Cumhurbaşkanı Erdoğan :
Teröriste Ödül Vermişler
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, 1995 yılında Sırplar tarafından Srebrenitsa’da yapılan
soykırımı inkar eden ve Sırp savaş suçlularını savunan yazar Peter Handke‘ye
tepki göstererek kendisine Nobel Ödülü verilmesini eleştirmiştir: “Nobel ne olduğunu ortaya koydu. Nobel
kendini tüketmiş, kendini bitirmiştir. Nobel tamamıyla ideolojik davranan bir
kurumdur. Benim için Nobel’in hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Böyle bir zalime
ödül vermekle buna ortak olmuştur. Bu tür bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil.
Bu sadece şu anki ödülde değil ki bundan önceki ödüllerde buna dikkat
etmişlerdir. Türkiye’den
kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir.”
Handke; siyasi görüşleri, eski
Yugoslavya’daki savaşlarda Sırp güçlerin işlediği insanlık suçlarına şüphe
düşüren yazıları ve savaş suçlarından yargılandığı sırada yaşamını
yitiren dönemin Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in cenazesinde
yaptığı konuşma sebebiyle tepki toplamıştı.
Cumhurbaşkanı daha sonra
”Sizin verdiğiniz bu ödüller
kusura bakmayın kimseyi ikna etmez. Bu verdiğiniz ödül bir Aziz Sancar hocamıza
verilen ödül değildir, bir
Orhan Pamuk’a verilmiş bir ödül değildir. Kimseyi aldatamazsınız, aldatamayacaksınız.
‘Tamamıyla
ideolojik davranan bir kuruluş konumundadır. Nobel’in artık hiçbir özelliğinin
kalmadığını ortaya koyacağız… Teröristleri kendi romanına yansıtan siz Nobel’e
layık görürseniz bizim de sizi tanımamız mümkün değildir”
açıklamasında bulunmuştur.
Konuşmasında Nobel ödüllü iki Türk’ten
birisi olan Aziz Sancar’a ayrı bir parantez açan Erdoğan’ın, “terörist” sözüyle Orhan Pamuk’u mu yoksa başka
birini mi kast ettiği anlaşılmayınca Cumhurbaşkanlığı
İletişim Başkanı Fahrettin Altun,
“Sayın Cumhurbaşkanımızın
bugünkü konuşmasında yer alan ‘Türkiye’den teröriste ödül vermişlerdir’
şeklindeki ifadeleri herhangi bir şekilde sayın Orhan Pamuk’a yönelik
değildir. Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye düşmanı ideolojik yaklaşımları ve
terör faaliyetleri bilindiği halde Nobel’e aday gösterilen ya da farklı
uluslararası örgütlerce ödüllendirilen isimleri kastetmiştir” ifadelerini
kullanmıştır.
Fakat Erdoğan başbakanlığı döneminde Orhan
Pamuk’u arayarak kutlamıştı. O dönemde Başbakanlık sözcüsü Akif Beki “Sayın Başbakan, ABD’de bulunan Orhan
Pamuk’la bugün yaptığı telefon görüşmesinde, Nobel Ödülünün bir Türk yazarına
verilmiş olmasından memnuniyet duyduğunu belirterek kendisini tebrik etti.
Orhan Pamuk da Sayın Başbakan’a teşekkür ederek, memnuniyetini ifade etti”
demiştir. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbakan-orhan-pamuku-tebrik-etti-5254872)
Cumhurbaşkanının açıklamalarına HDP
sözcüsü Günay
Kubilay tepki göstermiştir: “Erdoğan’ın sözlerini Fahrettin Altun düzeltmeye çalışsa
da ok yaydan çıkmış, bilinçaltı dışa vurmuştur. Erdoğan, saray çevresi
dışındaki herkesi ‘terörist’ diye yaftalama yaklaşımı Orhan Pamuk’a kadar
genişlemiştir.” (https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/haberler/paylan-fransa-cumhurbaskani-macronla-gorusmesinde-turkiye-ve-afrindeki-son-gelismelerle-ilgili-kaygilari-dile-getirdi/11569)
HDP, TBMM’nin aldığı karara katılmama
gerekçesini şöyle açıklamıştır: “AKP,
MHP, CHP ve İYİ Parti’nin ABD Senatosu’nda kabul edilen Soykırım Yasa
Tasarısına ilişkin Meclis’te aldıkları kararı kabul etmiyor, ‘Hayır’ oyu
veriyoruz. Bu topraklarda yaşanan soykırım ve tüm acılarla yüzleşilmesi çağrısı
yapıyoruz.” (https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/haberler/bu-topraklarda-yasanmis-acilarla-yuzlesmek-bu-topraklarda-yasayan-insanlarin-gorevidir/13811 …)
Bu açıklamalara Mark
Twain cevap vermiştir: “Gerçek, ayakkabısını giyene kadar
yalan dünyayı dolaşır.”
