TERÖR

PKK ÖRGÜTÜ DOSYASI /// ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye

ABD-PYD : Devlet-Örgüt
İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye

Cahit Armağan Dilek

·        
 

ABD
Başkanı Trump’ın, aslında 2015’te başlamış olan, YPG’ye ağır silahlar dahil
askeri yardım verilmesini resmileştiren kararıyla birlikte ABD-PYD ilişkileri
ve ABD-Türkiye ilişkileri yeniden gündemde. Ama bu ilişki luanda medyada
işlendiği gibi yeni başlayan sıradan bir ilişki değil. Bunun böyle olmadığını
ABD-PYD ilişkisinin aylar öncesinde bile adeta devletten-devlete bir ilişkiye
dönüştüğünü ortaya koymuş ve tespitlerimizi içeren yazımız TEORİ dergisinin
Ekim 2016 sayısında yayımlanmıştı. Gelinen durum itibaiyle bölgemizde dönen
dolapları daha iyi kavrayabilmek adına söz konusu yazımızı bir kez de burada
yayımlama ihtiyacı duyulmuştur.

İşte Ekim 2016 tarihli o yazımız…

 

Türkiye’de
PYD’nin adının kamuoyunda duyulmaya başlaması Ocak 2013’te PKK terör örgütünün
İmralı’daki hükümlü lideri Abdullah ÖCALAN’ın, perde arkasından hükümete daha
doğrusu Başbakan’a ulaşıp ikna etmesiyle hayata geçirilen Çözüm Süreci ile
birlikte oldu. O dönemde Barzani’nin yanında, birden bire Suriye’deki iç savaş
nedeniyle Suriye kuzeyinde yeni bir aktör olarak beliren PYD’nin lideri olan
Salih Müslim de çözüm sürecinin bir aktörüymüş gibi sunuldu. Türkiye’de bir
siyasi aktör kimliğiyle kırmızı halılarda karşılandı, devletin en üst
makamlarında muhatap alındı, görüşmeler yapıldı.

PYD’yi kim kurdu, nasıl kuruldu?

İşte
burada biraz geri gidelim ve bir süre Çözüm Sürecinde muhatap olan PYD’nin
kuruluşuna ve PYD’nin nasıl ortaya çıktığına bakalım. PYD ve yandaşı kaynaklara
bakılırsa:

“PYD,
Suriye Kürt bölgesi Rojava’da bulunan bir Kürt partisinin ismidir. 2003 yılında
Suriyeli Kürtler tarafından kurulmuştur. PYD’nin Kürtçe açılımı Partiya
Yekîtiya Demokrat (Demokratik Birlik Partisi). PYD’nin başkanı Salih
Müslim’dir.”

Bunlar standart ifadeler. Peki gerçek durum nedir?
Bunun cevabını da, Suriye’de IŞİD terör örgütüyle mücadele kapsamında PYD/YPG’nin iki
yıl içinde %200 civarında toprak işgal ederek, tüm Suriye kuzeyinde kendilerine
ait bir bölge oluşturmaya başladıklarının görülmesi üzerine Türkiye’nin PYD’ye
karşı sert tavır alarak ve ABD’yi PYD/YPG’nin bir terör örgütü olduğuna, hatta
PKK’nın Suriye kolu olduğuna ikna etmek üzere Türk makamlarınca hazırlanan ve
ABD’li yetkililere gönderilen 55 sayfalık bir rapordan
 öğreniyoruz.

 

Buna göre; PYD’nin 2003’te bizzat Abdullah Öcalan’ın
talimatıyla kurulduğu, PYD’nin nasıl ve ne şekilde kurulması gerektiği gibi
konularda avukat görüşmesindeki talimatları da raporda yer aldı. Raporda
Öcalan’ın, “İran’da demokratik İslam esprili bir parti, Suriye’de ise demokratik
birlik partisi
 adıyla olabilir. Suriye’nin akılsızlık
yapacağını sanmıyorum. Zayıf bir rejim, Beşar’ı da fazla zorlamamak lazım.
Suriye Kürtleri bu süreçte motor gücü oynayabilir” dediği ve PYD isminin de
bizzat Abdullah Öcalan tarafından belirlendiği anlatıldı.

