Cemalettin TAŞKIRAN : Oniki Ada ve Oniki Ada Türkleri
400 yıl gibi çok uzun bir zaman Türk hâkimiyeti
altında kalan Oniki Ada’nın ve bu Adalarda yaşayan Türklerin durumları bizim
yakından ilgilenmemiz gereken bir durumdur.
Maalesef, özellikle genç nesiller, 50-60 yıl
öncesine kadar birer Türk yerleşim yeri olan ve önemli sayıda Türk kültür
eserleriyle donatılmış olan Oniki Ada grubunu hiç tanımıyor. Hemen hemen
hepimiz bu adaların haritada yerini bile bilmiyor, hatta çok uzun bir süre Türk
egemenliğinde kalan bu adaların tarihini bilmiyor ve Türkçe adlarını bile her
geçen gün biraz daha unutuyoruz.
Günümüzde, Oniki Ada’nın da dâhil olduğu Ege
denizi, Kıbrıs gibi Türk-Yunan uyuşmazlıkları Avrupa Birliği (AB) içerisine
taşınmıştır. Yunanistan’ın AB’ye üye, Türkiye’nin ise aday ülke durumunda
olması; Yunanistan’a birçok konuda avantaj sağlarken Türkiye’yi milli çıkarları
konusunda ödün vermeye zorlamaktadır. Bu durum da Türk-Yunan ilişkileri
ekseninde Türkiye’nin aleyhine ciddi bir denge değişikliği meydana getirmiştir.
Bilindiği gibi, Türkiye, AB üyelik sürecinde son
gelinen tıkanıklık noktasında bir belirsizliğe doğru gidiyor. Öyle görünüyor
ki, bu süreçte Yunanistan ve diğer AB ülkeleri bilerek ve isteyerek bu konuları
gündeme getirmiyorlar. Ama Ege ve Oniki Ada meselelerinin yakın bir zamanda
tekrar gündeme geleceği kesin. Türkiye ile Yunanistan arasında adalar meselesi
AB müzakere görüşmeleri kesilse de gündeme gelecek, görüşmeler sürdürülse de
gündeme gelecek. O halde bu ülkenin sahipleri Oniki Ada meselesini de yakından
izlemek durumundadırlar.
Günümüzde adalara hâkim olan Yunan yetkililer,
adalardaki Türk eserlerini zamanın tahribatına bırakmış durumdalar. Buralardaki
Türk eserlerinin ihtiyacı olan acil bakım ve onarımlarına izin vermiyorlar. Fanatik
Yunanlıların da sabotajlarıyla, adalarda Türkler tarafından yaptırılan camiler,
medreseler, çeşmeler ve diğer sanat eserleri birer birer yok olmaktadır. Oysa
bunlar adaların adeta tapularıdır. İstenilen, Balkanlarda, Batı Trakya’da, Doğu
Türkistan’da, Kerkük’te yapıldığı gibi, bu “tapu”ların ortadan kaldırılması ve
buralardaki Türk izlerinin silinmesidir.
Oniki Ada grubunda bulunan adalardan silinerek
yok edilmeye çalışılan maalesef sadece Türk eserleri değildir. Asırlardır o
adalarda yaşamış, ataları o adalar için mücadele etmiş, kan dökmüş, şehit
olmuş, gazi olmuş Türklerde yavaş yavaş eritilerek yok edilmeye
çalışılmaktadır. Şuurlu bir şekilde adım adım eritilen Türkler, bu gün 400 yıl
sahibi oldukları bu adalarda bir avuç azınlığa düşürülmüşlerdir. İşin en acı
taraflarından biri de kendilerine azınlık muamelesi bile yapılamamaktadır.
Adalarda milli kültürlerini devam ettirebilmek düşüncesiyle bir araya gelerek
kurdukları dernekler dahi yıllar önce kapatılmıştır.
Türkiye ve bütün Türkler bu adalardaki Türklerle
ilgilenmek zorundadır. Zira onlarla hem soy birliği, hem kültür birliğimiz
vardır. Onlar bizim kardeşlerimizdir. Onların kimsesi biziz.
Yunanistan ise adalardaki Türkleri, iki ayrı
ülke, iki ayrı kültür arasında bir elçi, bir köprü olarak görmelidir.
