KKTC KURUCU CUMHURBAŞKANI EBEDİ LİDERİMİZ RAUF R.DENKTAŞ’IN 15 TEMMUZ 1999’da TBMM’de YAPTIĞI TARİHİ KONUŞMAYI BİZİ YÖNETENLER DEFALARCA OKUMALI,ANLAMALI VE YOL HARİTASINI BUNA GÖRE BELİRLEMELİDİR.
(Denktaş’ın, TBMM Genel Kurulunda 1993, 1997, 1998, 1999, 2003 ve 2004 yıllarında yaptığı 6 konuşmadan faydalanılması elzemdir.. ‘Denktaş’ın izindeyiz’ demekle olmaz,milli siyaset lafla olmaz,pratikte cesur adımlar şart!)
***
“Teşekkür ederim efendim, çok sağ olunuz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Türk Ulusunun iradesinin temsil edildiği yer olan Yüce Meclisinizde, millî davamız Kıbrıs meselesi hakkında, sizlere hitap etme fırsatını bana vermiş olduğunuz için, şahsım ve halkım adına sizlere en içten duygularla teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
Kıbrıs davasının teşhisi yapılmadan, sözde dost ülkelerin yıllardır yapmış oldukları girişimler tek bir sonuç vermiştir; bu da, ortaklık cumhuriyetini, iyice hazırlanıp planlayarak yıkmış olan Miloseviç’in metotlarıyla, kurucu ortak Kıbrıs Türkünün haklarını yok edip, Kıbrıs’ı evvela bir Rum cumhuriyetine dönüştürüp enosise sıçrama tahtası yapmak için harekete geçmiş olan Kıbrıs Rum liderliğini, meşru Kıbrıs hükümeti addetmek suretiyle, Rum liderini ve halkını, meşru Kıbrıs hükümeti oldukları yönünde inandırmak olmuştur. Bu inanç, otuz altı yıldır, Kıbrıs meselesinin hallini önleyen aşılmaz bir engel haline gelmiştir. Kurucu ortak Kıbrıs Türklerinin kahramanca mukavemetine ve haklarını korumak için yıllarca çekmiş olduğu zahmetlere ve yapmış oldukları fedakârlıklara rağmen, bu yanlış tutum, maalesef, bugüne kadar devam etmiş ve böylelikle, meşru Kıbrıs Cumhuriyeti dedikleri Rum idaresinin Türklere yapmış olduğu tüm baskılara, insanlık dışı davranışlara, haksızlığa ve jenosit teşebbüslerine bilerek veya bilmeyerek ortak olmuşlardır.
Kıbrıs meselesinin içinden geçmiş olduğu tüm safhaları, büyük Türk Ulusu bizimle birlikte yaşamıştır. O günlerde bizimle birlikte ağladınız, bizimle birlikte coştunuz, bizimle birlikte kahroldunuz. Bir Rum papazın, bir halka, uluslararası anlaşmaları ayaklar altına alarak “anayasa ölmüştür, gömülmüştür” diyerek reva gördüğü haksızlığa dünyanın nasıl tahammül ettiğine birlikte şaştık, birlikte üzüldük. Bugün, o günler arkada kalmıştır. Şanlı Türk Barış Harekâtının 25 inci yılını idrak etmek üzereyiz; 25 yıldır Ada’da sulh vardır, sükûnet vardır.
Kosova’ya barış götüren, Kosova’da coşkuyla karşılanan Mehmetçik, 25 yıl önce, Kosova’da NATO’nun bir buçuk ayda büyük zayiat verdirerek yapmış olduğu harekâtı, yüzde 100 bir başarıyla üç dört günde yapmış, Kıbrıs Türkünü zulümden ve yok edilmekten kurtarmıştır.(Alkışlar) Adaya, Yunanistan’ın yerleşmesi önlenmiş, jeopolitik açıdan Anavatanın hayatî çıkarları olan Kıbrıs’ın, Girit misali bir Yunan adasına dönüşmesine engel olunmuştur.
Sayın Ecevit Hükümetinin, Barış Harekâtı için almış olduğu kararı onaylayan bu Yüce Meclis olmuştur. Şimdi, Barış Harekâtının 25 inci yılında Yüce Meclisinizi, coşku ve saygıyla tekrar selamlıyorum. (Alkışlar)
Cumhuriyet hükümetleri, her zaman Kıbrıs meselesinin heba olmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Bu onurlu sonucu, Yüce Meclisinizin, Kıbrıs meselesi deyince partilerüstü şahlanışında, partilerüstü bir yaklaşımla ve oybirliğiyle aldığınız millî kararlara borçluyuz. Size, yürekten teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Bugün, Kıbrıs meselesinin süratle halledilmediğinden şikâyetçi olanlar, “Kıbrıs meselesinin halli” çok uzadı diyerek derhal halli için bize baskı yapanlar bir gerçeği gözardı etmektedirler; meseleye doğru bir teşhis koymamışlardır. Yıllardır, ben, bunu talep etmekteyim, Güvenlik Konseyinden, Genel Sekreterden, bize gelen tüm diplomatlardan ısrarla talep etmekteyim: Kıbrıs meselesine doğru teşhis koyunuz ki, yazacağınız reçetenin yararı olsun; Kıbrıs meselesine teşhis koyunuz ki, otuz altı yıldır bize yapılan haksızlığa son verilmiş olsun; adaletsizlik, haksızlık, kanunsuzluk, eşitsizlik üzerine, barış, uzlaşma bina edilemez diyorum.
