GLOBAL SİYASET DOSYASI /// Yükselen Yabancı Düşmanlığı ve Devletçi Militarist Söylem : Türkiye’de Muhalefet Üretmenin İmkânları

Yükselen Yabancı Düşmanlığı ve Devletçi Militarist Söylem : Türkiye’de Muhalefet Üretmenin İmkânları

Ağustos 31, 2024

***

Türkiye’nin son yıllarda içinde bulunduğu siyasal iklim, demokratik ve çoğulcu bir toplum yapısının inşa edilmesine yönelik umutları giderek daha da sönümlendiriyor. Bunun yerine, toplumsal ötekileştirme ve yabancı düşmanlığı üzerine kurulu bir siyasal dil ve söylem, ülkede gittikçe yaygınlaşıyor. Bu durum, hem mevcut iktidarın stratejileri hem de daha derin tarihsel ve sosyopolitik dinamikler ile ilişkilendirilebilir. Ancak bu sürecin en kritik yönlerinden biri, muhalefetin bu ortamda nasıl bir rol üstlenebileceği ve kendini nasıl konumlandıracağı sorusudur.

Erdoğan’ın Stratejileri ve İslamcı-Milliyetçi Kitle

Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidar, başlangıçta İslamcı, çoğulcu, farklılıkları destekleyen ve demokrasinin önünü açan bir çizgiyi benimserken, zamanla milliyetçi ve devletçi bir yönelime kaydı. Bu kayma, özellikle son yıllarda hız kazandı ve Erdoğan, iktidarını sürdürmek için milliyetçi unsurları daha fazla kullanmaya başladı. Bu strateji, özellikle “özel harp taktiği” olarak nitelendirilebilecek bir yöntemle, toplumu kutuplaştıran, yabancı düşmanlığı ve dış tehdit algısını sürekli canlı tutan bir yaklaşıma dönüştü. Türkiye, bu süreçte bir tür “iç ve dış düşman” yaratma politikası ile karşı karşıya kalmıştır.

Yabancı düşmanlığı, bu stratejinin temel taşlarından biri haline gelmiştir. Suriye’den gelen göçmenler, Batı dünyası ve uluslararası kuruluşlar sürekli bir tehdit olarak sunuluyor. İktidarın medya kanallarında bu tehdit algısı körüklenerek toplumsal hafızada derin bir yer ediniyor. Dizilerden edebiyata, haber kanallarından köşe yazılarına kadar her alanda Türkiye’nin dış tehditlerle kuşatıldığı bir anlatı hâkim kılınıyor. Böylece toplumsal katmanlarda sürekli bir korku ve güvensizlik yaratılıyor.

Örneğin, son yıllarda popüler olan televizyon dizileri ve sinema yapımlarında kahramanlar genellikle “devletin bekası” için savaşan figürler olarak resmediliyor. Bu figürler, sıklıkla “hain” olarak tanımlanan iç ve dış unsurlarla mücadele ediyor. Bu tür anlatılar, Türkiye’de artan militarist ve milliyetçi söylemin toplumda derin bir yankı bulduğunu gösteriyor. Türkiye’nin düşmanlarla çevrili olduğu iddiası, halk arasında bir meşruiyet yaratma stratejisi olarak kullanılmakta ve bu strateji, toplumun geniş kesimlerini etkisi altına almaktadır.

Yükselen Yabancı Düşmanlığı: Siyasal Bir Araç

Yabancı düşmanlığı, yalnızca bir retorik aracı olmanın ötesinde, Türkiye’de siyasetin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. Bu söylem, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde iktidarın sorumluluktan kaçınmasını sağlayan bir kalkan haline geliyor. Türkiye’deki ekonomik durgunluğun ve enflasyonun sorumlusu olarak göçmenler gösteriliyor, işsizlik oranlarının artışı ise yine yabancıların varlığına bağlanıyor. Bu söylem, iktidarın elinde toplumu yönlendirme ve kendi iktidarını meşrulaştırma açısından güçlü bir araç haline geliyor.