Adalardaki tarihî Türk eserleri de bu köprünün temel taşlarıdır. Ayrıca onların
iyi bir şekilde korunması ve gelecek nesillere aktarılması insanlık ve
medeniyet tarihi açısından yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Söz konusu
eserleri yok saymak, turizm broşürlerinden çıkarmak, kendi kaderine bırakıp yıkmaya
çalışmak,[1] insanın insan olarak, kendi ortaya çıkardığı, geliştirdiği
medeniyete yaptığı bir ihanet sayılır. Zira sanatın ve bilimin vatanı olmaz,
olmamalıdır. Güzellik her yerde aynı değerde algılanmayabilir. Her toplum kendi
millî anlayışını ve kültürünü şüphesiz yansıtacaktır. Ama o sanat ürünlerindeki
evrensel güzellik ve deha, aslında insanlığın ortak malıdır. Bu ortak
güzellikte yansıtılan milli motifler ise sanatın evrensel güzelliğinin daha
çeşitlenmesine ve daha zenginleşmesine yardımcı olan unsurlardır.
Adalarda yaşayan Türkler kimlerdir? Ne
kadardırlar? Yerleştikleri yerler neresidir? Hayatlarını nasıl
sürdürmektedirler? Sıkıntıları nelerdir? Bu soruların kısaca cevabını
verebilmek için Oniki Ada hakkında bazı temel bilgileri aktarmak yararlı
olacaktır.
Güney Sporat Adaları veya Güney Sporatlar da
denilen Oniki Ada, Batı Anadolu kıyılarının güneyinde ve Türk kıyılarına çok
yakın bulunan adaladır. Bu adalar söylenen isimleriyle şunlardır: Rodos, Kasos
(Türkçe, Çoban), Karpethos (Kerpe), Aliminya (Limoniye), Simi (Sömbeki)Tilos
(İlyaki, İlki), Nisiros (İncirli), Mandraki (Gyali,Yalı adası), Kos (İstanköy),
Astropalya (Stampalya, Astypalea, İstanbulya, Koçbaba), Kalimnos
(Kilimli,Kelemez), Levyos (Leros, İleriye), Lipos (Lipso, İlipsi), Chalke
Kharki (Herke, Halki), Patmos (Batnaz), Meis (Kızılhisar.) Meis adası aslında
Ege denizi sınırları dışında, Akdeniz’in sınırları içindedir. Ancak, Meis adası
da hep Oniki Ada grubu içerisinde değerlendirilmiştir.
“Oniki Ada” ismi Yunanca’dan tercüme edilmiştir.
Batı dillerine de Oniki Ada kelimesi Yunanca şekliyle geçmiştir. Kelime Yunanca
“dodeca” yani oniki ve “nesos” yani adalar kelimelerinin birleşiminden
“Dodecanesos” şeklinde söylenmektedir.[2] Batı dillerinde de aynı söyleniş
muhafaza edilmiştir. “Dodecannese” denilmektedir. Osmanlılarda ise önceleri
Cezâir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları), Cezâir-i isna aşer denilmiştir. Daha
sonra yönetim vilâyeti olan Cezâir-i Bahr-i Sefid, Sisam ve Sakız adası gibi
Oniki Ada’nın dışında kalan adaları da içine almaktaydı. Oniki Ada kelimesinin
manası insana sadece on iki adet adayı hatırlatmasına rağmen bu ad güney Ege’de
ada görünümündeki çok sayıda adalar grubunu işaret etmektedir. Yani “Oniki Ada”
ismi güney Ege kıyılarındaki irili ufaklı 20’den fazla adayı ifade etmektedir.
İngiltere’de yayımlanan Britannica
Ansiklopedisi, “ Oniki Ada ismi, Türklerin bu adaların idaresinde uygulamış
oldukları özel bir sistemden gelmektedir” diyor.[3] Osmanlıların bu adalarda
yönetimde uygulamış oldukları “12 üyeli mahalli meclis” sistemi, bu adalara
“Oniki Ada” denilmesine sebep olmuş olabilir. Yunanca söylenen “Oniki Ada”
(Dodecanesos) zamanla Batı dillerine bu Yunanca söylenişi ile geçmiş, yerleşmiş
ve oradan da Türkçe’ye çevrilerek bizde de “Oniki Ada” denilmesine sebep olmuş
olabilir.
Osmanlılar Oniki Ada’yı ele geçirdikten sonra
özellikle Rodos ve İstanköy adalarına Müslüman Türk nüfus yerleştirmişlerdi.
Diğer adalarda ise Osmanlılar bir iskân politikası takip etmemişlerdir.
Adaların kayalık oluşu ve ziraata elverişli olmayışı belki bunun sebeplerinin
başında gelmektedir. Bu yüzden de Oniki Ada’daki Rumların nüfusu Türklerden
fazla olmuştur.
Oniki Ada’nın en büyüğü olan Rodos adası Anadolu
kıyılarındaki Marmaris limanına 43.5 km, Fethiye limanına 77.5 km mesafededir.
Yunanistan’ın Pire limanına takriben 410 km, Girit adasına 145 km uzaklıktadır.
1400 km2lik yüz ölçümü ile Oniki Ada’nın toprak bakımından en büyüğüdür. Ada
kuzeydoğu, güneybatı yönünde uzanır. Uzunluğu 75 km, genişliği ise orta
kısımlarında 25 km’dir.
