JEO-POLİTİK & JEO-STRATEJİ

JEO-STRATEJİ DOSYASI /// KUR. ALB. ÜNAL ATABAY : Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye)

Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak
(Türkiye)

Yazar: Emekli Genelkurmay Başkanlığı
Askeri Savcılığı, Genelkurmay İç Güvenlik Şube Müdürü Kurmay Albay Ünal Atabay’

Türkiye, bulunduğu coğrafi konumu gereği
sınırlarında birden fazla cephede aynı anda bir kriz yaşaması ve/veya
savaş-çatışma durumunda olması ihtimali yüksek bir ülkedir.

Biz istesek de istemesek de, yaşadığımız bölgesel
koşulların ve bölgede gelişen olumlu veya olumsuz faaliyetlerin içerisinde bir
şekilde bulunmak zorunda olacağımız ve gelecekte de bir şekilde kalmaya devam
edeceğimiz şüphesizdir.

Söz konusu coğrafi konum, küresel odakların hedefi
halindeki Ortadoğu coğrafyasıdır. Üç büyük dinin ve sayısız uygarlığın çıkış
noktası olan Ortadoğu, yüzyıllar boyunca ticari ve askeri faaliyetlerin geçiş
noktasında yer almış, önemli sosyo-kültürel medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
doğal yer altı zenginlerinden dolayı kavgaların hiç eksik olmadığı ve göz
yaşlarının dinmediği bir bölge olma özelliğini sürdüregelmiştir.

Ortadoğu’nun bugüne kadar dünyada ortak kabul görmüş
belirli bir sınırları bulunmamakla birlikte, dünya siyasi ortamında “Büyük
Ortadoğu” veya “Genişletilmiş Ortadoğu” tanımlaması ile uluslararası kamuoyunda
sınırları tam olarak tasavvur edilemeyen coğrafyasını, Cebelitarık’tan
Afganistan-Pakistan hattına kadar uzanan geniş bir bölge olarak tasvir etmek
uygun olacaktır. Bu kapsamda; Ortadoğu ülkeleri;

-Türkiye başta olmak üzere, Türkiye’nin
Güneydoğusu’nda bulunan komşuları,

-Arap Yarım Adasında bulunan ülkelerin tamamı,
Afganistan, Pakistan ve Sudan’ı da içine alan Kuzey Afrika ülkeleri,

-Doğu Akdeniz kıyısı ülkeler olmak üzere toplam 22
devletli büyük bir coğrafya olarak tanımlanabilir.

İçinde bulunduğumuz yakın vade ile gelecekte orta ve
uzun vadede tüm dünyanın ilgi ve etki alanında şüphesiz Ortadoğu olacaktır.
Ortadoğu’nun merkezinde de Türkiye bulunmaktadır.

Dünya petrol rezervlerinin önemli bölümü ile
doğalgazın % 40 gibi ciddi bir bölümü bu coğrafyadan çıkarılmaktadır. Bu
nedenle, burada cereyan eden hadiseler tüm dünyayı doğrudan veya dolaylı olarak
etkilemektedir. Dolayısıyla, olabilecek tüm gelişmelerden Türkiye’nin nasibini
almaması elbette düşünülemez.

ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice
tarafından açıklanan; “Ortadoğu
bölgesinde 22 devletin yeniden yapılanacağı…”[1]
 şeklindeki
ifadeleri de  bu öngörüyü desteklemektedir.

Yeni Dünya düzenine önce Ortadoğu bölgesinin
şekillendirilmesi ile başlanacağı ifadeleri küresel güçler tarafından her
ortamda dile getirilmektedir. Yine, Ortadoğu’daki ilk şekillendirmenin de sözde
Kürdistan’ın kurulmasıyla başlanacağı[2] açıkça
ifade edilmektedir.

Diğer taraftan, Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları
üzerinde yapılmak istenilen değişikliklerin bölge ile sınırlı kalmayacağı
düşünülmektedir. Ortadoğu’nun hemen bitişiğinde bulunan Kafkasya bölgesi,
Ortadoğu ile adeta çift yumurta ikizleri gibidirler. Bu bölgenin de yeni Dünya
düzeninde kaderleri Ortadoğu’ya benzer akıbete doğru evrileceğe benzemektedir.
Kuşkusuz bu ülkeler; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan olacaktır.

