YABANCI ORDULAR & SAVAŞ & SAVAŞ TARİHİ & TAKTİKLERİ & TEÇHİZATI & YÖNTEMLERİ

SURİYE SAVAŞI DOSYASI /// FEHİM TAŞTEKİN /// İDLİB SEFERİ : ÖFKELİ VE TEHLİKELİ


FEHİM TAŞTEKİN /// İDLİB SEFERİ : ÖFKELİ VE TEHLİKELİ




E-POSTA : ftastekin@gazeteduvar.com.tr 

3 Şubat 2020




Neticede Erdoğan Soçi Mutabakatı ile verdiği
sözleri yerine getiremedi. Putin de “Senin yapamadığını ben yapıyorum” diyor.
Erdoğan Putin’in “terörle mücadele” gerekçesini de reddediyor. İdlib’in yüzde
90’ına hükmeden HTŞ BM kararı gereği Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde.
Ama bu Erdoğan’ın içine sinen bir durum değil. Esad yönetimine karşı savaşan
herkes ‘muteber direnişçi’ sayılmalıydı!


“Rusya Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil”
diyor. İdlib’de operasyonlar durdurulmazsa Türkiye’nin askeri yanıt
vereceğinden bahsediyor.


Gayet sert! Ateşin yamaçlarında barut
kurutuyor.


Suriye ordusu Rusya’nın desteğiyle Aralık’tan
beri İdlib’de vura vura ilerliyor.


Son süreçte Türkiye-Rusya ve Suriye-Türkiye
arasında dikkat çekici görüşmeler gerçekleşirken muhalif saflarda Ankara’nın
operasyonlara rıza gösterdiğine dair bir kanaat de oluşmuştu.


Haliyle sormak lazım: 9 Ocak’tan itibaren Rusya
nezdinde Dışişleri ve Savunma bakanları düzeyinde yürütülen temaslardan çıkan
sonuçlar Ankara’nın artık Suriye devletinin kendi topraklarını kontrol altına
almasını önleyemeyeceğini göstermiyor muydu?


MİT Başkanı Hakan Fidan’ın 13 Ocak’ta
Moskova’da Suriye Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Ali Memluk’la buluşması yeni
bir evreye geçildiğinin resmi değil miydi?


Bu toplantılardan sonra Türk yetkililer 15
Ocak’ta ‘Suriye Ulusal Ordusu’ ve ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin komutanlarını
Reyhanlı ve Gaziantep’te toplayıp “M-4 ve M-5 otoyollarını açmanın yolunu
bulmamız gerekiyor” demedi mi? Bu bir bakıma artık Türkiye’nin silahlı
yığınlara kalkan olamayacağı ve başlarının çaresine bakma zamanının gelmekte
olduğu mesajı değil miydi?


Türkiye ile Rusya arasında varılan mutabakatla
operasyonlara 9-24 Ocak arasında mola verip İdlib’deki sivillerin Hama ve
Halep’e tahliyesi için Hazır Ebu el Zuhur ve Habit’te kontrol noktaları
kurulmadı mı?


Bu toplantıları takiben “İdlib Emirliği”nde
özel bir yere sahip olan Maaret el Numan 28 Ocak’ta tekrar ordunun kontrolüne
geçti. Oluşan görüntü sanki Ankara’nın çaresizce geçit verdiği yönündeydi.
Çünkü sanıldığının aksine kentte kıyameti andıran bir direniş olmamıştı.


Çaresizce Rusya’nın dediğine gelindiyse
Türkiye’yi ateşe iten bu öfke neden?


“Tamam otoyolu açın ama orada durun” denildiyse
henüz M-4 ve M-5 açılmadı.


Maaret el Numan’dan sonra operasyon M-5 ve M-4
kavşağındaki Serakıp istikametinde ilerlerken tescilli “terör örgütü” Heyet
Tahrir el Şam (HTŞ) ile Türkiye destekli gruplar Halep’in batısı ve kuzeyinde
cepheler açarak Suriye ordusuna ağır kayıp verdirtti. En az üç bomba yüklü araç
kullanıldı. HTŞ’nin yanı sıra Türkiye destekli Semerkand Tugayı Cephet’uş
Şamiyye Ahrar’uş Şarkıyye Ceyş’ul Şarkıyye Dokuzuncu Fırka El Mecd Müfrezesi
Ahrar el Şam gibi örgütler de eşlik etti. Saldırılar Maaret el Numan’ın
intikamıydı. Rusya ise Fırat Kalkanı’nın kontrolündeki El Bab’da göreceli
dokunulmaz olan Türkiye destekli grupların mevzilerini cehenneme çevirdi. Bu
yanıt aynı zamanda bu alandaki silahlı grupların sorumluluğunu üstlenen
Ankara’ya idi!


