ÜLKELER BAZINDA ANALİZLER & ÜLKELER DOSYASI

AMERİKA DOSYASI /// PROF. DR. ALTAN ÇETİN : ABD’nin İran Stratejisi ve Türkiye

ABD’nin İran Stratejisi ve Türkiye

Prof. Dr. Altan ÇETİN









ABD
Başkanı Trump, İran konusundan yeni stratejilerini açıkladı. Akabinde İsrail,
Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve
Yemen ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı “yeni İran
stratejisini” desteklediklerini açıkladılar. Bu bakımdan ABD’nin aşağıda
verilmeye çalışılacak olan stratejisindeki müttefikler ve ortaklar tanımının
ana hatları da ortaya çıkmış oldu. Mısır, İran’ın Arapların iç işlerine karışan
endişe veren etkisini durdurmak, nükleer ve kitle imha silahlarının arındırılması
bağlamında bu stratejiyi benimsediğini açıklaması yeni strateji içeriğinin
bölgesel karşılığı açısından manidar bir örnek oluşturdu. Kral Selman’ın da
“İran’a karşı gayretleri birleştirelim” çağrısı aynı bağlamda bu stratejiye bir
hoşamedi oldu. Peki, bu süreçte tradisyonel müttefiklerle ilişkilerin
canlandırılıp, güç dengelerinin onarılacağı ifade edilen bu strateji kapsamında
Türkiye’nin uzun süreden beri bir ABD müttefiki olarak konumu ne olacak diye
düşünülürken tam da buna tekabül eder şekilde Cumhurbaşkanımızın “O zaman ben
bu stratejik ortaklığı masaya yatırırım” açıklaması geldi.



FETÖ Darbe girişimi ve sonrasında iyice gerilen ilişkiler ve ABD’nin yeni
stratejisi bağlamında stratejik müttefiki Türkiye ile ilişkileri PYD’ye tırlar
dolusu destek, vize yasağı ve FETÖ’yü teslim etmemek benzeri gerilimlerle “şok
tedavi uygulamayı mı düşündüğü?” sorusu akla geliveriyor. Öte yandan
Türkiye’nin son zamanlarda yeniden canlanan İran ile ilişkileri bağlamında
ABD’nin bu çerçevede Türkiye’ye yaklaşımının ne olacağı da merak konusu.  

 

Bu sorular ışığında öncelikle bu stratejinin “ne dediği ve ne olduğu?”nu klişe
üç beş başlık ötesinde anlamak gerekiyor. İşte, Amerika’nın yeni İran
stratejisinin temel unsurları:

 

ABD’nin yeni İran stratejisi İran’ın istikrarsızlaştırıcı etkisinin nötralize
edilerek ve saldırganlığının engellenmesi, özellikle İran’ın terör ve
militanlara verdiği destek konusuna odaklanmaktadır.



Biz eski İran yıkıcılığına karşı
müttefiklerimizle ve bölgesel ortaklılarımızla birer istihkâm olarak
ilişkilerimizi canlandırarak, bölgedeki güç dengelerini onaracağız.




İran rejimi, özellikle İran İslâm devrim muhafızlarını, yıkıcı
eylemleri için mali desteği engelleyerek, Devrim muhafızlarının İran halkının
zenginliğini tüketen faaliyetlerine karşı duracağız. İran Devrim muhafızlarının
Irak, Suriye ve Yemen’deki faaliyetleri, Suudi büyükelçisi Adil Cübeyr’in
2011’de öldürülmesi gibi terörist faaliyetlerde bulunduğu bu nedenle ABD’nin
ortaklarını bu örgüte karşı birlikte çalışmaya zorlayacağı ve böylece
uluslararası barış ve güvenliğe katkı sağlanacak, bölgesel istikrar ve İran
halkının faydasına davranılmış olacaktır. 




İran İslam Devrimi muhafızlarının insan hakları ihlallerinin
uluslararası toplumda kınamasına çalışacağız.




ABD ve müttefiklerimize düzenlenecek balistik saldırılara karşı
duracağız.



İran’ın nükleer silaha giden tüm yollarını önleyeceğiz.



Bu strateji bağlamında, İran’ın geleneksel siyasetinden kaynaklı olarak ABD Dış
İşleri, bazı riskleri öngörmekte ve bunlarla mücadeleyi stratejisi içinde
zikretmektedir. Bu yaklaşım içinde dini lider Ali Hamaney’in devrimden sonra
İran’ın bu dış politikasındaki rolü vurgulanarak belirli rahatsızlıklar
başlıklandırılmaktadır:



Balistik saldırganlığın gelişip yaygınlaşması.



Terör ve aşırıcılığa mali ve materyal destek verilmesi.



Suriye halkına şiddet uygulayan Esad rejiminin desteklenmesi.



İsrail’e karşı yumuşamayan bir düşmanlık.



İran Körfezindeki sürekli olarak özgür denizlik faaliyetine karşı
tehdit oluşturulması.




ABD, İsrail ve ABD’nin diğer müttefiklerine siber saldırılarda
bulunulması.