Kıbrıs meselesi nedir? Klerides’e göre, Kıbrıs meselesi, Rumlar için, 1960 anlaşmalarını ortadan kaldırarak, 1960 ortaklık cumhuriyetini Rum cumhuriyetine dönüştürmek siyaset ve kanlı eylemlerinden kaynaklanan bir meseledir. Kendi generalleri Yorgo Karayannis’in dediği gibi, 1960 Ağustosunda Makarios, cumhuriyetin kuruluşunu imzaladığı ay, EOKA’cı İçişleri Bakanına talimat vermiş “Rumları silahla ve savaşa hazırla” demiştir. Karayannis’e göre, üç yıl içerisinde Makarios, kâfi derecede silahlandığının bilinci içerisinde, savaş emrini vermiştir. Bu dönemde, Klerides, vurucu teşkilatın ikinci başkanıdır.
Yine Klerides’e göre, Kıbrıs Türklerinin siyaseti, 1960 anlaşmalarında elde ettikleri hakları korumak, ortaklık cumhuriyetini idame ettirmekti; bu, doğru bir teşhistir. Türk tarafı, barışa dönüş için daima esnek davranmıştır; ancak, biz, esnekliği, hiçbir zaman, eşit egemenliğimizden ve Anavatan Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarından vazgeçme olarak algılamadık. Rum-Yunan ikilisinin otuz altı yıldır bizden beklediği taviz ise, bunlardan vazgeçmemizi öngörmektedir. Bizim esnekliğimizi zaaf addeden Rum-Yunan ikilisi, hukuku çiğneyerek, kan akıtarak elde ettiği sahte bir unvan altında, dünyayı kandırmayı bizimle uzlaşmaya tercih etmiştir. Bu nedenledir ki, uzlaşmaya varılamadı; çünkü, Kıbrıs’ın Miloseviç’i Makarios’u ve ondan sonra gelenleri, ellerindeki masum insanların kanlarına rağmen, meşru hükümet olarak tanımak gafletinde bulunan hükümetler, bunu yapmakla, Makarios’a “sakın, olduğun mertebeden, meşru Kıbrıs hükümeti mertebesinden, bu unvan ne kadar sahte, geçersiz ve yasadışı olsa da inme; biz, seni meşru hükümet yapıncaya kadar direteceğiz” mesajını vermiş olduklarını fark edemediler; hâlâ bu gerçeği idrak etmemekte direnmektedirler.
Rumlar, amaçlarının Kıbrıs Türkünü ortadan kaldırmak olduğunu saklamıyorlar. Bütün bu vahşet ve şiddeti, aynı zamanda, Türkiye’yi bölgeden uzaklaştırmak için yaptıklarını ifşa ediyorlar. Bütün bunları, yabancıların dikkatine getiriyoruz; kale almıyorlar. Kıbrıs Cumhuriyetinin kurucularından ve egemenliğin kaynağından biri olan, siyasî eşitliği uluslararası anlaşmalarla perçinleşmiş Kıbrıs Türkünün haklarını gasp eden Makarios’u baş tacı yaptılar. Böylelikle, bilerek veya bilmeyerek, bizi, bir Rum cumhuriyetinde azınlık durumuna indirgemek için ellerinden geleni yapmış oldular.
Kıbrıs Türkleri olarak, bu meşru addedilen sahte Kıbrıs hükümetine boyun eğmediğimiz için, bizi ve özellikle beni uzlaşmaz ilan ettiler. Bunu yapmakla, dünyanın suçlaması karşısında adaletsizliğe boyun eğeceğimizi, halkımızın can ve kan pahasına koruduğu eşit egemenlikten, Türkiye’nin garantisinden taviz vereceğimizi sandılar; temsil ettiğimiz Yüce Ulusun, haksızlık karşısında direnmeyi millî onur addettiğini hesaba katmadılar; millî namus ve şeref için, hürriyet için “ya istiklal ya ölüm” diyen bir milletin çocukları olduğumuzu düşünemediler. (Alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, Kıbrıs’ta Türk olmanın diyetini ödemekteyiz, ödemeye devam edeceğiz, boyun eğmeyeceğiz. Hakka inandık, adalete inandık; milletimize, Anadolu’nun kahraman insanına, siz kardeşlerimize güvendik ve hakkı koruma azmiyle yolumuza devam ettik; baş eğmedik. Baş eğmekle, zulüm karşısında gerilemekle meydana gelecek anlaşmalar ancak yeni felaketlerin başlangıcı olur. Biz, halkımıza böyle bir sonucu yapar bir anlaşmayı layık görmedik. Bizi her defasında hükümetleriniz ve Meclisiniz desteklemiştir, bunun mutluluğunu ve gururunu yaşamaktayım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış Harekâtından sonra da, Anavatan Türkiye, uzlaşma yollarını açık tutmak için elinden gelen her şeyi yapmış ve bizleri de o yönde irşat etmiştir. Bütün samimiyetimizle bu yönde yapmış olduğumuz her girişim Rumlar tarafından reddedilmiştir; çünkü, onlar için meşru Kıbrıs hükümeti unvanını muhafaza etmek başta gelen millî görevdir.
