Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı DOSYASI /// İnan Akdağ : Türkiye’nin Kamu Selamet Komitesi : Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı

İnan Akdağ : Türkiye’nin Kamu Selamet Komitesi : Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı

5 Ağustos 2009

*** 

Marx, Fransa’da Bonapart darbesini anlattığı ünlü kitabı “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’ne Hegel ‘in “bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir” sözlerine atfen şöyle başlıyor(1) “Hegel eklemeyi unutmuş birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak”. Marx da eklemeyi unutmuş, Doğu toplumlarında ise ikincisi “trajikomik” olur. Trajikomik olacak mı bilinmez ancak bu yazı bu aralar gündemde olmayan ancak önümüzdeki dönem adından sıkça söz ettireceğini düşündüğümüz henüz kuruluş aşamasındaki önemli bir devlet kurumu “Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı” üzerine olacaktır.

Daha önceki yazıda(2) Türkiye ‘de bir siyasal devrim sürecini yaşadığımızı ve ortak siyasal ve ekonomik amaç üzerinde bütünleşen geleneksel ve Anadolu burjuvazilerinin hegemonyayı Asyatik gelenekten gelen geleneksel bürokratik hegemon yapıdan ele geçirme sürecinde olduğunu ileri sürmüştük. 28 Şubat ‘Bonapartist’ devlet müdahalesinden sonra ortak hedef temelinde bütünleşen burjuvazi 2000’lerde iktidarı tarihsel olarak geleneksel hegemonyadan devralmış ancak geleneksel hegemon güç olan bürokrasinin bir kısmının –gerek Ordudan gerekse yargıdan– bu duruma karşı müthiş bir mücadele verdiği, “Ergenekon” sürecinin de bu mücadelenin tasfiye süreci olduğunu ileri sürmüştük.

İşte bu noktada bu dirence karşı hükümet tarafından kurulacak olan yeni bir kurumun -Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı- Hegel’in sözlerine atfen ikinci kez tekrarlanacağını öne sürebiliriz. Fransız Devrimi’nin ertesinde Jirondin ılımlı liberaller devrimin konsolidasyonunu sağlayamayınca, devrimi radikalleştirmek için Jakoben radikal liberaller 1792’de terör dönemini başlatmışlardı ve hem idare hem de karşı devrimcileri soruşturma ve yargılama için “Kamu Selamet Komite”sini kurmuşlardı. Fransızca’dan Türkçe’ye Selamet –Arapça– olarak çevrilen bu sözcüğün Türkçe karşılığının “Güvenlik, Esenlik, Düzen” olması oldukça ilginç bir durum ifade etmektedir.

“Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı”; 28 Şubat sonrasının “Batı Çalışma Grubu” ve “Cumhuriyetçi Çalışma Grubu” nun anti tezi olacaktır. Bilindiği üzere 28 Şubat sonrası ünlü paşanın ’28 Şubat 1000 yıl sürecek’ sözlerinden sonra Genelkurmay sıkı bir çalışmaya girmiş, ‘irticacıları!’, ‘bölücüleri!’ ve birçok ‘zararlı!’ unsuru takip edip, soruşturmak için kurumsal çalışma grupları oluşturmaya başlamıştı. Brifingleri en üst bürokrasi tarafından dakikalarca ayakta alkışlanmış ve bağlılıklar bildirilmişti. Hiç şüphesiz o gün heyecanla hegemonyalarını 1000 yıl daha sürdüreceklerini kükreyerek ilan edenler sadece 10 yıl sonra Ümraniye’ de bulunan el bombaları ile hızlı bir çözülme sürecine gireceklerini ve iktidarlarını kaptıracaklarını sanırız tahmin etmemişlerdir. Ancak şu da unutulmamalı ki tarihi kudretli insanlar değil verili koşullar altında insanlar yapar. Koşullar zaten hegemonya değişimi için olgunlaşmıştı ve maddi değişim süreci başladı. Bu noktada 28 Şubatçıların yaptıkları sadece süreci hızlandırmaktı ve de hızlandı. İşte o gün kendi hegemonyalarını sürdürmek için kullandıkları kurumsal araçlar bugün kendilerinin tasfiyesi için kullanılmak üzere hazırlanmaktadır.

