Türkiye’nin AB Yolculuğu
Musa KARADEMİR
Avrupa Birliği Uzmanı
Türkiye’nin AB yolculuğu deyince
aslında ne anlamalıyız? 1963’de imzalanan Ankara Anlaşması’nı mı? Yoksa Osmanlı
İmparatorluğu’nda III. Selim’in başlattığı Avrupalılaşma hareketlerinden biri
olan 1792 Nizam-ı Cedid’i mi? Veya Osmanlı Devleti’nin Avrupalı bir devlet
olarak kabul edildiği, 1856 tarihli Paris Antlaşması mı?
Tarihin akışına baktığımızda Batılılaşma hareketinin 200 yılı aşan bir süreç
olduğunu görürüz. Türkiye’nin AB yolculuğunu, modern anlamda, Ankara Anlaşması
olarak esas alırsak, 55 yıldır devam eden bir serüven, bir yolculuk olarak görmek
mümkündür.
Bu yolculuğun köşe taşlarına kısaca göz atalım isterseniz;
1963 Ankara Antlaşması
1973 Katma Protokol
1987 Tam Üyelik Başvurusu
1995 1/95 Ortaklık Konseyi Kararı ve GB
1997 Lüksemburg Zirvesi ve Türkiye’nin İlişkileri Tek Taraflı Dondurması
1999 Helsinki Zirvesi’nde Adaylık Statüsü Tanınması
2005 Türkiye’ye 3 Ekim’de Tam Üyelik Müzakereleri Başlaması
2005-2018 arasında devam eden süreçte ise; teknik düzeyde yürütülen ilişkiler,
siyasi düzlemde maalesef beklenen ve istenen seviyede değildir.
Yarım Asrı geçen bir macera içindeyiz. Klasik deyimle; ne kapıdan içeri
girebiliyoruz, ne de kapı bir türlü kapanmıyor. Son 55 yılda, soğuk savaş sona
erdi. Doğu Avrupa ülkeleri, AB’ye tam üye oldu. İngiltere Brexit ile AB’den
çıktı. Ancak hala Türkiye, AB yolculuğunda, geleceğini arıyor.
Avrupa Birliği’nin bir barış projesi ve değerler manzumesi olduğu muhakkaktır.
Gelişmiş ve ileri demokrasi, temel hak ve özgürlükler, yüksek seviyede yaşam
kalitesi, hukukun üstünlüğü, her ülkenin ulaşmak istediği temel değerlerdir.
Ancak, Türkiye’nin de bu değerleri taşıdığını unutmamak gerekir. Doğu Avrupa
ülkelerini neredeyse koşulsuz AB’ye tam üye yapan AB, neden Türkiye’yi tam
üyelik konusunda sürekli oyalamaktadır. Çok basit bir konu olan Vizelerin
kaldırılmasında bile, bin bir türlü gerekçeler sunmaktadır.
Geliştirilmiş üyelik kavramını ortaya atıp, “Biz Türkiye’yi AB’ye almayalım,
özellikle Karar Mekanizmalarımızda yer almasın” ancak, diğer tüm haklardan
faydalansın demek mi? İstiyor. Zaten hiçbir zaman alınmayacağını neden açıkça
söylemiyor. Tarihe hesap vermekten mi korkuyor? Tarihi sorumluluğu, Türkiye’den
mi bekliyor? Kısacası Türkiye’den, Ben AB’den kopuyorum, demesini istiyor? Bir
bakıma Trexit mi bekliyor?
Biz AB’den çok şey öğrendik. GB sayesinde global ekonomiye entegrasyonu,
rekabeti, kaliteyi, üretim alternatiflerini çeşitlendirmeyi, teşvik ve
destekleri, AB kavramlarıyla bütünleştirdik. Bugün endüstri 4.0’ı hatta 5.0’ı
tartışıyorsak, elbette AB’nin katkısı yadsınamaz.
Biz geleceğimizin AB’de olduğuna inanan bir toplumduk. Ancak bugün baktığımızda
% 68.8’lik bir oranla Türk halkı AB’ye inanmıyor. Bu aslında çok trajik, aynı
zamanda da AB’nin vizyonsuzluğunu ve güdüklüğünü gösteren önemli bir
parametredir.