Aynı şekilde, Kıbrıs ve Akdeniz bölgesindeki bağları
nedeniyle Yunanistan’ı da aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesi gibi değerlendirmek
yanlış olmayacaktır. Hal böyle olunca, bu bölgelerle olan tarihsel bağları ve
küresel güç olmasının yanı sıra bölgeyle olan yakınlığı nedeniyle Rusya
faktörünü de birlikte değerlendirmek gerekecektir. Tüm bunlar birlikte mütalaa
edildiğinde Türkiye’nin içinde bulunduğu stratejik konumun zorluğu daha iyi
anlaşılmaktadır.

Küresel güçlerin, Ortadoğu’ya yönelik adımlarını
atarlarken bölgenin saç ayağını Türkiye’nin oluşturduğunu
değerlendirdiklerinden hiç kuşku yoktur. Halen ülkemiz üzerinde devam eden
siyasi saldırılar, küresel odakların tutumları, Dünya kamuoyundaki tartışmaları
yine birlikte değerlendirdiğimizde ülkemizin gelecekte karşılaşabileceği
zorluluklar ve tehditler açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Söz konusu zorlukların; geçmişte bölgede yaşanan
tarihsel sorunları ve halen günümüze yansıyan durumları, bölgenin etnik, dini
ve mezhepsel yapısı ile sosyo-kültürel uyumsuzlukları kapsadığını söylemek
uygun olacaktır.

Türkiye’nin bütün sınır komşuları ile yaşadığı mevcut
sorunları göz önünde bulundurulduğunda; bu durum, ülkemizin eş zamanlı olarak
karşı karşıya kalabileceği tehdidin boyutlarını ortaya koymaktadır.

Bunlar özetle;

·        
Yunanistan ile Eğe denizi-adaları ve Kıbrıs sorunu,

·        
Suriye’de devam eden iç savaş ile Suriye Kuzeyi’nde
oluşturulmaya çalışılan Kürt Özerk Bölgesi hamleleri,

·        
Irak’ta Barzani Bölgesel Yönetimi’nin bağımsız Kürdistan yolunda
halk oylaması yapacağı yönündeki açıklamaları,

·        
İran’ın, Suriye’de Türkiye aleyhine tutumu ile Irak üzerinde Şii
nüfuzunu amaçlayan Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik tehdidi,

·        
Azerbaycan-Ermenistan arasında devam eden Karabağ sorunu ve buna
bağlı devam eden sınır çatışmalarıdır.

 

Bu coğrafyanın kaderi; birden
fazla cephede aynı anda ve/veya bir birini takip eder şekilde savaşmayı-çatışmayı
içeren bir yapıya sahiptir. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde
aynı anda birden fazla cephede savaşmak zorunda kalmış ve bu koşullara daha
fazla dayanamayan Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet olarak Türkiye
Cumhuriyeti büyük zorluklarla yaratılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin Anadolu’da varlık
mücadelesinin son kalesidir. Bu coğrafyada yapılabilecek bir hatanın maliyeti
her birimiz için çok yüksek olacaktır. Çünkü, coğrafya acımasız ve pervasızca
hesap yürüten küresel güçler doyumsuz olduğu sürece, atılacak her adımda
dikkatli olmak ve en kötü senaryoya karşı hazırlıklı bulunmak, millet olarak
varlık ve yokluk arasında bir seçim yapmak anlamına gelebilecektir.

Yaşadığımız coğrafya değişmedikçe, bölgenin
karşılaşacağı tehdit de bir değişiklik olmayacağı gibi, bölgenin demografik
yapısındaki karmaşıklık ile etnik, mezhepsel çatışma potansiyeli var oldukça,
bu durumu rehabilite edebilecek toplumsal değişime-dönüşüme yönelik tedbirler
geliştirilmedikçe Ortadoğu’nun kaderi, kader olmaktan öteye geçemeyecektir.

Küresel güçlerin Ortadoğu üzerinde yeni devletçikler
planlamakta olduğu yukarıda eski ABD Dışişleri Bakanı’nın ifadesiyle
vurgulanmıştı. Bölgenin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik rehabilitesi
sağlanmadan devletlerin devletçikleşmesi, yeni devletlerin kurulması, şehir
devletçiklerinin oluşturulması, hiç bir şeyi ama hiç bir şeyi
değiştirmeyecektir.