 

Öcalan’ın
hazırladığı ve dört parçalı büyük bağımsız Kürdistan’ın anayasası olarak
düşünülen KCK Sözleşmesinin, terör örgütünün Haziran 2005’deki kurultayında
kabul edildiğini biliyoruz. Bu sözleşmedeki maddeler bağlamında, 2007’de
KCK-Rojava ile birlikte PYD’nin misyon ve faaliyetlerinin de yeniden revize
edildiğini görüyoruz. Bu tarihten itibaren, PYD’nin bir yandan sözde legal
zeminde faaliyet yürüten siyasi bir parti izlenimi vermeye çalıştığı, diğer
yandan diplomatik alanda organize olduğu ortaya çıkıyor.

ABD’ye
verilen söz konusu raporda, 2011’de Suriye’deki iç savaşla birlikte doğan
otorite boşluğundan istifade eden KCK-Rojava’nın özerk bir yönetim oluşturmak
amacıyla PYD’yi devreye soktuğuna dikkat çekiliyor. PYD’nin, KCK üst
yönetiminin talimatıyla hareket ettiği de raporda vurgulanıyor. PYD’nin bu
kapsamda, 2011’den itibaren silahlı kanadı YPG (YPJ)’yi oluşturmaya başladığı
ve sahaya sürdüğü görülüyor. YPG, PYD’nin silahlı kanadının ismidir. Kürtçe
ismi “Yekîneyên Parastina Gel” şeklindedir.Türkçe anlamı ”Halk Savunma
Birlikleri”dir. YPJ ise YPG’nin kadın savaşçı birliklerine verilen isimdir.
Kürtçe ismi “Yekîneyên Parastina Jin” yani, “Kadın Koruma Birlikleri” anlamına
gelmektedir.

ABD raporlarına göre PYD

 

PYD ve onun kamuoyunda daha çok bilinen silahlı
kanadı YPG’nin, KCK yapılanması içindeki yerini gösteren bir tablo yazının
sonuda yayımlanmıştır. ABD’nin karar vericileri üzerinde çok etkili olduğu
bilinen düşünce kuruluşu CFR’nin yayınladığı bir
çalışmanın eki olarak Internet ortamında bulunan ancak Türkiye’de ilk defa bu
çalışma ile birlikte sunulan tabloda, PYD ve YPG’nin KCK yapılanması içindeki
konumu ve PKK ile bağlantısı net bir şekilde ortaya konulmuştur.
 Bunun
bir CFR yayını olması da Amerikan siyasetinin görüşünü de yansıtması,
bugünlerde yoğunlaşıp müttefikliğe dönüşen ABD-PYD ilişkilerini anlama
bağlamında önemlidir.

 

CFR çalışmasındaki başka tabloda PYD’nin
Ortadoğu’daki “Kürt siyasi hareketlerinden biri” olarak
sunulması, ABD’nin PYD’yi nasıl gördüğünü ortaya koyması açısından yine
önemlidir. Bunların yanında, ABD’nin PYD’yi nasıl gördüğüne ilişkin olarak bazı
resmi Amerikan dokümanlarında da ilginç bilgiler var. Örneğin ABD’nin her yıl
yayımladığı terörizm raporunda…

 

ABD
hükümetinin terörle ilgili elde ettiği tüm istihbaratı bir araya getiren ve
analiz eden, ana kuruluşu Ulusal Terörle Mücadele Merkezi’nin (NCTC)
internet sitesinde bulunan “terör grupları” başlığı altında
PKK örgütü hakkındaki bilgiler Kongra-Gel (KGK) başlığında veriliyor. İşte
burada, 2013 yılındaki raporda PKK ile ilgili bölümün son kısmında ise,
KGK’nın Suriye’nin kuzeyinde varlığını artırdığı belirtiliyor ve PYD, “KGK’nın
Suriye kolu” olarak tanımlanıyordu. Bu bölümde şu ifade bulunuyordu:

