“Devletin yatak odasında kime ne yaparlar?”
“Ahlâk düşüklüğünü çoğu insan
sevmediklerinin özelliği sanır; oysa ahlâk düşüklüğü bir yaşama ortamıdır”
“Deniz Baykal kaseti”nin
kimler tarafından nasıl çekildiğine, nasıl yayıldığına ilişkin ayrıntılar
ortaya çıkıyor. Çoğu kişinin tahmin ettiği üzre, bu da Fethullah’çıların
marifeti. Şüphesiz bugün “FETÖ de FETÖ” diye kurban ayinleri tertipleyerek
kendilerini temizlemeye çalışanlar da işin içinde.
Devletin polisinin -aslında emir ve karar mercileri değişmekle birlikte çoğu
zaman olduğu üzre- nasıl güç-yetki sahibi gruplarca -kötüye- kullanıldığının
bin türlü örneğini biliyoruz. Maşallah, Fethullah’çıların bu işi hayli üst
seviyelere taşıdığını, eline iktidar geçirmiş olmanın yarattığı bilumum ruh
kirlenmesini de çeşitleyerek, uzun yıllar sonra bile incelenecek fenomenler
yarattıklarını da öğrendik.
Yine de tepesi atıyor insanın, yeniden yeniden öğrendikçe: Ankara’da,
Emniyet’in birtakım odalarında, takım elbiseli bir kısım zevat, koltuklarında
gerine gerine, ortalıkta mühimadam olarak bilinen her kim varsa onun
kuytularına mikrofon ve kamera uzatabiliyor olmanın şehevî zevkini tadıyor.
Bu ülkede doğup büyümüş, devletin içinden üzerimize
dökülen çeşit çeşit kızgın yağlardan her yeri yanmış canlılar olsak da,
biryerlerde üç-beş gram haysiyetimiz kalıyor ister istemez. Bu yüzden
alışamıyoruz, canımız acıyor.
İkinci katta, koridorun
sonunda…
2009 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi
Başkanlığı Teknik Takip ve Operasyon Şube Müdürlüğünde (TEKOP) göreve başlamış
olan polis memuru Fatih A., Fethullah’çılar zamanında Emniyet’te kurulan
dinleme-gözetleme ağına dair ilginç
bilgiler verdi.
İki katlı TEKOP şube müdürlüğü binasının ikinci katında, “merdivenlerden
çıkınca koridorun sonundaki odada” altı bilgisayar varmış,
Fatih A.’nın anlattığına göre. Dinleme işi bu bilgisayarlardan yürütülüyormuş.
Vergilerimizle maaş alan, trafikte tartışsak sülalemizi belleyebilecek -çünkü
polis- olan, Salih Keskinkılıç adlı biri “başlarında”ymış.
Daha da “başlarında” başka
takım elbiseli-kravatlıların olduğu, sistemin, Fatih A. gibi alt düzey
memurların bilgi ve inisiyatifinin çok ötesinde, vergilerimizle daha yüksek
maaşlar alan birileri tarafından kurulup yürütüldüğü, bugün muhtemelen bu en
üst düzeylerden birilerinin Fethullah’çılarla ilişkisiz görülüp güvenli başka
odalara yerleştirildiği, benzer işleri sürdürdüğü tahmin edilebilir.
Bakın nasıl yürüyormuş sistem -Fatih A. anlatıyor: “Bilgisayarı
açtığımızda dinleme otomatik olarak geliyordu. Herhangi bir numara girmiyorduk.
Numaraları sisteme büyük ihtimalle Salih Keskinkılıç giriyordu.” İfadesinin
başka yerinde, “[D]inlemeler belirli bir şahsa veya numaraya yönelik yapılmıyordu,”diye
anlattı Fatih A.. “Büroda bilgisayarları açtığımızda kimin sesi düşerse onu
dinliyorduk.” Ne hoş, değil mi?