Halen içinde bulunduğumuz küresel ve bölgesel
gelişmeler ile bu kapsamda Ortadoğu’da dayatılmak istenilen düzenlemelerin, tüm
bölgeye yayılacak şekilde çatışmalara sahne olabileceği, bu durumdan
Türkiye’nin ciddi manada etkilenebileceği, bu kapsamda; Suriye, Irak, İran,
Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs olmak üzere altı cephede, iç güvenlik
harekâtını da yarım cephe olarak kabul edersek, altı buçuk cephede eş zamanlı
bir çatışmanın yaşanabileceği kıymetlendirilmektedir.

Söz konusu muhtemel cepheleri ve ana küresel güç
odaklarının önümüzdeki süreçte bölgeye olabilecek muhtemel etkilerini de
sırasıyla incelemek uygun olacaktır.

Genel

Ortadoğu bölgesinde sayısız çıkar çatışmaları
bulunmaktadır. Muhtemelen yapılacak tüm ittifaklar kısa ömürlü olacaktır.[3] İttifak
yapmadan tarafsız kalmak da bir hal çaresi olabilir, bu durum bölgede süratli
gelişmelere ayak uydurulması bakımından ileride beklenmedik bir şekilde ortaya
çıkabilecek ittifaklara geçiş kolaylığı sağlayabilecektir.

Diğer taraftan, başlangıçtan itibaren ittifaklarda
yer almak ve etkin olmak ise, yeni gelişmelere göre değişen ittifaklar içinde
rol almak zor bir durum olabilirken, ittifak içerisinde dengeli ve/veya
ittifaklar arasında dengeli ve öngörülü tutumlar ülkemizin hareket kabiliyetini
şüphesiz rahatlatacaktır.

Arap Coğrafyası’nda oluşabilecek muhtemel
cephelerin; milliyetçilikten ziyade mezhepsel farklılıklar üzerine tesis
edileceği, mezhepsel sınırlar oluştuktan sonra, bunların da zaman içerisinde
kendi aralarında savaşacakları-çatışacakları, nihayetinde bilinen geleneksel
devletlerden ziyade küçük yerel yönetimleri içeren şehir devletçikleri
dediğimiz; mezhepsel, ekonomik, mikro milliyetçi küçük gruplar halinde
federatif ve otonomi yapılar oluşturulacağı mütalaa edilmektedir.

ABD

Söylem ve tutumları itibariyle, küresel
egemenliklerinin önünde en büyük engel olarak uluslararası terörizm olduğunu,
bunun bataklığının da Ortadoğu bölgesinde bulunduğunu kabul ettikleri
düşünülmektedir.

“Ortadoğu’ya refah ve özgürlük gelsin”, “Bölgeye barış ve
istikrar gelsin”, “Ortadoğu’ya demokrasi gelsin”
söylemleriyle,
Ortadoğu halklarının yanındaymış gibi görünerek ABD’nin refahını sağlayacak
kaynakları kontrol altında bulundurmak istemektedirler.

Bölgede kontrollü bir istikrarsızlıkla kontrolü elde
tutmaya çalışmaktadırlar. ABD-Çin’in birbirine ekonomik bağımlılığı
düşünüldüğünde, ABD-Çin arasında Ortadoğu üzerinde kısa vadede bir gerilim
yaşanmayacağı, buna mukabil ABD’nin İran ile olan ilişkilerinde gözle görülür
düzelmelerin bu aşamada Rusya-Çin-İran ittifakını zorlayacağı
kıymetlendirilmektedir.

Karadeniz’de, Romanya ve Bulgaristan’da deniz
üslerini geliştirme girişimi devam etmektedir[4],
boğazların bugünkü statüsünü belirleyen Montrö Anlaşması’nın geçerliliğini
tartışmaya açabilecektir. Rusya’da, boğazlardaki hareket kabiliyetine yönelik
sözde var olan sıkıntıları nedeniyle bu girişime muhtemeldir ki destek
olacaktır.

Türkiye’nin laik yapısını, şimdilik bölge ülkeleri
için model olarak kabul etmektedirler, bilahare onun yerine ılımlı İslam modelini
hakim kılarak tepkisiz toplum yaratılıp etkisiz hale getirmek niyetindedirler.

