TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ & MİLLİ GÜVENLİK & MİLLİ SAVUNMA

MİLLİ GÜVENLİK DOSYASI /// SONER POLAT : TÜRKİYE'NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ - (BÖLÜM 1 VE 2)

SONER POLAT : TÜRKİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ – 1

Kapitalist Batı dünyası 1980 yılından itibaren ulus
devletlere yönelik büyük bir saldırı başlattı. Özelleştirme, stratejik kamu
varlıklarına el konulması, devletin küçültülmesi, sendikaların dağıtılması gibi
hedefler merkeze konuldu. Küresel düzeyde insanlığa karşı dev bir psikolojik
hareket sahnelendi. Mal, sermaye ve hatta emeğin sınırları aşarak serbestçe
dolaşımını savunan piyasa ekonomisi insanlığın son dini (!) olarak tartışılmaz
gerçekler olarak dayatıldı. Kamuculuk, neredeyse
“ayıp ve günah” ilan edildi.Bu yönde siyaset yapan partiler dünyanın her yerinde “çağdışı” olarak damgalandı. Mensupları doğrudan ya da dolaylı baskılara
maruz bırakıldı. Serbest ticaret ve özel girişimcilik kutsanarak ilahi bir
düzeye çıkarıldı. Bu istikamette ilerleyen siyasi hareketlerin önü ardına kadar
açıldı. İç siyasi koşulların oluşmadığı durumlarda, darbelerle, demokrasi dışı
yöntemlerle bu yapılar iktidara taşındı.

KENAN
EVREN-TURGUT ÖZAL

Türkiye’de Kenan Evren-Turgut Özal
düeti ile sahne alan bu oyun, dünyanın başka bölgelerinde başka aktörlerle
seyircilerin karşısına çıktı. Sendikaların kapatılması, ücretlerin düşürülmesi,
devletin sosyal faaliyetlerin dışına çekilmesi, yoksul kesimlerin kaderine terk
edilmesi ancak baskıcı rejimlerle hayata geçirilebilirdi. Ayrıca faşizan
yöntemler bir ölçüye kadar başarılı olabilirdi. Az da olsa toplumsal bir rıza
da gerekliydi. Bu nedenle çaresiz kitleleri denetim altında tutmak için dinsel
öğeler sonuna kadar pompalandı. Mutluluğun adresi olarak öteki dünya
gösterildi! İki sözünden bir Atatürk olan Kenan Evren, Vahhabiliği yaymayı
politika haline getiren Suudi Arabistan’ın verdiği para ile devletin
memurlarına maaş ödedi. Evren’in sopası, Özal’ın küresel masalları ile
Türkiye’nin hem siyasi hem de ekonomik kimyası bozuldu.

İşler o kadar çığırından çıktı ki
dönemin Başbakanı Tansu Çiller,
“Son komünist
devleti yıktık!”

diyecek kadar ileri gitti. Aslında en büyük darbeyi yapımcı ve yönetmen olan ABD’nin halkı yedi! 1980’lerde zenginlik yüzde 7’lik bir grubun tekelinde
iken, bugün bu oran yüzde 1’in
altına indi. 300 deniyor ama en
fazla 50 aile ABD’nin iplerini
elinde tutuyor…

SSCB
DAĞILINCA…

SSCB’nin 1991 yılında dağılmasından sonra
Batı, 80’li yılların iktisadi
iklimine uygun siyasi koşulları oluşturmayı hedefledi. Kaçınılmaz olan kaosu
maskeleyecek dantel örtüler nakış gibi işlendi: Demokrasi, insan hakları,
özgürlükler, evrensel değerler, etnik kimlikler ve mezheplere yeni yaklaşım…
Temel hedef,
“özgürlük” söylemi arkasına saklanarak
dünyanın her yerinde ülkeleri birleştiren ortak değerleri önce tartışmaya
açmak, sonra da gözden düşürmekti.

