İstihbarat ve bilim : “İlişki durumu karışık”
Serkan Yıldız Independent Türkçe için yazdı
E-POSTA : yildizserkan71@gmail.com
4 Haziran 2024
***
İstihbarat ve bilim, tarih boyunca birbirine sıkı sıkıya bağlı iki alan olmuştur.
Bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetleri, istihbaratın etkinliğini artırmak için sürekli yeni teknolojiler ve yöntemler sunarken, istihbarat dünyası da bilimin sınırlarını zorlayarak yenilikçi çözümler ve uygulamalar geliştirmiştir.
Bu iş birliği, sadece teknolojik ilerlemelere değil, aynı zamanda hayatımızı derinden etkileyen kolaylıklara da yol açtı.
Ancak, bu ilişkide her zaman başarı hikâyeleri yazılmamış, bazen trajikomik olaylar ve büyük fiyaskolar da yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra fantastik/bilim kurgu öğeleri artmış olsa da günümüzde bile bu iki çalışma alanı hâlâ birbiri ile dirsek temasını sürdürüyor.
Ve bu ilişki birçok gelişmeye, teknolojik ilerlemeye ve hatta hayatımızı ivmelendiren kolaylıklara yol açtı.
İstihbarat alanında yapılan bilimsel AR-GE çalışmaları ile ortaya çıkan fikir ve ürünler bugün bile hayatımızın birçok yerinde bizim için işleri kolaylaştırıyor.
Bunun en bilindik örneği sanırım; hepimizin kullandığı cep telefonlarımızdaki GPS temelli “Maps/Harita” uygulamalarıdır.
Çıkış noktası, alan ve saha operasyonlarında kullanılmasıyken, bugün Bodrum’da rezervasyon yaptırdığınız oteli ararken dahi onu kullanıyor oluşunuzun gerçeğidir.
Örnekler daha da çoğaltılabilir.
***
Savaşın kuralları: İnsanlık onurunu korumak için bir gereklilik ve İsrail ordusu bağlamında analiz
İstihbarat operasyonlarında siyasi ve politik suikastlar (4): Operasyonun kapanış prosedürleri ve eve dönüş yolu
Gizli güçler ve kamu sorumluluğu: Siyasi karar alıcılar ile istihbarat servisleri arasındaki ilişkinin anatomisi
İstihbarat alanındaki bilimsel gelişmelerde, hayatımızı kolaylaştıran fikir ve uygulamaların ortaya çıktığı kadar çok ciddi fiyaskolar, trajikomik olaylar hatta komedi filmlerine senaryo olacak hadiseler de yaşanmıştır.
Teknolojik gelişmeler ve yenilikçi çözümler bazen beklenmedik sonuçlara yol açabilir ve bu da istihbarat dünyasında hem ders niteliğinde hem de eğlenceli hikâyeler bırakır.
İstihbarat ve bilimsel AR-GE çalışmalarındaki hatalar, yanlış anlaşılmalar ve beklenmedik olaylar, tarihte pek çok ilginç ve ibretlik anıya sahne oldu.
Hiç şüphe yok ki bunlardan en ilginci; CIA’in soğuk savaş döneminde geliştirdiği “Acoustic Kitty” (Casus Kedi) projesidir.
Soğuk Savaş’ın en hararetli yılları 1960’larda CIA’in bazı çılgın AR-GE mühendisleri Rusları dinleyebilmek için marjinal bir fikir geliştirdiler.
Projeye çok ciddi yatırımlar yapıldı. Milyon dolarları aştı bütçe. Birçok ev kedisini toplayacaklardı, üzerlerine gözle fark edilmeyecek dinleme cihazları takılıp, SSCB sınırlarını geçip Moskova sokaklarına salacaklardı. Ve kendilerince ciddi ve cari bir istihbarata kavuşacaklardı.
Birkaç kedi alındı. Önce onlara aylarca eğitim verildi. Neredeyse şarkı söyleyip, dans edebilecek duruma gelmişti kediler.
Ve sonra oldukça küçük ve gözle görülmeyecek dinleme cihazlarını geliştirmeye başladılar.
Bu, o zamanın teknolojisi ile çok zor ve masraflıydı. Uzun bir süreç sonunda bunu da başardılar. Laboratuvar testleri oldukça başarılıydı.
Hatta güzel bir kutlama yapıldı projede çalışan tüm personel arasında. Ve sıra onu alanda test etmeye gelmişti.