“Kuzey
Irak’taki kalesine ek olarak, KGK’nın Suriye kolu olan Demokratik Birlik
Partisi (PYD) Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca
Kürt bölgelerinde kontrol sağlayarak varlığını artırdı, bu da Türkiye’ye
yönelik tehdidin yükselmesi ve sınır boyunca gerilimin artmasına dair
endişeleri doğurdu.”

2013
yılında yayımlanan belgede ve kuruluşun internet sitesinde PYD’nin KGK’nın
Suriye kolu olduğuna ilişkin ifade yer alırken, 2014 ile 2015 yıllarına ait
belgelerde bu ifade bulunmuyor. 2015’teki Terörle Mücadele Yıllığı’nın indeks
kısmında PYD’nin isminin 124’üncü sayfada yer aldığı belirtilmesine rağmen, bu
sayfaya bakıldığında PYD ile ilgili bir ifadeye rastlanmıyor.

PYD’yi ABD için vazgeçilmez yapan gelişmeler

 

İşte
ABD’yi bu değişikliği yapmaya zorlayan husus ise Suriye’deki gelişmeler oluyor.
Çünkü IŞİD tehdidiyle birlikte sahada işin rengi değişmeye başlamıştı.
Suriye’de de IŞİD’e karşı bir cephe açılacağı aşikardı. ABD’nin Irak’ta
kullanabileceği yerel unsurlar vardı, Bağdat hükümeti resmen yardım çağrısında
bulunmuştu ama Suriye’de böyle bir durum söz konusu değildi. En azından kamuoyu
öyle biliyor. Ama aşağıdaki açıklamalar gösterecek ki Suriye’de kullanabileceği
tek yerel güç PYD ve onun silahlı kanadı YPG/YPJ için yılar öncesinden başlayan
bir hazırlık vardır.

Çünkü
PKK ve PYD, Suriye’deki iç savaşın kendilerine yaratacağı fırsatı daha önceden
gördüğünü, Suriye iç savaşının PKK’nın hükümlü lideri Öcalan’ın KCK
sözleşmesinde bahsettiği dört parçadan biri olan Batı Kürdistan’ın (onlara göre
Rojava) oluşturulması için silahlı güce ihtiyaç duyacaklarını tespit
etmişlerdi. İşte yukarıda konuyu Çözüm Süreci bağlamında ele almamızın nedeni
de bu.

2012 Sonbaharı’nda Türkiye’de PKK ile yoğun bir
terörle mücadele sürdürülürken Kandil’deki elebaşlarından M. Karayılan tarafından
yapılan bir açıklamada, Suriyeli Kürtlerin bugünleri görerek 2011’den hatta
öncesinden silahlanmaya başladıkları kendi yapılarını oluşturarak mücadeleye
başladıkları, şimdi Kandil’in de Suriyeli Kürtlere yardım edeceği söyleniyordu.
Nitekim,  2013 başında başlayan Çözüm Sürecinin yani onlara göre
çatışmasızlık sürecinin de, Türkiye’deki teröristlerin de (raporlara
göre en az 2000’i silahlı PKK’lı terörist olmak üzere, 8.500 PKK’lı Türkiye’den
Suriye kuzeyine geçti)
 Suriye’de PYD/YPG saflarında savaşmak
üzere kullanıldığı ortaya çıktı.

