Orhan Koçak : Kontrgerilladan Yasal Marihuanaya…
13 Ocak 2023
***
İmkânsız görünen şey, başka hiçbir yerde değil de Kolombiya’da mı başarılacak yoksa? Son elli-altmış yıl içinde Latin Amerika’nın her ülkesinde solun farklı türleri bir şekilde iktidara geldi, çoğu fazla tutunamayacak da olsa. Bir tek Kolombiya sol yüzü görmedi. İktidara yaklaşan sol adaylar olmadı değil, ama hiçbiri seçim kampanyasından sağ çıkmadı: Liberal Parti’nin karizmatik popülist lideri Eliécer Gaitan 1948’de, yine Liberal Parti’den Luis Carlos Galan 1989’da, Komünist Parti’nin cephe örgütü Yurtsever Birlik’ten Bernardo Jaramilla Ossa 1990’da, şimdiki başkan Gustavo Petro’nun da eskiden üyesi olduğu M-19 gerilla hareketinden gelen Carlos Pizarro Léongomez yine 1990’da… 2018’deki ilk başkan adaylığında tetikçiler Petro’nun otomobiline de ateş açmışlar ama kurşun geçirmez camları aşamamışlardı.
İşte bu Petro geçen Temmuz’daki yarışı az farkla da olsa kazandı ve şimdi de altmış yıldır hem birbirleriyle hem hükümetle hem de hükümetin yanında savaşan beş silahlı örgütle altı aylık bir çift-taraflı ateşkes anlaşmasına varıldığını açıkladı. Bunun hemen ardından ülkenin en eski gerilla örgütü ELN’den henüz kendilerinin bunu kabul etmediklerine dair bir açıklama geldi ve hükümet de bu örgütle ateşkesin şimdilik askıya alındığını duyurdu – ama ELN ile Kolombiya hükümeti arasında 2017’den beri kesintilerle de olsa sürdürülen barış görüşmeleri hâlâ devam ediyor.
Seçilmesinden önce de sonra da çok muzafferane bir tonla konuşmuyordu Petro. Geçen Şubat’ta, “ölümün hayaleti yol boyunca bize eşlik ediyor” demişti, aldığı tehditleri ve suikast girişimlerini hatırlatırken. Seçimden sonra verdiği ilk söyleşide de “başaramazsam karanlık gelecek ve her şeyi silip süpürecek,” demişti, “başarmak zorundayım.” Çok umutlu veya özgüvenli bir tonda konuşması da beklenemezdi. 1948’den beri çok taraflı bir iç savaş halinin sürdüğü ülkede çatışmanın en yoğun olduğu 1985-2018 arasında, yüzde doksanı sivillerden oluşan 450.664 insan öldürülmüştü. 2016’da Juan Manuel Santos hükümetiyle FARC gerillaları arasındaki anlaşmayla kurulmuş Hakikat Komisyonu’nun Petro seçilmeden birkaç ay önce yayınladığı raporda, bu ölü sayısının yanında 122.000 kişinin de kayıp olduğu ve gerçek ölü/kayıp sayısının muhtemelen bu iki rakamı da aştığı belirtiliyordu. Rapor, altmış yıllık çatışmanın her bir kurbanı için bir dakikalık sessiz duruş yapılacak olsaydı, bundan sonraki on yedi yıl boyunca hiç kimsenin ses çıkaramayacağına da dikkat çekiyordu. 1948’den Altmışlı yılların başına kadar süren “La Violencia” döneminde öldürülenlerse tahminen 300 bindi. Otuz Yıl Savaşlarından sonra modern tarihin en uzun sürmüş çatışmasıydı bu. Vietnam bunun yarısı kadar sürdü. Türkiye devleti ile PKK arasındaki savaş belki de buna yaklaşan tek çatışma olacak.