Stockholm’de Handke’ye ödül
verilmesine tepki gösteren İsveçli gazeteci Christina Doctare, 1988 yılında Birleşmiş
Milletler Barış Gücü sağlık ekibinde görev yaptığı için
aldığı Nobel madalyasını iade edeceğini açıklamıştır: “İsveç Akademisi ile gurur duyuyordum
ancak şu an tek hissettiğim utanç ve suçluluk. (…) 27 yıl önce orada soykırıma
şahit oldum. Nobel Edebiyat Ödülü’nün Bosna Hersek’te yaşanan soykırımı inkar
eden Peter Handke’ye verilmesinden dolayı Nobel madalyamı iade edeceğim.”
1973 yılında Vietnam barışına
yaptıkları katkıdan dolayı ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte ödül aldığı
açıklanan Vietnam Başbakanı Le
Duc Tho o dönemde Vietnam’ın içinde bulunduğu durum
sebebiyle ödülü almamıştır. Boris
Pasternak 1958’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü Sovyetler
Birliği’nin baskısıyla reddetmiştir.
2018 Nobel Edebiyat Ödülü taciz skandallarıyla bu yıla
ertelenmişken 2019 Nobel’i kazananın da tepki çekmesi üzerine İsveç
Kraliyet Akademisi Nobel Komitesi’nden iki üye istifa etmiş, başka bir
üye ise ödül törenine katılmayacağını açıklamıştır.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün Handke’ye
verilmesi tartışılırken Demokrat Partili Senatör Robert Menendez
Twitter hesabından yaptığı paylaşımda sözde Ermeni soykırım tasarının kabul
edildiğini duyurmuş, gündem hemen değişmiştir. (BREAKING: Our resolution to recognize
and commemorate the #ArmenianGenocide just passed the United States Senate)
(https://www.yahoo.com/news/2-u-senate-passes-resolution-192356549.htmlhttps://www.yahoo.com/news/2-u-senate-passes-resolution-192356549.html)
Menendez, “Öldürme baltalar, kürekler ve yabalarla yapıldı.
Ortalık mezbaha gibiydi. Bebekler annelerinin gözünün önünde kayaların üzerinde
kesildi” derken (The killing was done with axes, cleavers,
shovels and pitchforks. It was like a slaughterhouse, Menendez said, quoting a
priest who documented the atrocities at the time. Infants were dashed on
rocks before the eyes of their mothers.) kendisine gerekli tepki maalesef
gösterilmemiştir. Washington Büyükelçimiz Serdar Kılıç Menendez’e Hocalı’da Ermeni
çetelerinin tarihin en vahşi katliamlarından birini yaparak çocuk, yaşlı,
kadın, bebek demeden birçok Azeri Türkünü vahşice katlettiğini açıklayan
bir mektup neden göndermemiştir?
Büyük Ermenistan
idealistlerinden Zori
Balayan’ın 1995 yılında yayınlanan “Ruhumuzun Canlanması”
(Heaven and Hell, Armenian, Russian and English) Los Angeles, 1997, Yerevan,
1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını itiraf
ettiği satırlar aşağıdadır:
“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken
askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk
çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş
memesini çocuğun ağzına soktu. Daha
sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını
yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate
baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından
öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de
Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama
ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten
gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş
Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan
köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna
daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur
da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde
intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye
giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için
dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir
parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” (https://www.dailymotion.com/video/x2yl1jy)
Ermeni çeteleri insanların kafa derilerini
yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini işkenceye tabi tutmuş, testereler
ile kol ve bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş,
babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik
kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu
gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek
isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından
çekilen “Ermeni İsyanı
1894-1920” belgeselini izlemelidirler. (Türkçe için: http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=315,
İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920: http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Anasayfa&Lisan=en)
Eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonian
Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve
katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır.
