08 EYLÜL 2022 00:10
Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerindeki normalleşme hızlandı. İki ülke arasındaki ilişkilerde, mart ayında İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un Türkiye ziyareti önemli bir dönüm noktası oldu. 2018 yılından beri en alt seviyede olan iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden büyükelçilik seviyesine çıkarılmasında mutabakata varıldı. İkinci önemli ziyaret, İsrail’in şimdiki Başbakanı Yair Lapid’in 23 Haziran’da Dışişleri Bakanı iken yaptığı Ankara ziyareti oldu. Lapid’in ziyaretinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile birçok başlıkta mutabakata varıldığı açıklandı. Bu mutabakatın ardından temmuz ayının başında iki ülke arasında yapılan havacılık anlaşmasıyla, İsrail havayollarına ait uçaklar Türk hava limanlarına yolcu taşıyacak. İsrail Başbakanı Yair Lapid 6 Eylül’de, anlaşmayı onayladıklarını ve bir sonraki adımın karşılıklı olarak büyükelçilerin atanması olacağını duyurdu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da, 17 Ağustos’ta İsrail’e Büyükelçi atama kararı aldıklarını açıklamıştı.
Öte yandan önümüzdeki aylarda, Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon toplantısının 13 yıl aranın ardından toplanacağı belirtildi.
SİYASİ İLİŞKİLER NEREYE
Mavi Marmara olayından bu yana çok sert inişlerin olduğu dönemlerde bile iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerde esasta kesinti olmadı. Hatta ikili ticaret hacmi sürekli yükseldi. 2021 yılı verilerine göre, Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 8 milyar doların üstüne çıktı. Bunun 6 milyar dolardan fazlasını Türkiye’nin İsrail’e ihracatı oluşturdu. (Sabah, 18 Haziran 2022)
Hal böyleyken iki ülke arasındaki esas sorun, başta Filistin meselesi olmak üzere bölgesel düzlemdeki siyasi gelişmelerde İsrail ile Türkiye’nin karşıt kamplarda bulunuyor olması. Bu köşede birden fazla defa birinci elden kaynaklara dayanarak yazdığımız şekilde, Ankara’nın İsrail ile normalleşme girişiminin arkasında esas olarak ABD’den gelen baskıyı zayıflatma amacı yatıyor. Hükümet’in dış politikasının oluşturulmasında rol alan bazı çevreler, Washington’u etkilemek için ABD’deki Yahudi lobisi ile ilişkileri düzeltmenin, bunun için de İsrail ile normalleşmenin gerektiğini empoze ettiler. Oysa geçmiş tecrübe, bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamak için çok sayıda örnekle dolu.
GURİON’UN ‘PERİFERİ DOKTRİNİ’
1948’de, İsrail’in Arap dünyasından tecridini önlemede Türkiye’nin İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olması belirleyici önemdedir. 1949’da kurulan temasların ardından iki ülke arasındaki ilişkilerde esas sıçrama Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra başlamıştır. İsrail devleti, kurucusu David Ben Gurion’un “Periferi Doktrini”nin özü olan, bölgede Arap olmayan ülkelerle işbirliğini güçlendirme politikası doğrultusunda Türkiye ile ilişkiler geliştiriyordu. Türkiye’nin Atlantikçi siyasetçileri de NATO konseptinin uygulaması olarak İsrail ile iyi ilişkileri sürdürdü. Ancak bu ilişki her aşamada Türkiye’nin aleyhine İsrail’in lehine bir nitelik taşıyordu. 1958’de Demokrat Parti iktidarının İsrail ile gizli istihbarat anlaşmasının ardından Şah’ın İran’ı ile birlikte İsrail ile “Trident İttifakı” olarak bilinen işbirliği mekanizmasının kurulması MOSSAD’ın Türkiye’de geniş etkinlik kazanmasına yol açtı. Bu sürecin sonunda Türkiye’deki paralel devlet/Gladyo yapılanmasının bir ayağının CIA’da diğerinin MOSSAD’da olduğu bir mekanizmanın kurulmasını sağladı. Son olarak, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra FETÖ’nün MOSSAD ile içli dışlı ilişkileri hakkında ortaya birçok kanıt çıktı. MOSSAD, uyuşturucu/silah kaçakçılığı, terör eylemleri, komşu ülkelerle ilişkilere sabotaj, faili meçhuller ve benzeri Gladyo faaliyetlerinin tam göbeğinde yer aldı. PKK’nın büyüyüp palazlanmasında, Irak’ın kuzeyinde İkinci İsrail devletinin temellerinin atılmasında İsrail devleti başroldeydi. Amerikan dizilerinde El Kaide ve IŞİD’in arkasında İran’ın olduğu iddia ediliyor, ancak bu örgütlerin kuruluşunu CIA’dan çok, bölgedeki geniş ağlarına dayanarak MOSSAD gerçekleştirmiştir.
