ÖMÜR ÇELİKDÖNMEZ : CIA’nın Türkiye’de devşirdiği İrancı İslamcılar !!!
09-06-2023
Yazıya ortasından gireyim; “İran İslam Devrimine CIA yardımı” gibi bir ifade kurgulansa birçoğumuz ‘hop birader ne oluyoruz’ der değil mi? 1979 İran islam Devrimi’nin son aşamasında ABD’li yetkililer ve Humeyni arasında bazı görüşmeler sonucu, CIA, Şah’ın Generallerini, Humeyni iktidarına göz kırpmaları konusunda ikna etmişti. Şah Rıza Pehlevi de CIA–Humeyni ilişkisini göz ardı etmiyordu.
Nitekim; “Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, İran’dan yeni dönmüş ve Şah ile yaptığı görüşmeyi bakanlığa sunmuştu. Şah, Kissinger’e bir avuç mollanın böyle organize ve etkili gösteriler düzenleyecek kapasitesi olmadığını, arkalarında muhakkak başka bir gücün olduğunu söylemiş. Şah’a göre bu güç CIA imiş. Kissinger’e CIA’nin niçin böyle bir şey yaptığını, neden ondan yüz çevirdiklerini sormuş.
Daha sonra kendi kafasındaki muhtemel iki cevabı söylemiş. İlki, bazı askeri malzemeler ve demir-çelik tesisi kurma dahil Sovyetlerle girmiş olduğu ilişkinin Amerikalıları rahatsız etmesi, onu Sovyetlerle fazla samimi bulmaları. İkincisi, yüzyılın başındaki İngiliz-Rus planının bu defa ABD-Rus planı olarak yeniden işleme konması ve güney petrol alanları ABD’ye, kuzey Ruslara bırakılacak şekilde İran’ın iki nüfuz alanına bölünmesi.”
–Henry Kissinger, Şah Rıza Pehlevi-
Sonuçta CIA’in telkinleri yerini bulacak ve asker tepkisiz kalmaya ikna edilecekti. Böylece Humeyni, derin bir “oh” çekecek, devrimin önü açılmış olacaktı.
Devrim, kimilerinin sandığı gibi Humeyni’nin Paris’ten döndüğü 1 Şubat 1979 günü değil, aslında askerin tarafsızlığını ilan ettiği gün, 11 Şubat 1979’da başarıya ulaşacaktı.
Ancak devrim hareketi, tek bir bloktan oluşmuyordu ve Komünistler, Sosyalist Müslümanlar ve ŞİA’nın farklı tonlarını taşıyan havzalar, Ayetullahlar her konuda Humeyni ile aynı düşünmüyorlardı. Ayetullah Muhammed Hüseyin Behişti, Ayetullah Seyyid Mahmud Talegani, Ayetullah Muhammed Kazım Şeriatmedari gibi…
Sovyet Rusya, İngilizler ve Fransızlar da devrimci gruplarla temastaydı. Humeyni’nin dış politik çizgisinden ilk sapma, İran’da 10 Şubat 1979 devriminin hemen ardından gerçekleşen ABD’nin Tahran Büyükelçiliği işgali ve 52 çalışanın rehin alınması oldu.
Sayıları binlerle ifade edilen silahlı gruplar, ABD Büyükelçiliğini işgal etti. Elçilikten gizlice kaçmayı başaranların ardından kalan 66 diplomattan hasta bir kadın ile 13 Afrika kökenli Amerikalıyı serbest bırakan işgalciler, 52 kişiyi 444 gün boyunca rehin tuttu. Ayetullah Ruhullah Humeyni, ABD Büyükelçiliği’nin işgalini “ikinci devrim“ olarak nitelendirmek zorunda kalmıştı.
İran makamları, elçilikte ülkelerinin aleyhine hazırlanan CIA’e ait yüzlerce gizli casusluk belgesinin ele geçirildiğini ileri sürdü. Amerikan yönetimi, büyükelçilik çalışanlarının rehin alınmasını diplomatik dokunulmazlığın çiğnenmesi nedeniyle uluslararası hukuk kurallarının açık bir ihlali olarak değerlendirdi ve bu olaydan sonra iki ülke arasındaki tüm diplomatik ilişkiler kesildi.
İran’dan petrol ithalatı 12 Kasım’da sona erdi ve yaklaşık 8 milyar dolarlık İran varlığı 14 Kasım’da donduruldu. Büyükelçilikte ele geçirilen belgeler, büyük uğraşlar sonunda okunur hale getirildi ve CIA’nın ülke içindeki yapılanması açığa çıktı. CIA, çoktan önlemini almış, elamanlarını uyarmış, ülke sınırları dışına çıkmışlardı.