“Zaferden sonra” konuşurken nasıl ihtiyatlı olmasın Petro! Kolombiya çok uzun süredir CIA ve Pentagon’un Latin Amerika operasyonlarının merkez üssü durumundaydı. Sadece kahve, kereste ve kokain değil, karşı-devrim ve siyasal şiddet de ihraç ediyordu. Eylül 2019’da, ABD Özel Kuvvetleri’nin iki eski üyesi, Kolombiya’da eğitim verilmiş Venezuela’lı askerlerle birlikte Venezuela Cumhurbaşkanı Maduro’ya karşı başarısız bir darbe girişiminde bulunmuştu. Bundan üç ay sonra Beyaz Saray’da, Amerikan Özel Kuvvetlerinin eğittiği Kolombiyalı paralı askerlerle bir darbe girişiminin daha müzakere edildiğini Trump’ın Savunma Bakanı Mark Esper açıklayacaktı. 2020’de Haiti Cumhurbaşkanı Jovenel Moïse başkentte DEA ajanı kılığına girmiş bir grup eski Kolombiyalı asker tarafından öldürülmüş ve Joe Biden seçildikten sonra ABD Savunma Bakanlığı bunların bazılarının ABD’de eğitildiğini açıklamıştı.
Hakikat Komisyonu’nun çalışmaya başlamasıyla katliamlar sona ermedi. FARC’tan ayrılan bazı gruplar ve uyuşturucu trafiğinde aktif “Clan del Golfo” gibi paramiliter çeteler çatışmaya devam ediyor. Barış anlaşmasının yapıldığı 2016’dan 2022 Mart’ına kadar, paramiliter çeteler tarafından, yukardaki 450.664 rakamına ek olarak, eylemcilerden ve barış anlaşması imzacılarından en az 1327 kişi daha öldürüldü. FARC örgütü de aynı dönemde silah bırakan gerillalardan 169’unun öldürüldüğünü öne sürdü. 2022’nin ilk yarısında Petro’yu ve ardındaki Pacto Historico ittifakını önce meclis sonra da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidara taşıyan dalga, sağcı Ivan Duque hükümetinin sert kemer sıkma politikalarına duyulan öfke kadar, bu cinayetlere nihayet bir son verme ihtimalinin doğurduğu umuttan da besleniyordu.
***
Kolombiya’nın iki ana siyasi akımı 1920’lerde şekillendi: Muhafazakârlar ve Liberaller. 30’larda bunlara Komünistler ve sendikalarla birlikte bir sol cephe de katıldı. 60’lı yıllarda genel soldan kısmen bağımsızlaşan bir yerli hakları hareketi de belirecekti. Liberal aday Gaitan’ın 1948’de suikasta uğramasının ardından Muhafazakârlarla Liberaller arasında yaklaşık on yıllık “mukatele”de (“La Violencia“) en az 300 bin ölüden sonra iki taraf da üstünlük kuramadı ve bunun yerine komünizme karşı Ulusal Cephe olarak anılan bir koalisyonda iktidarı paylaşmaya karar verdiler. ABD’nin ülkeye askeri yardımlarının hız kazanması ve Kolombiya ordusuna kontrgerilla eğitimi vermesi de aynı döneme rastlar. Kolombiyalıların Amerikan kaynaklı şiddetle tanışması daha eskidir. 1928’de United Fruit Company işçileri çalışma koşullarındaki vahşete karşı greve çıkmışlar, şirketin de işçilerin taleplerini reddetmesi üzerine Muhafazakâr parti hükümeti orduyu işçilerin üzerine göndermiş ve “Muz Katliamı” diye bilinen bu kıyımda 2 bine yakın işçi öldürülmüştü. Şirketin muz işçilerini bastırması için bir paramiliter gruba yaklaşık 2 milyon dolar ödediğiyse 1970’lerin sonunda ortaya çıkacaktı.