 

PYD’nin
merkezi Kamışlı’dadır. Ancak PYD, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından
itibaren, Kürt nüfusun Suriye kuzeyinde en yoğun olduğu Afrin, Ayn el-Arap ve
Haseke bölgelerinde örgütlenmeye ağırlık vermiştir. 2011’de, Suriye’deki iç
savaşın yarattığı ortamda iktidarını sürdürmeyi öncelikli hedef olarak
belirleyen Şam yönetimi, Suriye kuzeyini adeta PKK/PYD’ye devretmiştir. 
Nitekim Esad rejimi ilk etapta, geçmişte tutuklayıp serbest bıraktığı ve ülkeye
girişini yasakladığı PYD lideri Salih Müslim’i Suriye’ye davet etmiş,
görüşmeler yapmış, hapishanelerdeki PYD’lileri serbest bırakmış, PKK/PYD’nin
Suriye kuzeyindeki varlığını desteklemiş, örgütün PYD yapılanması çerçevesinde
ülkedeki siyasi ve silahlı faaliyetlerine göz yummuştur. Esad yönetimi bütün
bunları hem mecburiyetten hem de kendisine karşı oluşumları destekleyen Türk
hükümetine cevap olarak yapmıştır.

Tabi
Şam yönetimiyle PYD arasındaki ilişkilerin gelişmesinde asıl aktörün Öcalan
olduğunu görüyoruz. Nitekim KCK soruşturması kapsamında, 2012 yılında
hazırlanan ikinci iddianamede PYD ile ilgili bilgilere de yer verilmişti.
İddianamede, Öcalan’ın Nisan 2011’de avukatları aracılığıyla Esad’a bir
işbirliği mektubu gönderdiği, mektupta PYD’ye ülkenin kuzeyinde sağlanacak
idari yetkiler karşılığında, örgütün rejimi destekleyeceğinin ifade edildiği
bilgisi yer alıyordu. Hem PYD’nin kurulmasını hem de PYD’nin Şam yönetimiyle
Türkiye aleyhine bir işbirliğine yönelmesini sağlayan kişi Öcalan’dır ve bu
projenin sahibidir. Öcalan bütün bunları yaparken Türkiye’nin kontrolünde bir
hapishanede hükümlüdür, her türlü iletişimi denetime tabidir. Dolayısıyla
Türkiye’nin kendi aleyhine gelişmelere izin vermesi anlaşılır değildir.

ABD-Öcalan-PYD üçgeni

 

Bu
konu doğrudan ABD-PYD ilişkisiyle bağlantılı değil gibi gözükse de aslında
doğrudan bir bağlantı vardır. O da Öcalan’ın 1999 yılında Türkiye’ye bir ABD
operasyonuyla teslim edilmiş olmasıdır. Çünkü, Öcalan Türkiye’ye belli şartlar
altında teslim edilmiştir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011’de
bir televizyon programında yaptığı açıklamada, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim
şartlarını şu şekilde açıklamıştır: Öcalan’ın yolda ölmemesi, doğru bir dava
görmesi, idam edilmemesi ve Kürt sorununun siyasi olarak çözülmesi. İşte bu açıklamadaki
Kürt sorunu ifadesi önemli bir ifadedir ve Türkiye’deki açılım politikaları,
çözüm süreci ve PKK’nın talep ettiği büyük Kürdistan içinde kalan Suriye kuzeyi
ile de bağlantılıdır.

Bu anlamda 1999’a kadar terörle sonuç alamayan PKK
terör örgütünün arkasındaki asıl güçler, bu sefer terörün siyasallaştırılması
yolunu seçmişler, Öcalan’ı da bu işi yürütecek aktör olarak, bir Truva
atı
 gibi Türkiye’ye teslim etmişlerdir. Truva atı Öcalan
2003’te Irak’ın işgali sürecini bir işaret fişeği gibi görmüş, yaratılan
ortamdan istifadeyle hapishaneden avukatları aracılığıyla hem Kandil hem de
Suriye kuzeyindeki hücrelerine talimatlar göndermiş, 2003’te PYD’nin, hem de
bizzat adını belirterek kurulmasını sağlamıştır. Bu arada terörle mücadele,
ABD’nin de dayatma politikalarıyla Türkiye’de siyasallaşmış, PKK Suriye kolunu
kurmuş, uygun zamanın gelmesini (önce iç savaş sonra IŞİD tehdidi) beklemiştir.
Böylece Kenya’da başlayan PKK (Öcalan)-ABD ortaklığı, Ayn el Atap’ta
PYD/YPG-ABD ortaklığıyla yeni bir safhaya geçmiştir.