İran’da insan hakları ihlalleri, yabancılara keyfi tutuklamalar
yapılması.




Bu strateji metninden görüleceği üzere, İran’ın Ortadoğu’da Irak, Suriye ve
Yemen gibi sahalardaki, geçmişte Şii Hilali kurmak olarak da dillendirilen
faaliyetlerini engellemek ve bunun sağlanması için de İran’ın bu
operasyonlardaki ana omurgası olarak görülen Devrim Muhafızlarına ciddi bir
mali ve diğer şekillerde yaptırımlarla darbe vurularak İran’ın bölge
stratejisinin işlerliğini ortadan kaldırmayı öngördüğü anlaşılıyor. Bunun bir
ayağı İran’a terör destekçiliği yaftası ile operasyon, ambargo ve sair
yaptırımların meşru ve gerekli gösterilmesi bir taktiksel açılım olarak ortaya
konurken, öte yandan bölgedeki müttefiklerle ilişkileri canlandırarak, bölgede
Obama ile bozulduğu öngörülen güç dengelerinin tamiri yoluyla diğer bir
taktiksel alanın tesisi düşünüldüğü stratejinin ana gövdesinden
anlaşılabiliyor. Bu konuda diğer bir meşrulaştırıcı söylem alanı İran’ın
nükleer gücünün gündeme getirilerek bu tehlikenin bölge ve küre açısından
kritik durumunun söz konusu edilmesi olduğu görülüyor. Trump’ın nükleer
açıklamaları, Mısır ve Suudilerin bahsedilen beyanları bu çerçevedeki
gelişmeler olarak görülebilir. Diğer yandan körfezde İran’ın denizciliğe
verdiği zarar üzerinden, İsrail ve diğer ABD müttefiklerine ki burada en önde
Suudilerin olduğundan şüphe yoktur, İran’ın hasmane tavırları gündeme taşınarak
bölgesel bir destek ortamı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu bakımdan körfezde yeni
ısınmalar olabilir, bu açıdan Katar’daki Amerikan askeri varlığı da bu strateji
bağlamında ayrı bir değer kazanacaktır. Stratejinin en ilginç yanlarından biri,
Devrim Muhafızlarının İran halkının iç zenginliklerini tükettiğinden ve bu
stratejinin İran halkı için de olduğu söylenerek İran içindeki güdümlü
muhalefete ve rejim karşıtı güçlere de bir mesaj veriliyor olmasıdır. Hülasa
İran dış ve iç dinamiklerle kuşatılarak bölgede ve küredeki “tehdit unsuru”
olma özelliği ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu stratejinin uygulanacağı
taktiksel açılımın neler olabileceği gelecek süreçte yaşanacak gelişmeler
bağlamında ortaya çıkacak ve zaman içinde müttefiklerle paylaşılmak suretiyle
belki devletlerarası düzeyde de paylaşılabilecektir.



İşte stratejik ortak ABD! İran konusunda son açılımını bu şekilde yaptı. Bu
süreçte Suudiler ABD’ye tam destek verirken, Türkiye bu noktada ne tür durumlarla
karşılaşacak, İran-Suudi Arabistan dengesi nasıl korunacak, Barzani meselesi
ile oluşan Irak-Türkiye-İran müşterek yaklaşımı nasıl sürecek, ABD ile
ilişkiler bu bağlamda nasıl bir gelişmeye evirilecek gibi sorular zihinlerde
dönmeye başladı. Komşumuz İran ile ilişkileri bölgesel gerekçelerle tamir
ederken aynı anda ABD ile stratejinin öngördüğü bir canlanma söz konusu
olabilecek midir? Mevcut krizler bağlamından bunun imkânları gittikçe
daralmaktadır. Kudüs, Katar ve Kerkük olaylarında görüldüğü üzere Türkiye çok
denklemli problemleri çözmeye çalışarak dengeyi sağlayan bir diyalog ülkesi
olarak mı kalacak, yoksa ABD’nin nalıncı keseri dış siyasetine mesafeli durarak
kendi maslahatına dair diğer alternatifli çalışmalara devam mı edecektir? Bütün
bunları gelecek günlerde yaşarken göreceğiz, lakin ABD’nin söylem ve
açıklamalarını da izleyerek bu strateji bağlamından Türkiye’ye biçilmek istenen
rolü de anlamaya çalışmak geleceği öngörebilmek için önemli gözüküyor. Irak ve
Suriye’de devamlı Türkiye’nin aleyhine gelişmelerin yanında görülen ABD’nin bu
son açılımında beklentisinin ne olacağı ise “zaytung” zekâsını zorlayan bir
incelikle, gelecek günlerimizi işgal edeceğe benziyor. Atlantik’in bu son
fırtınasının Avrasya’ya neler getireceği sorular ve tehditler bağlamında,
Ankara’da nasıl yankı bulacağı dikkatlerin yoğunlaştığı hususlar olarak öne
çıkıyor. Rakka’daki terör örgütü elebaşısı Apo resmi, Astana kararları, ABD’nin
aleyhimize evirilen stratejileri bağlamında karışık bir senaryo daha önümüzde
duruyor.