Bunun için en kalabalık şehirlerden biri olan New York City seçildi.
Büyük bir özenle kedi taşındı. Times meydanına yakın bir yerde kafesi açılıp kedi salındı.
Cihazların başındaki operatörler, kediyi takip edenler, kedinin eğitmenleri, herhangi bir kontrespiyonaj operasyonuna karşı taktik harekat ekibi ve hatta bazı yöneticiler…
Herkes dikkatle olacakları bekliyordu. Kedi hızla caddeye fırlar fırlamaz bir taksi şoförünün başka bir arabayı solladığı anda ön tekerinin altında kalarak oracıkta can verdi.
Sahada alanda, cihaz başında hatta uzaktan operasyonu takip eden amir, memur herkes şok olmuştu.
Bu kesinlikle beklenen bir şey değildi. Taksi şoförü önce biraz yavaşladı ancak sonra bunun sıradan bir kedi olduğunu fark edince yoluna devam etti.
Ancak çok fazla ilerleyemeden CIA taktik harekât birimleri tarafından aracın önü kesildi.
Herkes bunun bir karşı casusluk operasyonu olduğundan emindi ve kendi içlerinde haini aramaya başlamışlardı.
Taksi şoförü yüz üstü yere yatırıldı. Biri sırtına basıyordu. Biri ensesine, bir diğeri kollarını geriye doğru çekiyordu.
Taksici çok şaşırmıştı. Baktı ki kurtuluş yok; “Tamam, tamam! İtiraf ediyorum! Daha fazla canımı yakmayın” dedi.
Herkes durdu, herkesin duymak istediği belliydi.
Taksiciyi yerden kaldırdılar ve anlatmasını istediler, taksici; “Tamam kabul ediyorum. Jeffery ile Bob’un Pubında birkaç kadeh viski içtim. Ancak sarhoş değilim. Ve bu yaptığınız alkollü araç kullanma suçuna göre biraz abartılı değil mi?” dedi.
CIA ekibi yıkılmıştı. Hepsinin yüzü düştü. Adam ezdiği kedinin değil on milyonlarca dolarlık bir proje olduğunu, bir kedi ezdiğinin bile farkında değildi. Hemen polislere teslim ettiler.
Proje kapandı. Birçok insan işinden oldu. Ve taksici birleşik devletler tarihinde “alkollü araç kullanmaktan” aldığı, kırılamayacak miktarda ceza ile rekorlar kitabındaki yerini aldı.
Ta ki 2008 yılında Anchorge, Alaska’da üst üste altıncı kez alkollü araç kullanırken yakalanan David Lee Richardson’un aldığı 1 milyon dolarlık cezaya kadar.
CIA ekibi ne cezalar aldı onu kimse bilemez. Ancak her birinin öldükleri güne kadar kedilerden nefret ettiklerine eminim.
***
İstihbarat ile bilim arasındaki bu karmaşık ilişkiden her zaman böyle trajikomik ürünlerde doğmaz.
Bazen yapılan AR-GE çalışmaları sonucunda ortaya çıkanlar tüm dünya piyasalarını sallayacak ciddi bir değere de dönüşebilir ya da uyuşturucuya (!)
Olayımız yine CIA laboratuvarlarında geçiyor.
1940’ların sonu 1950’lerin başları…
CIA AR-GE mühendisleri o dönemlerde zihin kontrolü ve beyin yıkama konusuna fazlaca takılmışlardı.
Bu konuda çok ciddi çalışmalar yapıyorlar, bütçeleri kullanıyorlar, birçok denek üzerinde tuhaf ve etik dışı deneyler yapıyorlardı.
Kimyasal tabanlı bu deneyler deneklerin delirmesine ya da ölmesine sebep verdiği için ciddi bir eleştiride alıyorlardı.
AR-GE mühendislerinden biri İsviçre’nin Basel kentindeki Sandoz ilaç firmasında şizofreni üzerine araştırmalar yapan Albert Hofmann isimli bilim adamımın bir makalesi ile karşılaştı.
Makalede arpa, buğday, çavdar ve mısır gibi tahıl ürünlerinin üzerinde asalak yaşayan bir mantar türünden bahsediyordu.
Bu mantar türü çeşitli kimyasal müdahaleler sonunda asit üretiyordu.
