BİR TARİKAT ŞEYHİ
ATATÜRK’Ü ANLATIYOR !..
Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
Kılıçdaroğlu ile konuşan bir tarikat şeyhi Atatürk’ü
göklere çıkarıyor. Bu nedenle Atatürk’ü çok seven iyi niyetli arkadaşlar, bu
konuşmanın yer aldığı videoyu sosyal medyada yaymak için adeta yarışıyorlar.
Bakınız:
Şeyhi dinlerken, bazen “öyle mi!?..” diyerek, öğrendikleri
karşısında hayret ifadesinde bulunan Kılıçdaroğlu, Şeyh konuşmasını bitirdikten
sonra, onun anlattıklarına benzer bir şeyler söylemek gereksinimi duyuyor ve
“Atatürk’ün çarşafa karşı olmadığını” açıklıyor. Ardından “türban yasağını
kendisinin kaldırdığını” söylüyor ve “İsmet Paşa’nın da dinsiz olmadığını”
bildiriyor….
Biraz daha konuşsa sanırım, daha önceki sözlerini tekrar
edecek, “laiklik tehlikede değildir” diyecekti.
Bunları söylerken çarşafa veya türbana karşı olduğum
anlaşılmasın. Tersine, kadınlara zorla kıyafet dayatılmasına karşıyım. Kadınların
(ve erkeklerin) yaşam tarzlarını da kıyafetlerini de kendi özgür istençleri
(iradeleri) ile kendilerinin seçmelerinden yanayım…
* * *
Partililer İsmet Paşa’dan rica ederler; “Paşam,
rakiplerimiz ‘Allah, peygamber, Kuran’ diyerek halkın kutsal duygularını
sömürüyor ve oy alıyorlar. Konuşmalarınızda biraz da siz böyle şeyler
söyleseniz…” İsmet Paşa “peki” der ve
“bundan sonra konuşmalarında Allah’ın adını anacağını” söyler. Bu olaydan
sonraki ilk mitingde heyecanla Paşa’nın konuşmasını dinlemeye başlarlar. Paşa
gene bir şey söylemez. Mitingden sonra partililerin kırgın bir şekilde,
boyunları bükük kendisine baktıklarını görünce, “konuşmamın sonunda ‘Allah’a
ısmarladık’ dedim ya! duymadınız mı?” der…
1965 Genel seçimleri öncesinde İsmet Paşa rahatsızlanmış,
evinde istirahat etmektedir. Aday listelerinin YSK’ya verilmesi gereken son
gün, bir yetkili listeyi imzalatmak üzere evine gider. Bir gazetenin acar ve
genç bir muhabiri olan, geçen yıl kaybettiğimiz Sevgili Mete Akyol fırsatı
kaçırmaz, görevli ile birlikte yatak odasına dalar ve İsmet Paşa’nın hasta
yatağında fotoğrafını çeker. Fotoğrafı bastırdığında karyolanın baş tarafında
asılı bir tablo dikkatini çeker. Tablo Arap harfleriyle yazılmış bir hat sanatı
eseridir ve “Allah’ın dediği olur” yazmaktadır. İsmet Paşa’nın yatak odasında böyle bir tablo
bulmak onu çok heyecanlandırır ve yazısını da yazarak, hemen İstanbul’a
gönderecek (o zaman bugünkü gibi elektronik iletişim yok) bir yol aramaya
başlar. Olayı İsmet Paşa öğrenir ve Ankara’yı ayağa kaldırarak Mete Akyol’u
buldurur. Kendisini bir güzel fırçalar ve fotoğrafı elinden alarak yırtıp atar.
(Negatifi kendisinde kalan Mete Akyol yıllar sonra bu fotoğrafı yayımladı.)
* * *
Bir tarikat şeyhi (ve dolayısıyla müritleri) Atatürk’ü,
ailesinin dinsel kökleri nedeniyle sevip sayabilir. Biz, Atatürkçüler
düşüncelerine saygı duyarız. Ama biz, diğer insanlar gibi Atatürk’ü de
ailesinin kökenlerine bakarak değil, eleştirel akılcı düşünceyle
değerlendiririz.
Atatürk gibi İsmet Paşa da biliyordu ki din istismarı
yaparak gericilerle yarışmak olası değildir. Çünkü din tacirlerinin
taraftarları müritleşmiştir. Mürit düşünemez, akıl yürütemez, gördüklerini dahi
algılayamaz. Peşine takıldığı adam ne yaparsa, ona bir keramet yükler; “bir
hikmeti vardır” der.
Geçmişte çok örnekler gördük. Örneğin, din tüccarı bir
lider zina yapıyordu. Hem de evli kadınlarla. Çekinmeden, gündüz gözü makam
arabasıyla gidiyor, sevgilisinin dairesine çıkıyor, araba apartmanın önünde
bekliyordu. Kendisinden 30 yaş küçük başka bir sevgilisinin gebe kalması ve
kürtaj yaptırması dillerde dolaştı, ama müritleri bu adamı ölünce evliya
yaptılar. Oysa dinimizde zina en büyük günah…
Başka birinin hırsızlığı, yolsuzluğu ayyuka çıkmıştı. Adam
resmen, dini literatürde “beytülmal” denilen devlet hazinesini soyuyor; eşe,
dosta, yandaşlara dağıtıyordu. Müritler ise “bir bildiği vardır” deyip
alkışlamaya devam ediyorlardı. Oysa dinimizde “tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan
beytülmala el sürmek en büyük günah” olarak tanımlanmıştı.
Atatürk elbette zorla kadınlara kıyafet dayatmadı. Ancak o
asla dini kullanarak insanları sömürmeye çalışmadı. Yaptığı devrimlerle onların
aydınlanarak akıl ve bilimin yolundan gitmelerini sağlamaya çalıştı. “İnsanların
peşinden giderseniz, sizi sömürebilir, kendi çıkarı ya da egosunu tatmin için
hem sizi hem de yurdumuzu felaketlere sürükleyebilirler. Oysa akıl ve bilimin
yolundan giderseniz hem kendinizi hem de yurdumuzu sömürtmez, kalkınmamızı
sağlarsınız. Benim, hatta en sevdiğiniz yakınınızın bile peşinden gitmeyin”
dedi. İnsanların beyinlerinin gelişip akıllanın güçlenerek bu görüşe
kavuşabilmeleri, kısaca aydınlanabilmeleri için eğitim sistemini buna göre
düzenlemeye çalıştı, erişkinler için de eğitim olanakları yaratmaya çalıştı; bu
amaçla halkevleri ve halkodaları kurdu.
Halkı sömürmek isteyenler iktidara gelince, halkın
aydınlanmasını değil, tersine kafasının çalışmamasını sağlamaya çalıştılar;
Atatürk’ün eğitim sistemini değiştirdiler, köylere ışık götüren Köy
Enstitülerini, halkevlerini/ halkodalarını kapattılar. Yerlerine halkın beynini
köreltecek sistemler, oluşumlar getirdiler…
Atatürk’ün partisine yakışan, Atatürk’ün yolundan giderek
halkı kazanmak, daha doğrusu halkın kazanmasını sağlamaya çalışmaktır,
karşıdevrimcilerle yarışmak değil…
Onlarla yarışmaya kalkarsa her zaman kaybedecektir. Bunu
Baykal da Kılıçdaroğlu da denediler, gördüler. Ama demek ki hala ders
almamışlar…