1964’te Bogota’nın güneyinde komünistlerce kurulan “Marquetalia Cumhuriyeti”ne ordunun bütün gücüyle saldırmasının ardından, Komünist Parti’den Manuel Marulanda Veléz ve arkadaşları dağlara kaçarak FARC örgütünü kurmuş ve “iktidarı kapitalistlerden söküp almaya” kararlı olduğunu duyurmuştu. Yine aynı dönemde Küba’nın desteklediği ELN ile bir müze baskınında Simon Bolivar’ın kılıç ve mahmuzlarını çalmayı başaran M-19 da faaliyete geçiyordu. Kolombiya ordusunun cevabı, gerillalarla “iltisaklı” olduğuna yine kendisinin karar verdiği herkesi ayrım gözetmeden öldürmek oldu. 1981’de kıyımdan dehşete kapılan ve bir süre önceki Küba ziyaretinden “işkillenen” istihbarat servisinin kendisiyle M-19 arasında bir “iltisak” bulmaya çalıştığını haber alan Gabriel Garcia Marquez vakit kaybetmeden Meksika’ya kaçacak ve orada gerillalarla hükümet arasında müzakereler başlatmak amacıyla Nobel ödülü prestijini seferber edecekti. Bu türden müzakerelerden biri daha sürerken 1985’te M-19 örgütü Bogota’da Adalet Sarayını bastı ve Yüksek Mahkeme üyelerini rehin aldı. Ordu da binayı bombalayarak aralarında 11 yargıcın da olduğu yüzden fazla insanı öldürdü ve yakalanan gerillaların bir kısmını da “kaybetti.”. Bunu izleyen yıllarda, hükümet gözetiminde kurulan ölüm mangaları, yüzlerce M-19 üye ve “iltisaklısını” öldürdü. Örgüt 80’li yılların sonuna doğru silah bırakıp Demokratik İttifak adayla parlamenter politikaya geçtiğini duyurmuştu. Pizarro Leongomez de yapılacak başkanlık seçimlerinde adayken öldürüldü. Ama bu süreçte şimdiki başkan Petro da parlamentoya girecek ve 2012-15 arasında Bogota Belediye Reisliğindeki başarısıyla sivrilecekti.
2002-2010 yılları arasında başkanlık yapan Alvaro Uribe, babası 1983’te FARC tarafından öldürülen ve siyasi kariyerine Liberal Parti’de başlayan bir politikacıydı. Oxford’da St. Anthony’s College’da öğretim üyeliği de yapmıştı. Ama giderek partisinden uzaklaştı ve o dönemdeki Pastrana hükümetiyle FARC arasındaki barış görüşmelerinin çıkmaza girmesinin ardından gerillaları ve paramiliterleri askeri yöntemlerle bastırma vaadiyle seçildi. On binlerce ölü pahasına FARC ve ELN’yi kentsel alanların dışına itmekte başarılı oldu (aynı dönemde, Türkiye’de emekli büyükelçi ve MHP milletvekili Gündüz Aktan da Kürt sorununda tenkil ve tehcir anlamında “Sri Lanka çözümünü” önermekteydi). Hakikat Komisyonu’nun raporunda 2006’daki “sahte pozitifler” skandalına da değiniliyor: daha önce çeşitli şekillerde öldürülen 6400 sivilin cesedinin yanına silah ve cephane yerleştirilmiş ve çekilen fotoğraf “çatışmada öldürülen komünist gerillalar” olarak yayınlanmıştı. Uribe’nin halefi Manuel Santos selefinin şiddetle bastırma politikasına yüzde yüz onay vermişti ama 2010’da seçilince BM çevrelerinden gelen müzakere çağrılarına uyarak Havan’da birkaç yıl süren görüşmelerin ardından FARC’ın büyük kısmıyla silah bırakmasını sağladı ve bu da ona Nobel Barış ödülünü getirdi. Ama Uribe Muhafazakârlarla Liberaller arasındaki ittifakı perde arkasından yönetmeyi sürdürüyordu ve 2018’de asıl “gözdesi” olan Ivan Duque’nin başkan seçilmesine yardım etti. Duque de siyasal şiddetin daha da yükseldiği bir dört yılın ardından, “Colombia anti-Uribista!” çığlıkları arasında Petro’nun bir araya getirmeyi başardığı ittifaka (Pacto Historico) iktidarı bırakmak zorunda kaldı.
