ORTADOĞU BÖLGESİ DOSYASI /// Muhammed NUREDDİN : Ortadoğu’da gerginlik : “Zaman satın almak” büyük patlamayı engeller mi ???


 
Muhammed NUREDDİN :
Ortadoğu’da gerginlik : “Zaman satın almak” büyük patlamayı engeller mi ???

23/08/24

***

Batı’nın acımasız savaş makinesi lehine güç dengesizliğine rağmen, İsrail’in vahşeti kader olmadığı gibi, bölgede Batı ve Amerika hegemonyasında ısrar etmek de kader değildir.

Aşağı yukarı bir ay sonra, Aksa Tufanı Operasyonu’nun (7 Ekim 2023) ve İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik acımasız vahşi saldırısının üzerinden bir yıl geçecek.

O günden bugüne Gazze Şeridi’nde Filistin halkımıza yönelik imha, öldürme, yok etme ve yerinden etme uygulamalarına son verilmedi.

40 binden fazla sivil şehit, 10 binden fazlası enkaz altında, 100 binden fazla yaralı, milyonlarca yerinden edilmiş insan.

Konutlar, hastaneler ve okullar da dahil olmak üzere Gazze Şeridi’ndeki binaların yüzde 75’inden fazlası bombalandı ve buldozerlerle yerle bir edildi.

Bir yıldan biraz daha kısa bir süre önce, Bünyamin Netanyahu’nun hükümeti, Batı’nın, özellikle de Amerika’nın desteğiyle soykırım uyguladı. Ateşkes için yapılan bütün görüşmeler ve çözüm önerileri başarısızlıkla sonuçlandı.

Başarısızlığın birçok nedeni var:

1- İsrail, kalıcı bir ateşkes istemiyor. Hamas hareketinin elinde hayatta kalan tutukluların geri getirilmesi için geçici bir ateşkes istiyor. Esirler serbest bırakıldıktan hemen sonra saldırganlığa devam edecek.

2- İsrail, Salih El Aruri ve İsmail Haniye’den başlayarak Yahya Sinvar ve Muhammed Deif’e kadar Hamas’ın liderliğini ortadan kaldırmadan savaşı durdurmak istemiyor. Bunu gerçekleştirmeden İsrail zafer iddiasında bulunamaz.

3- İsrail, Filistinlilerin Gazze’de kalmasını istemiyor, onları tamamen Gazze’den Sina’ya sürmek istiyor ve bu İsrail’in uzun vadeli hedefi. Bunu başarsa bile Batı Şeria’ya dönüp aynı soykırım politikasını uygulayarak onları da Ürdün’e sürecek.

 Aksa Tufanı operasyonundan sonra Siyonist rejimin yaşadığı büyük şoktan sonra, İsrail “denizden nehre” (Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne kadar)  ve Suriye’den işgal ettiği Golan toprakları da dahil, bu toprakların hepsi Yahudi toprakları şeklindeki anlayış İsrail toplumunun çoğunda kabul gördü.

Doha ve Kahire’deki ateşkes müzakerelerinin başarısına bel bağlanmıştı. Ancak müzakereler iki gün önce sefil bir başarısızlıkla sonuçlandı.

İsrail ve onun arkasında ABD (özellikle “Yahudi” Dışişleri Bakanı Anthony Blinken) Kalıcı olarak geri çekilmek istemiyor ve Philadelphia bölgesi, Refah kapısı ve Netzarim bölgesi ile Orta Gazze ve Gazze Şeridi’nin kuzeyinde, Gazze sınırı boyunca Siyonist varlıkla birlikte kalmak istiyor.

Bu arada Hamas bunu reddediyor. İsraillilerin Gazze’de herhangi bir noktada kalmasını istemediği gibi bütün Filistinlilerin evlerine dönmesini talep ediyor.