Ortadoğu’da iddia ettikleri gibi birinci sınıf
demokrasiye ihtiyaç duymamaktadırlar. Sömürge haline getirilmek istenilen
Ortadoğu’nun ulusal bilinçten arındırılması gerekmektedir[5]. İşte
bu nedenle, bölgede siyasal İslam üzerinden mezhepsel / tarikatsal ayrıştırmayı
elverişli bir araç olarak kullanmak istemektedirler.

Irak’taki  Sünni kesime el altından silah
yardımı yapılmaktadır. Bu durum, gelecekte Irak’ın parçalanmasında Sünni bir
devletin yaratılması anlamına gelebilecektir. Diğer taraftan peşmerge güçlerine
silah ve mühimmat yardımı da açıktan devam etmektedir.

Önümüzdeki dönemde;

Türkiye sınırından Suriye tarafına geçen kontrolsüz
gruplar nedeniyle IŞİD’e destek ulaştığını, bu durumdan endişelendiklerini dile
getirerek; sınırın karadan kontrolle birlikte Kuzey Irak’taki 36’ıncı paralel
benzeri hava sahasının uçuşa yasak hale getirilerek Türkiye’nin bölgeye
girişine engel olmaya ve böylece PYD/YPG güçlerinin güvenliğini sağlayarak
sözde Kürt Özerk Bölgesi yapılanmasının taşlarını döşemeye devam edecekleri ve
Rusya ile birlikte kendi nüfuz bölgelerini belirleyecekleri
değerlendirilmektedir.

Diğer taraftan, Katar krizi üzerinden Suudi
Arabistan’ı kullanarak Katar’a saldırtmak ve orada yaratacağı siyasi değişim
üzerinden Türkiye’yi sıkıştırarak bölgede yeni bir stratejik blok oluşturmak
isteyeceklerdir.

İran’ı, oluşturulacak Arap ittifakı ile kuşatarak
baskı altına alacakları ve aynı paralelde İran’da iç karışıklık çıkarılmasına
çalışacakları, Katar gerilimi üzerinden Araplar arasında oluşabilecek yeni
ittifaklara göre yeni iş birlikçi ülkelerini belirleyecekleri, bir taraftan da
aralarında husumet oluşturmak suretiyle Arap Yarımadası’na yönelik yeni bir
hizalandırma ve jeo-politik düzene kapı aralayabilecekleri
değerlendirilmektedir.

Rusya

Ortadoğu bölgesi ile Osmanlı İmparatorluğu döneminden
beri sıcak denizlere ulaşmak politikası çerçevesinde aktif olarak
ilgilenmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan paylaşım planları
içerisinde yer almıştır. O tarihlerde eğer Bolşevik İhtilali gerçekleşmeseydi
Ortadoğu’daki mandater devletlerden birisi olacaklardı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan koşullarda BM
çatısı altında Araplar lehine tutumu ve 1956 Süveyş bunalımında yaşananlar
Arapların Rusları bölgede bir denge unsuru olarak görmelerine neden olmuştur.

Yakın çevre politikası kapsamında; bir taraftan
Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna Doğusu’nun örtülü işgalini uluslararası baskılara
rağmen sürdürürken, bir taraftan da uzaktan güvenlik kapsamında, Suriye başta
olmak üzere Ortadoğu’daki etkinliğini artırma gayretini devam ettirmektedir.

ABD’nin Müslüman Dünyası’na yönelik tutumları ve
Ortadoğu’yu dizayn etmek için gösterdikleri gayret bilhassa Arap liderlerini
ciddi anlamda kaygılandırdığından, bu durum Rusya’nın bölgede önemli bir denge
unsuru olarak gücünü korumasına sebep olmaktadır.

Rusya’nın Sovyetler Birliği döneminden kalan, ama
bugün halen geçerliliğini koruduğunu söyleyebileceğimiz stratejisi, sıcak
denizlerle kucaklaşan enerji havzasının kontrolüdür. Bu çerçevede Suriye’de
uzun yıllar tahkim edilmiş kazanımlarını kaybetmek istemeyeceği bir gerçektir.
Küresel güç olmanın yolunun Ortadoğu denkleminde yer almaktan geçtiğini çok iyi
bildiği şüphesizdir.

Ayrıca, Ortadoğu’da Kürt kartını elinde tutanın da,
bölgede etkin söz sahibi olacağını düşünenlerdendir. Bu alanda Türkiye’nin
rahatsız edilmeden ABD’nin yanı sıra Kürt’ler üzerinde rol oynamak
istemektedirler. Bu alanda, ABD-Rusya arasında gizli bir antlaşmanın
olabileceği gerçeğini de hatırdan çıkarmamak gerekecektir.

