Sistem dışı bir ülke : Moğolistan
Gezginlerin, zaman zaman çok beğendikleri ülkeleri anlatırken “sıradışı” ifadesini kullandıklarını görüyoruz. Moğolistan için söyleyebileceğimiz ilk şey ise, bu sıradışılığın, her şeyden önce sistem dışı olmaktan kaynaklandığıdır.
02.06.2024
***
Fotoğraflar: Alaz Sümer
Alaz Sümer – Yazar
***
Türkiye’den Moğolistan’a yapılan seyahatlerin ezici bir çoğunluğuna, milliyetçi-muhafazakâr bir motivasyonun eşlik ettiğini görüyoruz. Moğolistan dendiğinde, Türk tarihi için büyük öneme sahip olan Bilge Kağan Yazıtı’nın önünde bozkurt işareti yapan insanlar, Orhun Vadisi’nde at sürerken sahiplenici bir havayla kameraya poz verenler ve daha niceleri hemen aklımıza geliyor. Fakat sol değerlere sahip olan bir insanın, bu ülkeyi ziyaret etme fikri konuşulduğunda, hevesli olduğuna nadiren şahit oluyoruz. Bunda, Moğolistan hakkında bildiklerimizin sınırlı olmasının ya da bu ülkenin daha önce farklı bir bakış açısıyla anlatılmamasının etkisi büyük şüphesiz.
Dünya görüşümüz yalnızca günlük yaşamımızı değil, ziyaret ettiğimiz ülkelerin bizim için neler ifade ettiğini ve bu seyahatlerin bize neler katacağını da belirliyor.
Dolayısıyla, yaklaşık beş sene önce İstanbul Pangaltı’daki o masaya oturmadan önce Moğolistan’a gitmek benim de aklımın ucundan bile geçmiyordu. Seyahatlerimi şekillendirirken mutlaka fikir aldığım ve çizdiği özgün rotalar ile tanıdığım Tulga Abi, o masada benim dikkatimi neyin çekeceğini gayet iyi biliyordu. Bana dönerek, “Dünyada özel mülkiyetin en son geldiği ülkeyi görmek ister misin? Üstelik ülkenin hâlâ büyük bir bölümünde böyle bir kavram yok,” dedi ama kötü haberi vererek ekledi: “Acele et. Ülke çok hızlı gelişiyor ve değişiyor. On sene sonra gittiğinde o kültürleri yerinde bulamayabilirsin.” Yalnızca bu ilk soru bile beni Moğolistan için yollara düşürebilecekken ülke üzerine saatlerce konuştuk. Böylelikle Moğolistan seyahati, öncelikle kafamda başlamış oldu.
Kafamda başlamış olan seyahatin gerçeğe dönüşmesi içinse biraz daha beklemem gerekti. Tüm dünyayı sarsan ve hayatı uzun süre durma noktasına getiren Covid-19 pandemisi ve pandeminin etkisiyle yükselen uçak bileti fiyatları, bunu bir süre erteledi.
4 Mayıs 2024 günü Frankfurt Havalimanı’ndan kalkan uçakla uzun süredir planladığım bu gezi de başlamış oldu. Moğolistan’daki tek uluslararası havalimanı, başkentteki Cengiz Han Havalimanı. Cengiz Han’ın ismi yalnızca havalimanına değil birçok şeye verilmiş. Ünlü hükümdarın adını taşıyan alışveriş merkezleri, iş hanları, okullar, vodka ve bira markaları gördüm. Erkeklerde de Cengiz ismine zaman zaman rastlamak mümkün ancak bu ismin çocuğa büyük bir sorumluluk ve yük getireceğini düşünen birçok aile, bu ismi koymayı tercih etmiyormuş.