Ancak bu, istihbarat alanında büyük bir boşluk yaratmıştı. Deyim yerindeyse CIA’nın haber kaynakları, adeta kurumuştu. Rehine krizinde Ruzi Nazar, Afganistanlı bir halı tüccarı kimliği ve kisvesi ile İran’a girmesine rağmen başarılı olamamıştı.
CIA, Türkiye üzerinden yeni haber kaynakları ve istihbarat elamanları oluşturdu!..
Ruzi Nazar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra CIA’nın Ortadoğu şefiydi. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin savaş zamanı istihbarat teşkilatı ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın öncüsü Stratejik Hizmetler Ofisi Office of Strategic Services OSS’den, Gehlen’in Sovyet aleyhtarı bir savaş ve propaganda makinesine dönüştürdüğü CIA’nın, önceliği doğal olarak Sovyetler‘di. Ruzi Nazar onlar için biçilmiş kaftandı.
Amerikalılar onu o kadar çok önemsediklerinden, CIA için çalışma teklifini ilk Amerikan başkanlarından Theodore Roosevelt‘in CIA’da çalışan oğlu Archibald Roosevelt yapmıştı. Archibald Roosevelt ve Ruzi Nazar, 1951 yılında Bonn’da görüştüler. Roosevelt, Ankara’ya ‘Büyükelçi Yardımcısı’ olarak atandığını söylemişti ama aslında CIA’nın Türkiye İstasyon Şefi olarak görevlendirilmişti.
Nazar, bu teklifi kabul edince Almancasının ardından İngilizcesini ilerletti. Columbia Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde çalışmaya başladı. Nazar, burada birçok Türk diplomat ve devlet adamı ile de tanıştı. 1959‘da Türkiye’ye atanan Nazar, 11 yıl Ankara’da çalıştı. Sovyetler Birliği‘ne karşı Türkiye üzerinden yürütülen ‘Soğuk Savaş’ faaliyetlerin planlayıcısı ve uygulayıcısı oldu.
Bu görevi sırasında Türk personel bulmakta zorlanmayan Ruzi Nazar’ın insan kaynaklarını, Komunizm korkusu ile zihinleri formatlanan Türk Milliyetçisi gençlik oluşturdu. O yıllarda öncelik Sovyet karşıtı propaganda ve Sovyetlerin çökertilmesine verilmişti.
Fuat Doğu, Mehmet Eymür, Enver Altaylı…
Fuat Doğu, CIA ajanı Özbek asıllı Ruzi Nazar‘ın yakın dostu. Mehmet Eymür, tıpkı Enver Altaylı gibi MİT müsteşarlığı yapan Fuat Doğu‘nun yetiştirmesiydi. Fuat Doğu‘nun Ruzi Nazar’la irtibatı, 1952‘de Türkiye, NATO‘ya girince en kaliteli subayların seçilip Amerika’ya gönderilmesiyle başlıyor.
Ruzi Nazar ise Fuat Doğu’nun referansı ile Altaylı’nın kariyerini inşa eden kişi. Neredeyse bütün hayatı boyunca ona akıl veren, yol gösteren kişi pozisyonunda. 2015‘te Antalya’da hayatını kaybettiğinde de en yakınında Enver Altaylı vardı. Altaylı’nın Ruzi Nazar ilişkisi çok önemli.
CIA’nın “Antikomünist Orta Asya Operasyonu“nu planlayan bir diğer uzmanı da Paul Henze’dir. Bir diğer CIA şefi ise Graham Fuller’dı. Harward Üniversitesi’nin “Rus İncelemeleri” kürsüsünden lisans ve lisansüstü diploması vardı.
Sovyetolog Fuller, 1964–1967 yılları arasında İstanbul’da görev yaptı. 20 yıl boyunca Sovyetler Birliği’ni çevreleyen ülkelerde görevlerde bulundu. Türkiye’de 1980 sonrası CIA İstasyon Şefi olarak görev yapan kişi ve “Ilımlı İslam” anlayışının da teorisyeniydi.
Nazi Generali Gehlen’in öğrencileri Türkiye’de iyi bir “ittifak” oluşturmuşlardı; Fuat Doğu, Ruzi Nazar, Paul Henze ve Graham Fuller! Hiram Abas’ın hepsiyle de yakın mesaisi vardı. CIA ve MİT iç içe görüntü vermesine rağmen “Kimin eli kimin cebinde” çok belli değildi?
