı olmanıza da hiç gerek yok.
Bu başlıktaki yazımızı iki bölüm olarak işleyeceğiz.
Yazının sonuna geldiğinizde eksik-yarım ya da tamamlanmış olduğunu sakın düşünmeyin.
Asıl okumak istedikleriniz ikinci bölümde olacak.
Evet, doğru okudunuz. İstihbarat mesleği basittir!
Ama hemen kaşlarınızı kaldırmayın.
Sabırlı olun, açıklayacağım.
***
Basit olan: İstihbarat mesleği
Adam bir yandan lazerli güvenlik sistemlerinin arasından atlıyor, diğer yandan düşmanın bilgisayarından bilgileri “kopyala-yapıştır” yapıyor ve sonra da “görev tamam” dercesine evrakları havaya savuruyor.
Ya da daha yerel düşünelim, bir limanda üç tane siyah takım elbiseli, sinirli ve bıyıklı adam, yüzlerce adamı, silahlarında bulunan limitli ve sayılı 14 mermi ile öldürüyor ve çetenin liderini betonun içine canlı canlı gömüyor.
Ama gerçek şu ki, maalesef bu iş o kadar da şatafatlı değil.
“Bu mu yani, istihbarat bu kadar mı basit?” diye kendi kendinize sormanız işten bile değil; az sonra yazdıklarımı okuyunca.
Çünkü aslında istihbarat mesleği biraz basittir.
Evet, yanlış duymadınız.
Birkaç temel kuralı öğrendiniz mi, siz de işin içine balıklama atlayabilirsiniz.
Bakın anlatayım;
Öncelikle, istihbarat dünyasında ne yapıyorsunuz?
Bilgi topluyorsunuz, analiz yapıyorsunuz ve sonra rapor hazırlıyorsunuz.
Limanda adam öldürmek yok yani! O bambaşka bir iş ve profesyonellik istiyor ve 14 mermi ile asla onlarca-yüzlerce adamı öldüremeyeceğiniz bir uzmanlık gerektiriyor.
Durun bir dakika, konuyu dağıtmayalım ve az önce söylediğim cümleye gelelim! “Bilgi topluyorsunuz…” ile başlayan…
Bu, hepimizin yaptığı işlerden biri değil mi zaten?
Para kazanmak için yaptığınız ve nefret ettiğiniz o meslekleri bir düşünün.
Evet… Yanılmıyorum!
Günlük hayatınıza bakın; hepimiz aslında birer mini istihbaratçı gibiyiz.
Bir örnek vereyim mi?
İşte size “anneler ve istihbarat”.
Annenizin mahalledeki dedikodu becerilerini hatırlayın.
Evet, evet, haklısınız. Hiçbirinizin annesi dedikodu yapmaz. Zinhar! Benimki dâhil.
Ama yaptıklarını düşünelim;
Komşuların kimle, ne zaman görüştüğünü, kimin pazardan hangi sebzeleri aldığını, Ayşe Teyze’nin bu hafta dolma mı, yoksa mayalı hamur ile mi misafir ağırlayacağını nasıl öğreniyor?
Neler yapıyor bunun için? Kimlerin kapısını çalıyor, kimlerden laf almaya çalışıyor?
Hatta sırf o bilgi için akşamın bir yarısı kek yapıp, komşunun kapısına dayanıyor; “Evdekiler istedi, yaptım, size de getireyim” diye.
Oysa siz de dâhil olmak üzere evdeki herkes kekten nefret ediyor. Ama anneniz bunu yapıyor.
Peki, bu yaptığı nedir?
Bildiğiniz istihbarat bu!
Bilgiyi topluyor, analiz ediyor, hatta “bu bilgi hangi misafire uygun yemek yapmamı sağlar” diye stratejik rapor bile çıkarıyor.
Fakat işin içinde ulusal güvenlik yok; yani en fazla risk, “Ayşe Teyze’nin yemeğine övgü mü edeceğiz yoksa biraz tuzsuz mu bulacağız” sorusu, hepsi bu kadar!
Sonuçta bilgi bilgidir, değil mi?
Sadece bağlamı farklı olabilir.