Önümüzdeki dönemde;

Rusya’nın, uzaktan güvenliğini sağlayan Ortadoğu
bölgesindeki menfaatlerini daha fazla riske atmadan, Suriye’deki mevcut askeri
varlığını gittikçe artıracağı ve ABD ile birlikte Ortadoğu’da nüfuz alanlarını
daha net belirleyecekleri öngörülmektedir.

AB

Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa,
Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede etkinliklerini sürdürürken İkinci Dünya
Savaşı sonrasında bölgenin sorumluluğunu ABD’nin omuzlarına bırakmışlardır.

Bugün içinde, Avrupa’nın ABD ile aynı kültür
dinamiklerine sahip olması, diplomatik bir çok meselede ABD ile aynı çizgide
bulunması gibi etkenlerle bölgeye dönük uygulamalarda birlikte hareket
edeceklerini söylemek yanlış olmayacaktır.

Bölge, bazı AB ülkeleri için de değişik sorunların
kaynağı olarak görülmektedir. Bu nedenle bölge, ABD ve AB çıkarlarının
korunması açısından müşterek ilgi alanı haline getirilmek istenmektedir[6].

AB ile ABD’nin Ortadoğu’da giderek  örtüşen
menfaatleri, Türkiye için bölgede üstlenilebilecek yeni bir rol yarattığına
inanmaktadırlar. Bu rol; Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içerisinde model
oluşturması şeklindedir. Türkiye’nin AB içinde yer alması yerine, Büyük Ortadoğu
Birliği içinde bulunması, şüphesiz AB’nin yararına olacaktır[7].
AB’ye üye olma yolunda, ulusal değerleri aşındırılmış bir Türkiye; Büyük
Ortadoğu Projesi içerisinde yer almaya uygun hale getirilmiş olacaktır.

Önümüzdeki dönemde;

Bölgedeki gelişmeler devam ederken, Avrupa
ülkelerinin de kendi aralarında ekonomik birlikteliği sürdüremeyecekleri bir
dönemeçe doğru savrulacakları düşünülmektedir. Bu durumun sadece siyasi
birlikteliği sonlandırmaya doğru evrilmesine neden olabileceği gibi, bunun yanı
sıra Avrupa ülkeleri arasında çatışmaların da yaşanabileceği
değerlendirilmektedir. Nitekim Almanya Başbakanı Merkel’in; “Kimse Avrupa’ya bir yarım yüzyıl daha barışın hakim olacağına
inanmamalı. Eğer Euro çökerse, Avrupa’da çöker. Bu olmamalı”[8]
 ifadeleri
ile yakın gelecekte Avrupa’da da istikrarın bozulabileceği işaretini vermiştir.

Ekonominin bozulmasına bağlı olarak sosyal
kargaşanın artabileceği, bunun yaratacağı etki ile kıta genelinde ırkçılık ve
yabancı düşmanlığının  yayılacağı, böyle bir gelişmenin Yunanistan’da 2008
ve 2011 yıllarında yaşanan sosyal patlama benzeri toplumsal bir harekete
dönüşerek tüm Avrupa’yı sarabileceği değerlendirilmektedir.

Avrupa’nın, Ortadoğu’daki gelişmeler paralelinde
böyle bir rastlantısal sorunu yaşaması halinde, Ortadoğu bölgesinin değişiminde
ABD ve Rusya ile birlikte AB’den resmen ayrılma arifesinde olan İngiltere’nin
başat rol alacağı söylenebilir.

Çin

Dünya tarihinde ilk medeniyetlerin ortaya çıktığı
merkezlerden biri olan Çin, küresel siyasetin etkin aktörlerinden biridir.
Dünya’nın ABD’den sonra en büyük petrol ithalatçısıdır. En büyük petrol
ithalatını Suudi Arabistan’dan yapmaktadır.

Çin’in Ortadoğu bölgesinde geçmişte sömürgeci
geçmişinin olmaması, Arap-İsrail ilişkilerinde denge politikası gütmesi, kısmen
Araplar lehine tavırları ve bölgedeki iş birliği faaliyetleri nedeniyle,
Ortadoğu ülkeleri Çin’i ABD’ye karşı bir denge unsuru olarak görme
eğilimindedirler.