Ruzi Nazar’ın Türk Milliyetçileri ile olan ilişkisi hakkında kamuoyu malumat sahibi. Ancak aynı ismin Türkiye’deki radikal İslamcı gruplarla bağlantıları hakkında çok bilgi sahibi değiliz.
CIA casusu Ruzi Nazar, çakma Türk Milliyetçisi Enver Altaylı ile MİT eski personeli Mehmet Eymür ve Eymür’ün yakın dostu Duane Rumsfeld, 1980 askeri darbe sonrası CIA Türkiye İstasyon Şefi Graham E. Fuller; İran İslam Devrimi sonrası yeni rejimle Türkiye üzerinden irtibat kurabilecek, ABD damgası taşımayan yeni bir ideolojik kitle inşa ettiler.
Asıl amaç hiç şüphesiz Türk–İslam siyaseti üzerinden burada ABD çıkarlarına uygun düşecek bir etki yaratmasıydı. Talimatları 1977–81 döneminde “CIA Başkanı” olan Stansfield Turner veriyordu.
Kimler nasıl iğfal edildi?
İran İslam Devrimi, Türkiye’deki İslami hareketi temsil eden gruplar arasında ilgi ile takip edilmişti. 1980 askeri darbe öncesi İstanbul merkezli neşriyatta Şura, Akıncılar, İslami Hareket, Seriyye, Tevhid, Hicret gibi dergiler aracılığı ile özellikle gençlik kesiminde bir sempati havası estirilmişti.
Bununla birlikte İran devriminin ana omurgasını oluşturan Şia mezhebinden dolayı devrime mesafeli duranların sayısı da az değildi. 12 Eylül 1980 Askeri darbe sonrası, İslamcı gruplardan yurt dışına çıkanların genellikle ilk durağı İran olmuştu.
İran İslami İrşad ve Kültür Bakanlığı, Türkiye’de tespit edebildiği isimlerin adreslerine gönderdiği broşürlerle onları adeta propaganda manyağı yapıyordu.
Tahran’dan yayın yapan İran İslam Cumhuriyetinin Sesi Radyosunun Türkçe servisinin ‘Allahu Ekber Humeyni rehber’ marşıyla açılan ve kapanan programları, geniş kitleler üzerinde etkiliydi. O yıllarda İran’a kaçan Hicret dergisinin yazarı Selahaddin Eş Çakırgil, İran İslam Cumhuriyeti’nin Sesi Radyosunda, Türkçe yayınlar hazırlamış, Türkçe dergi ve gazetelerin yayımıyla ilgili çalışmıştı.
Un vardı, şeker vardı yağ vardı helva yapmak yukarıdaki saydığım isimlerin işiydi. Zihinleri formatlanmış bireylerin küçük organize gruplara dönüştürülmesi aşamasına geçildi. Kur’an terminolojisi üzerinden başlatılan itikadi ve fıkhi tartışmalarda istikbara ve egemen güçlere karşı Müslümanca duruş, küresel ölçekte Büyük Şeytan ABD’ye Türkiye’de ise TC rejimine karşı olmayı ifade ediyordu.
Ortadoğu kökenli İslami Hareketlerle Türk gençliğini MİT nasıl irtibatlandırdı?
1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra Milli Amele Hizmet (MAH) bünyesinde gerçekleştirilen bir dizi yeniden yapılanma sonrasında, 01 Mart 1966 – 23 Temmuz 1971 arasında MİT Müsteşarlığı görevinde bulunan Mehmet Fuat Doğu; Mit Personeli Diyanet İşleri Başkan Vekili Yaşar Tunagür’e, Seyyid Kutub’un “İslamda Sosyal Adalet” adlı kitabının Türkçe çevirisini yaptırır. Amaç Komünizm tehlikesine karşı, dini bir duyarlılık oluşturmaktır.
Hasan El Benna sonrası lider jenerasyonun, İhvan–Türkiye bağlantısından pek haberdar olmadıkları, Seyyid Kutub’un Türkiye ve liderlerine yönelik eleştirilerinden anlaşılmaktadır. Seyyid Kutup’un kitaplarının 1950–1960 arası Türkiye’de basılması ve geniş okuyucu kitlesine ulaşması, hiç şüphesiz Türk halkı üzerinde bariz iz bırakmıştır.
Seyyid Kutub’a ait kitapların Türkiye’de ilk kez yayınlanması 1964’te Hilal Yayınları arasından çıkan “Din Dediğin Budur” kitabının çevirisi ile gerçekleşir.