1971’de Klerides’in şu beyanatına bakalım: “Çözümsüzlük, bizim için en iyi çözümdür. Bugün, neysek yarın da oyuz, gelecek yıl da oyuz, her yıl o olacağız. Yüzde yüz Rumlardan oluşan bir idareyi dünyaya meşru Kıbrıs Hükümeti olarak tanıttık, içimizde vetosuyla bir cumhurbaşkanı muavini yoktur, üç Türk bakan yoktur, biz, meşru hükümet olarak tanınmaktayız. O halde, Türkleri ne diye içimize alalım; onlar Ada’nın yüzde 3’üne sıkıştırılmış vaziyette ekonomik açıdan perişan durumdadırlar; ya bize boyun eğecekler veyahut da Ada’dan çıkıp gideceklerdir; siyaset budur.” Geriye gidersek, Makarios’un görüşü de bu doğrultudadır. O da “ya boyun eğerler ve azınlık statüsünü kabul ederler ya da giderler” demişti. Akridas Planını okumuş olanlar da göreceklerdir ki, bu jenosit planının öngördüğü de budur. Bugün, Klerides’in konuya bakışında zerre kadar bir değişiklik yoktur; ona göre, mesele bir işgal meselesidir. Dolayısıyla, Kıbrıs meselesi halledilsin diyen dış dünyanın neden bu gerçeği görmediğini anlamak zordur. Biz, göremediklerini zannetmiyoruz, bizim direnemeyeceğimizi zannederek, Türkiye’nin müdahalede bulunamayacağı hesabını yaparak kazanacak sandıkları ata oynamak istediler, yola yanlış çıktılar. Maalesef, yanlış yolun kendilerini uzlaşmaya değil, Kıbrıs Türklerini yok etmeye doğru götürmekte olduğunu gördükleri halde, bu yanlış yoldan dönmeyi ve Rum tarafına “siz hangi hakla bütün Kıbrıs’ın hükümeti olduğunuzu iddia ediyorsunuz” sorusunu sormayı akla getiremiyorlar; yok edilmekten kurtulduk, boyun eğmiyoruz diye bizi suçlamayı yeğliyorlar.
Bugün, bizi görüşme masasına davet edecekleri yönünde haberler dolaşmaktadır. Hangi görüşme masasına diye soruyoruz, yapılan açıklamaları inceliyoruz. Bütün bu girişimler, sanki arada hiçbir şey olmamış, sanki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkı adına bazı kararlar alınmamış ve bu kararlar Türk hükümetleri tarafından kabul edilmemiş, benimsenmemiş, desteklenmemiş, sanki Türk hükümetleri, karşılaştığı diplomatlara ve ilgili ülkelere durumu tekrar ve tekrar anlatmamış gibi bir davranışla, bizi toplumlararası görüşmeler masasına davet etmektedirler. Toplumlararası görüşmeler yıllardır sürmüştür; masada dirsek çürüttük, masada günlerimizi, aylarımızı, yıllarımızı, gecelerimizi ve gündüzlerimizi heba ettik; barış olsun diye, uzlaşma olsun diye uğraştık; hak yerini bulsun diye çaba harcadık; ancak, Klerides’in cumhurbaşkanlığına seçildiği ilk günden itibaren “Türk tarafıyla görüşecek bir konu yoktur. Kıbrıs meselesi, 1974’te başlayan işgal meselesidir; Rum göçmenlerin insan hakları meselesidir, göçmenler yerlerine gitmelidir” siyasetiyle karşımıza çıkılmıştır.
Avrupa Birliğinin, Yunanistan’ın şantajına boyun eğerek aldığı karara göre, müracaat, Kıbrıs adına, geçerli, yasal bir müracaattı. Türk tarafının, bu, sözde güzel teşebbüse karşı çıkışını anlamak istemiyorlar. Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliğine girme meselesi haline getirilmiş; ortada Kıbrıs’ın tümünü şamil, meşru, müşterek bir hükümet kurma sorunu bir yana itilmiştir. “Avrupa Birliğine girmem” diyen Türk tarafı, uzlaşmazlık ve bağnazlıkla suçlanıyor. Biz “Avrupa Birliğine Türkiye’siz girmeyiz, anlaşmalar bunu amirdir; bu, tek yanlı ve yasal olmayan müracaatın altında sinsi bir Yunan siyaseti yatmaktadır” dedikçe, suçlama devam etmektedir. Rumlar için öncelik, bizimle uzlaşma değildir, hiçbir zaman bizi yeniden eşit şartlarda içlerine almayı düşünmediler. Onlar için öncelik “sahte Kıbrıs hükümeti” unvanı altında Kıbrıs’a sahip olmaktır. Avrupa Birliği yolu, bu yönde atılmış hesaplı bir adımdır.
