HALDUN TANER : Berlin, Ankara ve Serçeler
28 Nisan 2024
Her değerlendirme göreceli. Bu iyi. Neye göre iyi? Bu kötü. Neye göre? Şu yararlı! Öteki zararlı. Neye göre? Ölçene göre, ölçenin ölçütüne göre… Başka ölçenlerle başka ölçütlerle bir kıyaslamaya dayanarak değil de, ulu- orta değerlendirme yapanların yargılarına pek güvenmemeli. Yeniden tartıp ölçmeli.
Berlin’in suları berbat. Bardağınızdaki kireç tortusunu yıkamayla güç çıkarıyorsunuz. Bunu, dünyaya gözünü burada açmış bir Türk delikanlısına söyleyecek oldum.
-Nesi var bu suyun amca, dedi.
-Bal gibi su. Hakkı vardı, Berlinli idi. Ne Taşdelen’i, ne Tomruk’u, ne Karakulak’ı hatta ne de Sırmakeş’i tanıyordu. Dünyaya gelmiş bu suyu görmüş, afiyetle içmiş ve içmekte idi. Dört yıl önce değerli dostum Prof. Suat Sinanoğlu’nu da benim gibi üniversitede ders vermek üzere Berlin’e davet etmişlerdi. Döndüğünde sormuştum:
-Berlin’in havasını nasıl buldunuz?
-Ne gibi? diye şaştı.
-Dünyada havası en kirli dört şehirden biri diyorlar da…
-Ben hissetmedim, dedi. Bana dokunmadı.
O da haklı idi. Ankaralı idi. Kirli hava dünya rekoru listesinde Ankara’dan çok sonra gelen Berlin, belki de üstada dağ havası gibi yaramıştı bile.
Bir İstanbullu olarak bana hiç mi hiç yaramıyor. Ne suyu, ne havası. Berlin’de son haftalarda sık sık smog alarmı verildi. Gazeteler, radyolar, televizyonlar, elli yaş üstündeki, altı yaş altındaki kimselerin sokağa çıkmamasını, pencerelerin katiyyen açılmamasını, kalp ve tansiyon hastalarının ilaçlarını almalarını, işe gidenlerin özel arabalarını garajda bırakıp genel taşıt araçlarından yararlanmalarını tekrarlayıp durdu. Smog, İngilizce sis ve kirli duman kelimelerinin bileşiminden oluşturulmuş bir tâbir. Yaşamı tehlikeye sokan bu zehirli duman ve sis, bacalardan yayılan karbonmonoksidi, sülfürdioksidi, egzostların yaydığı kurşun gazını ve havadaki metalleri içeriyor. Bunun oranı biraz daha artarsa, «2 numaralı ve 3 numaralı» alarmlara başvurulacak. Yani, tüm taşıtlar ve duman çıkaran kaynakların yüzde sekseni yasaklanacak. Şimdi tüm Berlinlilerin gözü, yağmur ya da kar bekledikleri gökyüzünde, gece de kulakları hava raporunun son smog durumunu belirten yayınında.
Lisedeki edebiyat öğretmenimiz rahmetli İsmail Habib Sevük, otuzlu yılların başında Cumhuriyet’te, Tuna’dan Batı’ya adlı bir edebî gezi dizisi yayınlamıştı. İlk defa Avrupa’ya çıkmanın tüm dikkati ve bazen de zorlamalı buluşları ile Berlin hakkında yazdığı yazıyı hiç unutamam. Bir bulvar kaldırım kahvesinde küçük bir serçenin masasına gelip konması karşısında şu ilginç ve acele teşhisi konduruvermişti: Berlin, sanayileşmenin ve yoğun şehirciliğin etkisi ile artık serçeleri bile şaşırtıyor. Yeşillikler, koruluklar azaldığı için serçecikler insancıl olmuşlar, mecburen masalara konuyorlar, mealinde bir şeyler yazmıştı. Bu yazıdan yirmi yıl sonra Berlin’e ilk geldiğimde sevgili hocamın teşhisindeki abartıyı saptamıştım. Her şeye karşın Berlin’in koruları, parkları, şehrin ciğeri olarak üzerine titrenen tüm veşillikleri hiç de azalmış değildi. 1910’ları yaşayanlar böyle diyorlardı. Olsa olsa, serçeler daha insancıllaşmış olabilirlerdi, o kadar… Buluş güzeldi, etkili idi de, doğru değildi. Bu yazıyı şimdi neden mi hatırladım?