“Dinlemelerde önemli
bir konu olduğunda” amirlerine bildiriyorlarmış. O arada,
meselâ Deniz Baykal gibi önemli birilerini dinlediklerinde bunları yazılı hale
getiriyorlar, “tapeye dönüştürüyorlar”mış. Bu iş, Fethullah’çıların
kurduğu düzen ve belirlediği kadro ile, Hrant’ın öldürülmesine giden süreç ve
sonrasındaki rolü nedeniyle hepimizin yakından tanıdığı Ramazan Akyürek
İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan ayrılana kadar böyle sürmüş. Fatih A., “Akyürek
başkanlıktan ayrılınca çoğu dinlemeyi sonlandırdık,” diyor. “Salih
Keskinkılıç bilgisayarlarda temizlik yaptı, bazı evrak ve bilgileri sildi.
Salih Keskinkılıç’ın odasında da evrak temizliği yaptığını biliyorum.”
“Çoğu” dinleme
sonlandırılmış. Geri kalanı, eklemelerle devam ediyor. Cemaat’in krallığı
bitti, Keskinkılıç v.s. gitti, yerlerine başkaları geldi, şimdi onlar
birşeyleri “tapelere dönüştürüyor” olmalılar.
Hedefler değişti yani. Önceki dönemin vukuat izleri silindi. Bir devletten
bahsediyoruz. Oysa gücü kim eline geçirirse istediği gibi kullanabildiği,
herhangi bir hukuk ve yasa ile bağlı olmayan bir mekanizma görüyoruz
karşımızda.
Gizlilik
yeminiyle korunan eğlence
Fatih A.’nın açıkça söylediklerinden anlaşılıyor ki, o TEKOP denen yerin ikinci
katında, merdivenden çıkınca koridorun sonundaki odada ne halt karıştırıldığını
Emniyet’te pek çok insan biliyor. Çünkü bazı amirleri gelip alt düzey dinleme
elemanlarını uyarmış, “Toplu ve kalabalık yerlerde bu konuları konuşmayın,” demişler. “Burası
devletin yatak odasıdır. Burada olan burada kalır. Buradan dışarı
çıkmaz.” Güzel söylemişler, gerisini de ilgili memurun içinden
tamamlayabileceğini varsaymışlar: Seçtiğimiz insanları burada beceririz! Yoksa
niye yatak odası desin ki! Değil mi ama?
Halka açık herhangi bir kayıt kuyutla değil, sadece amirlerinin inisiyatifiyle
sınırlanabilen bir iş yaptığını, yasadışı faaliyet yürütebilen ve bunu gizleme
konusunda Yakuza gibi davranması gereken bir silahlı topluluk olduğunu ortalama
polisin zihnine işlemek için ideal ortam… Hukukun yıkımı, koridor sonundaki
odalardan başlıyor.
Fatih A. anlatıyor: “Aynı büroda birlikte görev yaptığım (…) Abdullah Ataş, Deniz
Baykal’a ait uygunsuz video görüntüleri internette yayımlandıktan sonra, sohbet
ederken bana, Ahmet Ümit Seçgin’in odasına girdiğini ve Seçgin’in Baykal’a
ait görüntüleri izlediğini gördüğünü (…) söylemişti.”
Eğleniyorlar. “Baksana lan, pantolonu da çıkardı,” falan deyip
gülüşüyor olmalılar. Deniz Baykal’ın, devlet görevlileri tarafından yasadışı
yollarla çekilmiş mahrem görüntülerini izleyen polislerden biri, Fatih A.’nın
bahsettiği şu Abdullah Ataş, kim meselâ: “iller tarafından alınan mahkeme
kararlarının sisteme girişini yapan polis memuru” -Fatih
A.’nın ifadesiyle.
Tekrar olacak ama kaçınmayalım, kayda sağlam geçsin: Görevi mahkeme kararlarını
sisteme girmek gibi son derece basit bir iş olan polis memuru, o sırada
memleket siyasetinin en önemli simalarından bir kimsenin mahrem görüntülerini
izleyebiliyor. Görüntüler henüz internette yayımlanmamışken. Yani: Henüz 2010
Mayıs ayı gelmemiş, “başlarındakiler” bunların siyasî mücadele aracı olarak
kamuoyuna sunulmasına henüz karar vermemişken.