Yüzölçümü Türkiye’nin iki katı olan Moğolistan’da yalnızca üç şehir var. Bunlardan ikisi, Rusların da desteğiyle kurulan ve Trans-Sibirya tren hattının alternatifi olan Trans-Mongolia hattının durakları Erdenet ve Darhan. Diğer şehir ise başkent Ulan Batur. Bu şehirler dışında üç yüz kasaba var ülkede. Geri kalan kısımda bozkır, batıda Altay Dağları, güneyde Gobi Çölü, kuzeyde tayga ormanları ve göller var. Toplam nüfus, 3,5 milyon. At nüfusu, bunun yaklaşık olarak iki katı. Küçükbaş hayvan nüfusuysa neredeyse Türkiye’nin nüfusuna eşit. Alan bu kadar geniş, nüfus bu kadar az olunca ülkenin büyük bir çoğunluğunda arazi mülkiyetinden bahsetmek de söz konusu olmuyor. Eğer bir maden ocağından ya da doğal koruma alanından bahsetmiyorsak çit görmeniz neredeyse imkânsız. Göçebe hayat tarzının getirdiği akış içerisinde devam ediyor hayat. Devasa bir alanda istediğiniz yere çadır kurabilir, istediğiniz yolda gidebilir, vardığınız yere yerleşebilirsiniz. Moğolistan’da seyahat ederken yüzlerce kilometre boyunca tek bir insan görmeme ihtimaliniz var. Bununla birlikte özgürce koşan atlar, tüylerini savurarak gezen yaklar ve meraklı gözlerle etrafı seyreden kuzular size eşlik edecek.
Ulan Batur, ülkeye havayoluyla gelen herkesin zorunlu durağı. Kelime anlamı, “Kızıl Kahraman”. Bu isim, Moğolistan’ın 1921’de Çin’den bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlanan halk devriminin ülkeye bir armağanı. Zaisan Sovyet Anıtı da şehre hâkim bir tepeden Ulan Batur’un hızlı değişimini izliyor. Anıtın yapısı, eski Sovyet ülkelerindeki anıtları andırıyor. Sosyalizm dönemine özlem temalı bir butikte, yıldızlı bir şapkanın üzerindeki bir yazı dikkatimi çekti: “Aklında değil, kalbinde” yazıyormuş. Dükkândaki tişörtlerin üzerinde, Moğol Halk Devriminin önderi olan Sukhbaatar’ın resimleri var. Sovyet kültürünün de etkisi büyük. Sovyetler’de ’60’lı yıllardan itibaren çok meşhur olan çizgi film karakteri Çeburaşka’nın oyuncaklarını ve şekerlerini birçok yerde görebilirsiniz. Seyahatin ilerleyen günlerinde çizgi filmin şarkısını mırıldanan insanlar da gördüm. Sosyalizmden bahsederken günümüzde Avrupa Birliği’ne yakın olan eski Sovyet ülkeleri gibi yargısız infaz yapmıyorlar. Din hürriyeti ve Budist tapınaklarının durumu ile alakalı eleştirileri var fakat eski sistemin hakkını da veriyorlar: “Ülkede en önemli olan iki şey, İnsan ve hayvan sağlığı, sosyalizm döneminde en iyi seviyeye çıktı.” Sosyalist dönemde veteriner cerrahi ve ilaç sanayi gelişmiş. Budizmin farklı yorumlarında yıkanmanın, iyi şeyleri insandan uzaklaştıracağı düşüncesi hâkim olduğu için duş alma fikri birçok insan için çok uzakmış. Bu da uzun vadede sağlık problemlerine, pandemilere yol açıyormuş. Sosyalizm döneminde her köye ücretsiz duşlar inşa edilmiş ve bu sayede bu hastalıkların da önüne büyük ölçüde geçilmiş.
