E.
ALBAY MURAT TULGA : HAKKIMIZI HELAL ETMİYORUZ !!!!
Adaletin
siyasete kurban edildiği tarihsel olaylar vardır. Fransa’da yaşanan Dreyfus
davası hiç kuşkusuz bu tür olayların en ünlülerinden birisidir.
19’uncu
Yüzyılın sonlarında Fransa’da Albert Dreyfus adlı Yahudi kökenli bir subayın
haksız yere casuslukla suçlanarak yüzeysel bir yargılama sonucunda zindana
gönderilmesi olayı Dreyfus Davası olarak adlandırılır.
Dreyfus
Davası yalnızca bir hukuk ve ayrımcılık olayı değildir.
Başta
ordu ve yargı olmak üzere Fransa’nın tüm kurumlarını temellerinden sarsan büyük
bir toplum olayıdır. Fransa tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Bu
dava çerçevesinde; Fransa toplumunda güç dağılımı keskinleşmiş kilise ve devlet
işlerinin ayrılması gibi sarsıcı önlemler alınmış sağdaki milliyetçiler ile
soldaki anti-militaristler arasında uzun sürecek bir kutuplaşma doğmuştur.
Yargılama
süreci sonrası Dreyfus suçlu bulunmuş ve ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir.
Temyiz başvurusu da sonuç vermemiş Dreyfus cezasını çekmek üzere Şeytan
Adası’na yani Henri Charriere’nin “Kelebek” adlı romanındaki meşhur cehenneme
gönderilmiştir.
Yetersiz
kanıtlara dayanan yargılama sırasında Dreyfus suçlamayı reddetmesine rağmen hem
kamuoyu hem de koyu Yahudi düşmanı bir kesimin başını çektiği Fransız basını
mahkeme kararını olumlu karşılamıştır.
Ancak
delil yarım yamalak suçlamalar afakî olunca zamanla dava konusunda kuşkular
belirmiş ve Dreyfus’un suçsuzluğuna inananların sayısı gitgide çoğalmıştır.
Fransız
Gazeteci Emile Zola 13 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinin baş sayfasında
“Suçluyorum” başlıklı bir mektup yayımlayarak Dreyfus’un mahkûm olmasına neden
olan ırkçı tavrı ve Fransız kurumlarını eleştirmiştir.
Emile
Zola o zamanki Fransa Cumhurbaşkanına hitaben yazdığı yazısını şöyle
bitirmiştir:
“
…Gerçek su yüzüne çıkıyor ve hiçbir şey onu durduramayacak. Olay ancak bugün
başlıyor çünkü konular ancak bugün açık olarak ortaya çıktı. Bir yanda ışığın
parlamasını istemeyen suçlular öbür yanda ışığın parlaması için canlarını
verecek doğrucular.
Gerçek
toprağın altına kapatıldığı zaman orada öyle bir toplanır öyle bir patlama gücü
kazanır ki patladığı gün her şeyi kendisiyle birlikte havaya uçurur. İleri de
yıkımların en gümbürtülüsünün hazırlanıp hazırlanmadığını göreceğiz…”
FRANSIZ
GENELKURMAY’I BAŞARILI BİR SAVAŞ VERMEMİŞTİR
Dreyfus’un
suçsuz olduğuna inananlarla Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler
arasında yaşanan bu savaşa ordu meclis hükümet basın ve aydınlar da müdahil
olmuştur.
Fransız
Genelkurmay’ı bu davada hiç de başarılı bir savaş vermemiştir.
Dreyfus’u
suçlu kabul ederek basınla işbirliği halinde Dreyfus’un suçsuz olduğunu
ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalışmıştır.
Mahkûmiyete
dayanak teşkil eden kâğıt parçasındaki (çizelge) el yazısının gerçekte başka
birisine ait olduğunu ileri sürenler ya sürgüne gönderilmiş ya da cezalandırılmıştır.
Mesela
Dreyfus’un mahkûm olmasından iki yıl sonra askeri istihbaratın başına geçen
Binbaşı Georges Picquart Dreyfus dosyasını ayrıntılı bir şekilde inceledikten
sonra gerçek suçlunun çizelgeyi kaleme alan Walsin Esterhazy adındaki subay olduğuna
kanaat getirmiş Dreyfus davasının yeniden görülmesi gerektiğini savununca
kendisini Tunus’a sürgüne gönderilmiş olarak bulmuştur.
Bu
arada suçlanan Esterhazy de askeri mahkemede beraat etmiş aklanmıştır.