Hilal Dergisi, onun “Mısır Firavunu” tarafından idam edildiği haberini Eylül 1966 tarihli derginin kapağından verir.
İstihbarat, “İrancı İslamcı” üretti!..
Ancak şimdi ihtiyaç duyulan Selefi ideoloji ve toplulukların yetiştirilmesi değildi. İran devrim ideolojisine uyumlu kadroların eğitilmesiydi. Bu amaçla 1980 öncesi devrim süreci haberleri ile kıvama getirilen genç jenerasyon, İranlı yazarların eserleri ile buluşturuldu. Mesela Ali Şeriati’nin eserleri adeta yok satıyordu.
İslam düşüncesinin teorisyenleri ve mücahidleri olan Cemalettin Afgani, Hasan el-Benna, Seyyid Kutup, Mevdudi yerine İran İslam Devrimi’ni gerçekleştiren kadro ve onun önderi İmam Humeyni benimseniyordu.
Neden Humeyni?
Çünkü bu önderlerin tümünün muteber olmasına rağmen Seyyid Kutub’un toplumsal sorunları dışlayan tevhid akidesi yerine İmam Humeyni’nin sosyal sorunları da içeren tevhidi yaklaşımı öne çıkarılıyordu.
Okumakla yetinmeyenler adeta dinî bir yükümlülüğü yerine getirirmişcesine bir şekilde devrimin merkezine yolculuk yapıyordu. Gidip gelenler fişleniyor, takip ediliyor, baskı altında tutuluyor ama bir şekilde faaliyetlerine göz yumuluyordu. İran’a gidemeyenler, soluğu İran Kültür Merkezlerinde alıyor, devrimin havasını ciğerlerine çekiyorlardı. Farsça tedrisat, almış başını gidiyordu.
“İrancı” İslamcı siyasal akımların Türkiye’de ana akım İslamcılık ile olan farklarını düşünmek gerekiyor. Devrimle birlikte ABD etkisinden çıkan İran’ın yeniden CIA eksenli networkunun oluşturulması gerekiyordu. “İrancı” İslamcılık 1980’li yılların başından 1990’ların başına kadarki yaklaşık 10 yıllık süre içerisinde yükselen bir ivmeye sahipti.
İstihbaratın devşirdiği isimler genellikle tanıdık bildik çevreden tercih ediliyordu. Mesela Enver Altaylı ile akrabalık bağı olanlar başı çekiyordu. İslamcılaştırılan bazı ülkücüler sonra ‘İrancı’laştıldı.
İstanbul, Konya, Diyarbakır, Erzurum, Bursa ve Ankara gibi büyük şehirlerde özenle seçilen üniversite öğrencileri, verilen kısa eğitim sonrası gençlik liderlerine dönüşüyor, mitinglerde, toplantılarda kitleleri sürüklüyorlardı. Burs alıyorlar, üniversite bitince, kolayca yurt dışında eğitim görüyorlardı.
1990’larda ana akım İslamcı hareketlerin Türkiye siyasi hayatında yükselmeleri ve iktidar ortağı olmaları da bazı “İrancı” İslamcı figürlerin ‘ana akımlaşmalarına’ neden olmuştur.
Bugün geçmişe dönüp baktığınızda kimisi yayıncı, kimisi milletvekili, kimisi bürokrat, kimisi muhaberat, kimisinin bakan pozisyonunda olduklarını göreceksiniz. İsim vermeye gerek yok. Her biri, kendine özgü damgası ile ‘ben buradayım’ diyor.
Sonuçta CIA yetiştirmesi İrancı İslamcılar üzerinden İran’a nüfuz edildi. Onların ayak izlerini takip eden CIA, İran’da yeniden kendi istihbarat ağını oluşturdu. Yıllar sonra CIA Direktörü Gina Haspel, kuruluşun yabancı dil konusunda uzman ajanlar işe alıp yetiştirdiklerini özellikle “Arapça, Çince, Farsça ve Türkçe bilen” ajanlar yetiştirdiklerini söylemişti.
Nasıl başardılar?
Marksistlerin dediği gibi, İkinci Paylaşım Savaşı sonunda dünya, Kapitalist ve Komünist blok olmak üzere iki kutuplu oldu. Sonradan Bağlantısızlar Hareketi ortaya çıksa da baskın ve belirleyici güç odağının iki merkezi Moskova ve Washington‘du.