 

PKK; ABD’nin Türkiye’ye yönelik manivelası

 

Tabi yukarıdaki sonuca nasıl ulaşılabileceğini
anlatmak için başka bir konuyu da açıklamak gerekecektir. Bunun için de, daha
önce 21.yy Türkiye Enstitüsü web sayfasında yayımladığımız bir çalışmadan
bahsetmeliyim. Okuma şansımın olduğu bir ABD gizli belgesindeki tespitlere
dayanarak hazırladığım yazıda, ABD’nin Türkiye’ye yönelik politkalarında
kullandığı manivelaları ortaya koymuştum. Buna göre, aynen o yazının başlığında
da ifade ettiğim gibi, ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikalarında dört ana
manivela vardı. Bunlar NATO, İncirlik, PKK ve cemaat. Özelikle 2003’ten
günümüze Türkiye-ABD ilişkilerine bakıldığında, ABD’nin bu dört manivelayı
kullandığını göreceğiz. Bazen ayrı ayrı, bazen birer ikişer devreye sokulan bu
manivelaların, özellikle IŞİD tehdidinin ortaya çıkmasıyla birlikte hepsinin
birden devreye sokulduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, ABD-PYD ilişkisinin PKK
manivelası üzerinden devreye sokulduğunu, PKK’nın da “Truva atı olarak
Türkiye’ye teslim edilen Öcalan”  üzerinden sağlandığını görmemiz
lazım.

 

ABD-PYD ilişkisini dönüştüren etken: IŞİD

 

Bu
temel yapıyı aklımızda tutarak tekar güncele döndüğümüzde, Suriye kuzeyinde
böyle bir oluşum gittikçe güçlenirken, IŞİD’in Haziran 2014’te Musul’u
işgaliyle başlayan yeni küresel terörle mücadele kampanyasında ABD, 10 Eylül
2014’te IŞİD stratejisini yayımladı. Peşinden Suriye’deki IŞİD hedeflerini de
havadan vurmaya başladı. 2015 Haziran ayına kadar ABD liderliğinde IŞİD ile
mücadele için oluşturulmuş koalisyonun, Suriye’de gerçekleştirdiği 1.774 hava
saldırısının 1.200’ünün DAİŞ ile YPG’nin çatıştığı bölgelerde olduğu
görülmektedir. Bunun 943’ü de Ayn el-Arap’ta (Kobani) gerçekleşmiş.

Bu
rakamlar şunu gösteriyor. Aslında ABD’nin IŞİD stratejisinin açıklanıp uygulamaya
geçirilmesiyle birlikte, Suriye’de ABD ile PYD/YPG arasında operasyonel
işbirliği de başlamıştır. Peki, ABD bunu tek başına, her şeye ve herkese rağmen
mi yapmıştır? Tabi ki hayır. Eylül 2014 sonlarında, aslında askeri anlamda hiç
de önemli olmayan Ayn el-Arap’taki yoğun IŞİD saldırısına karşı PYD’nin yardım
çağrıları uluslararası alanda karşılık bulmuş ve ABD liderliğindeki koalisyon,
Suriye’deki bütün operasyonel ağırlığını yukarıdaki rakamlardan da anlaşılacağı
üzere bu noktaya yöneltmiştir.

