KİTAP TAVSİYESİ /// TARİHİMİZE BİRLEŞTİRİCİ BİR YAKLAŞIM : “MEŞRUİYETİN GÖLGESİNDE”

insan yüzü, metin, kişi, şahıs, kitap içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

TARİHİMİZE BİRLEŞTİRİCİ BİR YAKLAŞIM : “MEŞRUİYETİN GÖLGESİNDE”

Fethi Murat Doğan 

Sencer Olgun’un “tarihî belge roman”ı “MEŞRUTİYETİN GÖLGESİNDE” (*), yakın tarihimizin “tartışmalı” konularına soğukkanlı ve birleştirici yaklaşımının yanı sıra, emperyalizmin ırkçı-şoven Ermeni “soykırım” yalanına da Erzurum’da yaşananlardan yola çıkarak çok güçlü bir cevap niteliği taşıyor. “Doksanüç Harbinin başkahramanlarından Nene Hatuna ve tüm şehitlerimize ithaf olunan” kitabın arka kapağında da bu durum belirtiliyor: 

“….. bir zamanlar ‘millet-i sâdıka’ olarak bilinen Ermenilerin gizli planlarını ve hunharca katliamlarını delillerle deşifre eden, olay örgüsü tarihe damgasını vuran gerçek kişilerle zenginleştirilmiş bir belge roman.”

Yakın tarihimizin, Abdülhamid Hân ile Meşrutiyetin ilanı, JönTürkler, İttihat ve Terakki Partisi; Talat, Enver ve Cemal paşalarla münasebeti; Girit’in kaybı, Kıbrıs’ın İngilizlere “kira”lanması; Sarıkamış Harekâtı ve Çanakkale Savaşı vd. birçok konu, geniş ufuklu, soğukkanlı, titiz ve birleştirici bir yaklaşımla ele alınıyor. 

“Mayınlı bir sahada” dikkatli ve özenli bir gezinti yapılıyor; ciddi bir tarih araştırmasına dayanılıyor; son derece olgun, yapıcı bir üslûp ve birleştirici yaklaşımla çok sıcak ve sahici bir roman ortaya çıkıyor. Erzurum, insanları ve olaylarıyla romanın merkezine yerleşirken Abdülhamid Hândan Meşrutiyete, Çanakkale’den Sarıkamış’a ve Enver Paşaya, olaylar ve kahramanlar sahnede yerlerini alıyor.

Romanın sonunda, geniş bir kaynakça yer alıyor. Bu özenden dolayı yazar ve yayınevini takdirle karşılamak gerekir. Bilindiği gibi ünlü bir gazeteci, hiç kaynak göstermeden ve kitabın sonunda kaynakçaya yer vermeden, “derleme” şeklinde “MUSTAFA KEMAL” kitabı yazmış; bu durum da epiy tartışılmış ve tepkiyle karşılanmıştı. Bazı tarihçi ve araştırmacılar, kendi kitaplarından, isim verilmeden geniş aktarmalar yapıldığını belirtmişlerdi. Hattâ bir tarihçiyle de mahkemelik oldular! Rahmetli Aytaç Yalman Paşa da “Kût’ülamâre” ile ilgili kitabından geniş aktarmalar yapıldığı hâlde ismine yer verilmediği için bana yakınmıştı.

Bu konudaki ciddiyetsizlik ve intihalden, sadece yazar sorumlu değildir. Yayınevi, yazar koymasa bile, mutlaka bir kaynakça hazırlatıp kitabın sonuna koymalıydı. Bu durum, başkalarının bilimsel çalışmasına, emeğine ve okuyucuya saygının bir gereği olduğu gibi, bilim ahlakının da mutlak gereğidir.  

Yazar Sencer Olgun’un “ismiyle müsemmâ” olgun bir yaklaşım ve üslûbuna rağmen yer yer “anakronizm”e düştüğü görülüyor; bu duruma özellikle tarihî roman, film ve dizilerde sık sık rastlanıyor. Meselâ, 19 yüzyıl sonunda Müslüman kadın ve erkeğin, Beşiktaş sahilinde kol kola yürümesinin düşünülmesi; o dönemdeki “millet (din)” sistemine rağmen “sıbyan mektebi”nde Ermeni ve Türklerin birlikte okuyup arkadaş olması; yakın dönemlere kadar gazeteler, taşra şehir ve kasabalarına epiy geç giderken 1900’lerin başlarında, ’15-‘20’lerde nerdeyse gününde gelen gazete; o dönemde bugünkü gibi “kahvaltı” yokken toplu sabah kahvaltısında buluşmak vs. gibi ifadelere rastlanıyor.