Aynı serçeciklerin bugünkü hâl-i pürmelilinden dolayı… Kavuniçi üniformaları ile şehrin canlı ve sevimli bir parçasını oluşturan sokak temizleyicisi işçi kardeşlerim, bu serçeciklerin düşüp düşüp öldüğünü ve sabahla parklarda bu hava kirlenmesi kurbanlarını en az ikisini-üçünü topladıklarını söylüyorlardı.
Zaten her yerde hava kirlenmesinin teknik âletlerden önce ilk habercisi kuşlar. Hemen oradan kaçıyorlar. Kaçamayanlar, bizim halimiz size ibret olsun, der gibi düşüp ölüyorlar.
Berlin’de bunlar oladururken, Ankara’nın daha sunturlu bir hava kirlenmesi ile karşı karşıya… Orada zehirli gaz maskesi ile gezenler şaşmamalı. Ankara’nın kirlenme oranı buranı 2. dereceli alarmının rakamları, Ankara’nın bir numaralı derdi olan hava kirlenmesi yıllar yılı artarken, pek aldıranımız olmadı. Tehlike gelip kapıya dayanıncadır ki, buna karşı önlemler düşünmeye başladık. Yaz gelip kalorifer kazanlarının dumanı eksilince, oranın havasını yine tahammül edilir bulduk. Öbür kışa kadar yine her şeyi unuttuk. Böyle gide gide, bugünkü dayanılmaz hali bulduk. Arada yem boruları çalındı. Seyitömer’de dumansız yakıt üretileceği mavalı da bunların arasında idi. Avrupa ülkelerinin bazısında çevre kirlenmesine karşı bakanlıklar ihdas edilirken, bizde bunu hiç değilse müsteşarlıkla yönetmek isteyen siyasî bir parti, karşı partinin muhalefeti ile karşılaştı. Bütçe tartışmaları sırasında onun bu davranışı demagoji konusu bile oldu. Neredeyse bu en hayati önemi, fantezi ve lüks sayacaklardı. Birer hayır kurumuna benzer kuruluşları ile yurdumuzdaki çevre kirlenmesine karşı harekete geçen ve bu arada elbette yararlı hazırlıklar da yapan kurumların çabaları da, eli kalem tutup da bu tehlikeyi çok öncesinden uyaran uzmanların gazetelerde çıkan yazıları da ve bu arada şu sütundan bizim sık sık yaptığımız uyarılar da, işin sadece platonik birer çeşnisi olarak kaldı.
Katı gerçeğin kapımızı Beethoven’in 5 Senfonisi uvertüründeki gibi tok sesle çaldığı şu günlerde artık herkes anlıyor ki, bu gidişle Ankara’da serçecikler yerine insancıklar da ölmeye başlayacak. İnsanların tedbirsizliğinden gelen afetler yine insanların kesin tedbirleri ile ortadan kaldırılamazsa, başkentimiz belki bir gün oturulamaz hale de gelecek. İşaretler öyle gösteriyor ki, bu gün sandığımızdan da yakındır.
Batı kıyılarımızdaki Efes’in, Milet’in, daha başka antik kentlerin başını yiyen, oradaki insanları başka, daha sağlıklı bölgelere kaçmaya zorlayan, denizin çekilmesi ile hâsıl olmuş bataklıklardı. Burada üreyen sivrisinekler ve onların neden olduğu sıtma afeti idi. DDT iki bin yıl önce keşfedilmiş olsa idi, böyle bir göç önlenir, tarihin seyri değiştirilebilirdi.
Ankara’yı, halkçı kalkınışımızın, İstiklâl Savaşı’mızın sembolü Ankara’yı böyle bırakılmış bir kent olarak görmek istemiyorsak, bü- tün beyin güçlerimizi bu görünür afeti durdur- maya, yavaşlatmaya ciddiyetle seferber etmemiz gerekir.
***
24 Ocak 1982
Haldun Taner