Dreyfus
savaşı o kadar kızışmıştır ki dönemin Savaş Bakanı Cavaignac aralarında
Zola’nın da bulunduğu belli başlı Dreyfusçuların devletin güvenliğini tehlikeye
atmaktan ve anayasal düzene karşı komplo düzenlemekten dolayı Yüce Divan’da
yargılanmalarını dahi talep etmiştir.
Diğer
yandan Dreyfus’un suçsuz olduğunu savunan yazarlar da cezalandırılmıştır.
Émile
Zola Esterhazy’yi beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını
yazınca 1 yıl hapis ve 3.000 frank para cezasına çarptırılmıştır.
Zola
bunun üzerine İngiltere’ye kaçmış ve hakkında af çıkıncaya kadar da Fransa’ya
dönmemiştir.
Bir
süre sonra olaylar Dreyfus’un lehine gelişmeye başlamıştır. Artık gerçek
saklanamamıştır.
Dreyfus’un
mahkûmiyetinde kullanılan belgelerin askeri istihbaratta görevli bir albay
tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkmış adı geçen albay
intihar etmiştir.
Askeri
mahkemenin beraat ettirdiği Esterhazy de Dreyfus’un mahkûm olmasına neden olan
çizelgeyi kendisinin yazdığını itiraf etmiş ve İngiltere’ye kaçmıştır.
Bu
olaylar üzerine Dreyfus davası yeniden başlamıştır.
“YAŞASIN
HAKİKAT”
9
Eylül 1899 günü askeri mahkeme adli hatayı kabul etmek yerine Dreyfus’u bu kez
hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapse mahkûm etmiş adalet yine
yerini bulmamıştır.
Dreyfus
yeniden Şeytan Adası’na gönderilmiş ancak çok geçmeden Fransa Cumhurbaşkanı
Dreyfus’u affettiğini açıklamıştır.
Dreyfus’un
tam olarak aklanması ise; 1906’da yeniden yargılanması ile mümkün olmuştur. Tam
on bir yıl önce askeri okulun bahçesinde apoletleri sökülen Dreyfus için aynı
yerde yeni bir tören düzenlenmiş ve bölük komutanı olarak binbaşı rütbesiyle
yeniden orduya alınmıştır.
Dreyfus’a
ayrıca askeri onur (Legione d’honneur) nişanı verilmiştir.
Dreyfus
kendisine “Yaşasın Dreyfus!” diye bağıranlara tarihi bir cevap vermiştir:
“Hayır
yaşasın hakikat!”
Zaman
Dreyfus’un suçsuzluğunu pekiştirmiştir.
1930
yılında askeri bilgileri kendisine sızdırdığı iddia edilen Alman
Schwartzkoppen’in günlüğü yayınlandığında gerçek bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Ancak
Fransız ordusunun bu gerçeği tam anlamıyla kabul etmesi neredeyse yüzyıl almıştır.
Anlaşılan Fransız Ordusu gerçeklerle biraz zor yüzleşmiştir.
25
Eylül 1995 tarihli Time dergisinde Fransız ordusunun aradan yüz yıl geçtikten
sonra ilk kez kamuoyu önünde Dreyfus’un suçsuzluğunu resmen ilan ettiğine dair
bir yazı yayınlanmıştır.
Fransız
ordusunda üst düzey bir komutan olan General Jean-Louis Mourrut ilk kez
kamuoyuna Dreyfus’un suçsuz olduğunu ve ordunun yanlış yaptığını açıklamıştır.
1935
yılında Paris’te ölen Alfred Dreyfus’un aklanmanın ve gerçeğin ortaya
çıkmasının huzuruyla ruhunun şad olduğunu düşünüyorum. [1]
Dreyfus’un
hikâyesi böyle. Sonu güzel bitiyor.
Dreyfus
Davası bir hukuk garabetidir.
Günümüz
terminolojisiyle Yahudi karşıtlarının bir Yahudi subaya kumpas kurmasından
başka bir şey değildir. Kumpas olunca işin içinde hukuk aramak ne yazık ki
biraz tuhaf kaçmaktadır.
Ama
gerçek peşinde koşarak birine karşı yapılmış bir haksızlığın tüm topluma
yapıldığını savunan korkusuz bir aydın grubunun varlığını ve bu çabaların
sonucunda Dreyfus’un yeniden yargılanarak aklanmasını ve iade- i itibarının
kendisine teslim edilmesini de yadsıyamayız.
Vicdan
sahibi ve hakikati gören insanlar varmış Fransa’da.
Asıl
sonuç bu. Hakikatler saklanamaz bir gün zapt edilemeyecek şekilde ortaya çıkar.