Kos adasına Türkler İstanköy derler. Ada
özellikle güney ve batı bölümünde kayalıktır.
Adanın kuzey bölümünün doğu kısmı verimli topraklara sahiptir. Tahıl,
ipek ve şarap üretimi yapılır. Meyve ağaçları her yerde bulunur. XX. yüzyıl
başlarında adanın nüfusu 9500 idi. Adada Rumlar köylerde, Türkler ise
şehirlerde yerleşmişlerdi.[4] Ada Bodrum yarımadasının güneyindedir. Reşadiye
yarımadasına 7.6 mil, Bodrum limanına yaklaşık 20 km, Bodrum yarımadasına
yaklaşık 4 km. mesafededir. Ada Rodos’a 110 km, Girit’e 250 km, Pire limanına
350 km mesafededir.
Yüzölçümü 287 km2, uzunluğu takriben 40,
genişliği 8 km’dir. 1961 sayımına göre nüfus 21.169’dur. Bunun 1400’ü Türk’tü.
Türkler daha çok İstanköy, Germe, Pili’de toplu olarak oturmakta idiler.
Trablusgarb savaşı sırasında İtalyanların
yönetimine geçen Oniki Ada,1945 yılında 2. Dünya savaşındaki Müttefik
devletlerin eline geçti. Bir yıl sonra ise İngiliz askeri yönetimi altında
Paris’te 27 Haziran 1946’da yapılan Dışişleri Bakanları Konferansı’nda Oniki
Ada’nın Yunan hâkimiyetine geçmesi kabul edildi. “ Adalardaki Rum nüfusa
dayanarak, adalar savaş sonunda İtalya ile yapılan anlaşma ile müttefiklerce
Yunanistan’a verilmişti.” [5] İtalya bunu 10 Şubat 1947’de onayladı ve
Yunanistan askerî yönetimi Nisan 1947’de Oniki Ada’yı resmen aldı. Kanuni
Sultan Süleyman’ın 50 bine yakın şehit vererek zapt ettiği, Ege ve Akdeniz’in
kilit noktasındaki Rodos ve diğer adalara Yunanistan tek kurşun atmadan sahip
oldu. Böylece 35 yıl sonra Rodos’un ve Oniki Ada’nın tarihinde yeni bir dönem
açıldı.
Türkiye, İtalya ile barış antlaşması imzalarken
Oniki Ada meselesi ile ilgili olarak görüşmelere katılmak istedi. Bu olmadı.
Fakat antlaşma imzalandıktan sonra Oniki Ada’nın Yunanistan’a verilmesi
hususunda Türkiye çekimser kaldı. Böylece Türk Hükümeti Oniki Ada üzerindeki
Yunan hâkimiyetini resmen tanımadı.
Adaların iktisadi bakımdan durumları asırlar
boyunca hep Anadolu’ya bağlı kalmıştır. Bu adalar coğrafi bakımdan incelenince
her adanın şehri Anadolu’ya en yakın noktasına, hatta tam karşısına inşa
edilmiştir. Rodos adasının şehri tam Marmaris’in karşısında, İstanköy’ün şehri
tam Bodrum’un karşısında, Sömbeki adasının şehri tam Datça’nın karşısında olarak
inşa edilmiştir. Hatta diğer Sakız ve Midilli adalarında da durum aynıdır.
Günümüzde idari bakımdan Oniki Ada bir vilâyettir ve Rodos’ta bulunan bir vali
tarafından idare edilir. Diğer adalarda ise kaymakamlar bulunur.
Bugün Oniki Ada içersinde sadece Rodos ve
İstanköy’de Türkler yaşıyor. Bu iki ada ve bu adalarda yaşayan Türkler için
1947 Paris Antlaşmasının ayrı bir önemi var. Çünkü bu iki ada, Yunanistan ile
Türkiye’deki azınlıkların durumunu belirleyen 1923 tarihli Lozan Anlaşması
imzalandığında İtalya’nın kontrolünde bulunuyordu. Adalar 1947’deki Paris
Antlaşması’yla Atina’ya devredildi. Dolayısıyla bu adalardaki Türkler, Lozan’da
getirilen “azınlık hakları”nın ve sonrasında Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan
nüfus mübadelesinin dışında kaldılar. Bugün bu adalarda yaşayan Türkler, Lozan
Antlaşması ile hakları kısmen güvence altına alınan Batı Trakya Türklerinin
sahip olduğu haklara bile sahip değillerdir.
