REHA ERSAVCI : Tükenmişlik (Burn-Out) Sendromu
21. yüzyıl toplumunda en sık görülen psikolojik sendromlardan biri olan tükenmişlik sendromunun tanımı, nedenleri, evreleri, bu sendromu önlemenin yolları ve tedavi yöntemleri.
Tükenmişlik sendromu tıbbi olarak kabul gören bir tanı olmamakla beraber, bireylerin uzun süreli duygusal, zihinsel ve fiziksel olarak zorlanması sonucu hayatla ve ilişkileriyle bağlarının kopma sürecine girmesi olarak tanımlanır. 21. yüzyıl toplumunda sık görülen psikolojik sendromlardan biri olması şüphesiz günümüz stresli yaşamın da etkisiyle ilişkilendirilmelidir. Eylemlerde aranan kusursuz, hızlı ve yeterli haller çağımız insanını bir girdabın içine sokmaktadır.
Tükenmişlik (Burn-out) Sendromu: Yokluğun Tükenmesi
Bir çağı tanımlarken çoğu zaman öncesine bir kelime daha ekleme gereksinimi hissedilir; bilgi çağı, teknoloji çağı, uzay çağı…Çağımıza ait şeylerin çokluğu ve uçsuz bucaksızlığı, uzun vadede bireyleri yormakla beraber kimi zaman hayat yolunun en dik yokuşunda öylece tek başına kalmış hissini de beraberinde getirebilir. Bir yokuşta öylece tek başına kalmış ve yürüyecek hali kalmamış biri içinse yol almak çok güçtür. Tükenmişlik sendromu bu dik yokuşta hissedilenlerin bütünüdür. İç motivasyonun hiçliğini en derinde hissedilmesiyle öze duyulan inançsızlık ve tatminsizlik ile kendisini göstermesiyle beraber, yokluğu da tüketir. Bu bağlamda, yazımızda modern çağın en yaygın psikolojik sendromlarından biri olarak da bilinen, Tükenmişlik sendromu; kişinin uzun süreli duygusal, zihinsel ve fiziksel olarak zorlanması sonucu hayatla ve ilişkileriyle bağlarının kopma sürecine girmesi olarak tanımlanır. İlk kez Psikolog Herbert Freudenberger tarafından 1970’lerde ortaya atılmış olup günümüzde tıbbi olarak kabul gören bir tanı değildir. Bu kavramın detaylandırılması ve evrelere ayrılması ise Maslach ve Jackson’un tükenmişlik üzerine yaptığı önemli çalışmalar sayesinde gerçekleşmiştir. Maslach & Jackson (1981) tükenmişliği çok yönlü bir kavram olarak ele alarak fiziksel, duygusal ve zihinsel tükenme hali olarak tanımlamış ve üç boyutun varlığından söz etmiştir.
Her On Çalışandan Sekizi Tükenmişlik Sendromuna Yakalanma Riski Taşıyor.
Modern çalışma hayatının en önemli konularından birisi olarak da karşımıza çıkan tükenmişlik kavramı, son yıllarda araştırmacılar tarafından ilgi duyulan örgütsel konulardan birisi haline gelmiştir. Sebebini ise, bu alanda yapılan araştırmalarda her 10 çalışandan 8’inin tükenmişlik sendromuna yakalanma riskiyle karşı karşıya olabileceği bulgusuyla ilişkilendirebiliriz.
Tükenmişlik, kelime anlamı olarak “gücünü yitirmiş olma, çaba göstermeme durumu” olarak tanımlansa da, örgütsel açıdan tükenmişlik “duygusal, zihinsel ve fiziksel yorgunluk” durumlarını ifade eden ve zaman içerisinde sinsice gelişen bir süreç olarak tanımlanır. Tüm bunlarla beraber, duygusal taleplerin yoğun olduğu ortamlarda uzun süre çalışmaktan kaynaklanan fiziksel yıpranma, iş yerinde işgörenlere ve yaşama karşı olumsuz tutumlar geliştirilmesiyle belirtilerini gösterir (Altay et al., 2010).
Homeostasis
Homeostasis bir biyoloji terimi olmakla beraber, psikoloji alanında da sıkça kullanılan bir terimdir. Homeostasis veya bir başka deyişle dengeleşim, hücrenin çevresinde gerçekleşen olumsuzluklar karşısında kendi dengesini koruma çabasıdır. Bu denge, iç ve dış ortamdaki değişikliklerin duyu organları ve reseptörler aracılığıyla izlenmesini ve bedensel süreçlerin bu değişikliklere göre kendini ayarlamasını içerir. Dışarıdan gelen en ufak bir değişim hücre içerisinde tanımlanamaz ise bu dengenin yani homeostasisin bozulmasına sebep olur. İnsan bedeninin iç dengesi dışında dışarıdan yüklenilen her stres faktörü de tıpkı bu şekilde bireyin psikolojik dengesini bozmaktadır. Beynimiz burada ”savaş ya da kaç” komutasını kullanarak metabolizmayı stresten korumaya çalışır. Ancak, savaşacak güçte artık olmayan kişi enerji kaybından doğan motivasyon yitimi ile kaçmayı seçmek durumunda kalır. Tükenmişlik sendromu işte tam olarak bu örgüde kendisini gösterir.