BUGÜNKÜ SAFLAŞMA
AK Parti öncesi yakın tarihte de ABD’den gelen baskıyı İsrail ile hafifletme görüşünü savunanlar oldu. 1990’lı yılların ikinci yarsından sonra, ABD ve Almanya başta olmak üzere kimi Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin sınırları içindeki teröre karşı mücadelesi ve Irak’ın kuzeyindeki sınır ötesi operasyonlarında “insan hakları ihlalleri” olduğu iddiasını gerekçe göstererek silah ambargosu uyguladığında bu malum çevreler, şimdi olduğu gibi, “ABD ambargosunu İsrail üzerinden by-pass etmek”, “Yahudi lobisi üzerinden Kongre’de Türkiye üzerindeki baskıyı savuşturmak”, hatta “İsrail bize mecbur, biz onlar ile ilişkileri geliştirirsek PKK’ya desteği keserler” gibi “müthiş” önerilerle Türkiye’nin politikasında etki yaratmışlardı. Ancak bunun sonuçları ağır oldu. Irak’ın parçalanması derinleştirildi, kuzeydeki İkinci İsrail güçlendirildi, bununla bağlantılı olarak PKK daha geniş imkan ve kabiliyetlere kavuştu. Bugün de Türkiye için en önemli güvenlik meselesi olan Suriye’den ve Irak’tan kaynaklanan PKK terörünün arkasında ABD ile İsrail vardır. İsrail neredeyse her gün şimdi Türkiye’nin çıkarları gereği ilişkileri normalleştirmeye yöneldiği Suriye’yi bombalıyor.
Güncel planda en önemli mesele ise, Türkiye’ye yönelik ABD baskısının yoğunlaştığı Doğu Akdeniz/Ege cephesinde İsrail’in ABD-Yunanistan-Güney Kıbrıs safında yer alıyor oluşu. Türkiye’nin İsrail ile normalleşmeye yöneldiği son bir yıl içindeki gelişmelere bakıldığında bile İsrail’in herhangi bir geri adım atmadığı, tam tersine ABD ile birlikte Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kışkırtan politikasını sürdürdüğü görülüyor. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüştüğü Türkiye zirvesinden 4 gün önce gittiği Güney Kıbrıs’ta kameraların karşısında, “Türkiye ile yakınlaşma çabalarının Kıbrıs Rum yönetimi ile stratejik ilişkilerini bozma pahasına olmayacağı” taahhüdünü unutmayalım. Türkiye ile normalleşme görüşmeleri sürdüren İsrail’in, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile özellikle askeri ilişkilerde gerilemeyi bırakalım ilerlemenin olduğu görülüyor. Son 6 ay içinde adalara İsrail insansız hava araçları, Güney Kıbrıs’a demir kubbe sistemleri yerleştirilmesi yönündeki görüşmeler/anlaşmalar, Türkiye’ye karşı ortak askeri tatbikatlar oldu.
Tarih ve güncel gelişmelerin gösterdiği şudur: İsrail’e elini veren önce kolunu, daha sonra gövdesini kaptırır.