Bazı yaygın yanlış bilgi ve değerlendirmeden, yazarın da pek uzak kalamadığı görülüyor: Savaşın aynı zamanda “nesne”si olan Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşında “savaş dışı kalabileceği”; parti yönetimine, özellikle Enver Paşaya “muhalif” olarak kaldığı hâlde, Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Partisinden “ayrıldığı”; Çanakkale’deki şehit sayısı konusunda, “zayiat”ı tamamen “şehit” sayan yaygın yanlışın tekrarlanarak “213 bin şehit” olarak verilmesi; yine yaygın bir yanlış olarak Nusrat’ın “bir gece önce” mayın döşemesi; Osmanlıdaki Ermeni nüfusun “2 milyon” şeklinde fazla gösterilmesi ve Ermenilerden “tehcir” ve intikam saldırılarında ölenlerin “100 bin” şeklinde iki-üç kat abartılması (bknz.: Yusuf Halaçoğlu, Tehcir) vs. gibi bazı hatalar, daha titiz bir editörlük çalışmasıyla giderilebilirdi. 

Bazı dönem söyleyişleri yerine, anlaşılmak kaygısıyla günümüzdeki karşılıklarının verilmesine gidilmiş: “anayasal” (Kanun-ı Esasî ile ilgili), “Batılı güçler” (“düvel-i muazzama”), “terör” (tedhiş), vatandaşlık (“tebaa”), postal (çizme), “tampon” (yara “sargı”sı), “tünel” (lâğım)… “Soykırım” kavramına, henüz o dönemde kullanılmadığı hâlde, anlaşılması için yer verildiği görülüyor. 

Roman dili, çok sade ve son derece akıcı. Bazı bölümler (Sarıkamış Harekâtı vs.), romanın çok uzamasına yol açacağından mecburen özetlenmiş; ancak son derece özlü bir şekilde anlatılıyor.

“Ne… ne…” bağlacıyla ilgili yaygın bir ifade hatasına da değinmeden geçmeyelim. Araya uzun sözler, söz öbekleri girdiğinde, “ne… ne…” bağlacının bulunduğu cümlede, yüklem “olumsuz” olması gerekirken olumlu yazılmış: 

“Seçilen müfettişler, ne coğrafyayı ne ıslahat yapacakları mekânlardaki kültürü ne de halkın içinde bulunduğu toplumsal yapıyı ve iktisadi durumu biliyorlardı. (s. 168, vurgulama benim, FMD)

Üniversitelerimizde çok değerli bilimcilerimiz, uzmanlarımız, tarihçilerimiz, edebiyat hocalarımız var. Buna rağmen, nasıl “popüler bilim” dergilerine ihtiyaç varsa aynı zamanda ciddi ve önemli tarih dergilerine ve tarihî romanlara da ihtiyaç vardır. Bu çalışmaların “alan dışı” görülerek küçümsenmesi doğru değildir. Meselâ, unutulan “Kût’ül Amâre Zaferimizi”, bazı değerli paşalarımızla naçizane biz gündeme getirmiştik. Yine “yabancı dilde eğitim” yoluyla Türkçemize “saldırı”ya karşı, “alan dışından” rahmetli büyük âlim Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu Hocamız, geniş kapsamlı bir kampanya başlatmıştı. 

Bu bakımdan, tarihimize ilgiyi arttıran, milletimizin tarihini ve millî kahramanlarımızı sevdiren, geçmişten dersler çıkarılmasını sağlayan ve ufkumuzu genişleten; özellikle geçmişimize karşı intikamcı ve kamplaşmacı değil de soğukkanlı, nesnel, birleştirici ve yapıcı çalışmaların, tarihî romanların çok faydalı olduğu bir gerçektir. Tecrübeli yazar Sencer Olgun’un “MEŞRUİYETİN GÖLGESİNDE” adlı tarihî romanı da yakın tarihimize ilgiyi arttıracak dikkate değer birleştirici yaklaşımın, öncü bir örneği olarak görülebilir. Bu yaklaşımla tarihimizin diğer bazı cephelerine el atılmasını özendirmesi de beklenebilir.

(24 Nisan 2024)

(*) Çıra Kültür yayınları, İstanbul 2023

KİTABI BURADAN SATIN ALABİLİRSİNİZ.