Oniki Adayı ele geçiren Yunanlılar Rodos’taki
ilk hâkimiyet yıllarında Türklerin çokça bulunduğu bir semtte bulunan Piyade
Mescidi’ni ve onu takiben Kadı Mescidi’ni kiliseye çevirmiştir. Bunun yanı sıra
Türk Evkafı İdaresi üzerine devamlı baskı yapılarak bazı mescitlerin
Yunanlılara devredilmesi istenmiştir. 1952 yılında içinde cami ve mescit gibi
eserlerin bulunduğu 17 kadar Türk eserinin başka bir emlâk ile mübadele edilmek
şartı ile adadaki Rum idaresine devri hususunda Türk cemaati büyük baskı
altında bırakılmıştır. Fakat Türk temsilcilerinin karşı koyması, bu teşebbüsü
suya düşürmüştür. Yunan Hükümeti yeni tarihî binalara ait kanunu geniş bir
biçimde yorumlama yoluna gitti ve adalardaki Türk eserlerine baskıyı arttırdı.
Buna göre 1830 yılından önce yapılmış ve halen içinde ibadet edilmeyen
mescitlerin son zamanlarda artan turist akını karşısında Rodos arkeoloji
müdürlüğü emrine verilesi kararlaştırıldı. İşte bu kanuna dayanarak mescitler
Rodos Arkeoloji Müdürlüğü’ne verildi. Fakat Rum idaresi, her zaman olduğu gibi
bunda da samimi davranmadı ve dayandığı kanun hükümlerine aykırı olarak
mescitleri müze yapmadı, kilise haline getirdi. Böylece 1945-1960 yılları
arasında 5 mescit, kilise yapılmıştır. Günümüzde Rodos adasında Süleymaniye
Medresesi yıkılmak üzeredir. Yunan hükümeti Türklerin okul olarak kullandığı
Süleymaniye Medresesi’nin altında bulunan eski Saint- Jean Kilisesi’nin ortaya
çıkartılmasını bahane ederek buradaki okulu kapatmış ve medresenin temelini
kazmaya başlamıştır. Aslında bu medrese, Rodos Türklerinin kurmuş oldukları Evkaf
Dairesi’ne aittir. Daha sonraki yıllarda
yasal bir kılıf bularak Yunanistan Kültür Bakanlığı medreseye el koymuştur.
Süleymaniye Medresesi, Türk çocuklarına ilk, orta ve lise eğitimi vermek üzere
1876 yılında inşa edilmiş tarihi bir binadır. Öğrencilerinin yüzde sekseninin
Türk çocukları olması nedeniyle ilköğretim okulu işlevini sürdüren ve Türkçe
eğitim yapan Süleymaniye Medresesi, 1972 yılında Yunan hükümetince gerekçesiz
kapatılmıştır. Süleymaniye Camisi’ne göstermelik olarak kurulan onarım iskelesi,
camide restorasyon yapılıyor görüntüsünü vermekte, ancak caminin diğer yüzü
yıkılmaya bırakılmaktadır. Onarım işlemi de on yılı geçkin süredir devam
etmektedir. Diğer yandan İstanköy adasında bulunan Cezayirli Hasan Paşa
Camii’nin minaresi, “yıkılmak üzere- tehlike yaratıyor” iddiası ile
yıktırılmış, adadaki Türk cemaatinin burayı tamir ettirmek için müracaatlarına
da izin verilmemiştir.[6] Yunan hükümeti, bazen göstermelik olarak restorasyon
çalışmaları yapıyor. Ancak bu çalışmalarda Türk mimari tarzını değiştiriyor ve
Bizans motifleri yerleştiriyor. Mesela Yunanistan hükümetinin restore ettirdiği
Tarihi Osmanlı Saat Kulesi’ne restorasyon sırasında haç figürleri
konulmuştur.[7] Bir kaç nesil sonra burayı ziyarete gelenler buranın Osmanlı
döneminden değil de Bizans döneminden kaldığını düşünebileceklerdir. Yunanlılar
bu tarihi eserlerimizi tahrip ederek kendi kültürlerinin bir parçası haline
getiriyor. Bu durum Türk kültüründen ziyade evrensel kültüre de olumsuz etki
eder.
Bu yıllarda Türklerin ellerinde bulunan
toprakların gasp edilmesi de ayrı bir baskı aracı olmuştur. Bu şekilde
Türklerin ellerinden her fırsatta topraklarını almaya çalışmışlardır. 1952’de
yürürlüğe konan toprak reformuna ait kanun ile Türklerin ellerinde olan ve işlenmeyen
250, işletilen 5500 dönümden fazla toprak gasp edilerek Rum çiftçilerine
dağıtılmıştır. Ayrıca bunların bedelleri de sahiplerine düzenli ödenmemiştir.
Türklerin ellerinden alınan topraklara çok düşük bedel takdir edilmiş, bunun da
üçte birinin ödeneceği, ayrıca %10 kadar da indirim yapılacağı ve bedelin 20
yıl hazine bonoları ile ödeneceği açıklanmıştır.