Melkonian’ın ölümünden sonra (çatışmada öldürüldü,12 Haziran 1993, Mirasali)
Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü “Benim
Kadeşimin Yolu” (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey
to Armenia, I.B.Tauris, 2005) kitabında Hocalı katliamı için “Hocalı stratejik bir amaç olmasından
başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.” demiştir.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim
Kalın’ın “Yok hükmündeki bu karar, siyasi, askeri ve ekonomik hiçbir
alanda Türkiye’nin haklı ve kararlı duruşunu etkilemeyecektir”
demesi ile kararlar yok olmamaktadır. Dışişleri Bakanlığı “Tarihin nasıl siyasileştirilebileceğinin
utanç verici örneklerindendir” açıklamasının da hiçbir etkisi
yoktur.
Ermeni sitelerine (Türkçe ve İngilizce)
girildiğinde Türkiye aleyhine yapılan propagandanın sınırı yoktur.
(https://anca.org/press-release/anca-senate-opposition-growing-to-trump-erdogan-veto-on-armenian-genocide-resolution/)
Sadece yok hükmünde
demekle bu işler olmuyor!… Bizim kaç tane ANCA gibi bir sitemiz
var? Cevap: Hiç yok. Ermeni sitelerine bir örnek: https://anca.org/press-release/anca-senate-opposition-growing-to-trump-erdogan-veto-on-armenian-genocide-resolution/
Uluslararası dergilerde sözde Ermeni
soykırımının gerçek olmadığına ilişkin yayın yapmazsanız, konferans
vermez sadece kararlar alındıktan sonra “yok
hükmünde” derseniz “Atı
alan Üsküdar’ı geçti.” atasözümüz aklımıza gelmelidir. Atı
alanın Üsküdar’a geçmeden boğazın mavi sularında boğulması için “academia”da bu konuda
en çok atıf alan aşağıdaki
makalem gibi yüzlerce, binlerce makale yayınlanmalıdır.
Ermenilerin yalanlarını ortaya çıkarmak için arşivlere
girmeye gerek yoktur. Bu konuyu defalarca yazmama rağmen hiç kimse 1,5
milyon rakamının Almanya’daki Nazi toplama kampının önündeki anıttan çalıntı
olduğuna değinmemiştir. Hamparian’ın
söz ettiği 1,5 milyon rakamı, Auschwitz- Birkenau toplama kampının
önündeki dikili taştan alınmadır.
Sevr (Sevres) Anlaşması’nın
imzalandığı Porselen Müzesi’nin önündeki heykelde de aynı rakam
vardır. Burası, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından
önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001
tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde
tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından
katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” ifadesi
vardır. Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta “…about one and a half million men, women and children mainly jews
from various countries of Europe” yazılıdır.
YÖK’e
teklif ettiğim tüm üniversitelerde (207) birer “Ermeni Araştırmaları
Enstitüsü” kurulması, bunların her birinin yılda uluslararası
dergilerde İngilizce olarak 5 yayın yapmasının zorunlu tutulması, YÖK’ün bu
yayınlara ve enstitülere destek vermesi önerim suya yazılan yazı olarak
kalmıştır. YÖK bu
konuda hassasiyet göstermez ise meydan, Garo Paylan gibi (TBMM üyesi) Ermeni
muhiplerin yalanları ile dolacaktır:
“Hepimiz
Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırım filmleri ile büyüdük. Ermeni soykırımı
düşünüldüğünde ‘Benim devletim böyle büyük bir kötülük yapmış olamaz’
refleksidir toplumdaki ki anlaşılır. Çünkü onlara büyük bir yalan söylendi,
dört kuşaktır söyleniyor. Bu devlet büyük bir cinayet üzerine kuruldu.
Bilmiyorlar ama artık bunun değiştiğini görüyoruz. İdrak noktasına gelindi.