Diğer bir ifade ile küresel
elitler günümüzün devletlerine Ortaçağ değerlerini dayatıyordu. Mikro
milliyetçilik, etnikçilik, mezhepçilik, dinsel karşıtlıklar gibi bölücü
dinamikler terörle buluşturularak harekete geçirildi.Hatta çeşitli kıyafetler
giydirilen terörizm Batı’nın bir politika vasıtası oldu. Bu kaos düzenini sözde
sosyolojik bir tabana oturtmak için
“Medeniyetler
Çatışması”

gibi sahte teoriler üretildi. Yayın evleri bu tür kitapları pompalamak için
adeta yarışa sokuldu.

Sonuçta ulus devletleri ezen zalim
bir mekanizma ortaya çıktı. Küresel düzene mutlak itaat etmekten başka hiçbir
meziyeti bulunmayan Ahmet Davutoğlu gibi şahıslar başbakan bile oldu. Davutoğlu
sisteme bağlılığını şu sözleri ile ispat etti:
“Ulus devletlerle hesaplaşma vakti geldi!”

AVRASYA’DA
KAMUCULUK

Buna karşılık Avrasya’da toplumun
genelinin çıkarını gözeten kamucu eğilimler ağırlık kazandı. Batı’nın sinsi ve
kirli oyununun insanlığı felakete sürükleyen zehirli sonuçları görüldü. Bu
nedenle etnik, dini ve mezhepsel eğilimler ve buna dayandırılan terör, istikrar
için yıkıcı ve bölücü faaliyetler olarak kabul edildi. Ülke sınırlarına saygı
en temel prensip olarak öne çıktı. Kurulan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi büyük kuruluşlar bu konunun
altını özel vurgu yaparak çizdi. Ne pahasına olursa olsun terörizmle mücadele
ortak ve değişmez bir prensip olarak benimsendi. (Devam edeceğiz)

LİNK : https://www.ulusal.com.tr/turkiye-nin-toprak-butunlugu-ve-guvenligi-1-makale,6586.html

SONER POLAT : TÜRKİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ – 2

Batı’nın yarattığı siyasi
atmosferi bir önceki yazıda analiz ettik. Türkiye açısından Batı ve İsrail’in
ülkemize yönelik girişimlerine nesnel verilerle dikkatle yaklaşırsak, stratejik
açıdan şu yalın sonuçlarla karşı karşıya geliriz:

Batı emperyalizmi Türk
ekonomisinin ayakta duracağı ve gelişeceği bütün kalelere saldırmıştır.

Türk devletini sembolik bir varlık
haline dönüştürmek için bütün kamu varlıkları insafsızca yağmalanmış,
özelleştirme örtü ve aldatması ile stratejik tesisler ona buna peşkeş
çekilmiştir.

Borca ve ithalata dayalı ekonomik model ülkemizi
her türlü şantaja açık hale getirmektedir.

Türkiye’de tekil devlete karşı
Batı, silahla desteklenen bir savaş başlatmıştır.

PKK’ya 1300 TIR dolusu silah, cephane ve
teçhizat veren ABD ve
müttefikleri önümüzdeki dönemde Türkiye’ye karşı açacakları cephenin lojistik
alt yapısını hazırlamaktadır.

KCK
ve kolları olan PKK, PYD, PÇDK, PJAK gibi
terör örgütleri ile Batı arasındaki ilişki stratejik bir boyut kazanmış ve
müttefiklik ilişkisine dönüşmüştür. Hatta
“Kader Birliği” tabiri bile rahatlıkla kullanılabilir. Silahlı saldırı devam
ederken, Atlantikçi bir iktidar seçeneği için de düğmeye basılmıştır.

NATO, AB ve çeşitli girişimlerle ülke
tuzağa düşürülmüş, ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği Batı ülkelerinin seçim
kampanyalarının en önemli gündem maddesi olmuştur.