Ne yazık ki Suriye ordusu ilerledikçe askeri
gözlem noktaları bir bir kuşatılıyor. Her seferinde iki ülke orduları karşı
karşıya kalacak korkusu yaşanıyor. Morek ve Surman’dan sonra Maaret el Numan
operasyonu sırasında Maar Hattat kuşatıldı. M-5’i açmaya dönük operasyon
sürerse güzergâhta Tel Tukan El Eys ve Raşidin’deki gözlem noktaları var.


TSK ise üç gündür Serakıp’a askeri sevkiyat
yapıyor. İkisi M-5 üzerinde üç yeni barikat kuruldu. Bu hamleyle Serakıp için
“Geçilmez” denilmiş oldu. Ağustos’ta Han Şeyhun el değiştirirken benzer bir
hamlede bulunulmuş ama gidişatı etkilememişti. Dün TSK’nin Suriye ordu
mevzilerine ateş açtığına dair iddialar da hızla yayıldı. Suriye ordusu da
kararlı; son birkaç gün içinde 250’nin üzerinde kaybı var. Yani durum
ciddileşiyor.


***


Türkiye’nin bu duruma nasıl düşürüldüğünü
anlamak için süreçle ilgili notlarımızı tekrarlamamız gerekiyor.


Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Vladimiroviç
Putin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı Aralık 2016’da Moskova Deklarasyonu Ocak
2017’de Astana Deklarasyonu Mayıs 2017’de ‘Gerilimi Düşürme Bölgeleri
Anlaşması’ ve Eylül 2018’de Soçi Mutabakatı’na ortak ettiğinde kanlı oyunun
bitiş sahnesi başından belliydi.


Astana platformundan terörle mücadele ve
Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusunun yapılmadığı tek bir bildiri çıkmadı.
Erdoğan operasyonlara karşı sesini yükselttikçe Putin de ilan edilmiş ortak
hedefleri hatırlattı. Bu süreç Doğu Halep Doğu Guta ve Dera-Kuneytra gibi
cephelerde uzlaşmayı kabul etmeyen İslamcı örgütlerin Türkiye’nin
kolaylaştırıcı rolüyle İdlib’e taşınmasını sağladı. Bu stratejiyi belirleyenler
İslamcı örgütleri baş hamisine doğru süpürüyordu. Yani Suriye cephesine giriş
kapısı gönderme kapısı olarak kurgulanmıştı.


Bunu kabul eden siyasi aklın tek hesabı oyunda
kalmaktı!


Ne için?


Yarım kalmış Suriye hevesleri için…


Oyunbozanlık için…


Türlü türlü hesaplarla bu örgütleri yedekte
tutabilmek için…


Kürtlerin liderliğindeki özerkliğe karşı askeri
harekâtlara yeşil ışık alabilmek için…


Bu örgütlerle ‘güvenli’ bölgeleri tutmak için;
yani bunları “mayın eşeği” gibi kullanmak için…


Bu ‘için’ uzar da uzar.


17 Eylül 2018 Soçi Mutabakatı’nda ise akla
ziyan bir gözü karalık ile Erdoğan imkânsız görevler üslendi.


Mutabakata göre İdlib’in etrafında 15-20
kilometrelik silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulacak 10 Ekim 2018’e kadar
tank roketatar top ve havan gibi ağır silahlar bu bölgeden çıkartılacak; 15
Ekim 2018’e kadar tüm terörist gruplar bölgeden uzaklaştırılacak; 31 Aralık
2018’e kadar M-4 ve M-5 otoyolları açılacaktı. Ortak açıklamalarda tekrarlanan
bir taahhüt daha vardı: Siyasi süreci kabul eden örgütlerin teröristlerden
ayrıştırılması.


İnce düşünülmüş bir final sahnesi! Vaat ettiği
tek şey İdlib’e tutunanlar için yenilgi bunları destekleyenler için hezimet.
Astana’dan sonra Suriye’deki diğer cepheler çözülürken en sona İdlib’in
bırakıldığı aşikârken Soçi Mutabakatı’na imza atmak cesaret işiydi.