Rumlar açısından Avrupa Birliğinin önemi aşikârdır. Kıbrıs olarak, Türkiye ve Yunanistan’ın müştereken üye olmadıkları bir birliğe “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye bilinen 1960 ortaklık cumhuriyetinin girmesi, 1960 anlaşmalarıyla yasaklanmıştır. Enosis ve taksim kanundışı edildiği gibi, dolaylı yoldan enosise gidilmemesi için de bu tedbir alınmış ve taraflar buna rıza göstermiştir. Ada’nın Rumlaşmasını ve enosisi engelleyen bu anlaşmaların dışına çıkmak, bu anlaşmaları ortadan kaldırmak ve Kıbrıs Türklerinin ortaklık haklarını yok etmek için başlattıkları kanlı mücadele sonunda, tek başlarına, sadece unvan olarak sahip oldukları “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında Avrupa Birliğine, üyeliği başardıkları takdirde, 1960 anlaşmalarıyla Kıbrıs Türklerine verilmiş olan haklar, bu hakların ötesinde, kurtarılmış olan haklar ve Türkiye’ye verilmiş olan haklar ortadan kalkacak, kaldırılacak hesabı içerisindedirler.
Bu yanlış hesapta, maalesef, Avrupa, kendilerini desteklemekte ve Türkiye’nin, Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine girmesi konusunda veto hakkı olmadığını söyleyebilmektedirler. Türkiye’nin “Kıbrıs, Avrupa Birliğine üye olamaz; Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir kuruluşa giremez” şeklindeki yasal ve siyasî itirazlarını anlamak istemiyorlar. Kıbrıs meselesinin, 1959-1960’ta, Türk-Yunan dengesi üzerine kurulduğunu ve bu nedenle bu maddenin hayatî anlamı olduğunu görmek ve anlamak istemiyorlar. Bizden istedikleri, bu konuyu masaya getirmemek ve tüm Kıbrıs adına yapıldığını sandıkları Rum müracaatını benimsemektir. Bunu reddediyoruz, bu oyuna gelmeyeceğiz diyoruz; Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarına dokunamazsınız noktasında diretiyoruz. (Alkışlar) Türkiye “Avrupa Birliğine üye olacak bir Kıbrıs Cumhuriyeti yoktur; Kıbrıs’ı tümüyle temsil eden bir hükümet yoktur, müracaatı yapan Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti değil, sadece Rum Cumhuriyetidir, güneydeki insanlardır, Türkleri bu müracaat kapsamaz” diyor; ama, kimse bunu da anlamak istemiyor. Biz bu konuda sonuna kadar ısrarlı olacağız.
Avrupa Birliği üyesi ülkelere soruyoruz: Kıbrıs Cumhuriyeti dediğiniz Rum idaresini niye üye olarak aranıza almaya kalkışıyorsunuz?
Kıbrıs’ta otuz altı yıldır durum şudur: Hak ve adalet için, insan hakları için, uluslararası anlaşmaların kutsiyeti için mücadele eden Türk insanını siz cezalandırmaktasınız, hatta, onları Ada’dan yok etmek isteyen insanları hükümet addederek, bunlara “silahlanabilirsin, egemenliğini kuzeye, Türklerin üzerine de yayabilirsin” mesajını vermektesiniz ve Kıbrıs meselesini bir o kadar daha tahrik etmektesiniz. Bunu yapma hakkını nereden buluyorsunuz? Bu soruyu sorduğumuzda “ne yapalım, herkes böyle diyor” diyorlar. Herkes böyle diyor, kimse Kıbrıs meselesine yeniden bakmak, bir teşhis koymak ihtiyacını duymuyor. Herkesin dediği olacaksa, 21 inci Yüzyıl dünyasında, adalet, hak, hukuk, hukukun üstünlüğü, insan hakları ortadan kalkacak bir durumla karşı karşıya kalacağız demektir. 21 inci Yüzyılda öngörülen, dünyanın, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve insan haklarına dayalı bir dünya olacağı ümidini insanlık adına yitirmek istemiyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biz, 1963 ve 1974’te olanları bugünkü durumun nedenleri olarak anlatmaya kalkıştığımızda, bize “geçmişte yaşamayınız, bugüne bakınız” derler. Yunanistan ve Rum tarafı, Kıbrıs meselesini 1974’te başlamış bir istila ve göçmenlerin evlerinden, yurtlarından olması meselesi olarak takdim ettiğinde, onlara hak veriyorlar ve sözde Kıbrıs cumhuriyeti hükümetinin davranışlarını, girişimlerini kabul ederek insan hakları mahkemesinde Türkiye aleyhine tek yanlı kararlar alabiliyorlar.
“Kıbrıs hükümeti” sahte unvanı altında Yunan-Rum tarafı, toplumlararası görüşmelerde varılan veya varılabilecek ne kadar parametre varsa hepsini ortadan kaldırıyor, buna kimse ses çıkarmıyor. Biz “Kıbrıs Rum idaresi meşru hükümet değildir, hükümetimiz değildir, bunu, kendilerine söyleyiniz” dediğimizde uzlaşmaz oluyoruz.