Yunan Devleti, turizmi teşvik için çıkarılmış
olan 1939 tarihli istimlâk kanununda 1959 yılında bir değişiklik yapmıştır. Bu
değişiklik de Türklerin aleyhine kullanılmıştır. Bu kanuna göre turistik tesis
yapacak kimseler önce kamu topraklarını, yoksa özel kişilerin topraklarını
kendi adlarına tescil edebileceklerdi. İşte buna dayanarak otel, gazino gibi
turistik tesis yapacağını bildiren Yunanlılar, Türk topraklarına el atarak bu
kanundan azami istifade etmişlerdir. Bu hususta cereyan eden işlem, önce
arazinin kiralanması, sonra da kamulaştırılması şeklindeydi. Bunlar yapılırken
çok büyük haksızlıklar ortaya çıkmış ve toprağı olan Türkler üzerine baskı
yapılmıştır. Bütün bunlara ilâve olarak, özellikle din adamları tarafından
işlenen Türklerin işe alınmaması, onlarla alış – veriş yapılmaması
propagandası, izlenen siyasetteki amacı açıkça ortaya koymaktaydı. İşte bu
siyaset sonunda, İtalyan idaresinin son zamanlarda yalnız Rodos adasında 11.000
olarak tahmin edilen Türk nüfusu, 6. 000.’e düşmüştü. 1946’da yani Rum
idaresine geçtikten bir yıl sonra 6000 olan nüfus bu gün 2.000’dir. Bu 4.000.
kadar Türk’ün anayurda göç etmek zorunda kaldığı gerçeğini ifade eder. Ada
Türklerini her türlü baskı kullanarak göç etmeye zorlayan Yunanlılar, bunda
başarı kazanmışlardır.[8]
İstanköy’de ise 1922 yılında yapılan nüfus
sayımında toplam nüfus 4.662 kişi olarak tespit edilmiştir. 1922’de İstanköy’de
%80’i şehirde yaşayan 4.662 Türk vardı. Ayrıca Germe köyünde 771, Pili’de 126,
Kefados’ta 36, Antimahia’da 8 Türk vardı. 1931’de ise sadece 2.715 kişi
kaldı[9] 1936 sıralarında Oniki Ada’nın tamamında Türk nüfusu 15.000. kadar
verilmektedir. Bu rakamın biraz az gösterildiği düşünülmektedir. Zira bu
devirde Türk nüfusunun hiç olmasa 20.000’in üstünde olması gerektiği, normal
artış temposu hesaplanarak tahmin edilebilir. ABD’de yayınlanan Balkanlar’la
ilgili bir kitapta 1926’larda Oniki Ada’nın nüfusu 100.000 civarında
gösterilmekte ve bu nüfusun onda birinin Türk olduğu belirtilmektedir.[1]
İkinci Dünya Savaşı sırasında Oniki Adalardan cereyan eden olaylar, buradan bir
kısım Türklerin anayurda göç etmelerine sebep olmuştur.[10]
1947 yılında İstanköy’de 1816 Türk kalmıştı.
1966 yılında Oniki Ada’da (Rodos ve İstanköy’de) Türk nüfusu 4300 civarındadır.
Bu yıllarda İstanköy’deki 350 aileden oluşan 1300 kişilik topluluğun içinde 145
çocuk okula gitmekteydi.[11]
Türklerin ellerinde bulunan topraklar 1952’de
yürürlüğe konan toprak reformu ile yukarda açıklandığı gibi, gasp edilerek Rum
çiftçilere dağıtılmıştır. Uygulanan bu baskıcı siyaset sonucunda, İtalyan
idaresinin son zamanlarında yalnız Rodos adasında 11.000 olarak tahmin edilen
Türk nüfusu, 3400’e düşmüştür. 1946’da, yani Rum idaresine geçtikten bir yıl
sonra 6000 olan nüfus bu gün 2200’dür.
3800 kadar Türk Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır.
1990’lı yıllarda Rodos adasında 2000 civarında
bulunan Türk nüfusu, yukarıda sayılan oldukça kabarık yerleşim yerlerinden
sadece Uzgur köyü ve Kale içinde toplu olarak yaşayan 150-160 aile ve Girit
Mahallesi, Kandilli, Kızıltepe, Sümbüllü, Mikse köylerinde dağınık yaşayan
ailelerle, Katavya’da 2, Salakos’da 3, Lindos’ta da 3 Türk aileden
ibaretti.[12]
Bu yıllarda adalarda yaşayan Türkler kendileri
ile ilgili olarak şu bilgileri aktarmışlardır:[13] İstanköy adasında yaklaşık
900 Türk nüfusu vardır. Bunların tamamı İstanköy’ün Germe köyünde
yaşamaktadırlar. Bunların toprakları ellerinden alınmak istenmektedir.