Önümüzdeki dönemde;

ABD’nin bölge ülkeleri üzerindeki tutumlarını
dengelemeye çalışacağı, tedbirli diplomasi ışığında menfaatlerinden
vazgeçmeyeceği, özellikle İran ile ilişkilerini gelişmelere bağlı olarak
destekleyeceği ve İran lehine müdahil olabileceği değerlendirilmektedir.

ABD’nin bölge üzerinde tek yanlı emrivaki
düzenlemeler yapması yönünde bir irade belirmesi halinde, Çin-Rusya ikilisinin
birlikte hareket edebilecekleri düşünülmektedir.

Suriye

ABD ve Rusya’nın Suriye üzerindeki stratejik güç
mücadelesi, Esat yönetimini şimdilik ayakta tutmaya sevk etmiş, güç
mücadelelerine bağlı iç çatışmanın uzamasıyla birlikte kaos, karmaşık ilişkiler
ağı ve adeta yumaklaşan uluslararası bir insanlık sorunu halini almıştır.

İç savaşın yarattığı travma, asırlardır oluşmuş
demografik yapıyı kökünden sarsmış ve bu kapsamda toplumun ayrışan dinamikleri
üzerinden artık bir araya getirilmesi yeteneği yitirilmiş, kapanın elinde kalır
düşüncesiyle tüm gruplar kendi geleceğini tayin etmekte destek bulacağı
ittifaklar ile taraflarını oluşturmaya girişmişlerdir.

Önümüzdeki dönemde;

Suriye iç savaşının 3-5 yıldan önce bitmeyeceği, bu
süreç içerisinde müstakbel Suriye Federasyonu için, ABD’nin başta Suriye
Kuzeyi’nde güvenli bölgeler maskesi altında PYD/YPG güçleriyle özerk bir bölge
için alt yapısının tamamlanacağı mütalaa edilmektedir. İç savaş sonrasında
hazırlanacak yeni anayasa ile birlikte Irak kuzeyinde olduğu gibi Kürt yerel
yönetimi şeklinde bir düzeninin tesis edileceği, Akdeniz kıyısında Esat
ailesinin kontrolünde ve Rusya’nın hamiliğinde Nusayri-Alevi devletçiğinin
kurulacağı, diğer bölgede Irak’la da bütünlük sağlayacak şekilde Sünni bir
devletçiğin oluşturulacağı düşünülmektedir.

İran

Jeostratejik konumu, enerji zenginliği, toprak
büyüklüğü ve tarihten gelen siyasi, dini ve kültürel özellikleri ile
Ortadoğu’nun anahtarı konumundadır. Ancak, rejimi ve ülkeler arası ilişkileri
nedeniyle potansiyelini beklenilen seviyede harekete geçirememektedir.

Mevcut mezhepsel yapısı üzerinden; Irak, Suriye ve
Lübnan hattından Akdeniz’e uzanan bir Şii koridoru oluşturulmasını düşündükleri
ve böylece İsrail’e daha yakın bir tehdit oluşturmak, kendisine olabilecek
tehditi uzaktan karşılamak istemektedirler. Bu kapsamda, radikal dini gruplarla
iş birlğini şiar edinmişlerdir.

Kapalı rejimi nedeniyle dışa dönük ilişkilerinde
yanlızlık hakimdir. ABD’nin haydut devletler kategorisinde bulunmaktadır[9]. İran
nüfusunun yarısına yakınını oluşturan Azeri Türkleri ABD tarafından yakın
markaja alınmıştır[10].
Böylece, başta Azeriler olmak üzere ayrılıkçılık tohumları taze tutulmaktadır.

Katar krizinin, Türkiye’nin Katar ile gelişen
münasebetleri nedeniyle İran-Türkiye yakınlaşmasını doğal olarak olumlu yönde
tetikleyebileceği, ancak ABD’nin bu duruma geliştireceği tavırla bu ilişkinin
daha ileri boyuta taşınamayacağı düşünülmektedir.

Önümüzdeki dönemde;

ABD-İran geriliminde Türkiye’nin, takınacağı tavırda
ikilem yaşayacağı, muhtemelen ABD’nin yanında rol almak zorunda kalacağı, bu
durumda; ABD-İran hesaplaşma sahasının Türkiye olacağı ve bu gelişmelere bağlı
olarak İran’ın PKK başta olmak üzere radikal dini örgütleri kullanabileceği
düşünülmektedir. ABD’nin desteğiyle küresel güçler tarafından Azeri bölgesi olan
Kuzey İran üzerinde Türkiye’nin Azerbaycan’la iş birliği halinde etkili
faaliyetlerde bulunulması istenebilecektir.