Elde edilişi bakamından sentetik olan bu asit “Halüsinojen” etkiye sahipti ve birkaç damlası yeterli geliyordu.
Bütçeler ayarlandı, proje tasarımı yapıldı, düğmeye basıldı ve CIA, AR-GE laboratuvarları “Liserjik Asit Dietilamid” adı ile anılan bir ürün imal etti.
Ancak denekler üzerinde deneyemiyorlardı. Çok ciddi baskı vardı. Ne yapılabilirdi?
1947 yılında “Mkultra” isimli bir operasyonla bu madde CIA’in kendi elleriyle yol kenarında ya da varoşlarda sokaklarda çalışan seks işçilerine bedava olarak dağıtıldı.
İlk sonuçlar müthişti. Kullananlar arasında yapılan testlerde madde tesirindeyken son derece ve gereksiz yere fazlaca dürüst oldukları, yalan söylemedikleri / söyleyemedikleri tespit edilmişti.
Ancak ürün öylesine bir patlama yaptı ki, dönemin “Çiçek Çocukları” arasında yayıldı.
Birçok tarikat, ruhani topluluk bu ürünleri tüketmeye başlamıştı.
Tüm dünya artık onu biliyordu ve “LSD” ismi ile anıyordu.
İnsanların bilmediği ise onun “Made in CIA” olduğuydu.
1980’lerin ortasına geldiğinde FBI bu “LSD” illeti ile mücadele etmek için çok ciddi fonlar istemişti federal hükümetten.
Oysa yan komşularına danışabilirlerdi. Ama bunu kimse bilmiyordu.
Sadece CIA AR-GE laboratuvarlarından istifa ettikten sonra devasa servete kavuşan bilim adamları dışında…
İstihbarat ve bilim bazen bu kadar masraflara, zaman ve insan gücüne ihtiyaç duymadan da çözümler bulabilir.
Sunulan projeler başlarda hiç mantıklı olmasa bile uygulamada inanılmaz sonuçlar verebilir.
İkinci Dünya Savaşı son hızıyla ilerlerken Birleşik Krallık İstihbarat Laboratuvarları, Almanları bir şekilde manipüle etmek için bir dizi çalışmalar yürütüyorlardı.
O sırada laboratuvarın güvenlik işlerinden sorumlu bir teğmen bilim adamlarına bir öneride bulundu.
Almanları yanıltmak için müthiş bir fikri olduğu konusunda ısrarcıydı.
Zoraki dinlediler teğmeni ama hepsi gülüp geçti. Savaş öncesi edebiyat öğretmenliği yapan teğmen bu duruma çok üzüldü.
Ve operasyonu kendi imkânlarıyla yapmaya karar verdi.
Orta yaşı geçmiş bir askerin cenazesini morgdan aldı. Üst rütbeli bir İngiliz subayı üniformasını giydirdi ona.
Ve ölü askerin üst cebine, müttefik kuvvetlerinin Sicilya’ya saldırmak yerine Yunanistan ve Sardinya’ya saldıracaklarına dair sahte haritalar, belgeler ve fotoğraflar koydu.
Kutuya yerleştirilmeden hemen önce İngiliz subayı gibi giyindirilmiş Glyndwr teğmen
Ölü subayı İtalyan sahillerinde bulunan Almanların fark edebilecekleri bir yere bırakarak kıyıya vurmasını bekledi.
Almanların cesedi aldıklarından emin olunca da Londra’ya dönerek bu işi anlattı.
Teğmen çok ciddi cezalar aldı. Bizzat Churchill tarafından cezalandırıldı.
Bir süre sonra Sicilya ve Güney İtalya’daki Alman birliklerinin çok ciddi manevralarla Yunanistan ve Sardinya’ya doğru hareket etmeye başladığı bilgisi geldi Londra’ya.
Müttefiklerin İtalya’dan karaya çıkmasının önü açılmış ve savaşın kaderi değişmişti.
Teğmen hemen cezaevinden çıkartıldı ve Kral VI. George tarafından, “Operation: Mincemeat”ın fikir babası olması sebebiyle “Sir” ilan edildi.
3 yıl sonra cezaevinde yakalandığı tüberkülozdan dolayı teğmen hayatını kaybetti.
Akıllarda ise şu kaldı; bazen bir edebiyatçının hayal dünyasında oluşmuş küçük bir fikir görüldüğü üzere, hem dünya kaderini hem de istihbarat ile bilim arasındaki ilişkiyi şekillendirebiliyor.