İstanköy’de yaşayan Türkler devlet memuriyetine ve üst düzey görevlere Yunanlı
yetkililerce getirtilmemektedirler. Yunanlılar, Türklere memuriyet görevi
vermeyerek, üst kademe görevlere onları getirtmeyerek, onların adalardan göç
etmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Bu göçe zorlama politikasına direnen
Türkler ise bir köyde toplanmışlar ve burada hayatlarını sürdürmektedirler.
Büyük bir çoğunluğunun geçim kaynağı topraktır. Aralarında az sayıda da olsa
turizm alanında çalışanlar vardır. Eskiden daha çok rağbet gören ve gelir
getiren marangozluk, demircilik gibi zanaatlarla uğraşanlar çok azalmıştır.
Türklerin toplu bulunduğu Germe Türk köyü meydanında 5 Türk kahvesi vardır.
Türler Türkçe eğitim veren okul olmadığından çok şikâyetçidirler. 1971’den beri
okullarda Türkçe eğitim yasaktır. Çocuklarını Yunan okullarına göndermemekte,
daha çok Türkiye’ye gönderip tahsillerini orada yapmaktadırlar. Türkiye’de
okuyanlar da tekrar adaya dönmek istememektedirler. Zira dönenler Yunan
polisince rahat bırakılmamaktadırlar. Sonuçta ise adada Türklerin sayısı
azalmaktadır.
Rodos’taki Türk nüfusu daha fazladır ve Rodos’ta
yaşayanların maddî durumları daha iyidir. Rodos adasında bir eski şehir, bir
yeni şehir (Maraş) olmak üzere iki merkez ve şehirden başka 44 tane de köy
vardır. Bu gün şehri çevreleyen Rodos kalesi 1309 yılında şövalyeler tarafından
inşa edilmiş ve Osmanlılar tarafından bakım ve restorasyonu yapılmıştır. Bu gün
bu kale içinde takribi 5000 kişi oturmaktadır. Rodos adasının nüfusu 89.000,
şehrin nüfusu ise 46.000 kişidir. 1945 yılında Rodos’ta yaklaşık 11.000 Türk
var iken bu sayı 1950 yılında 5600’a düşmüş ve bu gün de 2000 kişi kadar
kalmıştır. Rodos’tan göç eden Türklerinin çoğu İzmir ve havalisine
yerleşmişlerdir.
Rodos’taki Türklere, arsa sahibi oldukları
halde, otel inşa hakkı verilmemektedir.
Onlar da ya otellerde görev almakta veya değişik meslekler icra ederek
yaşamlarını sürdürmektedirler. Türklerin maddî durumları iyidir, aralarında çok
aşırı zenginleri yoktur, ama fakiri de pek yoktur. Hepsinin sosyal ihtiyaçları,
(sağlık, hastane, emeklilik) garanti altına alınmıştır. Ancak, Türk okulları
kapatıldığı için 20 yıldan beri sadece Yunanca tedrisat yapılır ve bu sebepten
yeni yetişen neslin Türkçe’si çok zayıftır ve genç Türklerin çoğu aralarında
Yunanca konuşarak anlaşabilmektedirler.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 2000’li
yıllarda Rodos ve İstanköy’de yaşayan yaklaşık 4-5 bin Türk’ün durumunu masaya
yatırmayı plana aldı. İsviçreli
parlamenter Andreas Gross başkanlığındaki İnsan Hakları Komitesi, Rodos ve İstanköy adalarına giderek Türk
azınlığın durumunu inceledi. Nihayet 6
Mayıs 2009 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Azınlık Hakları
Alt Komitesi üyesi Andreas Gross ile on dört üye tarafından “Rodos ve İstanköy’
de Türk Azınlığı’nın durumu” konulu bir karar teklifi, konseye sunuldu. Karar
teklifinde, insan ve azınlık haklarının korunmasının Avrupa Konseyi’nin temel
çalışma alanı olduğu ifade edilerek Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy adalarında
yaşayan Türklerin azınlık durumlarının ele alınıp incelenmesi gerektiği
belirtildi. Bu teklif Rodos ve İstanköy’deki Türkler için tarihi bir öneme
sahipti. Çünkü iki ada, Yunanistan ile Türkiye’deki azınlıkların durumunu
belirleyen 1923 tarihli Lozan Anlaşması imzalandığında İtalya’nın kontrolünde
bulunuyordu. Bunlar Lozan’ın getirdiği “azınlık hakları”ndan yararlanamadılar
ve sonrasında iki ülke arasında yapılan nüfus mübadelesinin dışında kaldılar.