TÜRKİYE’ DE HEGEMONİK MÜCADELENİN NİTELİĞİ

Önceki yazdığımız yazıda Türkiye’ nin Batı toplumlarından farklılığını vurgulamış, asyatik bir toplum modelinden geldiğini belirtmiş ve sonuç olarak yaşadığı devrim sürecinin Batı ülkelerinin ‘toplumsal devrim’ modellerine karşılık daha sınırlı ‘siyasal devrim’ kapsamında kaldığını belirtmiştik. Doğal olarak bu farklılık güç unsurlarının oluşumunu da etkilemekte ve onların bileşimi olan hegemonik bloğun gelişim dinamiklerini ve karşı hegemonik güçlerle olan mücadele biçimlerini de değiştirmektedir. Gramsci bu farklılığı görmüş ve Batı toplumlarında güçler arası mücadelelerin ‘mevzi savaşı’ şeklinde geçtiğini ancak doğu toplumlarında bunun ‘manevra savaşı’ na dönüştüğünü belirtmiştir.(3)

Gerçekten Türkiye bağlamında bu 2. siyasal devrim sürecinde yeni hegemonik güç ile geleneksel arasındaki mücadele çeşitli manevralarla sürmektedir. Geleneksel bürokratik hegemonya 27 Nisan e-muhtırası, AKP’ nin kapatılma davası, irtica eylem raporu ve son olarak da yargı kurulu tartışmalarında olduğu gibi manevralar yapmakta ancak ne yazık ki çöküş sürecini önleyememektedir. Bu süreç geleneksel bloğun parçalandığının –Ordu ve yargının kendi içlerinde- ve koordinasyondan eksik olarak sadece çöküşü en az zarar ile atlatmaya çalıştığının bir göstergesidir. Bugün artık iktidardan ‘biraz özerklik’ talep etme noktasına gelmiş durumdadırlar ve bunu sağlamak için mücadelelerine devam etmektedirler.

Yeni hegemonik blok da Ergenekon Davası ile ilgili iddialar, belgeler, ses kayıtları ile belli bir grup medya aracılığıyla tasfiye sürecini sürekli canlı tutup kamuoyu oluşturulması yönünde manevralarına devam etmektedir. Aslen bu noktada yeni hegemonyanın temsilcisi AKP’ nin bugün ilk iktidara geldiği süreçten itibaren geri dönüp baktığımızda manevralarını çok iyi kurguladığı, belli konularda iniş çıkış durumuna düşse de bu süreci etkin olarak yönlendirdiği gözlenmektedir. Örneğin iktidara geldiğinden beri dış politikada sürekli açılımlarla çevre ülkelerle ilişkilerini normalleştirmesi ve geliştirmesi(4) hem geleneksel bloğun en güçlü dayanağı ideolojik ulusal güvenlik kozunu elinden almakta hem de temsil ettiği yükselen Anadolu sermayesinin ve geleneksel büyük burjuvazinin genişlemiş yeniden üretim kuramına uygun pazar ihtiyaçlarını karşılamaktadır.(5) Yine benzer şekilde Kürt sorunu hakkında inişli çıkışlı siyaseti, gerçek anlamda demokratikleşme ideali yüzünden olmayıp, tamamen geleneksel hegemonyanın elinden ulusal güvenlik kozunu almaya yönelik olduğu gözlenmektedir.(6) Ancak bu haliyle bile bu konuda bir açılım sağlanması reddedilemeyecek ve Türkiye’ de stabilizasyon ve siyasal katılımın genişletilmesi açısından önemli tarihi fırsattır.

İşte bu noktada yeni hegemonik bloğun son manevrası diyebileceğimiz yeni bir kurum oluşturuldu; Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı. Hükümetin açıklamasına göre çekirdeği 100 kişiden oluşacak olan bu kurum, tüm iller düzeyinde teşkilatlanacaktır. Yetkisi üst düzeyde olacaktır. Temel görevi teröre karşı strateji oluşturmak olarak açıklanmakta olan bu kurumun bu noktada neden tüm illerde şubelerinin kurulacağı bir soru olarak gündeme gelmektedir. Ayrıca tasfiye süreci içindeki geleneksel hegemonyadan bir sanığın kendisine bu kurumun müsteşarlığının önerildiğini öne sürmesi ve ardından büyük tartışmalar yaşanması bu kurum üzerinde her iki hegemonik gücün ciddi bir mücadele verdiğinin göstergesidir. Henüz atamaları yapılmayan bu kurumun yeni dönemde adından çok fazla söz ettireceği kesin görünmektedir. Bu noktada bu kurumun Fransız Devriminin radikal aşaması -1792–1794- terör döneminin Kamu Selamet Komitesinden esinlenildiğini ve amacının yalnız ‘terör’ problemi üzerine değil geleneksel ve yeni hegemonik güçler arasındaki mücadelede araçsal bir konuma sahip olacağı ve siyasal devrim sürecinde radikal bir döneme girileceğinin göstergesi olduğunu öne sürebiliriz. Bu tabiî ki geleneksel hegemonyanın direnç ve tavrına bağlıdır. Bu noktada sorun bu kurumun dönemsel olarak demokrat bir pozisyon içinde olan ve olmak zorunda olan AKP elinde aynı zamanda diğer toplum katmanları üzerinde bir baskı aracı haline getirilip getirilmeme sorunudur. Yani yazının başında vurguladığımız gibi trajikomik bir durumun oluşma ihtimalidir.