Adını koymakta zorlanıyoruz. Ben soykırım olarak tanımlıyorum ama açıkçası bu
suçu kapsayan ve kabul eden herhangi bir kelimeye ben razıyım. Yeter ki o suçu
kapsasın. O suçun mağdurlarının yüreğini soğutsun. O suçun faillerini de mahkum
etsin. Talat, Enver, Cemal üçlüsünü katil olarak tanımlasın. İsimleri
okullarımızın adlarından silinsin.” (January 27, 2018 09:41 Garo Paylan speaks
out against Turkish military operation in Afrin Member of the Turkish
parliament of Armenian origin Garo Paylan, representing pro-Kurdish People’s
Democratic Party, has spoken out against the Turkish military operation in
Syria’s Afrin called Olive Branch,Garo Paylan twitted.)
Türkiye’nin jeopolitik
konumuna duyarlı olan Amerikan Başkanları, sözde Ermeni soykırımını
tanımaktan kaçınmıştır. Bunu yapan tek Başkan 1981’de Ronald Reagan
olmuştur. Kongre de benzer soykırım kararları geçmesine rağmen tanıma süreci
tamamlanamamıştır. Şimdi durum değişmiştir. Başkan Trump, seçim ortamında
Ermeni oylarını küstürmemek için ve de Ermeni lobisinin baskısına
dayanamayarak 24 Nisan 2020’de “soykırım”
(genocide) derse hiç şaşırmayalım.
Ermeni diasporası ve ANCA 1915 tehcirini;
Ermeni davasını (Hai Tahd) desteklemek amacıyla kullanarak
Türkiye’nin 1915’de Ermenilere soykırım yaptığını kabul ettirmeyi kuruluş amacı
olarak belirlemiştir. Bu amaç doğrultusunda 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma
haftası olarak kabul etmiştir. Ermeni megalo ideası olan
Hay Dat’ı bilmezsek kaybeden biz oluruz. “Hay
Dat” (Hai Tahd) Ermenice bir isim tamlamasıdır. Hay “Ermeni”, Dat ise “dava” anlamına gelir. ABD
Temsilciler Meclisi’nden geçen tasarıdan sonra ABD Senatosu da
Ermeni tehcirini sözde “soykırım”
olarak tanıyan karar tasarısını onaylamıştır. Karara
Türkiye’den tepkiler gelmiştir. Fakat bu tepkiler suya
yazılan yazı gibidir. Gelen bir dalga her şeyi silip süpürmektedir.
ABD’nin
sözde soykırımı tanıması, sırada bekleyen ülke parlamentolarından benzer
kararların alınmasına yol açar ki, bu durum uluslararası hukuka
aykırı bile olsa Türkiye üzerinde çok büyük bir baskı yaratır. Tıpkı Avrupa
Birliği Parlamentosu’nun aldığı benzer kararlar gibi. Eğer yeni bir karar
alınıp eski kararlar ortadan kaldırılmadığı sürece Türkiye AB’ye üye olamaz.
2019 yılı itibarıyla Almanya, Brezilya,
Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya’nın da aralarında olduğu
29 ülkenin yanı sıra ABD’nin 50 eyaletinden 49’u olayları
soykırım olarak kabul etmiştir. Bu ülkeler dünya siyasetinde ve
ekonomisinde güçlü ülkelerdir.
1965: sözde Ermeni Soykırımı’nı ilk
tanıyan ülke Uruguay’dır. 1962 – Kıbrıs, 1995 – Rusya, 1996 – Kanada, 1997 – Lübnan, 1998 –
Belçika, 1996 – Yunanistan, 2000 – İtalya, 2000 – Vatikan, 2001 – Fransa , 2003
– İsviçre, 2004 – Arjantin , 2004 – Slovakya, 2004 – Hollanda, 2005
– Venezuela, 2005 – Polonya, 2005 – Litvanya, 2007 – Şili, 2010 –
İsveç,
2014 – Bolivya , 2015 – Avusturya, 2015 –
Lüksemburg, 2015 – Brezilya, 2015 – Paraguay, 2015 – Suriye, 2016 –
Almanya, 2017 – Çek Cumhuriyeti, 2019 – Libya geçici hükümeti.