Batı, Türkiye’nin bütün stratejik
çıkar alanlarına aralıksız olarak saldırmaktadır. AB’nin bütün Türkiye İlerleme Raporları, ülkemize karşı düşmanlık
belgeleridir.

Türkiye’ye yönelik etnik ve
mezhepsel kışkırtmalar Batı ve İsrail’in gizli servisleri tarafından
tezgâhlanmaktadır. Alevi kökenli yurttaşlarımızı Atatürk’ten koparmak ve HDP’ye yapıştırmak için gizli
servisler birbiriyle yarışmaktadır.

Bu ahval ve şerait içinde Türkiye
nefes almak için Avrasya’ya yönelmek zorundadır. Çünkü etnik ve mezhepsel
sorunlar ve bunlardan beslenen terörizm Avrasya’da hiçbir ayrıma tabi
tutulmaksızın dışlanmaktadır. Avrasya ortaklıklarının temelinde bu sorunlar ile
mücadele yatmaktadır.

TÜRKİYE HEP
YALNIZ KALDI

Türkiye şimdiye dek her dönemde
stratejik sorunlarını çözmek için Batı ile tek başına göğüs göğüse bir mücadele
vermiştir. Günümüz için de bu durum geçerlidir. Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de,
Ege’de ve hatta
“Ermeni
Soykırım Yalanında”

kavga hep tek başına verilmektedir. Ayrıca toprak bütünlüğümüzü tehdit eden
güney sınırlarımızdaki gelişmelerde bile Batı baskısı nedeniyle ne komşularımızla
ne de Avrasya güçleri ile buluşabiliyoruz. Hâlbuki jeopolitik yasalar her
dönemde geçerlidir. Uluslararası bir güce ancak başka bir uluslararası güç ile
mukabele edilebilir. Batı’nın amansız saldırısını akamete uğratmak için yeni
dostlar bulmalıyız. Ayrıca
“iç hat” konumunda olduğu için tecavüzlere
karşı hassas olan Türkiye, etkin ve kademeli bir savunma için stratejik bir
derinlik kazanmak zorundadır.

MECBURİ
İSTİKAMET!

Eğer coğrafyanın bir kader
olduğunu kabul ediyorsak adres öncelikle Batı Asya daha sonra Avrasya’dır.
Türkiye güvenliği ve toprak bütünlüğünü sağlamak için Avrasya yolculuğuna
çıkmaya mecbur ve mahkûmdur. Zaten çeşitli CIA raporlarında da bu gerçek vurgulanmaktadır:
“Türkiye’nin çıkarları Avrasya’dadır. Bu
kayış engellenmeli, engellenemediği takdirde yavaşlatılmalıdır.”
Batı’nın en önemli
teorisyenlerinden birisi olan Samuel Huntington şunu söylüyor:
“Evet, Türkiye bugün müttefikimiz ama çıkarlarının
Avrasya’da olduğunu göz ardı etmemeliyiz.”
Ülkemize yönelik saldırıların bir
nedeni de budur! Batı ve İsrail, günün birinde başka bir bloka kayacak olan
Türkiye iyice hırpalamak istemektedir.

Ünlü Alman Filozof Kant, “Aydınlanmayı insanın kendi aklını özgürce kullanabilme
cesaretini göstermesi”

olarak tanımlıyor. Eğer önyargılarımızı, bize zorla dikte edilenleri,
dayatmaları, ezberlerimizi bir kenara koyarak Türkiye’ye, bölgeye ve dünyaya
nesnel koşullarda ve gerçek verilerle bakarsak, hakikatin bizi beklediğini
kolaylıkla görürüz.

Bu yalın ve çıplak gerçeği
göremeyenler Türkiye’yi yönettiği takdirde ülkemize acı ve gözyaşından başka
hiçbir şey vermezler. (SON)

Amiral Soner Polat






























































ulusal.com.tr