FRANSIZ DEVRİMİ VE KAMU SELAMET KOMİTESİ

1789 ‘da dünya Fransa’ da gerçekleşen devrimle sarsıldı. Burjuvazi iktidara geldi. Önce anayasalcılar sonra Jironden ılımlı liberaller iktidarı aldı. Ne var ki devrim ilerleyemiyordu. Karşı devrim direnç gösteriyordu. Halk kitleleri de kendi devrimini istiyor ayrıca devrim uluslar arası alanda sıkışıyordu. Bir safta kral ve karşı-devrimci aristokrasi öbür yanda kalabalıklar arasında iktidar sıkışıp kalmıştı.(7) İşte bu noktada Robespierre öncülüğünde Jakoben ılımlı radikaller baldırı çıplakları da yanlarına alıp iktidarı ele geçirip terör dönemine başlıyorlardı.

Bu dönem terör olarak adlandırılabilecek kısa ve sert yargılamalar dönemi başladı(8). Birçok devrim karşıtı yargılandı, hapsedildi ve idam edildi. Ancak bu dönemde birçok köylü ve yoksul kentli de etkilendi. Başlangıçta başarılı yol alan komite sonunda uyguladığı aşırı baskıcı taktikler sonucu toplumda huzursuzluğu arttırmış destekçileri de desteklerini geri çekince Jakoben iktidarı sona ermiş ve Robespierre ve önemli yöneticileri giyotine gönderilip dönem kapatılmıştır. Ancak dönemin gelişmelerini Skocpol tespit ediyor ve şunları ileri sürüyor;

“Terörü yalnız mağlup devrim karşıtlarını değil, diktatörlük liderliğinin hemen sağındaki (Dantoncular) ve solundaki (Hebertistler) hizipleri vurmak içinde kullandılar… Diktatörlüğün öncelikli başarılarından biri, halk hareketini evcilleştirmesi ve rutinleştirmesiydi. Bir zamanlar doğrudan demokrasiler olan halk meclisleri ve halk kuruluşları ya toplantı yapamayacak ölçüde yıldırıldılar ya da birçok durumda liderleri yönetimin ücretli memurları haline gelerek, diktatörlüğün emrinde olan organlar olarak atandılar”(9)

SONUÇ

Türkiye bir siyasal devrim koşulları altında müthiş bir hegemonya mücadelesi sürecinden geçiyor. Geleneksel hegemonyanın ideolojik söylemiyle ‘hassas dönem’ içindeyiz. Bu süreç bir yandan eski hegemonyanın tasfiyesi ve yeni hegemonyanın oluşum süreci öbür yandan da yeni hegemonik blok içi unsurların daha sağlam pozisyon alma sürecidir. Bu çerçevede hem geleneksel hem de yeni hegemonik güçler arası manevralar sıklaşmakta ancak daha önemlisi ise yeni hegemonik güç içi mücadelede liderliği kaptırmamak isteyen unsurların çabalarıdır. Bu noktada ‘Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı’ önemli bir işlev görecek gibidir. Yükselen Anadolu burjuvazisi siyasal devriminin önderliğini ele almak istemekte bu yüzden radikalleşmeyi bir araç olarak görmekte. Buna karşın ekonomik güç konumunu sürdüren geleneksel büyük burjuvazide pozisyon kaybı yaşamamak istemektedir. Alt katmanlardan yeni hegemonyaya destek verenler ise siyasi katılımın genişletilmesi yönünde taleplerde bulunmaktadır.

Ancak bu noktada bu yazının bir tarihsel uyarı niteliği daha vardır. Başta geleneksel hegemonyanın tortularını silebilecek olan bu kurum yarın AKP elinde hegemonya içi liderlik hevesi ile diğer ilerici birçok toplumsal alt katman üzerinde bir baskı aracına dönüşebilir. Yarın bu kurum aracılığı ile sendikalar, kitle örgütleri ve aydınlar kolaylıkla ‘Ergenekoncu!’ damgası ile pasif konuma itilmeye çalışılabilir. Bugün için demokrat görünmekte olan AKP liderliğindeki yeni hegemonik blok yarın gelenekseli tasfiye ederken tutucu özlerine geri dönüp otoriter bir yapı haline gelebilir. Tarih bunun pek çok örneği ile doludur. Kuşku duyanlara 1789 sonrası 1848 Fransa’ sını veya McCarthy Amerika’sını hatırlatabiliriz. Marx’ ın önemli bir tespiti bugün yaşanan hassas dönemi özetlemektedir;