Muhtemel İran-Türkiye gerilimi ile beraber, İran
içerisinde etnik kaynaklı hareketliliğin artacağı ve rejim değişikliğine doğru
evrileceği, Suriye benzeri kitlesel göçlerden Türkiye’nin ciddi olarak
etkilenebileceği, tüm bu gelişmeler devam ederken, daha fazla özgürlük
sloganıyla çalkalanacak olan İran’ın Suriye iç savaşından çıkarttıkları dersler
üzerinden ana ayrılıkçı kitleyi (Azeri, Kürt,
Belucistan, Luristan, Kuzistan)
 çatışmaya fırsat vermeden
federatif hale dönüştürebileceği değerlendirilmektedir. Bilahare Azeri ve
Kürtlerin ise İran Federasyonu şemsiyesinden tamamen çıkacakları mütalaa
edilmektedir.

Irak

İçinde bulundurduğu farklı etnik, dini
topluluklardan dolayı dış etkilere ve karmaşaya hazır yapısı ile hep sorunlu
bölge olmuştur. Son 20 yıl içerisinde ABD’nin iki müdahalesini yaşayan Irak;
federatif yapısı önemli derecede gevşemiş bir devleti, perişan olmuş ve
geleceğini öngöremeyen bir halkı bulunmaktadır[11].

Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, tek taraflı aldığı ve
25 Eylül 2017 tarihinde yapacağı bağımsızlık referandum kararı[12] ile
Irak’ın toprak bütünlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. Referandum yapılsa bile
şimdilik bağımsızlık ilanında bulunamayacakları, geleceğe dönük ellerinde bir
manivela unsuru olarak tutacakları düşünülmektedir.

Diğer taraftan, bağımsız istikrarlı bir Kürt bölgesi
ve Federal Irak’ın ortadan kaldırılarak Sünni-Şii mezhepsel temelinde ayrı
küçük devletçiklerin oluşumu ile Türkiye’ye rahatlama sağlayabileceği inancı
yaratılarak, Suriye’nin Kuzeyi içinde, benzer şekilde Türkiye’nin endişelerini
ortadan kaldırabilecek bir modelin oluşturulmak istendiği
değerlendirilmektedir.

Yunanistan

Ege bölgesinde Lozan Antlaşması ile Türk
egemenliğinde kalan 18 ada 2004 yılından beri Yunanistan tarafından
sahiplenilmiştir[13]. Ege’de
tek taraflı olacak şekilde deniz ve hava sahası ihlalleri öteden beri
süregelmektedir. Kıbrıs meselesinin görüşülmesinde uzlaşmaz tutumları ise bir
taraftan devam etmektedir.

Önümüzdeki süreçte;

Ege Denizi’nde 18 adanın dışında kalan bazı 
adaları da işgal etmeye devam edecekleri, bu adaların karasularını 6 mil olarak
uygulamaya koyacakları ve Ege Denizi’ndeki hareket kabiliyetimizi önemli ölçüde
kısıtlamaya yönelebilecekleri düşünülmektedir. Trakya’da yaşayan Türk azınlık
üzerinde de gittikçe artan bir baskı uygulamaya koyacakları bir diğer yakın
tehdit olarak öngörülmektedir.

Ermenistan

Ermeni tarihi ve gelişimi hakkında çok sayıda tahmin
ve efsaneler var olmakla birlikte, tam olarak belge ve kaynaklara bağlı
bilgiler mevcut değildir.

Türkiye, Ermenistan ile sorunlarını barışçıl yönden
çözme yolunu benimsediğini tüm Dünya’ya duyurmasına rağmen Ermenistan’ın tek
taraflı tutumu nedeniyle ilerleme kaydedilememektedir.