Sözde Ermeni Soykırımı’nı Avustralya, Arjantin, Kanada, İsviçre,
İngiltere, İspanya, İtalya, ABD (50 eyaletten 49’u) sözde soykırımı
kısmen tanımıştır. Uluslararası kuruluşlar arasında Avrupa Konseyi, Avrupa
Parlamentosu, BM’in bazı komisyonları, Kiliseler Uluslararası Birliği de
vardır. Çok dikkat çekici bir gerçek vardır: 29 ülkeden 3’ü Müslüman Arap ülkesidir.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun,
Twitter’da yaptığı paylaşımda karara tepki göstermiştir ama bunun uluslararası
camiada hiçbir etkisi olmamış, uluslararası basında yer bulamamıştır. “Senatoda kabul edilen Ermeni karar
tasarısı, ikili ilişkilerimizin geleceğini tehlikeye atmaktadır. Barış Pınarı Harekatı’nın
başlangıcından itibaren, Amerikalı mevkidaşlarımıza Suriye’nin kuzeyindeki
askeri operasyonumuzun nedenlerini ve hedeflerini anlattık. Yaptırımlar ve
tehditler bizi ulusal güvenlik çıkarlarımızı korumaktan vazgeçirmeyecektir. ABD
Kongresindeki bazı üyeler Suriye’deki askeri operasyonlarımızdan rahatsız oldu
diye ulusal güvenliğimizden taviz verecek değiliz.”
Fahrettin
Altun’un tespiti doğrudur.
Çünkü, Türkiye’nin Washington’da nasıl tanımlanması gerektiği ve Ankara’ya yönelik
nasıl bir politika izlenmesi gerektiği tartışılan konuların başında geliyor.
CIA içinde Soğuk Savaş politikalarını şekillendiren Harvardlı tarihçi Richard
Pipes’ın oğlu, İsrail destekçisi Ortadoğu Forumu Başkanı Daniel Pipes,
katıldığı bir panelde, Türkiye’nin
artık kaybedildiği düşüncesinde olduğunu açıklamıştır:
“Sanırım
bugün kimse Erdoğan’ın Türkiyesi’nin Amerika’nın müttefiki olduğunu iddia
etmeyecektir. Şimdi yeni bir tartışma var. Şu anda gördüklerimiz bir politika
sapması mı ya da kalıcı bir değişim mi? Muhammed Mursi’nin Mısır’da iktidara
gelmesi gibi mi yoksa daha çok İran devrimi gibi mi? Bu uzun dönemli bir
değişim. Daha da ileri gideceğim, İran’da 40 yıl önce olanların daha yavaş
halini Türkiye’de görüyoruz. Daha az şiddetli, daha az dramatik ama aynı yol.” VOA Türkçe’den Serhan Akif Akyıldız ve Celal
Çevirgen’in haberine göre Pipes, “Amerikan
politikasının Türkiye’yi geri getirebileceği varsayımı temelinde hareket etmesi
gerektirecek bir durum yok. Türkiye, İran’ın kaybedildiği gibi kaybedildi ancak
sonsuza kadar değil ama bir süreliğine. Ankara için uzun dönemli bir politika
hazırlamalıyız” demiştir.
Daniel Pipes, ABD’nin muhafazakar NeoCon
kanadının önemli isimlerinden olup, Büyük Ortadoğu Projesi’ni hazırlayan
çekirdek grubundandır. ABD’deki Yahudi lobisinin etkin görevlilerindendir.
Ilımlı İslam modelini savunur ve Washington’un önde gelen isimlerindendir.
Pipes’ın Türkiye konusunda önerdiği politikalar arasında Türkiye’nin NATO’dan
çıkartılması da vardır:
“Yaptırımları değerlendirmeliyiz, S-400’leri satın almalarından dolayı Amerikan
mali sistemine ulaşımlarını engellemeliyiz. Nükleer silahları Türkiye’deki
üsten çıkarmalıyız. Bütün Amerikan askerlerini Türkiye’den çekmeliyiz ve son
olarak Türkiye’yi NATO’dan çıkartmalıyız.” Pipes, Cumhurbaşkanı
Erdoğan için 13 Kasım 2019’da “Erdoğan’ın
Türk Lokumu” başlığı ile bir yorumda bulunmuştur.