Bu şartlar altında, yıllardır bu haksız saldırılara karşı direndik ve neticede, ısrarım üzerine, 1997’de New York’ta ve Brion’da Rum tarafıyla yüz yüze iki görüşme yaptık. Bu görüşmeler esnasında, Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum İdaresine tam yeşil ışık yakarak, Kıbrıs’ın aday bir ülke olarak yoluna devam edebileceği işaretini verince, Klerides cesaretlendi ve bizimle çok açık konuştu. Kendisine sorular yönelttim “masa başında yeni bir ortaklık cumhuriyeti kurmak teşebbüsündeyiz; dolayısıyla, düşmanlığa, ekonomik ambargolara, spor ambargolarına, her yerde önümüzü kesmeye, bizi jenositten kurtarmış olan Anavatanımızı işgalci olarak takdim etmeye, Yunanistan’a üsler vermeye, Yunanistan’dan paralı asker getirmeye, silaha günde 1 milyon dolar harcamaya ve tek yanlı olarak Avrupa Birliğine müracaata ne dersin; bunlar, yapmakta olduğumuz görüşmelerle nasıl bağdaşır” sorusunu sorduğumda, bana, açıkça, şunu söyledi: “Unutma, biz, toplumlararası görüşmelerdeyiz. İşaret ettiğin icraatlar hükümet icraatlarıdır. Toplumlararası görüşmeler devam ediyor diye hükümet icraatı durmaz, bunlar devam eder.” Yani, biz, masada eşit toplum liderleri olarak konuşurken, Rumlar, Kıbrıs hükümeti adı altında, Kıbrıs’a sahip çıkma eylemine korkusuzca devam edebileceklerdir. Klerides’e, cevaben şunu söyledim: “Yani, hükümet olarak sen, bütün bunları, bizim de iyiliğimiz için hükümetimiz olarak mı yapıyorsun?” Bu soruma “bütün Kıbrıs için yapıyoruz; hakkımızdır, hükümet icraatıdır, karışamazsınız, bunlar devam edecektir” cevabını vermiştir. Tekrar sordum: “Yani, siz, bizim hükümetimiz misiniz? Bunu mu söylemek istiyorsun? O halde ben burada ne yapıyorum?” Yine, Avrupa Birliğinden aldığı cesaretle şu cevabı verdi: “Ben, sizin hükümetiniz olmadığımı biliyorum; ancak, bütün dünya bana Kıbrıs hükümeti olduğumu söylüyor. Benim dünyaya ‘hayır, ben, Kıbrıs hükümeti değilim’ dememi mi bekliyorsun!” Böylelikle, Klerides, Kıbrıs meselesinin neden halledilmediğini ve neden iki taraf arasında uzlaşma olamayacağını ortaya koymuş oldu. Bu nedenledir ki, ben, devamlı surette dünyaya sesleniyorum: Sizin, kendinizin ortaya koyduğu bu engeli kaldırmak görevi size düşmektedir; Rumlara “siz, Kıbrıs’ın hükümetisiniz, Türklerin hükümeti değilsiniz” demek görevi sizlerindir. Bu görevi yapmadıkça, Rum, asla bizimle bir uzlaşmaya gelmeyecektir. İsterse gelsin!
Klerides, Kıbrıs meselesinin halli için öngördüğü formülü de şu şekilde açıklamaktadır. Bunu dikkatle dinleyeceğinizden eminim; buna biz razı olabilir miyiz, siz razı olabilir misiniz: “Kıbrıs Cumhuriyetinin egemenliği tartışılmaz.” Kendileri egemen cumhuriyetin meşru hükümetidirler. “Bu hükümetin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına, egemenliğine gölge düşürülmeyecektir.” Görüşmeler bu önşartla yapılacaktır. Güvenlik Konseyinin bütün kararları bunu amirdir. Bu kararlar değişmedikçe, Klerides’ten, Yunanistan’dan Kıbrıs konusunda uzlaşma beklemek hayaldir. Bunlar değişmeyeceğine göre, bizim görevimiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ayakta tutmak, yaşatmak, yüceltmek ve Anavatanla aramızdaki bağları daha da sıklaştırmak, daha da güçlü hale getirmektir. Klerides devam ediyor: “Mal, mülk değişimini müzakere etmeyeceğim.” Bunu müzakere etmeyeceğine göre ne yapacak; -Avrupa yasalarına aykırıdır bu; insan hakları meselesidir- bütün göçmenler eski yerlerine gidecek. Türk göçmenler eski yerlerine dönmeyeceğine göre, Türk göçmenlerine gösterilen yol, denizdir, göçtür veya toplu mezardır. “Çokuluslu güç olmalıdır, garanti anlaşması değişmelidir.” Yüce Meclisin, Şanlı Türk Ulusunun ve insaf sahibi dost ülkelerin, bu siyaseti, gereğince değerlendirmekte olduğundan eminim. Kıbrıs’a sahip çıkma siyaseti alabildiğince devam ediyor; Kıbrıs’ı Rumlara bırakmama siyaseti, alabildiğince, bizim millî görevimiz oluyor. (Alkışlar)
Avrupa Birliğinden gelen sesler ve alınan kararlar, maalesef, bu Rum yaklaşımını desteklemektedir. Türkiye’ye bu konuda söz hakkı tanımayan bu yaklaşımla, Kıbrıs’ı Yunanistan şantajına boyun eğmiş bir Avrupa Birliğine üye yaparak, Kıbrıs üzerindeki Türk haklarını ortadan kaldırma planı yürütülmektedir. Direnişimiz buna karşıdır; direnişimiz, Türkiye’yi, Kıbrıs ve bölgesinden uzaklaştırmak isteyenlere karşıdır. Bizim mücadelemiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin güçlendirilerek varlığını sürdürmesi, Türk Ulusunun Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de hak ve menfaatlarının korunmasıdır; bu yoldan dönmeyeceğiz. (Alkışlar)
Bizi uzlaşmazlıkla suçlayanlara, uzlaşmazlığın Rumlardan kaynaklandığını anlatmak zorundayız. Yukarıda izahını yaptığım siyaset, Kıbrıs’a sahip çıkma siyasetidir; Akridas planının, silahsız bir şekilde, Avrupa yoluyla yürütülmesidir. Rum göçmenlerin yerlerine dönüşünü insan hakları olarak tanımlayan Rum-Yunan ikilisi, bunun, Türk göçmenleri denize dökmek veya göç ettirmek anlamına geldiğinin idraki içindedir; çünkü, Türklerin güneye, zulüm çemberine dönmeyeceklerini çok iyi bilmektedirler; kısacası, jenosit hareketi devam etmektedir.