Azerbaycan topraklarının bir kısmını haksız bir
şekilde işgal etmiş ve halen Azeri-Ermeni sınır çatışmaları, gerek
Azerbaycan’ın gerekse Türkiye’nin sabırlarını tüketmektedir. Uluslararası
konjonktürün kendi lehine oluştuğuna inandıkları bir anda kendi güvenliğini
bahane ederek Rusya’nın da desteğiyle Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk
Cumhuriyeti’ni ilhak etmeye kalkışabileceği değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak;

Türkiye’nin komşularıyla ve küresel güç odaklarıyla
münasebetleri karmaşık yapıdadır. Yeni Dünya düzeninin dayatmacı gelişmeleri,
müstakbel düzen değişikliğinin yaşanabileceği coğrafyanın merkezinde
bulunulması, bölge ülkeleri ile olan tarihsel bağları ve bu durumun yarattığı
sorumluluklar birlikte mütalaa edildiğinde, Türkiye, Ortadoğu sahasında gelişen
tehdit karmaşıklığına göre,

Yakın vadede;

Yurt içi, Musul-Kerkük dahil Irak Kuzeyi ve Suriye
Kuzeyi olmak üzere üç ayrı bölgede kendi kendine yeterli ve bölgede yeni Orta
Doğu şekillendirilinceye kadar uzun bir süre kalacak şekilde mücadele konsepti
uygulamak zorunda kalacağı değerlendirilmektedir.

Orta vadede;

Tehdit senaryosuna; İran, Ermenistan, Yunanistan ve
Kıbrıs coğrafi bölgesinin de dahil olabileceğini düşünerek yani altı cephede,
iç güvenlik harekâtı çatışma alanını yarım cephe olarak kabul edersek altı
buçuk cephede eş zamanlı bir savaşın / çatışmanın yaşanabileceği
düşünülmektedir.

Trakya bölgesinde ise; Ege’deki hak ve
menfaatlerimizin korunması için gerektiğinde dar bölgeli sınırlı bir ileri
harekâtı öngören asgari yeterli kuvvet bulundurulması kısa ve orta vadede
Türkiye’nin bekası için kaçınılmaz olacaktır

Söz konusu cephelerle birlikte, yurt içinde doğu ve
batı derinliğinde iki alanda konuşlu süratli stratejik ihtiyatlar olmak üzere,
gerektiğinde altı ayrı bölgeye aynı anda angaje olacak şekilde ana kuvvetlerin
teşkilini şimdiden yeni bir konsept ışığı altında yapılandırmak zorundadır.

Anılan yapılanmada; önümüzdeki süreçte araziden
ziyade şehir merkezli kontrollerin daha ön plana çıkacağı dikkate alınarak;
meskûn mahalleri kontrol edecek karma unsurlardan oluşturulacak birlikler ile
özel bölgesel propaganda unsurları başta olmak üzere iyi bir teşkilatlanmaya
gidilmesi hayatidir. Ayrıca özel kuvvetler yeteneği ile destekli yurt dışı
alanda yerel müzahir kitleyi oluşturacak kabiliyetlerin de tüm bölgeyi
kapsayacak şekilde şimdiden düzenlenmesi diğer bir hayati organizasyon olarak
görülmektedir.

[1]Washington
Post Gazetesi, “Orta Doğu’yu Dönüştürmek”, Condoleezza Rice, 2003.

[2]Salim Yavaşoğlu, “Kürdistan, Akdeniz’e Çok Yakın”,
www.yenicaggazetesi.com.tr/109666h.htm, 08.02.2015.

[3]Sait YILMAZ, Ortadoğu’da Başlangıcın Sonu; Sıradaki Savaşlar, www.ulusal.com., 18 Şubat 2016,

[4]Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, USAK Yay., Ankara,
Aralık 2009, s.118.

[5]Çetin Ağase, Analiz: Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, www.cetinagase.net, 26 Aralık 2016.

[6]Çetin Ağase, a.g.a.

[7]Çetin Ağase, a.g.a.

[8]Avrupa, 2018’de Savaşa Giriyor, Habertürk, www.haberturk.com/683829, 31.10.2011.

[9]Çetin Ağase, a.g.a

[10]Ferai Tınç, ABD’nin Azeri Kozu, www.hürriyet.com.tr, 06.06.2003.

[11]Abdulkadir Kahraman, Irak’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği Üzerine
Muhtemel Senaryolar, YLT, İstanbul. 2008,

[12]Cahit Armağan Dilek, Barzani Bölgesinde ve Kerkük’te Bağımsızlık
Referandumu, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 09.06.2017.










































































































































































































































[13]Saygı Öztürk, Lozan’ın Yıldönümünde Yunan Tahriki, Sözcü Gazetesi,
24.07.2017.