Hocalı’da Ermeni çeteleri tarihin en vahşi
katliamlarından birini yapmış, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri Türkünü vahşice
katletmiştir. İnsanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele
geçirdiklerini işkenceye tabi tutmuş, testereler ile kol ve
bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş, babanın gözü önünde
evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere
doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek
istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni
isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920”
belgeselini izlemelidirler. (Türkçe
için: http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=315, İngilizce için: The Armenian Revolt:
1894-1920: http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Anasayfa&Lisan=en)
Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubatı 26
Şubat’ta bağlayan gece Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla
yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 Azeri Türkünü öldürülmüş, 487 kişi bu
saldırıda ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi
kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı,
gözlerinin oyulduğu, başlarının kesildiği görülmüştür. Eski ASALA
eylemcilerinden Monte
Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere
komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini
günlüğünde anlatmıştır.
Melkonian’ın ölümünden sonra (çatışmada
öldürüldü,12 Haziran 1993, Mirasali) Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü Benim Kadeşimin Yolu (My Brother’s Road: An American’s
Fateful Journey to Armenia, I.B.Tauris,2005) isimli kitapta Hocalı
katliamı için şunları yazmıştır: “Hocalı
stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.”
Büyük Ermenistan idealistlerinden Zori Balayan ise 1995 yılında
yayınlanan Ruhumuzun
Canlanması (Heaven
and Hell (Armenian, Russian and English) Los Angeles, 1997, Yerevan, 1995)
kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını itiraf etmiştir:
“Arkadaşımız
Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk
çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın
diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha
sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını
yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk
çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim
hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu
işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde
birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra
ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten
olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni
vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben
onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin
mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve
ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı
ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi
başardık.”
(https://www.dailymotion.com/video/x2yl1jy)
Bu süreçte Türk kamu diplomasisi sınıfta kalmıştır.
Kamu diplomasisi, bir ülke hükümetinin başka bir ülkenin vatandaşlarını ve
aydınlarını kendi politik ve ideolojik düşünceleri doğrultusunda etkilemeye
çalışması demektir. Kavram uluslararası ilişkilerin
geleneksel diplomasi dışında kalan kısımlarını kapsamaktadır. Hayır
oyu veren 11 Temsilciler Meclisi üyesi arasında iki Müslüman üye
bulunmamaktadır. Üstelik bunlardan biri Arap (Filistin) kökenlidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda Filistin haritasını
göstererek Filistinlilere sahip çıkmıştır ama Filistin kökenli Arap Temsilciler Meclisi üyesi
Rashida Thalib Türkiye aleyhine oy kullandığı için ANCA tarafından
kendisine teşekkür edilmiştir. Tlalib, kendisine
gönderilen “Deputy
Rashida Tlaib, Photographs of nine Turkish citizens who lost their lives to
vote against the bill that you use Turkey is attached”
mesajına cevap bile vermemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Araplar için
şunları söylemiştir: “Türk
Arap’sız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Arap’ın Türk hem sağ gözüdür,
hem sağ elidir.” “Hiç kimse kusura bakmasın, kim ne derse desin, Araplar bizim
kardeşimizdir, biz de onların kardeşiyiz.” “Türklerle Araplar bir elin
parmakları gibidir, etle tırnak gibidir, mazimiz bir, biliniz ki istikbalimiz
de bir.” “Araplarla aramıza sınırlar çizilmiş olabilir, aramıza görünmez
duvarlar çekilmiş olabilir, hepsini aşacak iradeye sahibiz.” “Bu ülkede
köpeklerine Arap adı takanlar oldu, sokaklardaki köpekleri Arap Arap diye
çağıranlar oldu, köpeğe niye Arap diyor, hep Araplarla bağlarımızı koparmak
için böyle diyor, Ortadoğu’yu bataklıkmış gibi göstermek için köpeğe Arap adını
takıyor.” “ Araplar bizi arkadan vurdu. Hep bunu söylerler. Hatta ben, avami
olacak kusura bakmayın ama köpekleri bile Arap, Arap diye çağıran bir anlayışı
yaşadık bu ülkede.”