ABD’nin
PYD/YPG’ye desteği sadece hava saldırılarıyla sınırlı kalmamış, Ekim 2014’te
YPG’ye havadan silah/mühimmat yardımı da yapmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin Barzani
yönetimine bağlı Peşmerge güçlerine koridor açmasıyla (29 Ekim 2014), Ayn
el-Arap’a karadan da askeri destek ulaşmasını sağlamıştır. ABD bunu yaparken
Türk hükümetinin olurunu da almıştır. Bugünden bakıldığında, bugün ABD ile PYD
arasında müttefiklik seviyesine ulaşan işbirliğinin Türkiye’nin sağladığı
ortamla gerçekleştiğini, bu bağlamda günümüzde aslında ABD’ye karşı
söylemlerinin daha da etkili olmamasının temelinde de, o günlerde verilen
hatalı kararların olduğunu görmemiz lazım. ABD’nin bunu yaparken, Türk
hükümetini uzun vadeli değil günlük kararlar almaya zorlayacak durumlar
yarattığını, Türkiye’yi oldu-bittilerle bırakacak taktikler kullandığını da
görmeliyiz, hükümet de kavramalıdır.

ABD’nin ya Türkiye ya PYD seçimi ve SDG maske örgütü

 

Çünkü
bu oldu-bittiler, PYD/YPG’nin ABD’nin Suriye’deki tek güvenilir yerel kara gücü
olmasının önünü açtı. Ayn el-Arap’ta başlayan temas, önce Tel Abyad sonra
Menbic’te ABD-PYD/YPG ortaklığının hatta müttefikliğininin önünü açmış, ABD’nin
tercihini NATO müttefiki Türkiye yerine PYD/YPG lehinde yapmasına neden
olmuştur.

Nitekim
PYD/YPG’den vazgeçmeyen ABD bu tercihini değiştirmemiş, YPG’yi koruması,
kollaması, varlığını sürdürmesi bağlamında Türkiye ile diplomatik ilişkilerini
zorlayan sorunlar yaratacak yollara başvurmuştur. Haziran 2015’te Tel Abyad’ın
da PYD/YPG kontrolüne geçip, Cizire ve Kobani kantonlarının birleşmesinden
sonra PYD/YPG adıyla açıkça devam edemeyeceğini, en azından bunu Türk kamuoyuna
anlatamayacağını gören ABD, bir maskeleme işine yani bir algı operasyonuna
girişmiştir. Aslında YPG’nin komuta kontrolünü yaptığı, yüzde 85 insan gücünü
oluşturduğu bir tabela örgüt kurmuştur.

11
Ekim 2015 tarihinde kuruluşu ilan edilen “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG)
isminde, sözde tüm yerel güçleri içeren bir askeri ittifak olduğu kamuoyuna
ilan edilmiştir. Nitekim bu ad altında, önce Aralık 2015’te Tışrin Barajı
üzerinden Türkiye’nin kırmızı çizgimiz dediği Fırat’ın batısına geçilmiş,
Haziran-Ağustos 2016’da da Menbic operasyonu yapılmıştır. Menbic operasyonu
ABD-PYD ittifakının ulaştığı yeni zirve olmuştur. Şimdi önümüzde Rakka
operasyonu var. Türkiye, PYD/YPG’nin Rakka operasyonuna katılmasına karşıyız
açıklaması yapmasına rağmen ABD tavrından geri adım atmayınca, PYD/YPG’nin
katılacağı Rakka operasyonuna biz katılmayız diyerek Rakka’da da ABD-PYD
işbirliğinin önünü açmak zorunda kalmıştır.

ABD askerleri PYD/YPG’lilerle aynı cephede

 

ABD
aynı Menbic için söyledikleri gibi Rakka operasyonu için de, operasyondan sonra
PYD/YPG orada kalamaz demektedir. O zaman da ortaya şu sorular çıkmaktadır:
Madem IŞİD’ten kurtardığı Menbic ve şimdi Rakka gibi yerlerde PYD/YPG kalmayacak,
o zaman PYD/YPG ne karşılığında bu operasyonlara katılıyor? Hayatları pahasına
bir operasyona, hiçbir çıkarı olamayacak PYD/YPG neden katılsın? Bunların
cevabı da muhtemelen, PYD lideri Salih Müslim’in, ABD ile Suriye Demokratik
Güçleri (tabi ki PYD) arasında bir operasyonel anlaşma var, açıklamasında
gizli. PYD’nin, (KCK sözleşmesinde belirtilen hedefler doğrultusunda) Suriye
kuzeyinde kendi bölge yönetimine sahip olması, bu anlaşmanın ödülü olacaktır.

