MEHMET KURTOĞLU : Benim en
çok ilgimi çeken varoluş felsefesidir
21
Temmuz 2020
Varoluş felsefesinde üç kişiyi iyi okurum.
Sartre, Camus ve Soren Kierkegaard…
Nietzsche benim özel felsefecimdir. Dostoyevski, Tolstoy, Balzac ve Stefan
Zweig romancılarım. Cemil Meriç klasiklere 25 yılını vermiş. Ben kırk yıldır
klasiklerde dolaşıp duruyorum. Her okuyuşumda farklı ilhamlar veriyor. Nedense
çağdaş romancılar bana çok yavan geliyor. Çünkü insanın trajedisini, varoluş
kaygısını klasikler kadar derinlikli işlemiyorlar. Çağdaş dünya insanı
yüzeyselleştirmiş sanki… Bu yüzden klasiklere sarılıyorum. Camus ve Sartre
benim özel yazarlarım. Camus ve Sartre aynı zamanda büyük edebiyatçılar… Çünkü
felsefelerini roman sanatında ustaca işliyorlar. Absürd(saçma) ve Beyhude(boş,
anlamsız) üzerine kurguladıkları felsefelerini Camus Veba, Yabancı ve düşüş’te,
Sartre ise Akıl Çağı,Yaşanmayan Zaman, Tükeniş, Bulantı ve İş İşten Geçti
romanları ile Duvar’ da çok güzel dile getirmişlerdir. Vaba’daki kısırdöngü,
insanın çaresizliği ve Oran şehrinde karantina folsyısıyla insanın hapsolup
sıkışması sisyphos söylencesindeki cezalanırma gibidir. İnsan yeryüzüne ceza
çekmeye gönderilmiştir…. Sonra Sartre’ın Duvar hikayesi “başkası cehennemdir”
ana fikri üzerine kurgulanmıştır. İnsan ötekinde kendini görür ve acı çeker.
Bulantı hergğn synı şeyi yspan insanın trajedisidir. Hayatın bir tekrardan
ibaret okduğunu fark etmek veya etmemek! Çok şey anlatıyor. Hayatın bir
tekrardan şbaret olduğunun farkında olan adam acı çeker, farkında olmayan mutlu
olur. Hergün kütüphaneye takılıp harf dırasına göre kitap okumak ya da her
hafta kiliseye ayine gitmek… Hayatın idrakinde olmak acı çekmektir. Ve bizim
inancımıza göre de insanın yeryüzü sürgünü bir cehennem değil midir?
Özet olarak Camus dünya saçma der, Sartre insan beyhude! Nietzsche ise işi
kökten halleder: Tanrıyı öldürür hayatı hiçliğe mahkum eder… Nietzsche
Nihilizmi getirmiştir. Kendini peygamber haşa tanrı yerine koyarak buyurmuştur.
Zerdüşt bazılarına göre tanrı, bazılarına göre peygamber. Nietzsche Zerdüştlüğe
soyunmuş ve buyurmuştur! Büyük edebiyatçı olmak için büyük teolog ve büyük
felsefeci olmak gerekir. Nietzsche ile Soren Kierkegaard güçlü teolojileriyle
Sartre ve Camus’den ayrılır. Sartre ve Camus’nün teolojileri pek güçlü
değildir. Daha çok Hıristiyanlıkla sınırlıdır. Nietzsche Yahudiliği bilir,
İslam’dan haberdardır. Hıristiyanlığı darmadağın edecek kadar güçlü teolojisi
vardır. Deccal bir Hıristiyanlık eleştirisidir. Benim diyen Müslüman ilahiyatçı
o cümleleri çok zor kurar… Ne yazık ki Nietzsche çıldırmıştır. Çünkü peşinden
gittiği nihilist kavramı kaderi olmuştur. Sonra Soren Kierkegaard’ın Korku ve
Titreyiş’i… Lirik bir İbrahim anlatısıdır. Kuran’da en çok zikredilen bu
peygamberi, bir Müslüman sanatçı Soren Kierkegaard kadar lirik anlatamamıştır.
İbrahim kıssasında gerçekte insanlığın trajedisi anlatılır. İşte o varoluş
trajedisini gören Kierkegaard’tır. Oğlunu kurban eden babanın, babaya itaat
eden oğulun trajedisi. En önemlisi de İbrahim’in oğlu ile tanrı arasındaki
trajik durumu…. Klasiklerin işte böylesine derinlikli varoluşsal anlatıları
var. Ve beni bu anlatılar çekiyor…
Gerçekte her sanatçının peşinden gittiği bir kavram vardır. O kavram
eserlerinin anahtarıdır. O kavram belki de kaderleridir. Eserlerini onun
üzerine inşa ederler… Nihilizm Nietzsche’nin, kaygı Soren Kierkegaard’ın,
absürt Camus’nün, boşluk/hiçlik/anlamsızlık Sartre’ın kavramları… Aynı zamanda
kaderidir… Büyük sanatçılar seçtikleri kavramın içini kendileri doldurur. Ve bu
kavram hayatlarını, sanat ve felsefelerini belirler. Çok az sanatçıya nasip
olmuştur kavramını yaratma. Batı bu çoktur. Biz de böylesine çok az sanatçının
vardır. Namık Kemal Osmanlıcılık, Ziya Gökalp Türkçülük, Necip Fazıl Büyük
Doğu, Nurettin Topçu Anadoluculuk, Sezai Karakoç Diriliş…
Belki bir kaç isim daha eklenebilir…
Tekrar varoluş felsefesine dönecek olursak 20. yüzyılı etkilemiş bu felsefe
bizde gerçek anlamda edebiyata yansımamıştır. Bizimkiler varoluş felsefesini
okuyup bunalım takılmış, şüphe etmişlerdir. Oysa bu felsefenin başkaldırı,
ahlak ve inanç boyutu vardır. Varlık ve hiçlik yönü. Biz hep hiçliğe
takılmışız. Varlığı atlamışız. “İsyan ediyorsam o halde varım” diyen ahlakçı
bir Camus’nün ve “Özne” olduğunu söyleyip felsefesine saldırıldığında kendini
savunmak zorunda kalan ve bu yönüyle “nesne” olan Sartre’ın tutumu varoluş
felsefesinin en büyük açmazlarıdır. Çünkü hem tanrıya inanmayacaksın hem de
varmış gibi ona isyan edeceksin! Sizi içine çeken ama kafanızda ve ruhunuzda
istifhamlar oluşturan varoluş felsefesi…. Felsefenin kendisi bir istifham! İbni
Arabi Camus ve Sartre’ın düştüğü açmazı yüzyıllar önce işaret etmiş. “Allah’a
isyan edeceksen önce onun arzını terk et!” Acaba Sartre ve Csmus Arabi’yi
okumuşlar mı? Ya da bu ifadesini bilmiş olsaydılar ne yaparlardı? Peki biz ne
yapıyoruz? Havaya yumruk salladığınızı bilerek yine de vazgeçemiyorsunuz bu
felsefeden… Kabuk bağlayan yaralı ruhunuzu kanatan bu eserler her okuduğunuzda
bize acı veriyor. Ve biz o acıyla hayatı anlamaya çalışıyoruz. Çünkü acı
çekmeden İbrahim’in trajedisini, İsmail veya İshak’ın ölüme boyun eğişini,
çarmıha çivilenen tanrı İsa’nın tanrım tanrım diye insani yalvarışını, Andre
Gide’in Dar Kapı’sındaki insanın günahkarlığını ve acizliğiyle çakılıp
kaldığını görüyoruz….
Mehmet
Kurtoğlu