Bir zamanlar 400 bin kişilik bir şehir olarak tasarlanmış Ulan Batur. Şehir planı ona göre yapılmış. Ancak 1991’de reel sosyalizmin gidişi ve kapitalist sisteme geçişle birlikte şehre göç, kontrol edilemez bir hal almış. Şu anki nüfusu 1,5 milyondan fazla olan Ulan Batur’da ciddi altyapı problemleri göze çarpıyor. Günün her saatinde bir İstanbul trafiği ile karşılaşmanız ya da tepelere kurulmuş çadırlarla karışık gecekondu mahallelerinin bolluğunu fark etmeniz mümkün. Şehrin her tarafından ahenkten uzak gökdelenler yükseliyor. Size ilk bakışta çok çirkin gelecek olan bu şehir, yapılacak şeylerin bolluğu ve geçirdiğiniz güzel zaman sebebiyle, kendisini sevdiriyor. Fakat çirkinliği baki kalıyor. Burada hayat, üçüncü nesil kahveciler, barlar ve alışveriş merkezleri ile alışkın olduğumuz şehir yaşamına paralel şekilde devam ediyor. Koreli turistlerden, Kore dizilerinden ve k-pop gruplarından dolayı Kore kültürü çok popüler. Kore restaurantlarını ve Kore usulü karaoke barları şehrin her yerinde görüyorsunuz. Şehre dair sizi şaşırtabilecek olan şey, burada yerleşik bir caz kültürünün olması. Ulan Batur orijinli birçok caz grubu ve bunun paralelinde kaliteli caz barlar var. Hemen her gün bir caz konserine denk gelip müzik dinlerken Altın Gobi veya Cengiz marka biraların tadına bakabilirsiniz. Vodka içmeyi tercih ederseniz, seçenekler yine bol. Tayga, Sayan, Agrar veya Altan Turuu vodkaları, çok kaliteliler. Bu caz kültürünü bir kenara bırakırsak Moğolistan’da şarkıların neredeyse yarısı, atlar için yazılmış. At, Moğol kültürü için çok önemli ve çoğu zaman can yoldaşı olarak görülüyorlar. Rengeyiği çobanlarını ararken konuştuğum rehber Mandoo, “aşk için şarkı yazma fikri, bizim için çok yeni,” demişti.
Şehrin, Narantuul adı verilen bir de büyük pazarı var. Görebileceğiniz en ilginç pazarlardan biri, çünkü şaman ayini için gerekli olan eşyalar set olarak satılıyor burada. Ayrıca Sovyet Kozmonot Yuri Gagarin ve Lenin büstlerinin yanında, uluyan bozkurt biblolarını da görebilirsiniz. Şehrin en eski müzesi, ülkenin tarihi hakkında genel bilgi sahibi olacabileceğiniz Ulusal Müze. Yeni ve modern bir binaya kurulmuş olan Cengiz Han Müzesi ise ülkenin dört bir tarafından getirilmiş eserlerle seçkin bir müze olarak inşa edilmiş. Ancak çoğu eserin yanında İngilizce açıklama olmadığı için anlatılanları anlamak zor.
Ülkede suç oranı çok düşük. Bunun sebebini, insanlarla tanışınca anlıyorsunuz. Hemen herkes hayvancılıkla geçiniyor. Ülkeye göçebe yaşam hâkim olduğu için mal mülk edinmeye diğer insanlar kadar değer vermiyorlar. Çünkü edinilen her şey, aynı zamanda hareketi kısıtlamaya ve o yaşamdan taviz vermeye daha da yaklaştırıyor onları.
Moğolistan’ın resmî dili Moğolca. Orta yaşlılar ve yaşlılar, az çok Rusça da biliyor. Şu anda yabancı dil olarak İngilizce öğretiliyor. Şehirde gezerken nadiren de olsa çok iyi İngilizce konuşan insanlara rastlayabiliyorsunuz. Türkçe ile ortak kelimeler de az değil. Erdem, bal, ağız ve altın, bunlardan birkaçı. Ayrıca Türkçe ile aynı dil ailesine mensup olduğu için Moğolcanın tınısı da bize uzak değil.