Baf’ta Yunanistan tahsisli hava üssü açılması, S-300 füzelerinin konuşlandırılması teşebbüsü, Rum tarafınca Türkiye’ye karşı açılan davalar, devam eden Rum-Yunan silahlanması, Kıbrıs Türk Halkına karşı, başta spor olmak üzere her alanda uygulanmakta olan ambargolar… Bu Rum-Yunan zihniyeti işte budur. Bunlara dur diyen yok. Rum, bunları yasal hak biliyor, “görüşmeler devam etse de bu haksızlıklara devam edilecektir” diyor ve ilgili hükümetler bizi masaya davet ediyor. Biz, uluslararası camiaya, Rum-Yunan tarafının bu husumet zihniyetinden vazgeçmesi gerektiğini söylüyoruz. Görüşme zemininin oluşmasını önleyen, Rumların bu husumet dolu tutumlarıdır. Bununla da kalmıyoruz, geleceğe dönük bakış açımızı ortaya koyuyoruz. Biz, Rum tarafıyla barış anlaşması yapılmasını ve kalıcı barışın sağlanmasını öneriyoruz; bu barışın Ada’daki iki devlet arasında yapılmasını söylüyoruz, kalıcı barışın yolunu gösteriyoruz; bu amaçla, konfederasyon önerimizi yapıyoruz; bölgesel barış ve istikrarın, eşitlik ve simetrinin nasıl sağlanabileceğinin gerçekçi bir çerçevesini çiziyoruz.
Bu öneri, otuz altı yıldır ayrı ayrı kendi kendilerini idare etmiş olan iki ulusal halk arasında ayrılığa, uzlaşma ve işbirliği köprülerinin kurulmasını öngören bir yaklaşımdır, gerçekçi bir yaklaşımdır; bunun gerisine düşmemiz mümkün değildir. İki devlet esasına dayalı bir anlaşma, Kıbrıs meselesinin hallinde tek yoldur. Rumlar, idarelerine Türk karışmasın diyerek ortaklığı bozmuşlardı, şimdi, güneydeki idarelerine biz karışmıyoruz, yeter ki, güneydeki Rum egemenliğini kuzeye taşıma sevdasından ve kuzeydeki cumhuriyetin üzerinde hak iddia etmekten vazgeçsinler.
İki devlet esası, Kıbrıs’ı Girit misali yutmak isteyenlerin iştahlarını kapatacak bir formüldür. Dünyayı otuz altı yıldır kandırdıkları gibi, yeni bir saldırıda, yeniden “bu bir iç meseledir” diyerek bizi açıkta bırakamayacakları, her iki tarafın haklarını koruyan, kalıcı bir formüldür; diplomatlara bunu söylüyoruz. Yüce Meclisinizin bu kürsüsünden, yine, gerçekleri haykırıyor ve diyorum ki, haksızlık üzerine, eşitsizlik üzerine, iki eşit taraf dediğiniz taraflardan bir tanesini meşru Kıbrıs hükümeti yaparak şımartmak suretiyle bir neticeye varmak mümkün değildir. Lütfen, Kıbrıs’a bakış açınızı değiştiriniz, gerçekleri görünüz.