ABD-PYD
askeri ilişkilerinin derinleşmesine yol açan bir gelişme de, Rusya’nın askeri
olarak Suriye’ye müdahale etmesiyle olmuştur. Rusya’nın 30 Eylül 2015’te
fiilen, aktif bir şekilde Suriye savaşına dahil olması ABD’nin, Suriye’de yeni
adımlar atmasına yol açmıştır. Nitekim ABD yönetimi, ABD özel kuvvetlerini SDG
(YPG)’ye askeri danışmanlık için Suriye’ye göndermiştir. Bugün itibariyle resmi
rakamlara göre 400 Amerikan askerinin Suriye’de olduğu  bilinmektedir.
İfade edilen gayri resmi rakamlar ise bunun çok üstündedir. Böylece artık
Amerikan askeri ve PKK/YPG’liler aynı safta, yanyana savaşır seviyede yakın,
derin işbirliğine de girmiş oluyor.

ABD’den PYD’ye siyasi tanıma

 

Sadece
askeri operasyonlarla PYD’ye böyle bir ödül verilemeyeceğini düşünenleri haklı
çıkaracak bir gelişme de siyasi alanda gelişmektedir. Ayn el-Arap’ta başlayan
ABD-PYD askeri ittifakı, 30 Ocak 2016’da, siyasi seviyede de tescil edilmiştir.
O tarihte, Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk Ayn el
Arap’a giderek PYD/YPG temsilcileriyle görüşmüş, şilt alışverişinde
bulunmuştur. Türkiye’nin tam da, ya Türkiye ya PYD çıkışları yaptığı günlere
denk gelen, Başkan Obama adına yapılmış bu ziyaret aslında ABD’nin, PYD’yi
siyasi olarak tanıdığını göstermesinden başka bir şey değildir. Bu haliyle
ABD-PYD ilişkisi, ABD-Barzani ilişkisinden hiç de farklı bir statüde değildi.
Askeri işbirliğinden ve siyasi tanımadan sonra, artık PYD/YPG’nin ABD’nin
planları çerçevesinde hareket etmesi ve karşılığında da beklediği ödülü alması
hiç de zor olmayacaktır.

Sonuç


























































































































Bütün bunlar şunu göstermektedir. ABD-PYD ilişkisi
aslında Eylül 2014’te Ayn el-Arap’ta başlayan bir ilişki değildir. Temelleri,
PKK’nın hükümlü lideri Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesi sürecinde
dikte edilen şartların yerine getirilmesi sürecinde hayat bulan ve 2003 Irak’ın
işgali, 2011 Suriye iç savaşı, Haziran 2014 Musul’un IŞİD tarfından işgali,
Ocak 2013’te başlayan Çözüm Süreci ile şekillenen bir ilişkidir. 1999’da
Öcalan’ı teslim ederek PKK ile mücadelede, onların deyimiyle Kürt sorununun
çözümünde insiyatif sahibi olan ABD, o zamandan bu yana da Suriye kuzeyindeki
oluşumlar ile ve Eylül 2014’ten itibaren de fiilen PYD ile ilişki halindedir. Bu ilişki askeri alanda başlayıp, siyasi alanda taçlandırılmıştır.
Mevcut haliyle bugünkü ABD-PYD ilişkisi, bir devletin bir örgütle ilişkisini
çoktan aşmış, deletten devlete ilişki hüviyetine bürünmüştür. Bu ilişki
sonlandırılamadığı takdirde  Suriye kuzeyinde PKK devletçiğinin oluşması
da kaçınılmaz olacaktır.