***
Hakikat Komisyonu Santos hükümetiyle FARC arasındaki 2106 anlaşması gereğince kurulmuştu; uzlaşmanın bir parçası olarak soruşturma ve yargılamaları yürütecek bir Özel Barış Mahkemesi de aynı yıl çalışmaya başladı. FARC da ELN de fidye için insan kaçırmalarıyla toplumun önemli bir kesiminde sevilmiyordu. Anlaşma referandumda yüzde 50,2 hayır oyuyla reddedildi. Sonra hükümet bazı değişiklikler yaparak parlamentodan geçirmeyi başardı. Latin Amerika’da başka yerlerde de kirli savaşta yaşananlarla ilgilenecek hakikat komisyonları kurulmuştu. Guatemala, Şili ve Arjantin’de yayınlanan raporlar, vahşetin çok büyük kısmında ordu, polis ve paramiliter güçlerin suçlu olduğunu ortaya koyuyordu (bunun gereği, sadece Arjantin’de Nestor ve Christina Kirschner yönetimleri tarafından yerine getirildi). Sadece Peru’da Parlayan Yol gerillalarının vahşeti devletinkine ağır basmıştı. FARC, devletin La Violencia‘daki sorumluluğunu üstlenmesini istedi komisyondan. Bu istek kısmen yerine getirildi: Hükümetin, şirketlerin ve toprak sahiplerinin ya da uyuşturucu tüccarlarının hizmetinde olan özel ordular, öldürümlerin yüzde 47’sinden, gerillalar yüzde 27’sinden, polis ve asker de yüzde 12’sinden sorumluydu. Türkiye’ye pek benzemeyense şu: Duque’nin azgın sağcı hükümetine rağmen bağımsız çalışmasını sürdürebilen Hakikat Komisyon ve Mahkemesi, son birkaç yıl içinde “hakikat yüzleşmeleri” adıyla halka açık toplantılar düzenlemektedir. Geçen Nisan ayında böyle bir toplantıda, bir paşa ve on subay, “sahte pozitifler” skandalının parçası olarak 120 sivilin öldürülmesini “örgütlediklerini” itiraf ederler. Subaylardan biri kendisinin bir “canavar” olduğunu söyler. Sonra Tak Şak Paşa da dahil hepsi birden ağlamaya başlar.
Anlaşmadan memnun olmayanlar şu gerçeklere işaret etmektedirler: Gerillaların boşalttığı alanların önemli bir kısmına ne yaparlarsa yapsınlar hükümet takibatına uğramayacaklarından emin olan paramiliter çeteler yerleşmiştir. Gelişme ve Barış Çalışmaları Enstitüsüne göre, barış anlaşmasından bu yana 1300’den fazla “toplum önderi” öldürülmüştür; bunların 300’ü barış imzacısıdır. Sadece 2022’de öldürülen eylemci ve silah bırakmış gerilla sayısı 85’tir. Anlaşma gerekçesi olarak sunulan uyuşturucu üretim ve ticaretinin kısıtlanması vaadiyse büsbütün boş çıkmıştır. Bu haliyle ABD’nin dünya siyasetinde kolay kolay iyi bir şey yapamayacağının kanıtı: Bill Clinton döneminden itibaren “Plan Colombia” çerçevesinde uyuşturucu üretimiyle savaşmak için gönderilen milyarlarca dolarlık silaha rağmen bu üretim sadece 2022’de bir önceki yıla oranla yüzde 10 artmıştır. Raporda silahların esas olarak gerillalara ve solcu sivil toplum örgütlenmelerine karşı kullanıldığı belirtiliyor. Bir başka vargı da FARC’ın uyuşturucudan ordu, polis ve paramiliter çetelere oranla daha az para kazandığı. Bu paranın da daha çok uyuşturucu trafiğinin “vergilendirilmesinden” geldiği.