Dolayısıyla Gazze’deki saldırganlık bir sonraki ateşkes girişimine kadar devam edecek. İsrail’i buna teşvik eden şey, tüm dünyanın, yani tüm Batı’nın, Arap ülkelerinin ve İslam ülkelerinin İsrail’le karşı bir girişimde bulunmaması, hatta iş birliği yapmasıdır.

Özellikle Ukrayna’nın Kursk saldırısından sonra Rusya Ukrayna’yla meşgul. Çin’e gelince ne İsrail’e karşı muhalif cephede ne de Filistin’i destekleyenlerin cephesinde.

İnkâr edilemeyecek şey, Gazze’de Hamas’ı ve Filistin halkının davasını destekleyen ülke ve güçler İran, Yemen, Suriye, Lübnan’daki Hizbullah ve Irak’taki bazı güçler olduğudur.

Mahmud Abbas’ın TBMM önünde yaptığı konuşmada direniş ekseninin Gazze ve halkına verdiği desteğe dair tek kelime etmemesi çok iğrenç. İtici ve nankörce bir konuşmaydı.

Mahmud Abbas’ın Mısır ve Ürdün’le beraber Türkiye’nin Libya ve Karabağ’da olduğu gibi Gazze’ye girme tehdidine?! teşekkür etmesi, folklordan ibaret bir alay ve konusuydu.

Gazze’ye yönelik saldırılar devam ederken Lübnan’daki Gazze destek cephesinin ateşi de azalmıyor

8 Ekim 2023’ten bu yana Hizbullah, Gazze’yi desteklemek için savaşa girdi. Savaş, geleneksel “angajman kuralları” dahilinde Lübnan’ın İsrail sınırına komşu topraklarını içeriyordu.

Ancak İsrail, savaşı Lübnan’ın daha iç bölgelerine kadar “genişletiyordu”. Beyrut, Bekaa Vadisi’nin kuzeyi ve Lübnan-Suriye sınırında yer alan Baalbek-Hermel şehrine kadar ulaştırdı.

Bunda istisnai bir durum yoktu, ancak İsrail tarafından gerçekleştirilen bazı suikastlar kırmızı çizgilerin aşılması olarak değerlendirildi.

Buna Hizbullah’ın ilk askeri komutanı Fuad Şukur’un (ya da Muhsin Şukur) Beyrut’un banliyösü Dâhiye’de binalardan birinde 30 Temmuz 2023’te öldürülmesi de dahildi.

Hizbullah, Şukur suikastına “kaçınılmaz ve sert” bir yanıt sözü verdi. İsrail ise, Hizbullah’ın Şukur suikastına sert bir tepki vermesi halinde aşırı şiddetle karşılık vereceğini söyledi.

Bu durum, Hizbullah’ın sert bir karşılık verecek olması büyük bir panik ve korku kaynağıydı. Hizbullah sert cevap verse bu sefer İsrail daha büyük bir tepki verecekti.

Bu durumda Hizbullah’ın önündeki denklem şu: bölgesel bir savaşa dönüşmeden ve İsrail’i büyük bir tepkiye sürüklemeden nasıl güçlü bir tepki verebilir?  

Şukur suikastına, Şukur suikastından saatler sonra (31 Temmuz şafak vakti) İsmail Haniye’nin suikastı da vardı ve Tahran’ın göbeğinde düzenlenen bir güvenlik ve istihbarat operasyonunda İran, suikastı ülkenin onuruna indirilmiş bir darbe olarak değerlendirdi.

İran İsraillilerin pişman olacağı sert bir yanıt sözü verdi.

Aynı senaryo Şukur’dan sonra Haniye’de tekrarlanıyor. İsrail’in tepkisi tekrarlanmadan İran nasıl sert tepki verebilirdi?

Burada, Batı ve Amerika’nın filoları ve savaş gemilerini Ortadoğu’ya çağırarak hazırlamasındaki amaç açıktı: İran ve Hizbullah’ı Şukur ve Heniye suikastına güçlü bir şekilde karşılık vermekten caydırmak.