Tükenmişlik Sendromu Evreleri
Kişinin yaptığı işe olan heyecanını ve amacını kaybetmesi, stres faktörü ve tatminsizlik yüzünden ruhsal olarak motivasyonunu kaybetmesi durumunda tükenmişlik başlar. Tükenmişlik, birbiri içine geçmiş 4 evreden oluşur. Tükenmişlik sendromunun ilk evresinde, yabancı gelen bu his ile baş etmek için yöntem geliştirilerek, dengeleşim kurmaya çalışılır. Bu evrede, kişi zorlandığını fark ettikçe kendi gücünü daha da ortaya çıkarma çabasına girer. Bu sırada kişi, sahip olduğu iş ya da o sırada sürdürdüğü uğraş ne ise onu her şeyin önünde tutar. Heyecanı ve motivasyonu bu ilk aşamada çok yüksektir ve var gücüyle çalışır. Ancak, enerjisini hoyratça kullandığının ya da aşırı uyum çabasına girdiğinin farkında değildir. Bu nedenledir ki, karşılaşılan ufak tefek sorunlar normalden daha çok rahatsızlık vererek kişinin mutsuz, tatminsiz ve isteksiz hissetmesine neden olur. Yaşanan bu süreç yorucudur, ancak buradaki yorgunluk hissi his olmaktan çıkar ve bireyin içini adeta ele geçirir. Bu işgalde ise ikinci evre başlamış olur.
İkinci aşamada, gösterilen çabalar beklentileri karşılamaz ve daha önce göz ardı edilen ne varsa giderek daha da rahatsızlık vermeye başladığından kişi büyük bir duygusal çöküşün içine girdiğini fark eder. Birey, ilk aşamada kendi kendisine oluşturduğu baş etme yöntemlerine karşı büyük bir inançsızlıkla sarıp sarmalanır ve gidişata olan umudunu yitirir. Üçüncü aşamada kişisel başarılarda azalma olur, kişi elini ayağını her şeyden çekmek ister ve çaresizlik hissi giderek kendisini hissettirir. Yeniden bir savunma mekanizması geliştirilmek için çabalanılsa da ortaya uyum bozucu savunmalar çıkarak kişinin sorunlarla başa çıkma gücünü bozar bu durum tükenmişliği daha da belirgin hale getirir. Dördüncü ve son evre ise kişinin tüm bu süreçle iç mücadelesi sırasında yitirdiği duyarı olur, duyarsızlaşır. Bu evrede öfke patlamaları ve tahammülsüzlük kendisini gösterir. Bu davranışlar kişinin kendisini sosyal çevresinden de uzaklaştırma isteğine iter ve nihayetinde sosyal çekilme durumu yaşanır.
Psikolog Herbert Freudenberger tarafından tükenmişlik sendromu, ağır fiziksel, zihinsel ve duygusal yorgunluğa yol açan şiddetli bir stres durumu olarak tanımlansa da, günümüzde stresli olmamak ya da stresten kaçınmak neredeyse imkansız olacaktır. Bu aşamada, stresin varlığının kabul edilmesiyle beraber stresin tükenmişlik sendromuna dönüşmesinin engellenmesi daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. İnsan bedeninin dinlenmek ve kendisini yeniden düzene sokması için zamana ihtiyacı olduğu gibi bu zaman içerisinde egzersiz, dengeli beslenme, ve çevreden destek alma bireyi iyileştirici sürece götürecektir. Uzmanlar, tükenmişlik sendromunda çevreden destek almanın kişinin yeniden iç motivasyonunu sağlamakta en güçlü silahı olduğunu vurgulamaktadır. Bu baş etme yöntemlerinin sonuç vermemesi durumunda ise bir uzmandan destek almak, kişiye o yokuşta yalnız olmadığı hissini doğrudan vererek kişinin kendi elini yeniden tutmasına vesile olacaktır.
Özetle;
Tükenmişlik sendromu tıbbi olarak kabul gören bir tanı olmamakla beraber, bireylerin uzun süreli duygusal, zihinsel ve fiziksel olarak zorlanması sonucu hayatla ve ilişkileriyle bağlarının kopma sürecine girmesi olarak tanımlanır. 1971 yılında ilk kez Psikolog Herbert Freudenberger tarafından ortaya atılan bir kavram olmakla beraber, Maslach ve Jackson tarafından fiziksel, duygusal ve zihinsel tükenme hali olarak tanımlamış ve üç boyutun varlığından söz edilmiştir. Dört evreye sahip olan tükenmişlik sendromu, itekleyici güç olan stresin kontrol altına alınmasıyla iyileşici yön gösterir. 21. yüzyıl toplumunda yaygın görülen psikolojik sendromlardan biri olması şüphesiz günümüz stresli yaşamının da etkisiyle ilişkilendirilmelidir. Eylemlerde aranan kusursuz, hızlı ve yeterli haller çağımız insanını bir girdabın içine sokmaktadır. Her şey hemen başlamalı, hemen mükemmel olmalı ve yine hemen uzamadan bitmeli… Bunca hemenin kaynağını ise zamandan tasarruf etmemize, işlerimizi daha kolay, mükemmel ve hızlı halletmemize yardımcı olan teknolojik aletlerin bilinçaltımıza yolladığı vaktin yok mesajı olmakla beraber zihnimizde oluşturduğumuz süreç algısının büyük çoğunluğunu yine bu aletlerle olan birebir ilişkimizin olabileceği de düşünülmelidir.
***
Yazar: Ceren Nur Arslan / Yeditepe Üniversitesi
Kaynaklar: Adnan Çoban & Ayşe Kaya göktepe & DergiPark