***
Yine İkinci Dünya Savaşı’nda, müttefikler adına posta ofislerinde çalışan, savaştan önce kendi kasabanın muhasebe işlerini yapan Isabelle Testud isimli kadının, sıkıcı bir iş gününde aklına bir fikir gelir.
Hemen gidip üstlerine anlatır. Üstleri tarafından da kabul görür.
Ve müttefik kuvvetler istihbarat komutanlığına davet edilir kadın.
Fikrini odadaki birçok general ve uzmana anlatmaya başlar.
“Almanların savaşta durumlarının kötü olduğuna, yenilmek üzere olduklarını, cephede işlerin hiç iyi olmadığına” ve hatta “en temel ihtiyaçların bile giderilmediğine” yönelik Alman askerleri tarafından yazılmış gibi duran binlerce mektup yazılacak ve bunlar Alman Posta Servisi treninin havaya uçurulması sonrası oraya dağıtılacak.
Almanlar bunların kendilerine ait mektuplar olduğunu sanıp adreslere götürecekler.
Adrestekiler mektupta yazan adresin kendilerinin ancak ismin kendilerinin olmadığını fark edecekler.
Ancak sabotaja uğrayan Alman Posta trenden ciddi bir karışıklık olduğunu bildiklerinden ve cepheden gelen her haberi merak ettiklerinden dolayı mektupları okuyacaklar…
İşte operasyonun hepsi bu kadardı. Müttefik kuvvetlere ait tüm posta ofislerinde bir haftada binlerce, yüzbinlerce sahte mektuplar yazıldı.
Adresler eklenip, zarflar yapıştırılıp çuvallara dolduruldu. Ve ABD istihbaratının öncülüğünde “Operation: Cornflakes” başladı.
Alman Posta Treni patlatıldı ve çuvallar dolusu sahte mektup etrafa saçıldı.
Ertesi günü Almanlar gelip tüm enkazı ve mektupları toplayıp Almanya’ya döndüler.
Mektuplar yanlış, alakasız hatta herhangi bir çocuğu cephede dahi olmayan Alman ailelerine bırakıldı.
Bir süre sonra Almanlar arasındaki rahatsızlık artık her yerden duyulmaya başlanmıştı.
Ve ordu içinde bir grup subay Alman halkının bu isyanına kulak vererek 20 Temmuz 1944’de Hitler’e karşı Claus von Stauffenberg öncülüğünde bir suikast operasyonu düzenledi.
Hitler’in Doğu Prusya’daki Wolfsschanze (Kurt İni) isimli karargâhın bomba ile düzenlenen suikast beklenen etkiyi gösteremedi ve Hitler yaralı olarak kurtuldu.
Ancak bir kasaba muhasebecisinin yarattığı etkinin büyüklüğü asla unutulmadı.
Bir milleti ayaklandıran basit bir manipülatif operasyondu.
Ve kediye dinleme cihazı takmaktan, insanları kimyasallarla delirtmekten çok daha büyük sonuçları oldu. Üstelik çok daha ucuza.
İstihbarat ve bilim arasındaki karmaşık ve çoğu zaman iç içe geçmiş ilişki, tarih boyunca hem başarılı hem de trajikomik olaylara sahne oldu.
Geliştirilen yenilikçi fikirler ve teknolojiler, bazen büyük kolaylıklar sağlarken, bazen de beklenmedik sonuçlara yol açtı.
“Acoustic Kitty” ve “LSD” projeleri gibi örnekler, istihbarat alanındaki çılgın fikirlerin ve deneylerin ne kadar ileri gidebileceğini gösterirken, “Operation: Mincemeat” ve “Operation: Cornflakes” gibi operasyonlar ise yaratıcılığın ve manipülasyonun savaşın seyrini nasıl değiştirebileceğini ortaya koyar.
Bu örnekler, istihbarat ve bilimsel Ar-Ge çalışmalarının yalnızca teknolojik ilerlemeler değil, aynı zamanda derin insani ve sosyal etkiler de yaratabileceğini gösterir.
Tüm bu olaylar, istihbarat dünyasının karmaşıklığını ve bilimle olan dinamik ilişkisini gözler önüne sererken, aynı zamanda tarihe yön veren kararların ve stratejilerin ardındaki insan faktörünü de hatırlatır.
***
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.