Türkiye’nin AB yolculuğu, AB’nin içinde yaşadığı temel sıkıntılara ve AB üyesi
ülkelerdeki seçimlere kurban edilmektedir. Artan milliyetçilik, hatta ırkçılık,
İslam karşıtlığı, göçmen sorunu, terörizm karşısında, AB geleceğe yönelik
politikalar üretememektedir. İngiltere’nin AB’den kopuşu, milliyetçi/ırkçı
partileri harekete geçirmiş ve bazı ülkelerde AB’den çıkalım söylemleri yüksek
sesle söylenmeye başlamıştır.
Bugün Türkiye G20 ülkesidir. Hızla büyüyen ekonomisinin yanı sıra, gelişen ve
güçlenen askeri gücü ve en önemlisi sosyal alanda yapısal değişiklikleri
içselleştiren bir ülkedir. Elbette yaşadığımız temel sıkıntılar yok değildir.
15 Temmuz sonrası, AB’nin tutumu, bizleri çok derin ve farklı düşüncelere
yöneltmiştir. Batı İttifakı’nda yer alan Türkiye, ne AB ne de ABD’den beklediği
ve istediği desteği görememiştir.
Türkiye, AB yolculuğunda geleceğini net görmek istiyor. AB’de yaşanan siyasi ve
ekonomik çalkantılar, siyasi entegrasyonun durması, derinleşmek yerine,
genişlemeyi seçmesi, Almanya’nın AB üzerindeki ekonomik ve siyasi otoritesi,
AB’nin Türkiye gibi büyük bir ülkeyi, Rumların ayak oyunlarına kurban etmesi,
AB’nin nasıl bir gelecek düşlediğini bilinmeze sürüklemektedir.
Türkiye bölgesel güçtür ve küresel aktör olma yolunda hızla ilerlemektedir.
AB’nin bunu görmezden gelmesi şaşırtıcıdır. Hatırlatmakta fayda var ki Türkiye,
Sovyet tehdidine karşı, Batı’nın “uç karakolu” olarak güvenliğini sağlamıştır.
Halen de mülteciler konusunda da AB’ne destek olmaktadır. Acaba Türkiye daha ne
yapmalıdır. “Ahde Vefa” göstermesi gereken, Türkiye midir? AB midir? Türkiye,
AB’li veya AB’siz yoluna devam etmektedir. Yakın bir gelecekte AB’ye Kopenhag
Siyasi Kriterleri yerine, Ankara tam üyelik kriterlerini masaya koyarsa hiç
şaşırmamalıdır.
AB şuanda Dönem Başkanı Bulgaristan. Zor bir dönemde bu başkanlığı yürütmek
elbette kolay değil. Özellikle Brexit, 2020 mali çerçevede anlaşması ve göç
problemleri sürecinde. Bulgaristan fikir birliği, uzlaşı ve diyalog diyor
(Dönem Başkanı; Lilyana Pavlova). Peki AB bunları sağlayabilecek mi? Ve tabi en
önemli konu: AB’nin Doğu Sınırı; Balkanlar mı? Olacak yoksa Türkiye’yi de içine
alacak şekilde Rusya-Azerbaycan sınırı mı olacak?
Bulgaristan’dan hemen sonra Dönem Başkanlığı’nı Avusturya alacak. Avusturya
malum aşırı milliyetçiliğin Avrupa’da adeta merkezi konumundadır. Aralık
2017’de İslam ve göçmen karşıtı olan ÖVP ve FPÖ (ÖVP: Avusturya Halk Partisi /
FPÖ: Avusturya Özgürlük Partisi) koalisyon kurdu. Bu iktidar, aynı zamanda
AB’nin en aşırı milliyetçi hükümeti olacak. Peki, Avusturya Dönem Başkanı
olarak, Türkiye ile müzakerelere devam edebilecek mi?
Görünen o ki Türkiye AB ilişkileri ve Türkiye’nin AB yolculuğu bir türlü bitmek
bitmeyen hikaye olarak kalacaktır. Sanıyorum bu yolculuk hikayesini ne Türkiye
ne de AB sonlandıracaktır. Nihai kararı Tarihin bizzat kendisi verecektir.