Ayşe Teyze’nin mutfaktaki becerileri ya da CIA’nin terörist izleme raporları…
Ne fark eder? İşin özü aynı: Bilgi!
O yüzden istihbarat mesleği denince aklınıza hemen Hollywood gelmesin.
Komik müzikleri olan Türk dizileri de gelmesin.
Evet, belki işin içinde biraz gizem var ama düzenli olmayı başarabilirseniz, biraz da gizlilik kurallarına uyarak herkes bu işin üstesinden gelebilir.
Yani, istihbaratçı olmak için o kadar da “uzaylı DNA’sına” sahip olmanıza gerek yok!
Eğer apartman çöpündeki bakkal fişlerini bir hafta boyunca saklayabiliyorsanız ya da aile sırlarını “ölene dek” kimseye söylemeyeceğinize yemin edebiliyorsanız, zaten bu işin bir kısmını başarıyorsunuz demektir.
Ama… Durun bir dakika. İşin bilim kısmına geldiğimizde, işler biraz değişiyor.
O kadar da kolay olmadığı ortaya çıkıyor, değil mi?
***
Zor olan: İstihbarat bilimi
İstihbarat mesleğinde operasyonel kısımlar genelde havalıdır:
Sinsi sinsi dolaşmalar, gizli dinleme cihazları, ajan / casus kovalayıp yakalama sahneleri…
Ve lüks takım elbiseler içinde güzel kadınlarla dans edip, pahalı içkiler içmek…
Hep aksiyon dolu, değil mi?
Ama bir dakika, duralım.
Asıl sıkıcı, pardon, asıl zor kısma geldik: İstihbarat bilimi…
Birileri, “Bana bilimle gelme, ben operasyon adamıyım! Sahada aksiyonla varım!” diye mırıldanıyorsa, ona kötü haberi verin; maalesef bu iş o kadar kolay değil!
Çünkü işin bilim kısmı, işin özüdür.
Şöyle bir düşünelim:
Bilgiyi topladık, cebimize attık.
Peki, şimdi ne olacak?
Oturup evrakların üstüne mi yatalım?
Onlarla bir barbekü ateşi mi oluşturalım?
Elbette hayır!
O bilgiyi anlamlandırmak, stratejik bir avantaja dönüştürmek gerekiyor.
Ve işte burada asıl baş ağrısı başlıyor.
Bir düşünün, elinizde binlerce sayfalık veri var.
Çoğu da birbirinden saçma olabilir!
Bir raporda “hedef limonata içiyor” diye bir not düşülmüş.
Şimdi ne yapacaksınız?
“Limonata mı içiyor? Hımm, kesin yaz sıcaklarından bunalmış, serin havaları bekler bu yüzden saldırmaz!” mı diyeceksiniz?
Elbette değil!
İşin içinde çok daha fazlası var.
İstihbarat bilimi, topladığınız tüm o verilerin içindeki doğru bilgiyi, altın madeni gibi kazıp çıkarmakla ilgilidir.
İşte burası işin kritik noktası: Veri analizi.
Hadi, gelin bir örnek verelim:
Farz edin ki kocaman bir havuza binlerce-milyonlarca toplu iğne attık.
Şimdi sizden o havuzdan sadece kırmızı olanı bulmanızı istiyoruz.
Ve işin zor kısmı bu:
Kırmızı toplu iğne gerçekten var mı?
Yoksa hayal mi kuruyoruz?
İşte istihbarat analistlerinin her gün yaptığı şey bu:
Veriler arasında kaybolmadan en kritik bilgiyi bulmak.
Şimdi sizi o sıkıcı Excel tabloları ve sınırsız dosyalarla baş başa bırakıyorum!
Tüm o satırlarca veriyi analiz edeceksiniz.
Hangi veri önemli?
Hangi veri çöp?
Örneğin, “Hedef her gün aynı kafede oturuyor.”
E iyi de, bu bilgi gerçekten önemli mi?
Yoksa adam sadece kahve tiryakisi mi?
Kafede oturması mı yoksa oradaki garsonla konuşması mı kritik?
Her gün oturduğu masa? Cephesi?
Bir şey mi gözlüyor yoksa sadece obsesif bir deli mi?
İşte tam burada devreye giren şey, sizin o müthiş analitik zekanız.