Bu sözleri acaba Arap
kardeşlerimiz hak ediyorlar mı diye düşündüm ve hak etmediklerine karar
verdim. Çünkü;
- Mavi Marmara baskınında Filistin için 9
Türk vatandaşı hayatını kaybetmiştir: Cevdet Kılıçlar Kayseri 1972
İstanbul, Necdet Yıldırım Malatya 1978, İstanbul, İbrahim Bilgen Batman
1949 Siirt, Ali Heyder Bengi Diyarbakır 1971 Diyarbakır, Cengiz Akyüz
Mardin 1969 Hatay, Cengiz Topçuoğlu Osmaniye 1956 Adana, Cengiz Songür
Konya 1963 İzmir, Fahri Gündüz Adıyaman 1967 Adıyaman, Furkan Doğan ABD Uyruklu
1991 Kayseri. 1971 Diyarbakır, Cengiz Akyüz Mardin 1969 Hatay, Cengiz
Topçuoğlu Osmaniye 1956 Adana, Cengiz Songür Konya 1963 İzmir, Fahri
Gündüz Adıyaman 1967 Adıyaman, Furkan Doğan ABD Uyruklu 1991 Kayseri. - Suudi Arabistan, Arapları Türklere karşı
kışkırtan ünlü İngiliz casusu Thomas
Edward Lawrence‘in evini müze yapmıştır. Kral Fahd’ın
emriyle müzeye dönüştürülen evin kapısında, ‘‘Bu ev, Osmanlı’ya
karşı bağımsızlık savaşı veren Suudilere yardımcı olan Thomas Edward
Lawrence tarafından karargah olarak kullanılmıştır’’ yazısı vardır. - 1980’li yıllarda Kraliyet ailesinin emriyle
Cidde, Mekke ve Taif’deki cumbalı Osmanlı evleri ile Medine, Mekke
ve Taif’deki Türk şehitliklerinin bir bölümü tahrip edilmiştir. - Mekke’deki kutsal topraklarda Osmanlı’dan kalan
tek eser olan Ecyad
kalesi yıkılmıştır. - Kalenin yerine 1200 yataklı otel yapılmıştır.
1600’lü yılların sonunda Türkler tarafından yeniden inşa edilen
kale, Arap yarımadasının elimizden çıktığı Birinci Dünya Savaşı’na
kadar Türk garnizonu olarak kullanılmıştır. - 1542-1612 yılları arasında 60 yılda üç padişah
tarafından yaptırılan revaklar sökülmüştür. Daha sonra yerine
konulması kararlaştırılmıştır ama bu da kendiliğinden olmamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti girişim yapmamış olsaydı revakların ruhuna “fatiha” okumak gerekecekti. - Türkiye Cumhuriyeti 23 Arap ülkesinden çok daha
fazla Filistin’e sahip çıkmıştır. - ABD’ye Somali’li bir mülteci olarak gelen Ilhan Omar (D-Minn.)
Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada “evet” oyu vermiştir ama Rashida Thalib’ten farklı olarak çok
önemli bir tespitte de bulunmuştur: “Soykırımın hesap
verilebilirliği ve tanınması siyasi bir mücadelede kullanılmamalıdır.
İnsanlığa karşı yapılan tarihsel suçların gerçek bir kabulü, 20. yüzyılın
hem soykırım soykırımlarını hem de bu ülkede yüz milyonlarca yerli insanın
hayatını alan, transatlantik köle ticareti ve Amerikan yerlilerinin
soykırımı gibi daha önceki toplu katliamları içermelidir.”
Erdoğan’ın Davos Zirvesi’ndeki “one minute” çıkışının
üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen bu söz suya yazılan yazının
ötesine geçememiştir. İsviçre’nin Davos kasabasında 29 Ocak 2009‘da Dünya
Ekonomik Forumu’nda düzenlenen “Gazze:
Ortadoğu’da Barış Modeli” başlıklı panelde dönemin İsrail
Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı söylenmiştir ama Filistin dahil hiçbir Arap ülkesi
Müslüman KKTC’yi tanımamıştır.
ABD’de tasarılara tepki gösteren
Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar
Kılıç “Yabancı
ülke meclislerindeki vekillerin malum lobilerin etkisiyle aldıkları ve
alacakları, tarihi gerçeklerden uzak, tarafsız araştırma ve değerlendirmeye ve
ilgili ülkelerin arşivlerinde yapılması gereken incelemeye dayanmayan vizyon
yoksunu kararları şanlı tarihimize leke süremez” derken, Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ,”Karar bizim için yok hükmünde”
açıklamasında bulunmuştur. Bu konuda sayın Büyükelçi Kılıç’a gönderdiğim e
mailler ve gelen cevaplar aşağıda okurlarımın takdirine sunulmuştur.
Teşekkür