YENİ DÜNYA DÜZENİ & THE NEW WORLD ORDER

YENİ DÜNYA DÜZENİ DOSYASI : “Yeni Dünya Düzeni” hamleleri ve "Kıyamet Savaşı" teorisi! (Analiz)

“Yeni Dünya Düzeni” hamleleri ve “Kıyamet Savaşı”
teorisi! (Analiz)

Kaygan-kaypak bir
zeminde inşa edilmeye çalışılan “Yeni Dünya Düzeni”nde tüm gözler Ortadoğu’ya
yönelmiş durumda.

Daha önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, bu plan
aslında uzunca bir süredir devrede, fakat hayata geçirilemiyor. Bunun en
temelinde yatan neden ise Türkiye’nin bölgedeki ön alıcı hamleleri ve bu
kapsamda uygulamaya koyduğu, 27 Haziran sonrası uygulamaya koyduğu yeni
politika ve bunun alanda etkisini göstermeye başlaması.

Dolayısıyla, Suudi Arabistan-İran eksenli Neo-Con planın devreye
sokulması ve hızlandırılmasının altında büyük ölçüde bu husus yatıyor.
Biliyorlar ki, eğer bir an önce harekete geçilmez ise başta ABD olmak üzere
Batı çok daha farklı bir Ortadoğu-İslam dünyası ile karşı karşıya kalacak. Bu
ise ABD/Batı’nın “Kenar Kuşak Politikaları”nın büyük bir darbe alması ile
eşdeğer olacaktır. Bundan ötürü Suudi Arabistan-İran krizinde
jeopolitik-stratejik boyut üzerinde ağırlıklı olarak durmak gerekiyor.

Nitekim plana dikkatlice bakıldığında ABD/Batı’nın “Yeni Suudi
Arabistanlar” üzerinden Kızıldeniz ve Basra merkezli olarak “Arap Ortadoğusu”nu
daha etkin bir şekilde kontrol etmek istediği görülecektir.

Buna göre
ABD/Batı’nın bu kriz ile şu kazanımları hedeflediği anlaşılmaktadır:

1) BOP (Büyük
Ortadoğu Projesi)/BİP’i (Büyük İsrail Projesi) tehdit etmeye çalışan bölgesel
yeni oluşumu akamete uğratmak;

2) Kontrol altına
alınmış ya da zayıflatılmış İran ve Suudi Arabistan ile Rusya’nın güneye doğru
politikasında önemli bir çıkış kapısı olan Basra Körfezi’nin kontrolünü büyük
ölçüde ele geçirmek;

3) Yeni İpek Yolu
Projesi’ni (Kuşak-Yol) kontrol altına almak, akamete uğratmak.

Dolayısıyla Suudi Arabistan-İran üzerinden Yeni Ortadoğu inşa
sürecinin başarılı olması Rusya’nın hiç ama hiç işine gelmez. Bir diğer
ifadeyle, her ne pahasına olursa olsun Suudi Arabistan’ın kaybedilmemesi ve
Lübnan’da bir “İsrail zaferi”nin önüne geçilmesi oldukça önemli bir yere sahip.
Bu noktada Rusya, başta Türkiye olmak üzere, bölge ile hareket etmek zorunda.
Zira İslam jeopolitiğini ABD/Batı’ya kaptıran Rusya, bir süre sonra yakın
çevresi ve kendi içindeki Müslümanlarla çok daha sıkıntılı bir sürece
girebilir.

Rusya elbette bunun farkında. Türkiye’nin yakın çevresinde ve
gönül coğrafyasında oluşturmak istediği güvenlik eksenli işbirliğini
desteklemek mecburiyetinde olduğunu bilir. Zira Türkiye’nin karşı karşıya
kalacağı risk-tehditler, bir süre sonra Rusya’nın yüzleşmek zorunda kalacağı
güvenlik/beka sorunları ile eşdeğer olacaktır. Daha somut bir şekilde ifade
etmek gerekirse; Türkiyesiz bir Rusya, Balkanlar, Karadeniz ve Kafkasya
hattında sınırların tamamen ABD/Batı’ya açık, Rusya’ya ise kapalı olması
anlamına gelmektedir.

Rusya’ya Afrin ve
S-400 Mesajı…

Bu kapsamda ziyaret öncesi yaşanan iki gelişme oldukça önemli.
Bunlardan birincisi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin sınırındaki Karasu Çayı
üzerinde köprü inşa faaliyetlerini başlatması ve Karasu’yu geçmesiyle ilgili
iddialar; ikincisi ise Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli tarafından yapılan
“S-400 füzeleri satın alınmıştır. Bundan sonra artık detaylar ama onunla
yetinmiyoruz.” açıklaması.

Öz Türkçe ifade ile Rusya’ya ziyaret öncesi şu kritik mesaj
veriliyor: Afrin-Münbiç noktasında Türkiye kararlıdır. 27 Haziran’daki
mutabakatın ruhuna uygun olarak hareket edelim ve bu işi daha fazla
uzatmayalım. Eğer Afrin’de bir mutabakat sağlanamaz ise o zaman Rusya’nın PYD
terör örgütü ile olan ilişkisi çok daha büyük bir krize yol açabilir. Türkiye,
Rusya’ya “yeni müttefikin hayırlı olsun” diyebilir.

İkinci mesaj ise S-400’ler ile ilgili. S-400’ler sadece bir
başlangıç, bu başlangıcın da artık adını koyalım ve daha ileri bir aşamaya
taşıyalım deniliyor. Türkiye’nin belirsizliğe tahammülü olmadığı, zira bölgenin
yeni bir kaos sürecinin içine girdiği ve bu bağlamda ABD/Batı/NATO tehdidinin
artık daha görünür bir hal aldığı dolaylı bir şekilde oraya konuluyor.

Nitekim Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın tarafından
yapılan açıklamada da bu noktalara dikkat çekiliyor ve ziyaret bağlamında şu
hususlar ön plana çıkartılıyor: 1) İki ülke liderleri arasında yapılacak
görüşmelerde, ikili ilişkiler ile başta Suriye olmak üzere bölgesel ve uluslararası
meseleler hakkında görüş alışverişinde bulunulacak; 2) Rusya ile ticaret
hacmini 100 milyar dolara çıkarma hedefini gerçekleştirmeye yönelik çalışmalar
kararlılıkla sürdürülecek; 3) Bu kapsamda geriye kalan son bazı ticari
kısıtlamaların tamamen kaldırılması ve vize muafiyet rejiminin yeniden tesis
edilmesi yönündeki beklentiler tekrar vurgulanacak; 4) Enerji alanındaki yakın
işbirliği de ele alınacak.


































Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; Türkiye-Rusya arasındaki
işbirliği tarihi bir fırsatın değerlendirilmesi açısından oldukça önemli bir
sınavdan geçiyor. İlişkilerin daha da genişletilmesi-derinleştirilmesi, başta
milli güvenlik/beka mevzusu olmak üzere, şu konjonktürde iki devletin lehine.
Türkiye açısından Rusya dengesi ne kadar önemli ise Rusya açısından da Türkiye
dengesi o kadar hayati bir yere sahip. Bunun Moskova tarafından da net bir
şekilde görülmesi lazım. Zira Washington ve diğerleri bunun farkında ve bundan
dolayı Türkiye, yakın çevresi ve müttefikleri üzerindeki baskılarını artırmış
durumdalar…