YILMAZ ÖZDİL : Baba
şehit dede şehit torun gazi… Bir aile bir ülke için daha ne yapabilir ki ?
Levent Mete Çelik.
Atatürkçü, yurtsever, namuslu bir vatan evladıydı.
Özel harekat birliğinde komando astsubaydı.
Üniformasını giydiği 1992 yılından itibaren ömrü dağlarda geçti desek
yanlış olmaz, yurtiçinde sınırötesinde sayısız operasyona katıldı, defalarca
namlu namluya vuruştu.
Evlendi, oğlu oldu.
Eşi özellikle istedi, babasının sadece soyadını değil, adını da taşısın,
adıyla soyadıyla babası gibi kahraman olsun dedi, oğluna kocasının adını verdi.
Levent Mete Çelik’in oğlu, Levent Mete Çelik oldu.
Sene 2006.
Gene böyle bir Ağustos.
Şırnak Beytüşşebap.
Saat 21 suları, gün geceye dönmüş, el ayak çekilmişti.
Cumhuriyet caddesinde Ulu caminin bitişiğindeki apartmanın ikinci katında
kiracı olarak oturan Levent astsubay, terörün en azgın dönemlerinde bile
yanından ayrılmayan, kendisini asla yalnız bırakmayan eşi ve oğluyla birlikte
televizyon seyrediyordu.
Bi tıkırtı duydu.
İşaret parmağını dudaklarına götürdü, sessiz olun dedi, ışığı söndürdü,
beylik tabancasını aldı, kapıya yöneldi.
Koridorda birileri vardı.
Kilidi kurcalıyorlardı.
Eve giriyorlardı.
Levent astsubay “durun kıpırdamayın” diye bağırdı.
İşte o anda, kalleş kaleşin tetiğine bastılar.
Üç terörist gelmişti.
Kalaşnikoflarını kapıya doğru boşaltmaya başladılar, sağanak…
Levent delik deşik oluyordu ama, içeri girmesinler, eşine ve oğluna zarar
vermesinler diye, kapıyı omuzlamaya devam ediyordu.
Giremediler.
Dizlerine yığılan bedeniyle kapıyı adeta takoz gibi tutmayı başarmıştı.
Şarjörlerini boşaltıp, defolup kaçtılar.
Levent’in vücuduna 32 mermi saplanmıştı.
Oracıkta şehit oldu.
Ama kabus bitmemişti.
Levent’in vücuduna girip çıkan mermilerden biri, annesine sarılarak kocaman
gözleriyle olup biteni seyreden küçük Levent’e denk gelmişti.
Babayı şehit eden kalleş mermisi, yedi yaşındaki oğlunu gazi yapmıştı.
Ama kabus bununla da bitmemişti.
Baskından birkaç saat sonra, Antalya’da bir evin telefonu çaldı.
Levent astsubayın babasının eviydi.
Arayan, Levent astsubayın komutanıydı.
Baba ahizeyi kaldırdı.
Sessiiiz sessiz dinledi.
Gözleri doldu.
“Vatan sağolsun” diyebildi, usulca kapattı.
Evde çıt çıkmıyordu, aile fertleri donmuş şekilde babaya bakıyordu.
Sadece iki kelime, “oğlum, torunum” diyebildi, yığıldı.
Kalp krizi…
Baba o an rahmetli oldu.
Aynı mermi, hem babayı hem dedeyi şehit etmiş, torunu gazi etmişti.
Bu millet iki bin yıldır kendisini sırtından bıçaklayanlarla mücadele
ediyor ama… Böylesi tarihimizde ilk’ti.
Baba, dede, torun, dünya tarihinde bile örneği yoktu.
Bacağına mermi saplanan küçük Levent, apar topar helikopterle Ankara’ya
getirildi, GATA’ya yatırıldı, derhal ameliyat, kurtuldu.
Ne babasının cenazesine katılabildi, ne dedesinin.
Kabus maalesef henüz bitmemişti.
Gözlerinin önünde babası şehit edilen küçük Levent, konuşmuyordu.
Mermi bacağındaydı ama, asıl yara yüreğindeydi.
GATA profesörleri, hemşireler, tüm personel seferber oldu, çırpındı.
Aylarca konuşmadı Levent.
Annesi dahil, kimseye cevap vermedi.
Okula başladı, gene konuşmadı.
Bu travma bir sene sürdü.
Bir sene sonra ilk kez konuştu Levent.
İlk cümlesi şu oldu:
“Niye benim babamın başına geldi?”
Levent konuşmuş, bu defa herkes susmuştu.
Verilebilecek cevap yoktu.
Aylar yıllar akıp geçti.
18 yaşına geldi.
Aslan gibi delikanlı oldu Levent.
Çok başarılı bir öğrenciydi.
Tek ideali vardı.
Subay olmak.
Babasının bıraktığı yerden devam etmek.
Gazi olduğundan beri bu duyguyla yaşıyordu.
Geçen ay, Kara Harp Okulu’nun sınavına girmek için başvurdu.
Boyunu ölçtüler, tarttılar.
Boyu 1.74.
Kilosu 77’ydi.
Belgelerine bile bakmadan, belgelerinde “şehit oğlu” yazmasına rağmen, “üç
kilo fazlan var, sınava giremezsin” dediler, elediler!
O yaşta delikanlı bir oturuşta üç kiloluk yemek yiyor zaten… Şöyle iki tur
koşsa, kilo milo kalmaz. Ama belli ki, başka kriterler var. Gözünün üstünde
kaşın var diyerek, elemek için mazeret arıyorlar.
Maalesef artık Harp Okulu’nda zekaya, eğitim derecesine bakılmıyor, bu
çocuk neyin nesiymiş, şehit çocuğuymuş filan, bakılmıyor. Malum yerden
gönderilirse, alıyorlar, değilse, sınava bile sokmadan eliyorlar.
Levent’i de böyle eliyorlar.
Prosedür gereği “itiraz etme hakkın var, istersen itiraz başvurusu
yapabilirsin” diyorlar. Levent’in yaşadığı hayalkırıklığı tarifsiz… Suratına
uzatılan evrağa “itiraz etmek istemiyorum” diye yazıyor, imzalıyor.
Babası şehit olan, dedesi şehit olan, kendisi yedi yaşında gazi olan
Levent… Harp okulunun kapısından çıkıp, gidiyor.
Bitmiyor…
“Şehit çocuğu olarak harp okulunda değerim yok, belki üniversitede olur”
diye düşünüyor, burs talebiyle özel üniversitelere başvuruyor.
Ankara’da ilk başvurduğu üniversite, şehit çocuklarına burs vermediklerini
söylüyor. İkinci başvurduğu üniversite sadece yüzde 25 burs verdiklerini
söylüyor. Üçüncü üniversite lütfedip yüzde 50 burs veriyor, Levent mecburen
oraya kaydını yaptırıyor.
15 Temmuz’da neredeyse kaldırımdan düşene bile madalya veriyorlar.
Baba şehit, dede şehit, kendi gazi…
Suratına bile bakmıyorlar.
En başta yalaka genelkurmayımız ve paragöz üniversitelerimiz olmak üzere,
imam cumhuriyetini en kalbi duygularımla tebrik ederim!