Bir ortaklık ikiye bölünmüştür; ortaklardan bir tanesi hükümet, diğeri o hükümete tabi bir azınlık addedilemez. Temelde, 1960 anlaşmalarının kurmuş olduğu çerçevede, iki tarafın siyasî eşit egemenliği inkar edilemez bir gerçektir, elle tutulur, gözle görülür bir vakıadır. Bunlardan bir tanesi yasadışı cinayetlerle diğerini yok etmeye kalkıştı diye diğerinin bu hakları ortadan kalkmış olamaz. Türk Halkı bu hakları korumak için can ve kan vermiştir. Türkiye, Kıbrıs’ta bu haklar korunsun, Türk-Yunan dengesi bozulmasın, Yunanistan Ada’yı ilhak etmesin diye evlatlarını feda etmiş ve Kıbrıs meselesini, sadece uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan jeopolitik bir hadise olmanın ötesinde, millî bir namus ve şeref meselesi haline getirmiştir. (Alkışlar) Millî namus ve şeref uğruna can verenleri, burada, saygıyla, rahmetle anıyorum; gazilerimizi, Yüce Meclisinizin bu kürsüsünden saygıyla selamlıyorum; Allah, onlardan, milletimizden, hepinizden razı olsun diyorum. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Klerides’le 1997 Ağustosunda yapmış olduğum görüşmeden hemen sonra, Klerides’in kendi basınına yaptığı bir açıklama vardır: “Biz, masaya taktik icabı oturuyoruz. Taktiğimiz, karşı tarafın ‘hayır’ dediğine ‘evet’ demektir. Böylelikle, karşı tarafı uzlaşmaz olarak gösteririz. Bu taktik çok başarılı olmuştur, devam edecektir” diyebilmiştir. Biz, masa başına taktik icabı değil, Rumlar, yaptıkları cinayetlerin neticesini görerek belki biraz pişmanlık duymuşlar, belki gerçekleri görmüşlerdir diye oturduk ve kendileriyle ciddî şekilde bir anlaşma yapmak için bütün gayreti sarf ettik, Türk Hükümetinin desteğine mazhar olduk; ancak, aldığımız cevap, hep “hayır” olmuştur. Nelere “hayır”; bizim “evet” dediklerimize “hayır”; biz nereye “evet” demişsek, cevapları “hayır” olmuştur, bizim “hayır” dediklerimize de “evet” demişlerdir ve Kıbrıs meselesi, bu şekilde, otuz altı yıldır devam etmektedir.
Bu şartlar altında, Klerides’e şunları söyledim: Toplumlararası görüşmeler, mademki “hükümet icraatı” dediğin icraatınızı durdurmayacaktır ve etkilemeyecektir; yani, biz masada konuşurken, siz, bizim masada konuştuklarımızı sıfırla çarpacak şekilde mahkemelere müracaat edebileceksiniz, düşmanlığa devam edebileceksiniz, Türk’ten bir kuzu alan Rum’u hapse atabileceksiniz, Magosa Limanına gelen bir geminin kaptanı Larnaka’ya geldiğinde hapsedebileceksiniz, dünyaya “Türkiye, Ada’yı işgal etti” yalanına devam edebileceksiniz ve tek yanlı AB müracaatınızı yürütebileceksiniz, o halde, bütün bunları, siz, güneydeki kendi cumhuriyetiniz için yapabilirsiniz. Bu yaptıklarınızın hiçbirinin bizi etkilemeyeceğini sana ve dünyaya göstermek için, bu andan itibaren toplumlararası görüşmeler yoktur, devletlerarası görüşmeler vardır. (Alkışlar) Devletimizi kabul edersen, o zaman seninle görüşürüm; her şeyi görüşürüm.
1997 Ağustosunda bu şekilde ayrıldık. Müteşekkirim ki, Türk hükümetleri bunu desteklediler ve 31 Ağustos 1998’de, konfederasyon önerimizle, pozisyonumuzu birlikte dünyaya duyurmuş olduk. Buna rağmendir ki, biz, şimdi, G-8’lerin dürtüsü ve Genel Sekreter kanalıyla, sözde önkoşulsuz, toplumlararası görüşmelere davet edilmekteyiz… Sanki bu dediklerim hiç olmamış gibi, sanki Kıbrıs Türkleri meşru Kıbrıs hükümetinin varlığını kabul etmişler gibi, biz, aynı format üzerine, aynı formülle, toplumlararası görüşmelere, yüz yüze görüşmelere davet ediliyoruz. Önkoşulsuz görüşme kisvesi altında, bize, sözde Kıbrıs hükümetinin varlığını tanımamızı, buna gölge düşürülmemesini önkoşul olarak dayatmaya devam ediyorlar.
Genel Sekretere mektup yazarak, beyanatlarımızla dünyaya duyurduğumuz siyasetimizi yeniden duyurduk. Böyle bir görüşmenin bizi hiçbir yere götürmeyeceğini anlattık ve “masada konfederasyon önerimizden başka bir öneri olmadığına göre, Rum tarafı konfederasyonu görüşmek istiyorsa; yani, iki devlet arasında bir anlaşma yapmaktan yana bir duruma gelmişse, o zaman görüşebilecek hususlar meydana çıkmış olur” dedik. Bunun ötesinde, biz, bunca yıldır, sadece Rumlara zaman kazandırıp, bu zamanı “meşru hükümet” unvanlarını dünyaya yaymak için fırsat vermekten öteye bir işe yaramamış olan toplumlararası görüşmelere katılmak niyetinde olmadığımızı duyurduk. Durum bu merkezde düğümlenmektedir.
Bu çizgi, millî çizgimizdir; Anavatanla birlikte karar verilmiş, onaylanmış bir çizgidir, bunun altına düşmemizi kimse beklememelidir. Siyaset yapacağız, uyumlu görüneceğiz diye, sonu gelmeyecek görüşmelere katılmanın yararı yoktur, zararı çoktur. Biz, mertçe, bütün dünyaya şunu söylüyoruz: Eski ortağımız Rum kanadı “meşru Kıbrıs hükümeti” adı altında güneyde bir Rum Cumhuriyeti kurmuştur. Hedefleri, bütün Kıbrıs’ta Rum Cumhuriyeti kurmaktı. Buna hakları yoktu; çünkü, Türk ortak ezilmemişti, boyun eğmemişti, teslim olmamıştı. Dolayısıyla, Rumlar, bütün Kıbrıs’ta meşru hükümet olmak, devlete sahip çıkmak mücadelesi için başlattıkları Miloşeviçvari bir savaşı, 1963’ten 1974’e kadar sürdürdükleri, 1974’te darbeyle zirveleştirdikleri savaşlar serisini kaybetmişlerdir. Kıbrıs’ın sahibiymişler gibi konuşma hakları hiçbir zaman yoktu. Bize karşı savaş açtılar, Miloşeviç’in Kosovalılara yaptıklarının beş beterini yaptılar diye böyle bir hakka sahip olmamışlardır.