Ancak burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer unsur, egemenlerin militarist söylemiyle yabancı düşmanlığı arasında kurulan ilişki. Milliyetçilik ve militarizm, Erdoğan’ın siyasal stratejisinde birbirini besleyen unsurlar haline gelmiş durumda. Yabancılar ve dış güçler, Türkiye’nin bekasını tehdit eden unsurlar olarak tanıtılırken, militarist söylem bu tehditlerle baş etmenin tek yolu olarak sunuluyor. Böylelikle toplumda askeri güç ve güvenlik politikalarının önemi sürekli olarak vurgulanıyor.

Bu söylem, toplumu hem iç hem de dış düşmanlarla sürekli bir savaş içinde olduğuna inandırıyor. Sonuç olarak, demokrasi ve çoğulculuk gibi değerler göz ardı ediliyor ve toplum, otoriter bir yönetim tarzını meşru görmeye başlıyor. İktidar, bu militarist söylemi kullanarak, kendi anti-demokratik uygulamalarını normalleştiriyor ve toplumsal muhalefeti bastırıyor.

Muhalefetin Rolü: Çoğulcu Bir Topluma Giden Yol

Türkiye’deki bu siyasal iklim karşısında muhalefet, kendi içinde farklı stratejiler üretmek zorunda. Milliyetçi muhafazakâr hezeyanlara karşı çoğulcu, demokratik bir toplum inşasının yolları aranmalıdır. Ancak bu kolay bir görev değil. Muhalefet, bir yandan yabancı düşmanlığını körükleyen iktidar söylemlerine karşı durmak zorunda, diğer yandan da kendi içinde etkili ve kapsayıcı bir dil geliştirmelidir.

Toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaçlarını ve taleplerini göz önünde bulunduran bir muhalefet, otoriterleşmeye karşı bir denge unsuru oluşturabilir. Örneğin, göçmenler ve azınlıklar üzerinden yapılan politikalara karşı insani ve hak temelli bir söylem geliştirilebilir. Bunun yanı sıra, ekonomik kriz karşısında göçmenleri suçlayan retorik yerine, krizin gerçek nedenlerini ortaya koyan ve çözüm önerileri sunan bir politika izlenmelidir.

Ayrıca, muhalefetin milliyetçi ve militarist söylemi tersine çevirmesi gerekiyor. Askeri güce dayalı bir yönetim anlayışının uzun vadede bir çıkmaz olduğu vurgulanmalı ve toplumu daha kapsayıcı, demokratik bir yönetime ikna edecek politikalar geliştirilmelidir. Örneğin, çoğulculuğu ve katılımcılığı önceleyen bir anayasal düzenleme önerisi, muhalefetin elini güçlendirebilir.

Türkiye’deki mevcut siyasal yönelim, yabancı düşmanlığı (Türkler hariç herkes bize düşman) ve militarist bir devlet anlayışı üzerine kurulu. Bu strateji, toplumun belli kesimlerinde karşılık bulsa da, uzun vadede demokrasi ve insan hakları açısından ciddi bir tehlike arz ediyor.

Umarım Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmişten gelen İslamcı siyasal aklın; çoğulcu demokrasi ve farklılıkları merkeze alan söylemine tekrar dönmenin bir yolunu bulur ve etrafını kuşatan bu militarist dilden uzaklaşır. Bu dile karşı durabilmek için kendi içinde daha demokratik ve kapsayıcı politikalar geliştirmesi gerektiğini ve Ak Parti içinde milliyetçi hezeyanların ötesine geçen, insan haklarını ve çoğulculuğu merkeze alan bir siyasetin inşa edilmesi gerektiğini daha net şekilde fark eder. Bunun yolu parti içinde muhalefetin gelişmesini sağlamak ve gençlerin aktif olarak sahaya inme imkanlarının yolunu açmaktır. Aksi takdirde Türkiye daha otoriter ve baskıcı bir yapıya doğru sürükleniyor ve bunun vebali kendisinin olacaktır. Umarım “Bizden ne istediler de vermedik” cümlesini kurduğu ittifaklar için ikinci defa tekrar kurmak zorunda kalacağı günler yaşamaz. Fakat yaşanacak gibi duruyor!