Türkiye ile Yunanistan arasında zaman zaman
yaşanan gerilimlerden en büyük zararı Rodos ve İstanköy’deki Türkler görüyor.
Türkçe eğitimden kapatılan okullarının açılmasına, vakıf gelirlerinden müftü
atanmasına ve vatandaşlık haklarına kadar bir dizi hak beklentileri var.
Adalarda yaşayan Türkler, Yunanistan’ın resmi
ifadesiyle “Yunan vatandaşı Müslümanlar”dır. Bu arada az da olsa bazı mahalli
politikacıların azınlığın sorunlarına duyarlı olduğunu da söylemeliyiz.
Bunlardan biri, “Kos (İstanköy)
adasındaki Müslüman Toplumunun Sorunları”
adlı bir rapor hazırlayan Nikos Milonas’tır.
Milonas hazırladığı raporda Rodos gibi
İstanköy’de de önemli bir sorun olan vakıf konusunda Vakıf Yönetim Kurulu’nu
belirlemek için yapılan halka kapalı, şeffaflıktan uzak seçimleri eleştiriyor.
Rodos ve İstanköy’de Türkler’e ait vakıfların beş kişilik yönetiminin Yunan
makamlarınca seçildiğini ve bazılarının belli bir dönem için, bazıları ise
ölene kadar görev yaptığını açıklıyor. [14]
Ada halkının tasvip etmediği bu kişiler, vakıf
mülklerine yönelik adeta tasfiye kurumu gibi çalışıyor. Günümüzde Rodos’taki
Türk vakıflarına ait 450 gayrimenkulden sadece 40 tane kalmış. Satış ve
bağışlar yoluyla vakıf eserlerinin azaltılması birçok tarihi yapının varlığını
da tehlikeye atıyor. İstanköy’de ise kalan sadece 35 dükkân ve arsa. Vakfın
aylık gelirinin yüzde 60’ı vergiye gidiyor. Bu durum, vakıfların varlıklarını
sürdürmesini her geçen gün daha da zorlaştırıyor.
Oniki Ada Türklerinin önemli sorunlardan biri
de, Türkçe ve din eğitimi. Türkçe 1972 yılından bu yana okullarda okutulmuyor.
Osmanlı Devleti’nin ayrıldığı 1912’den Yunanistan’a devredildiği 1947 yılına
kadar, anadil öğretimi konusunda adalarda herhangi bir sorun yaşanmamış.
Sonrasında da Türk okulları varlıklarını sürdürmüş; fakat dersler Yunanca ve
Türkçe olarak devam etmiş. 1972 yılında ise Türkiye’nin Bozcaada ve
Gökçeada’daki Rumca eğitimi yasaklaması üzerine Türkçe öğretimi tamamen
müfredattan çıkarılmış. Çocuklar ana dillerini evde ailesinden öğreniyor.
Öğrenmek için Latin harflerini tanıdıktan sonra başlıyor. Türkçe ve din
eğitimindeki sıkıntıya çare arayan Rodos ve İstanköy’deki Türkler, ortaokul ve
lise çağlarında çocuklarını Türkiye’ye gönderiyor. Bu durum, evlatların
ailelerinden kopması anlamına geliyor. Geri döndüklerinde ada toplumuna entegre
olmakta zorlanıyorlar. Türkçe eğitiminde bir başka yol da Rodos’taki
üniversitenin Akdeniz Bilimleri bölümündeki Türkçe dersleri. Sadece birkaç öğrencinin
gittiği bölümde lisans seviyesinde ve yabancı dil olarak anadili öğrenme imkânı
var. Rodos ve İstanköy’de iki yıl önce Türkçe kursları açılmış. Ancak her
nedense, adadaki Türkler sahip çıkmadığı için derneklerin öncülük ettiği bu
girişim başarılı olamamış.
İslamiyet’e ait din eğitimi de okul müfredatında
yok. Din derslerinde Ortodoks Hıristiyanlık öğretiliyor ve dersleri papaz
veriyor. Türk çocukları, din derslerinde sınıfta oturmak durumunda. Son
yıllarda okul aile birliklerinin çalışmalarıyla din derslerinde Müslüman
öğrencilere dışarı çıkma hakkı verilmiş. Ancak uygulamada hala sorunlar var.
Rodos’ta İslam’ı öğretmek amacıyla yaz kursları yok. Dini bilgileri sadece
aileler öğretiyor. İstanköy’de ise yaz Kur’an kursu açılmış. Beklenilen kadar
olmasa da ilgi var. Yaz başında 40 çocuk müracaat etmiş, şimdi 25 kişi devam
ediyor. 15 yıl önce Ramazan ayında geçici olarak adaya gelen ve daha sonra geri
dönmeyerek din hizmetlerini sürdüren Batı Trakyalı imam Şükrü Damadoğlu, Germe
Camii’nde çocuklara ilmihal bilgileri ve Kur’an öğretiyor.