Hakikat Komisyonu’nun açılış töreninde, hedef seçilen işçi, köylü ve eylemcilerin öldürülmesinde Bogota ile Washington arasındaki ortaklığı gösteren Ulusal Güvenlik Arşivi belgeleri de açıklanmıştı. 1988’e ait bir CIA raporunda sendikalı tarım işçilerinin ordu tarafından düzenlenen bir katliamda öldürüldüğünü, bir 1997 raporunda da petrol şirketleri için çalışan paramiliterlerle ordunun işçilere karşı ortak bir operasyon düzenlediği belirtilmekteydi. 2003’te o zamanki savunma bakanı Donald Rumsfeld’e gönderilen “Kolombiya FARC’na karşı elde edilen son başarılara” dair bir gizli bilgi notunda da ABD’nin eğittiği komandoların o yılın ilk yedi ayında 543 gerillayı hedefleyerek öldürmesiyle “devşirilen faydaya” dikkat çekiliyordu. Petro, Başkan Yardımcısı Adayı Francia Marquez ve Tarihsel Pakt militanları seçim kampanyalarını bir ABD müdahalesi tedirginliği içinde yürüttüler. Bu tedirginlik sebepsiz değildi.
***
Aylardan beri ABD Dışişleri Bakanlığı Rusya’nın Petro lehinde seçimlere müdahale edebileceğine dair öngörülerini yayınlamaktaydı. Seçimden dokuz gün önce Biden’ın Savunma Bakanı Emekli General Austin, Kolombiyalı mevkidaşını Pentagon’da ağırlamış ve iki ülke arasında askeri işbirliğini derinleştirmek amacıyla yeni bir planın devreye girdiğini ilan etmişti. Kongre’nin özellikle Latin Amerika kökenli üyeleri, “Kolombiya’nın tahindeki en tehlikeli anla yüz yüze olduğuna” dair mesajlar yayınlıyorlardı: “Petro bir hırsızdır, bir terörist ve bir Marksist… Dış İlişkiler Komitesinde oturan bizler… Komünizmin bir tehdit ve şu anda en büyük tehdidin de Kolombiya’da olduğunu haykırıyoruz.” Ülkedeki yabancı yatırımcılar da yıllardan beri sözleşmelerine bir “Petro maddesi” koydurtmaktaydılar: adam kazandığı takdirde taahhütlerinden vazgeçecek ve bütün paralarını çekip kaçacaklardı.
Gerçek şu ki, Petro’nun komünizmle ilişkisi başından beri epey mesafeliydi. M-19 zaten sol eğilimli ulusalcı/vatanperver bir şehir gerillası hareketi olarak kurulmuştu. Petro kampanya sürecinde verdiği söyleşilerde gençliğinde Marx’ı epey çalıştığını ama şimdi “diyalektikle biraz mesafeli olduğunu, bunun yerine Foucault’yu okumayı tercih ettiğini” belirtti. Daha önemlisi, seçimden birkaç ay önce, gazetecileri (!) bir noter bürosuna çağırmış ve seçildiğinde “herhangi bir mülksüzleştirmeye gitmeyeceğine” ilişkin bir senet imzaladı. Ama uzlaşma çabalarını da bununla sınırladı. Ekvador ve Bolivya’da doğa yağmasına ve “istihraç endüstrilerine” (petrol, maden, mineral, kereste, muz ve koka) dur deme vaadiyle gelip sonra dönen sol liderlerden farklı olarak bu konularda hiçbir taviz vermeyeceğini en baştan ilan etti. Arkasında eski gerillalardan, komünistler ve sosyal demokratlardan, yeşiller ve yerli eylemcilerden oluşan bir ittifak vardı. Ama vaadinden dönmeyeceğinin asıl kefili ve garantisi, yanına aldığı başkan yardımcısı Francia Marquez oldu.