Yani “sadece veri toplamak” yetmiyor, topladığınız veriyi nasıl kullanacağınızı bilmek, işin asıl püf noktası.
***
Eğer matematikten nefret eden biriyseniz, burada işler biraz sarpa sarabilir.
Çünkü bazı analizler için ciddi bir matematiksel zeka gerekiyor.
Düşünün, istihbarat dünyası aslında kocaman bir satranç oyunu gibi.
Hamleleri hesaplamanız, geleceği görmeniz lazım.
“Karşı taraf bunu yaparsa ben ne yapmalıyım?” gibi sonsuz bir strateji döngüsü içinde sıkışıp kalabilirsiniz.
O yüzden, analitik düşünmeden bu iş olmaz.
Ve tabii entelektüel donanım… Bu da olmazsa olmazlar arasındadır.
Macaristan’da bir izleme görevindesiniz. Hedef kişi 1 erkek ve 2 kadınla bir masada oturmuş içki içip, yemeklerini yiyorlar. Ve kimse kadeh kaldırmıyor.
İlginç! Bu bir kurgu olabilir mi?
Bir kumpas? Bir cover?
Ya da birilerine hedef şaşırtma?
Ya da Macarların yemek yerlerken asla kadeh kaldırmama alışkanlıkları mı?
Eğer son yazdığım cümledeki entelektüel bilgiye sahip değilseniz ilk soruların içinde kaybolur ve günlerce boşa zaman harcarsınız.
Bilmeniz gereken basittir; Macarlar asla kadeh kaldırmazlar…
Sonra bir de o veri yığınlarının arasında kaybolmak var.
Bilgi dağları önünüzde duruyor ve siz hangisinin zirve olduğunu bile bulamıyorsunuz.
İşte burada devreye giren şey, sabır ve zeka.
Bir bilginin stratejik değeri olup olmadığını bulmak, tüm o bilimsel çabanın bir sonucu.
Gerçekten de satranç oynar gibi düşünmelisiniz; her hamleyi dikkatle hesaplamalı ve riskleri değerlendirmelisiniz.
Mesela, bir bilginin doğruluğundan emin olmadan hareket ederseniz, rakibiniz size şah-mat yapabilir.
***
Sonuç?
Baş ağrısı!
Sonu gelmeyen fırçalar!
Hatta hakkınızda tutulan raporlar, istenilen savunmalar…
Tabii işin bilimsel kısmı sadece bu analizlerle de sınırlı değil.
Aynı zamanda elde ettiğiniz verileri bir sonuç hâline getirip, bunu rapora dökmek zorundasınız.
Bu da demek oluyor ki, bir dedektif gibi çalışırken, aynı zamanda bir yazar kadar yetenekli olmalısınız.
Çünkü ortaya koyduğunuz rapor, sonunda bir stratejik hamleye dönüşecek.
Yani yazdıklarınız bu noktada çok önemli, özellikle müşteri için.
Ve müşteriniz bir istihbarat teorisyeni değil. Seçilmiş ya da atanmış biri.
Çoğu zaman bu konularla zerre alakası olmayan kişiler oluyor bunlar.
Yani o kilit bilgiye ulaşmak öyle kolay değil.
O yüzden ne yapıyoruz?
Bilimi ihmal etmiyoruz!
Eğer bu kadar çaba ve analiz sonunda o “işte budur” dedirten kritik bilgiye ulaştıysanız, kutlamayı hak ettiniz.
Özenle sakladığınız ve oldukça ünlü birinin size hediye ettiği o puroyu yakabilirsiniz.
Ama şunu unutmayın, o bilgiye ulaşmak şifre çözmek kadar zahmetli ve zaman alıcıdır.
Sonradan puroyu söndürmeyeceğinizden emin olmalısınız, tabii ucunu yakmadan önce.
Sonuç olarak: İstihbaratın bilimsel kısmı, sahadaki aksiyon kadar havalı görünmese de işin asıl bel kemiğidir.
Unutmayın: Operasyonlar aksiyonla doludur ama operasyonu kazandıran her zaman sahnenin arkasındaki bilimdir! İstihbarat bilimidir
***
(Yazımızın devamı bir sonraki yazıda olacak…)