Aydınların görevi de hiç bir şeyden korkmadan ısrarla doğruların yanında
olmaktır.
Dreyfus
Davası kısaca bu şekilde.
İlk
cümlemiz nasıl başlıyordu? “Adaletin siyasete kurban edilmesi. ”
Bu
kurban edilişler sadece Dreyfus Fransa’sı ile kaim değil ne yazık ki insanlık
tarihi ile birlikte paralel gidiyor. Ama olduğu yer ve zaman o kesit için tam
bir utanç abidesi oluyor ve Dreyfus Davasında olduğu gibi tarihe kazınıyor.
Hiç
bir Fransız’ın Dreyfus olayını göğsü kabararak anabileceğini düşünmüyorum.
Ya
Türkiye…
YÜZLERCE
TÜRK DREYFUS VAR
Kumpas
davalar süreci. Bu sürecin Dreyfus davasından bir farkı var mı? Azı yok çoğu
var bu davalarda tek Dreyfus yok yüzlerce Türk Dreyfus var.
Adaletin
siyasete kurban edilmesi demiştik.
Türkiye’de
bunun birçok örneği var ve kumpas davalarda da ne yazık ki durum budur.
Dreyfus
Davasından tam bir asır sonra yine askerlerin başrolde olduğu Yahudi karşıtlığı
yerine bu sefer asker düşmanlığının ortaya çıkartıldığı tamamıyla yetersiz
kanıtlara dayandırılan ve adil yargılamanın hak götürdüğü siyasi iktidar-yandaş
basın-yargı üçgeni ile sahneye konulan Fransız Dreyfus Davasının Türkiye
sürümü: Post-modern Dreyfus davaları “ Kumpas Davalar”…
Davalar
sonuçlandı bütün sanıklar beraat etti.
Davalar
süresince ve sonrasında birçok komutanımız arkadaşımızı kaybettik şehit verdik…
Kumpas
davalara masumların kanı da bulaşmıştır.
Tüm
beraat eden sanıklara bu devletin bu iktidarın bu TSK’nin bir özür borcu yok
mudur? Vardır tabii ki ama Fransa’da Türkiye’de değil.
BIRAKIN
AHKAM KESMEYİ…
CHP
Balyoz davası kararının ardından Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde
tasfiye edilmiş subaylara iade-i itibar bulunmak için hazırladıkları yasa
teklifini 20 Haziran 2014’te TBMM Başkanlığı’na sunmuştur. İktidar Partisi bu
yasayı gündeme almamıştır bile…
Dreyfus’a
gösterilen vefanın Türkiye’de bir karşılığı var mıdır? Yoktur.
Bir
özür dilemek çekilen ezaya bir vefa var mıdır? Yoktur.
En
son Alb. Murat Özenalp davasında Yargıtay’ın verdiği karar bu adaletsiz
devletin ve yargının resmi görüntüsüdür.
MSB
Hulusi Akar son Meclis Bütçe görüşmelerde;
“Cezaevlerindeki
arkadaşlarımın hayatını kolaylaştırmak için için her şeyi yaptım diyor…
‘İçinizde
yatağa yattığınız zaman düşünün kafanızda tabanca varken hayır…’ diyebilecek
kaç kişi var? Denemeden söylemeyin” diyor…
Biz
denedik Sayın Akar.
Silah
arkadaşlarımız kafalarında adaletsizlik silahı varken direnirken öldüler…
Bırakın
bize ahkam kesmeyi.
Sizi
ve vefasız komutanları bizler Hasdal’da Hadımköy’de Mamak’da Maltepe’de
Şirinyer’de Silivri’de Sincan’da çok iyi tanıdık.
Gerçekleri
arkadaşlarımız için cenaze törenlerini hapishanelerde çocuklarımıza yaptığımız
düğünleri bu gözler gördü. Her gün bin kere öldük.
Kumpas
Davalarda sırasında yaşananlar; Türkiye’yi Fransa’nın yaşadığı Dreyfus
Davasından yüz yıl sonra bir Post-modern Dreyfus Davalar karanlığı ve ayıbı ile
yüz yüze bırakmıştır. Bu ayıp sizin üyesi olduğunuz siyasi partinindir o
dönemin komutanlarınındır sizindir Sayın Akar…
İşte
bu yüzden size hakkımızı helal etmiyoruz…
Siz
bizlerin bedduasını alan adamsınız…
Unutmayacağız
unutturmayacağız affetmeyeceğiz…
V.
Murat Tulga
Odatv.com