Türklerden arınmış bir Rum idaresi istiyorlardı, bunu kazanmışlardır. Güneyde Türklerden arınmış Rum idaresi vardır; adına “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti” deseler de, demeseler de, bu, Kıbrıs Rum Cumhuriyetidir. Bu cumhuriyetin, kuzeye egemenliğini yayma teşebbüsü, jenosit hareketinin devamından başka bir şey değildir; buna hakları yoktur; yasal olarak yoktur, ahlak açısından yoktur, fizikî açıdan yoktur.
Biz, toprağımızı, namus ve şerefimizi, hürriyetimizi, garantörümüz anavatanla birlikte korumaktayız. Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti unvanı altında dünyayı kandırmakta olanlar, bu cumhuriyetin esasını teşkil eden Türk ortağın varlığını, hak ve statüsünü ret ve inkâr etmişler, Türk ortağı yok etmek için yıllardır savaşmışlardır. Şimdi, bu savaşı, Avrupa Birliği yoluyla ve yalan yanlış, tek yanlı uluslararası organların kararlarıyla kazanmaya çalışmaktadırlar. Bunları desteklemek, Kıbrıs Türklerini yok etmek hakkını bunlara teslim etmek demektir; bunları desteklemek, Kıbrıs Türklerinin hak ve hürriyetlerini inkâr etmek, onları azınlık durumuna getirmek isteyenlere güç vermek demektir. Bunu, dış dünya, hangi adalete, hangi hukuka, hangi insafa dayanarak yapmaktadır? Bu soruyu devamlı surette gündemde tutmak her Türkün görevi olmalıdır.
Biz, dostlarımızın bize asker vermesini, silah vermesini, bizim için kan ve can vermesini istemiyoruz; biz, dostlarımızdan para da istemiyoruz; bütün ihtiyaçlarımızı, ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olmakla gurur duyduğumuz Türk Ulusu gönlünden koparak yapmaktadır ve vermektedir; şükran duygularımızı belirtirim. Dolayısıyla, biz, dostlarımızdan, sadece, hak ve adalet ilkelerine riayet istiyoruz. Kıbrıs Rum’u, Kıbrıs Türk’ünün hükümeti değildir; olamaz, hiçbir zaman olmamıştır, olmak hakkı da yoktur. Bunun kabulünü istiyoruz. Rum liderliği bu talepte bulunduğu sürece, bu iddiayı sürdürdüğü sürece, bizden, kimse, bunlara boyun eğmemizi, bunlarla konuşmamızı ve görüşmemizi istememelidir. Dolayısıyla, yapılacak çağrılar, hak ve adalete dayanmalı, gerçeklere dayanmalıdır.
Bugün Kıbrıs’ta iki halk vardır; iki din, iki kültür, iki dil vardır; iki milletin parçaları vardır; bugün Kıbrıs’ta, iki ayrı demokrasi vardır, iki ayrı idare vardır; otuz altı yıldır kendi kendilerini idare eden halklar vardır, yirmi beş yıldır tamamen ayrılmış bir ülke vardır. Bunların birleşmesini, bunların yeniden bir araya gelmesini isteyenler, bu gerçekleri evvela kabul ederler ve iki ayrı devletin, anlaşma yoluyla işbirliği yapabileceği bir ortamın yaratılmasına yardımcı olurlar. Saldırgan tarafa, makamı işgal etmiş olan ve kendini, bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak satın aldığı silahlarla kuzeye gitme hakkına sahip olduğuna inanan Rum tarafına, böyle bir hakka sahip olmadığını söylemenin zamanı şimdidir. Biz, bunu, anavatanımızla birlikte tekrarlıyoruz; anavatanımızla birlikte, yapılacak ve yapılamayacak şeyleri ortaya koymuş bulunuyoruz.
Yüce Meclisinizden bizim istediğimiz, daima olduğu gibi, haklı davamızda bizi desteklemeye devam etmenizdir. Vermiş olduğunuz destek için müteşekkiriz. Allah, Yüce Türk Ulusuna, layık olduğu en yüksek mertebeyi verecektir.
Anadolu’nun mert insanlarına, Yüce Meclisinizin bu kürsüsünden en içten duygularla sesleniyorum: Siz var oldukça bizim yüzümüz gülecektir, siz var oldukça Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilelebet var olacaktır. Tanrı, canımız, gözbebeğimiz gibi sevdiğimiz anavatanımız Türkiye’ye zeval vermesin. (Alkışlar)
Sizlere, en içten duygularla teşekkür eder, mutlu Barış Harekâtının 25 inci yılında saygılar ve sevgiler sunarım. Sağ olun. (Ayakta alkışlar)”