ABD’li strateji uzmanları, soğuk savaş dönemindeki Sovyet Rus yayılmacılığının önüne geçmek ve İslam’ı (Müslümanları demek daha doğru olacaktır) kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için Zbigniew Kazimierz Brzezinski‘nin mimarı olduğu ‘Yeşil Kuşak‘ projesini kurguladılar.
‘Yeşil Kuşak Projesi’, ABD düşmanı ve Sovyetler’e karşı radikal İslam’ı kullanma stratejisine dayanıyordu. Bu kapsamda 2. Dünya Savaşı bitince Almanya adına savaşan eski Sovyet Coğrafyasından gelen Müslüman Türkler aracılığıyla İslam dünyasını ve özellikle Ortadoğu’yu kontrol etmek isteyen Batı Alman ve Amerikan ajanları tarafından Münih’te bir cami kurulmuştu.
Münih’teki CIA Camisi, 24 Ağustos 1973’de sözde ibadete açıldı. Cami, Münih İslam Merkezi (İslamisches Zentrum München) ya da diğer adıyla Freimann Cami (Freimann Moschee) bünyesinde yer alıyordu. Burası Soğuk Savaş döneminde Batı Almanya istihbarat unsurlarının ve CIA’ın komünizme karşı Müslüman grupları kullandığı bir merkezdi.
Bu projenin uygulanabilirliği için gerekli olan insan kaynakları CIA’nın yıllar yılı kültürel etkinlikleri ve yayınlarıyla İslam dünyasında temellendirilen komünizm karşıtlığı ön planda olan radikal İslamcı gruplardı. Türkiye’de bir dönem faaliyet gösteren CIA patentli Komünizmle Mücadele Derneği gibi. Komünizme karşı Ehli Kitap ile işbirliği fikrini önce Şarkiyat Enstitülerinde geliştirdiler. Bu konuda oryantalizm oldukça iyi iş çıkardı.
Nur talebeleri kızacaklar ama umurumda değil, ihale onlara verildi. Kore Savaşı buna kılıf oldu. Komünist Çin ve Sovyetler Birliği’ne karşı Müslüman Türkiye, emperyalist ama Ehli Kitap yani Hristiyan ABD ordusunun yanında savaşa katıldı. Hatta Said Nursi’nin sadık talebesi Bayram Yüksel’in Kore Savaşı’na katılması, bu Ehli Kitap ittifakının sembolü oldu.
Demek istediğim; dinsizlik cereyanına karşı Ehli Kitap dayanışması, Risale-i Nur cemaati aracılığı ile meşrulaştırıldı. Türkiye’de Nurculuk cerayanı ve Komünizmle Mücadele Dernekleri görev üstlendiler. Nurcuların lideri Molla Said/ Bediiüzzaman; “İsevilerin hakiki dindarlarıyla, ehl-i Kur’ân’ın müşterek düşmanlarına (Komünizme) karşı ittifak edeceğini” söylüyor, “Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir” diyordu.
Sovyetler‘in Afganistan’ı işgali, ‘Yeşil Kuşak Projesi‘nin pratiği noktasında Amerikalılara bulunmaz fırsatlar sundu.
“Kızıl tehlikeye karşı yeşil panzehir” sloganıyla formüle edilen bu kuşak projesi gereği CIA, İslamcı mücahit gruplara her türlü silah, mühimmat, finans ve enformasyon desteği sağlayarak, Sovyetler’i Afganistan‘dan püskürtmek için cepheye sürdüler.
Oyun devam ediyor…
***
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Seçilmiş Kaynakça
LİNK https://katalog.idp.org.tr/dergiler/598/yeryuzu
LİNK https://www.haksozhaber.net/okul/yeryuzu-dergisi-921yy.htm
LİNK https://www.gercekhayat.com.tr/dunya/iran-devrimi-kimin-eseri/
LİNK https://www.bihavadis.com/iran-devrimi-ve-humeyni-cia-mossad-iliskileri-2/8698/
LİNK https://www.ydh.com.tr/HD7014_ailesinin-ayetullah-taleganiyi-anmasina-izin-verilmedi.html
LİNK https://www.umranhareketi.com/sayfa.php?detay=’fuller-manipule-etti-biz-direnemedik‘
LİNK https://haber.sol.org.tr/dunya/cia-baskani-acikladi-turkce-bilen-ajan-yetistiriyoruz-248178
LİNK https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/eski-fbi-calisanindan-onemli-iddialar-haberi-16407
Nail Elhan, İran Devrimi’nin Türkiye’de Yansımaları: “İrancılık” ve “İrancı” İslamcılık1, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, ss.28-57