Ancak İran ve Hizbullah güçlü bir karşılık verirse, filolar, savaş gemileri ve modern uçaklar İran ve Hizbullah’a karşı geniş bir bölgesel savaşa hazır olacaktı.

Ortaya çıkan soru şudur: İran ve Hizbullah güçlü bir şekilde karşılık verecek mi, yoksa ayrı ayrı ve farklı zamanlarda mı karşılık verecekler? Yemen’de Husiler Şukur ve Heniye’nin suikastına yönelik yanıtta nasıl bir rol oynayacak?

İran ve Hizbullah’ın bölgesel bir savaş istemediği açıktır ve Hizbullah’ın yeraltındaki ‘İmad 4’ tesisini açığa çıkarması, bölgesel bir savaşın çıkmasını önlemek için caydırıcı bir mesajdır.

Cevabın gecikmesi ise Amerikalılara krizi iyi tartışmaları ve Gazze’de ateşkes sağlanması yönünde bir mesajdır.

İran, Gazze’de kalıcı bir ateşkesin sağlanmasının yanıt vermeme nedeni olacağını söylemiştir. Ama aynı zamanda Hizbullah ve İran bu savaştan korkmuyorlar.

Bölgesel bir savaşa dönüşmeyen ve provokatif olmayan bir ‘düşünülmüş tepki’ üzerinde çalışıyorlar. Nasıl yani? Cevabı İranlılar ve Hizbullah’ta saklı.

Sonuç olarak, Kahire görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanması ve savaşın devam etmesinden sonra ortam tekrar gerildi.

İsrail’in Kuzey Bekaa’daki mühimmat depolarını bombalaması ve Lübnan’ın Sayda kentindeki Ayn el-Hilve mülteci kampındaki Filistin direnişinin komutanı Halil el-Mukaddam’e suikast düzenlenmesi ve İsrail’in Lübnan’ın güneyindeki köylere yönelik saldırılarının yaygınlaşması (şu ana kadar 600’den fazla Hizbullah savaşçısı ve onlarca sivil köylü şehit oldu) atmosfer tekrar gerginliğe döndü.

Ortadoğu’da sular bir kez daha ısındı. ABD, Ortadoğu’ya daha fazla takviye göndermeye devam etti.

İran ve Hizbullah’ın tepkisine ilişkin tarihlerin belirlenmesine yönelik senaryolar tekrar gündeme geldi.

“Kaçınılmaz tepki” ile bölgesel savaş olasılıkları arasında, meydana gelebilecek ya da gelmeyebilecek büyük patlamayı önlemek için ne yapılması gerektiğini kimse bilmediği için herkes ‘zaman kazanmaya’ çalışıyor.

Her an neler olabileceği ile ilgili durumun netlik kazanmaması; Gazze, Lübnan ve bölgede savaşın devam etmesinin en önemli nedenidir.

Bana göre bu durum şunlarla yakından ilgilidir:

Birincisi, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısındaki hedeflerinin doğası gereği (özellikle Lübnan’da) düşmanların tehlikelerini tespit etmek.

İkincisi, Washington’a göre bölgedeki durumla beraber İran’la ve direniş ekseniyle gelecekteki ilişkilere ilişkin vizyonu.

Batı’nın acımasız savaş makinesi lehine güç dengesizliğine rağmen, İsrail’in vahşeti kader olmadığı gibi, bölgede Batı ve Amerika hegemonyasında ısrar etmek de kader değildir.

Bu kötü zamanda ‘Direniş Ekseni’nin şu veya bu şekilde Batı hegemonyasına hayır demesi büyük bir olaydır.

Yüz yıldan beri veya daha uzun bir süredir fedakarlıklar ne kadar büyük ve çok olursa olsun, Arap ve İslam halklarının derin uykularından uyanma ümidi buna değer.