“Kendisinden önce egemen olan sınıfın yerini alan her yeni sınıf, kendi amaçlarına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarını, toplumun tüm üyelerinin ortak çıkarı olarak göstermek zorundadır, ya da şeyleri fikir planında açıklamak istersek; bu sınıf, kendi düşüncelerine evrensellik biçimi vermek ve onları, tek mantıklı, evrensel olarak geçerli düşünceler olarak göstermek zorundadır. Bir sınıfa karşı çıkması yüzünden, sırf bu yüzden devrimci sınıf, kendisini, bir sınıf olarak değil de, hemen tüm toplumun temsilcisi olarak sunar, tek egemen sınıfın karşısında toplumun tüm kitlesi olarak görünür. Bu onun için olanaklıdır, çünkü başlangıçta, onun çıkarı gerçekten de egemen olmayan bütün öteki sınıfların ortak çıkarlarına hala sıkı sıkıya bağlıdır ve çünkü eski koşulların baskısı altında bu çıkar, henüz özel bir sınıfın özel bir çıkarı olarak gelişmemiştir.”(10)

Doğal olarak hegemonyasını yerleştiren her yeni güç devrimci pozisyonunu süreç içinde kaybedecek ve tutucu bir güç haline gelecektir. Böylece bugün devresel olarak demokrat bir pozisyon alan AKP ‘nin o andan itibaren politikaları önem kazanacaktır. İşte bu noktada bu yazının konusu olan bu yeni kurumun – Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı – gelecek için önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Umudumuz Türkiye bir trajikomedi daha yaşamasın.

[1] Marx, K. Louis Bonaparte’ ın 18 Brumaire, (çev.) Sevim Belli, Sol Yayınları: Ankara, 1990. Buradaki “Brumaire” kavramı, Fransa’ da terör dönemi olarak geçen – 1792 – 1794 sonrası gelen iktidar tarihi sıfırlayıp “thermidor” adlı yeni bir takvim hazırladı. Brumaire ise bu takvimin ay adıdır. Bu ay Napolyon Bonaparte’ ın Fransa’ da 1799 yılında bir darbe ile iktidarı ele geçirdiği ayı simgelemektedir

[2] Birikim Dergisi internet sayfası Güncel Yazılar bölümü; “2.Türk Siyasal Devrimi ve Ergenekon Davası” 15 Temmuz 2009

[3] Anderson, P. Gramsci: Hegemonya Doğu – Batı Sorunu ve Strateji (çev.) Tarık Günersel, Salyangoz Yayınları: İstanbul, 1990. sf. 25

[4] Türkiye’ de doğup büyüyen hatta ölen bir çok kuşak şu ideolojik söylemleri iyi hatırlamaktadır “Birlik ve berberliğe muhtaç olduğumuz şu günler …”, “Ateş çemberindeyiz…”, “Türkiye bir İsveç gibi coğrafi konumda değil…”, “Türkün Türkten başka dostu yok…” veya “Kırmızı Çizgiler….” gibi.

[5] Bu nokta çok önemli. Çünkü bazı düşünürler AKP’ yi salt Anadolu burjuvazisinin temsilcisi olarak görmekte ve son dönem büyük burjuvaziyi AKP ile mücadele eden bir güç olarak görme eğilimindedir. AKP asli kaynağını – Anadolu sermayesi – elbette unutmamış ve örneğin IMF anlaşması konusunda yapılan baskılara boyun eğmeyip onun sürekli büyüme talebine olumlu cevap vermiştir. Ancak şu da göz önüne alınmalıdır ki bu politikasına karşılık AKP geleneksel burjuvazinin taleplerine karşılık vermiş ve otomotiv, beyaz eşyada vergi indirimleri ile destek sunmuştur. Ayrıca son dönem örneğin Kuzey Irak’ da iş alan işadamlarının niteliğine bakınca bunların geleneksel büyük burjuvazi üyeleri olması önemlidir. Tabi bu vergi indirimlerinin finansmanının temel tüketim maddelerine gelen vergi artışları ile karşılanması AKP’ nin temel çıkar çatışmaları durumunda kimliğini açıkça göstermektedir.

[6] Burada bir önemli nokta Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ ün Kürt meselesi hakkında farklı tavırlara sahip olmalarıdır. Recep Tayip Erdoğan dönemsel olarak bu konuda geleneksel bürokrasi ile aynı noktaya gelirken Abdullah Gül daha açılımcı bir politika izlemekte ve konuyu sürekli kamuoyunun gündeminde tutmaktadır.

[7] Hobsbawm, E.J. Fransız Devrimi’ ne Bakış (çev.) Osman Akınhay, Agora Kitaplığı: İstanbul, 2009 sf. 20

[8] Skocpol, T. Devletler ve Toplumsal Devrimler (çev.) S.Erdem Türközü), İmge Kitabevi: Ankara, 2004 sf. 355

[9] age sf.360

[10] Marx, K. ve Engels, F. Alman İdeolojisi (çev.) Sevim Belli, Sol Yayınları: Ankara, 2008 sf. 77