Ülkenin en popüler sporu güreş. Göçebe aileler bile güneş enerjisiyle ürettikleri elektrikle televizyonlarını çalıştırıyor ve başkentteki güreş turnuvalarını izliyor. Güreş maçları, canlı müzik eşliğinde saatler sürüyor ve hâlâ geleneksel usulle yapılıyor. Basketbol, gelişmekte olan sporlardan. Sizi çok şaşırtacak yerlerde, çoğu zaman yokluğun ortasında basket potaları görmeniz mümkün. Futbolun hiç popüler olmadığını anlamak için bir maça gitmeniz yeterli. Birinci lig maçlarında bile biletler ücretsiz. Buna rağmen maç başına ortalama seyirci sayısı yaklaşık 30.
Moğolistan’ın yemekleri çok lezzetli ve ülkenin ana geçim kaynağının hayvancılık olmasının doğal sonucu olarak hemen tüm yemeklerde hayvansal ürün var. Çoğunlukla da et. Yalnızca fotoğraflarına baktığınızda bile kolesterolünüzü fırlatabilecek olan buuz (Moğol mantısı), mantı çorbası, etli şehriye, huşhur (bir çeşit çibörek) gibi yemekleri var. Ancak Moğollar, sadece kışları yoğun şekilde et yiyorlar. Yazın o kadar enerjiye ihtiyaç duymadıklarından sütten mayaladıkları biralarla ve yine sütten yaptıkları krakerlerle geçiriyorlar günlerini. Moğol bir aileye konuk olduğunuzda size mutlaka getirecekleri şey ise süt çayı. Çaya kesinlikle benzemeyen bu tuzlu içecek, hemen her gün mutlaka önünüze geliyor. Çok lezzetli olmasa da Moğolistan’da hava sıcaklığının bazı bölgelerde bile -10’lara kadar düşebildiği bahar dönemlerinin vazgeçilmezi haline gelmiş. Süt çayı, süpermarketlerde 3’ü 1 arada tarzında, paketlenmiş şekilde de satılıyor.
Ülkenin çoğunluğu Budist. Yüzde 40’ı ise ateist. Üçüncü en yaygın din ise İslam. Ancak halkın yalnızca yüzde 3’ü müslüman. Budizmi de kendi kültürlerine ve ülkenin bulunduğu şartlara göre yorumlamış Moğollar. Din görevlilerinin giydikleri kıyafet ve seçtikleri renk farklı. Ülkenin nüfusu düşük olduğu için, Budizmin diğer ülkelerdeki yorumlarında mümkün olmamasına rağmen evleniyor ve çocuk sahibi oluyor rahipler. Hemen her dinde şamanizmin ve göçebe yaşamın etkileri var. Konuk olduğum ve ritüeline katıldığım şaman da birçok şamanın aynı zamanda farklı dinlerinin olduğunu anlattı. Turizmin yükselişiyle birlikte birçok sahte şaman ortaya çıkmış ve insanlardan yüksek bedeller talep ediyorlarmış. Öyle ki, başkentte tarifeyle çalışan bir “şaman merkezi” var. Gerçek olanları nadiren bulunuyormuş, bulunsalar da bazen ortaya çıkmak istemiyorlarmış. Şamanlar, daha sonradan diğer insanlar gibi aile hayatına, başka mesleklere sahip olsalar da çocukluktan itibaren bazı özellikleriyle yaşıtlarından ayrılıyorlar. Uzun süren uyku dönemleri, geçirilen öfke nöbetleri ve ruhlarla iletişime geçebildiğini fark etme gibi süreçlerden geçiyorlar. Ritüelde de ruhlarla bağlantıya geçtiklerini, bu ruhların bizim geçmişimize, şu anda vakit geçirdiğimiz şehirlere hatta evimize kadar gittiklerini ve hakkımızda bilgi topladıklarını söylüyorlar. Ritüelin sonunda geçmiş ya da gelecekle alakalı soru sormanıza da izin veriyorlar.