Rodos ve İstanköy’de ilk ve ortaokulu bitiren
çocukların yüksek öğretim konusunda iki alternatifi var; Yunanca kariyer için
Atina’ya gitmek veya Türkçe gelecek için Türkiye’ye gelmek. Diğer seçenek ise
adada esnaflık yaparak hayatlarını sürdürmek. Çoğu 3. seçeneği kullanıyor ve
zaman içinde dil ve kimlik olarak sıkıntıya düşüyor.
Sonuç olarak her geçen gün biraz daha
unuttuğumuz sahipsiz Oniki Ada Türklerinin bu gün çok önemli sorunları var. Bu
sorunları ve yapılması gerekenleri bir kez daha özetleyerek yazımıza son
verelim:
Oniki Ada’daki Osmanlı Türklerinden kalan kültür
mirasının bakımı ve tamirlerine izin verilmemekte, tamirler göstermelik olarak
yapılmakta ve eserler zamanın tahribatına bırakılmaktadır.
Rodos ve İstanköy’de Osmanlı Türklerinden kalan
kültür mirasının korunması amacıyla kurulan Evkaf Dairesi vardır. Ancak Yunan
hükümetleri, Evkaf Dairesi’ne sürekli masraflar yaptırarak elindeki arazileri
ve malları sattırmakta, Evkaf Dairesini mali yönden güçsüzleştirmektedir. Yunan
Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki bazen kendi fanatiklerinin görüşlerine
uygun hareket eden Türkleri Vakıf Yönetim kurullarına atayarak
gerçekleştirmektedir.
Osmanlı döneminden kalan camiler, okullar,
türbeler, imaretler, çeşmeler gibi eserlerin zamanın tahribatına bırakılarak
yıkılmaları bekleniyor. Rodos’ta ve İstanköy’de Türk mimarisinin en güzel
örnekleri bulunuyor. Yunan hükümeti Türk Vakıflarını baskı altında tutarak bu
eserlerin korunmasını engelliyor.
Rodos ve İstanköy’deki Türkçe eğitim yapan
okullar günümüzde tamamen kapatılmış durumdadır. Buna bağlı olarak
kardeşlerimiz Yunan okullarında seçmeli ders olarak bile kendi anadillerini
öğrenmekten mahrumdurlar. İnsanların en doğal haklarından biri olan
anadilleriyle eğitim yapma hakkı Oniki Ada’daki soydaşlarımıza verilmemektedir.
Yunanistan, sadık bir Yunan yurttaşı olan
Türklerin kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini de engellemektedir.
Rodos, İstanköy ve Oniki Adalardaki kültürel
eserlerin korunmasına, bakım ve onarımına Yunan hükümetleri özen göstermelidir.
Rodos ve İstanköy’deki soydaşlarımızın Türk
kimlikleri kabul edilmeli ve kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini engelleyen
baskılara son verilmelidir.
Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türk çocuklarına en
azından ilköğretim düzeyinde Türkçe eğitim yapma hakkı sağlanmalıdır.
Türk kimliğinin ve Türk eserlerinin Rodos’ta ve
İstanköy’de unutturulması önlenmelidir. Yunanistan nasıl Türkiye’deki
kiliselerinin koruma altına alınmasını istiyor, buralarda dini törenler
düzenleyebiliyorsa, bizde Yunanistan’da bulunan kendi eserlerimizin en azından
koruma altına alınmasını, yıkılmasının, yok olmasının önüne geçilmesini
istemeliyiz.
Bunları sağlamak için çalışmak hem kardeşlik,
hem Müslümanlık hem de insanlık borcudur.
[1] Zeki
Çelikkol; İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe, Ankara, 1990, s. 7.
[2] The
Columbia Encyclopedia; 2e edit, New York, 1956, s. 549.
[3]
Encyclopedia Britannica v. 7, s. 492.
[4] Zeki
Çelikkol, age, s. 178.
[5] The
Columbia Encyclopedia; 2e edit, 1956, s. 549.
[6]
Muhtar Ataç, Yunanistan ve Oniki Ada, Genel Kurmay ktphane., s. 16.
[7]
İskeçe – Millet Gazetesi-23 Aralık 2010,sayı:260.
[8]
Muhtar Ataç, a.g.e., s. 15.
[9] Zeki
Çelikkol, age, s.3.
[10]
Muhtar Ataç, age, s.12.
[11] Zeki
Çelikkol, age, s.3
[12] Zeki Çelikkol, Rodos’taki Türk Eserleri ve
Tarihçe,1992, s.3.
[13] Cemalettin Taşkıran, Oniki Ada, Babıali
Kültür Yay., 2007, s.145.
[14] Zaman 06.08.2008.