İŞ DÜNYASI : İyi çalışmak mı ???

Picture background

 

İyi çalışmak mı ???

 

Şu çok çalışmak miti nasıl ve nerede çıkmış, bir bakalım.

Bundan 100 yıl kadar önce Max Weber diye bir sosyolog çıktı.

Protestan İş Ahlakı diye bir kavram uydurdu. Bu ahlaka uygun hareket edenlerin Cennete gidecekleri palavrasını icat etti.

Çok çalışmanın ibadet yerine geçeceğini vaaz etti.

Çok çalışmak hikayesinin kaynağı budur.

Gelinen noktada ayan beyan belli ki, çok çalışmak ibadet değildir. Bu ifade en azından ibadet kavramına terstir.

Çok çalışmak her kapıyı açan maymuncuk mudur?

Çok çalışmak Cennetin garantisi değildir.

Çok çalışmak başarının tek şartı değildir.

Çok çalışmak, net, anlaşılır ve doğru tanımlanmış bir kavram değildir.

Yüz yıl öncesinin kuralları ile bu günü yönetmek mümkün değildir.

En çarpıcı gerçek de şudur; bırakın 100 yılı, artık 20 yıl öncesininkilerden bile çok farklı bir kuşak ile karşı karşıyayız. Yeni kuşakların yaşam felsefesinin içinde çok çalışmak diye bir kavram yok. Onları böyle düşünüyorlar diye yok saymak gibi bir şansımız da yok.

Geçmişin uysal, itaatkar, teslimiyetçi kuşakları bitti.

Yerinde, zamanında ve doğru soruları soran bir kuşak geldi. Bu sorulara doğru cevapları almazlarsa, masayı dağıtan ve mekanı terk eden bir kuşak onlar.

Eğer iş Dünyası bu kuşaklar ile ortak bir paydada buluşacak ise, onların da benimseyeceği yeni kurallar, yeni tanımlar ve yeni roller yaratmak zorunda.

Bu kuşakları dünün idari, mali, sosyal ve kültürel kalıplarına sokmak zor.

Gelelim temek soruya;

İyi çalışma nedir?

Öncelikle şunu vurgulayalım; iyi çalışma için iyi çalışma ortamı, iyi yönetim, iyi finansal paketler, iyi iletişim gerekir.

Kabul etmemiz gereken bir husus daha var. Bu günün yeni kuşakları, çalışırken eğlenmek istiyor. Çevresinde asık ve bitik yüzler görmekten sıkılıyor.

İşyerlerini ve çalışmayı eğlenceli hale getirmek zorundayız.

Mesai mutlaka asık suratla mı olmalıdır?

Ne münasebet?

İyi çalışmak için, insanlara güvenmek şarttır

Katılımcı ve insan odaklı yönetim çağı çoktan başladı.

Şimdi insanlara sorumluluk ve insiyatif kadar özgürlük de verilmesinin zamanı.

Bu iddiamı anlamak için çalışanlarınıza bir anket yapabilirsiniz. Tek bir soru sorun ve cevaplarını korkmadan vermelerini sağlayın.

Ne istiyorsunuz?

Çoğunluk ‘ Özgürlük’ diyecektir.

Karar verme özgürlüğü.

Onları, her zaman hata yapabilecek, tembel ve potansiyel suçlu varsaymak ve buna göre politikalar uygulamak rasyonel değildir. Bu varsayım ile hareket etmek, o kitleleri her daim kontrol altında tutma kuşkusunu besler.

Ekipleri kötü yönetip onlardan başarı bekleyemezsiniz.

İnsanların zafiyetlerini ön plana çıkaran bir algı, aşırı kontrol gerektirir. Bu anlayıştaki yönetici, insanı her daim kaytarmaya hazır işe yaramazlar olarak görür.

İnsanlara güvenmemek temelinde yönetenler, kendilerini üstün bir lider gibi görmeye ve göstermeye mecbur hissederler. Böyle yönetenler, kontrolü kaybetmekten korkar.

Delege etmeyi aklından bile geçirmez. Kendi aklından başkasınınkine güvenmez.

Bu sekter bakış açısı, işyerinde verimliliği öldürür.

İşyerleri one man show sahnesine döner

Kötü yönetimlerde, bütün işlerin sorumluluğu bir avuç yöneticiye yıkılır.

One man show sahnesinde ekipler yoktur, kerameti kendinden menkul yönetim şeyhleri vardır. Bu şeyhlerin ağzından her cümlede mutlaka bir BEN vurgusu eksik olmaz.

Böyle işletmelerde, çalışanlar zekalarını, duygularını, yaratıcılıklarını sergileyemez. Sadece verilen talimatları yerine getirirler. Kimse kimseye güvenmez.

Zehirli bir iklim hüküm sürer.

Bu heyecan sağlandığında, çalışanlar kendi disiplin modellerini oluşturur. Gönüllülük seviyesi yükselir. Mutluluk artar. İşyeri, yetenek yuvasına dönüşür.

Onlara hazır gündemler, çalışma modelleri, görev tanımları dayatmak, çalışanları pasifleştirir. Sorumluluk almalarına engel olur.

İyi çalışmak iyi sonuçlar doğurur.