YILMAZ
ÖZDİL : Konyalı Mehmet’ten utanır biraz insan…
Punta’da bayram
vardı… Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir metropoliti Hrisostomos
etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, “evlatlarım, ne kadar Türk
kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” diyerek yere kapanmış,
toprağımıza ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.
*
Aniden, uzun boylu, siyah takım elbiseli bir delikanlı fırladı ortaya…
Elinde revolver tabir edilen toplu tabanca vardı. Bastı tetiğe, trak trak trak!
Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından… Şen şakrak
kahkahaları suratlarında dondu. Baktılar ki, tek başına, sarıverdiler etrafını,
ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse orasına…
Hasan Tahsin’di o. Henüz 30’unda.
*
Böyle başladı macera.
*
Saray hükümetimiz hâlâ işgali yalanlıyor, “bu tür şayialara ehemmiyet
vermeyin” diyordu. Mustafa Kemal ise “vakit tamam” demişti, “Anadolu’ya
geçiyoruz.”
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar… Takvimler 30
Ağustos 1922’yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyordu. Yüzbaşı Kanellopulos,
hatıra defterine çaresizce şunları yazıyordu: “Türk topçusu susmuyor,
titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”
*
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu.
*
Kudurmuştu Ali Kemal… Efendilerinin büyük gazetecisi! Köşesinden kin
kusuyordu. “Bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez,
düşmanlar onlardan bin kere iyidir” diyordu.
*
O “mahluk”lardan biriydi, İzmirli süvari teğmen Yıldırım… 18 yaşındaydı.
Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen, hastaneden kaçmış, cepheye
koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son
nefesini vermiş, bahçesine defnedilmişti.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri, savunmasız Kuzuluk
Köyü’ne girdi. Gözleri Fatma’ya takıldı. 15’indeydi. “Taze incir gibi” dediler,
sırıtarak… Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı.
Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti, alev alev…
Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada… Sakarya’da şehit düşen
Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi
çekildi Şevket’in, boğazı düğümlendi. “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi
gerçeği… Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla
affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.
*
“Bedelli askerlik” yoktu o zamanlar. Zenginse canı sağolsun, garibansa vatan
sağolsun denmiyordu. Albay “deli” Halit, belinin sağ tarafında “namuslu” dediği
tabancasını, belinin sol tarafında “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu.
İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup kaçana “namussuz”u
gösteriyordu, “tercih senin yiğidim” diyordu, “istersen buyur kaçmaya çalış!”
*
Deli’ren biri daha vardı. İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı general
Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Elindeki haritayı yırttı, fırlattı attı, “bu
hızla yarın İzmir’e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu,
Fahrettin Altay’ın süvarileri tarafından darmadağın edilmişti. Hayalet gibi, bi
ordan bi burdan çıkıyorlar, birliklerin arasına dalıyorlar, hızar gibi
biçiyorlar, blok halinde hareket etmesi gereken orduyu, lokma lokma
bölüyorlardı.
*
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşlerinde.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi Mustafa Kemal, İzmir’i
seyrediyordu.
*
Nif’te kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz,
gaz lambasının ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine… Yorgundu.
Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve istedi. “Biliyor musun İsmet”
dedi… “Bir rüya görmüş gibiyim.”
*
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya…
Çiçekler açıyordu İzmir’in dağlarında.
*
Bornova’dan boşaldılar aşağıya, dörtnala…
Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler.
Ödenecek bedel vardı daha…
İkinci tümen dördüncü alaydan, Antalyalı Hakkı, Avanoslu Ahmet ve Konyalı Mehmet,
son şehitler!
Bugün anıtları var orada.
Şehitler Abidesi.
“Vatan ve Namus” yazıyor altında.
*
Ve…
*
Milli mücadele’nin son şehidi Konyalı Mehmet’ten utanmadan İzmir Marşı’na dil
uzatan, kendi tribünlerinde İzmir Marşı söylenmediği için gurur duyan Konyaspor
başkanında bylock çıktı iyi mi!
*
Allah’ın tokadı yok dedikleri, işte budur.
*
Konya’daki somut ibret bir kez daha göstermiştir ki… İzmir Marşı “vatan
ve namus”un turnusol kağıdıdır.