Petro 2021’de “21. yüzyılın asıl mücadelesinin sol ile sağ arasında değil, ölümün savunucuları ile hayatın savunucuları arasında olacağına” dair bizim ’70 sonrası solcu Türk şairlerini hatırlatan marmelatımsı bir demeç vermişti. Ama işte Marquez “yaşasın ölüm’cülere” ve uzantılarına karşı savaşı yıllardır yürütmesiyle öne çıkmış bir feminist yerli eylemcisiydi. On üç yaşından beri, kendi topluluğuna hayat veren Ovejas ırmağının yatağını değiştirmeye uğraşan madencilik şirketlerine karşı verilen savaşın içindeydi. 2014’te madencilerin tuttuğu paramiliterler altın çıkarmak için onun topluluğunun arazilerine saldırdığında Marquez dağlardan başkente kadar bir kadın yürüyüşü örgütledi. Ve parlamento önünde aylarca süren bir çadır eyleminden sonra maden kazısını yasaklatmayı başardı. Maquez bir domestik işçiydi; Bogota sosyetesi, “evlere temizliğe giden” bir yerli kadının başkanlık sarayına elini kolunu sallayarak gideceğine inanmak istemiyordu. Kampanya sırasında askerlerden, polisten, geleneksel partilerden ve salonlardan her türlü aşağılamaya hedef oldu. Çeşitli akımlardan eylemciler, onu köleliğe, kolonyalizme ve sömürüye karşı mücadelenin “encarna” (vücut bulmuş) hali olarak tanımlıyorlardı.
Kampanya sürecinde Petro da Marquez de büyük medya “event‘lerini” atlatarak, ABD’ye veya Berlin’e gitmeyerek, şöhretlerden azıcık uzak durarak, Bogota dışına, yoksulluğun yoğun olduğu ve yerlilerin yaşadığı bölgelere çıktılar. Petro bir geceyi bir balıkçının evinde geçirdi, sabah şeker kamışı kesti, öğleden sonra kahve topladı, ertesi gece de solun en büyük düşmanı kamyoncular ve taksicilerle birkaç kadeh attı. Francia’nın zaten böyle halkçılık yapmasına gerek yoktu, ne olduğu biliniyordu. İkisi de stratejik derinliğe ilişkin makale ve kitaplar yayınlamadılar. “Ülkücü kardeşlerim” demediler. Topal Osman’ın Medellin’deki heykelinin açılışına katılmadılar. Sonuç da aldılar: çeperlerde sandığa gitme oranı yüzde 7-10 oranında arttı.
Petro’nun karşısındaki aday, gözü dönmüş bir milliyetçi olan Hernandez adlı bir zengin “iş insanı” idi: ağır botokslu ve Türkiye’de ektirdiği saçlarıyla bu yetmişini devirmiş müteahhit yine de Kolombiya’nın iyi insanlarından yüzde 50’ye yakın oy aldı. Bir söyleşide, “Ben Adolf Hitler adlı önemli bir Alman düşünürünün takipçisiyim” demişti. (Demek bir ünsiyetimiz var.) Şu anda adamın Bucaramanga Belediye Reisliğindeki yolsuzlukları soruşturuluyor. Petro ile bir tartışma programına çıkmayı reddetmesi de herhalde seçim sonucunda etkili olmuştur.
Yeni yönetim, şu anda gerillaları, paramiliterleri, orduyu, polisi ve topraklarından olmuş köylüleri bir müzakere masasında toplayarak silahsızlanma ve toprak bölüşümü sorunlarını çözme vaadini yerine getirme göreviyle karşı karşıya. Aynı zamanda zenginlerin vergilerini yükselterek emekli ve yaşlıların bakımına, aile yardım programlarına ve ücretsiz üniversite eğitimine ayrılan kaynakları artırmayı planlıyor. “Üç büyük ihraç malımız zehir,” diyor Petro, “kömür, petrol, kokain.” Bunların yerine ileri teknoloji endüstrisini ve yasal marihuana üretimini geçirmek istiyor. Ne güzel…