Halep-Lazkiye ve Halep-Hama yolu açıldığında
İdlib’e yığılmış örgütler için Türkiye sınırlarına yaslanıp kaderlerini
beklemek ya da sınırları aşıp bize karışmaktan başka bir çare kalmıyor. Libya
seferi diyebilirsiniz fakat o da çare değil. Herkesin gözü Türkiye’de. Beri
taraftan Rusya Türkiye’nin göçle ilgili kaygılarını aşağı çekmek için sınırda
‘geçici tampon’ fikrine de açık durabilir. Siviller ve milislerin bir süre daha
tutulacağı ve ikinci bir finalin çekileceği sahne.


***


Neticede Erdoğan Soçi Mutabakatı ile verdiği
sözleri yerine getiremedi. Putin de “Senin yapamadığını ben yapıyorum” diyor.
Erdoğan Putin’in “terörle mücadele” gerekçesini de reddediyor. İdlib’in yüzde
90’ına hükmeden HTŞ BM kararı gereği Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde.
Ama bu Erdoğan’ın içine sinen bir durum değil. Esad yönetimine karşı savaşan
herkes ‘muteber direnişçi’ sayılmalıydı!


Bu refleksle Erdoğan ABD ile aynı tele basıyor.
Amerikalılar Suriye’nin mahvına yarıyorsa her tür örgüte göz yumabilir. Terör
listelerinde olsalar dahi! Nasıl olsa ılımlılaştırma cinliğiyle HTŞ El
Kaide’den azat oldu. Artık paralel El Kaide. ABD’nin özel temsilcisi James
Jeffrey geçenlerde basın toplantısında baklayı ağzından çıkardı; HTŞ’nin
Esad’la savaşa odaklandığına dikkat çekerek “Henüz biz bu iddiaları kabul
etmedik ama kendileri terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını
iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik”
dedi. ABD’nin terör örgütleri listesinde olmasa cümlenin ilk yarısını da
kurmayacak! HTŞ ve müttefiklerinin sivil alanlar ve hükümet güçlerine
düzenledikleri saldırıları da “Kimsenin zarar görmediği saldırılar” diye
masumlaştırıyor. IŞİD de hilafet kurup CIA’in eğitip donattığı örgütleri tasfiyeye
kalkışmasaydı pekâlâ devrimci sayılacaktı. Güçleri yetse HTŞ’nin IŞİD’den
türediğini de unutturacaklar.


Ayrıca Jeffrey Erdoğan’a “Putin’e
güvenemeyeceğini açıkça söylemiştik” diye akıl verirken Türkiye’nin İdlib’de
asker bulundurmasını desteklediklerini söylüyor. Yani lafı “Rusya’nın açtığı
kapıdan girsen de sen NATO’nun oyununu oynamaya devam et” demeye getiriyor.
Erdoğan o oyunu zaten oynuyor; Amerikalıların açıkça yapamadığını yaparak eşsiz
bir hizmet sunuyor. Bu hizmetten son 10 yılda en fazla yararlanan İsrail oldu.


ABD Türkiye’nin katkılarıyla İdlib’in kanayan
yara olarak kalmasını isterken şu sıralar özellikle Suriye’yi çökertecek
yaptırımlara ağırlık veriyor. Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası çerçevesinde
yaptırımlara eşlik etmeleri için Avrupa’ya da baskı yapıyor.


Rusya yaptırım sarmalının Cenevre’deki anayasa
çalışmaları ilerlerken kırılmasını umuyordu. Ancak çalışmalar uzadığı gibi
yaptırım sopası da devreden çıkmıyor. Bu yüzden Rusya Suriye’nin yeniden
inşasına Türkiye’yi ortak ederek bu cendereden çıkmanın hesaplarını yapıyor.
Bunun için de Şam-Ankara barışı şart. Taraflar birbirini test etse de buzlar
kırılamıyor. Türkiye inatla artık tüm destekçi ülkelerin kendileriyle
ilişkilendirmekten kaçındığı İslamcı örgütler üzerinden hayallerini canlı
tutuyor. Hâlâ Cenevre’de anayasa yazılır da bu gruplar Şam’da iktidara ortak
olur hesabı güdüyor. Bu grupları ve sahadaki Türk askeri varlığını koz olarak
görüyor.


Suriye siyasetindeki hezimetlere rağmen kalan
parçaya iyice zımbalanan beklentiler değişmiyor: Suriye’de siyasi geçiş süreci
başlayacak Türkiye yeni Suriye’de söz sahibi olacak ve elbette Kürtler evlerine
eli boş dönecek!


Uygulanabilir bir çıkış stratejisi evvela bu
tehlikeli oyuna son vermeyi gerektiriyor.




LİNK : https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/02/03/idlib-seferi-ofkeli-ve-tehlikeli/?fbclid=