Bir de MHP’liler kasedi vardı, hatırlarsınız. Fatih A. anlatıyor: “[D]inlediğimiz
bu şahıslar bir kadınla falan buluşacakları zaman hemen Salih başkomisere bilgi
veriliyordu. Sadece MHP konusuyla ilgili değil, dinlediğimiz bütün kişilerle
ilgili kadınlarla yapılacak bir buluşma konusunda Salih Keskinkılıç’a anında
bilgi verilmekteydi.”
Az buçuk iktidar sahibi Türk erkeğinin aslî zaafları: Kadınlar ve sair belaltı
işler.
“Yayın politikasına
uygun”!
Gelelim vahametin öbür yüzüne. Görüntüler çekildi, Emniyet’in
çeşitli odalarında izlendi, dalga geçildi, falan. Bir de bunların yayımlanması
hikâyesi var.
Hürriyet’in haberinde sanırım “şüpheli”
statüsüne binaen “F.A.” olarak anılan, Habervaktim.comsitesi eski genel yayın yönetmeni Fatih
Akkaya, “Baykal kasetinin yayılması” öyküsünü bir telefonla başlattı: Cevheri
Güven kendisini aramış, “Metacafe.com adlı video sitesinde Baykal’a ait bir video
yayımlandı,” demiş, “bu videonun gazetenin yayın politikasına uygun olacağını ve ses
getireceğini”söylemiş.
Cevheri Güven, başka birçok marifetinin yanısıra, Bal Tuzağı -
Belaltı İstihbarat adlı kitabın yazarı. Birkaç kitap satış
sitesine baktım, bu nadide eser şu anda “geçici olarak temin edilememekte”. Ama arka kapak
veya tanıtım yazısı ortalıkta
kalmış. Orada deniyor ki: “Kitapta yurt içi ve yurt dışında
yankı bulmuş, üst düzey devlet adamlarının, bürokratların, askerlerin,
müsteşarların ve başkanların özel hayatlarında yaşadıkları yasak
ilişkilerle şantaja uğrama, itibarlarını ve işlerini kaybetmeleri konu
alınıyor. (…) kitap, (…) insanların mahrem arzularının kullanılarak nasıl
kontrol mekanizmaları yaratıldığını anlatıyor. (…) kadının politik düzlemde
araçsallaştırılmasını ve bu yolla siyasilerin ahlâk duvarını yıkarak onların
kariyerlerinin bitişini sorgulayıcı bir dille gözler önüne seriyor.”
“Bu işler bizden sorulur” diyecekmiş de diyememiş gibi…
Cevheri Güven’e takılmayalım, habervaktim.com’un
genel yayın yönetmenini dinleyelim. Telefon görüşmesinden sonrasını Akkaya
şöyle anlatıyor: “(…) kendisine ‘bakarım’ dedim ve telefonu kapattım. Kısa bir süre
sonra bu konuda tek başıma karar verebilecek konumda olmadığım için [Yener] Dönmez’i
aradım. Ona konu hakkında bilgi verdim. Yener Bey de bana bu
konunun önemli olduğunu, patronla görüşmemiz gerektiğini söyledi.
Sonrasında Yener Bey patronla görüşüp konuyu detaylı bir şekilde iletti diye
biliyorum. Habervaktim.com internet sitesinde ‘Deniz Baykal’la ilgili bir video’
başlığı ile ekinde metacafe.com internet sitesinden alınan
link eklenerek haberler bölümünde duyuruldu. Sonrasında, tam hatırlamıyorum, ya
ben Yener Bey’i [aradım] ya da o beni aradı. Ve konuşmamızda patronun bunun
yayımlanmasına onay verdiğini ve yayımlandığını söyledi.”
Buradan anladığımız, “Yener Bey”in Fatih Akkaya nezdinde epey yetkili bir kimse
olduğu. Oysa kendisi 2016 Ağustos’unda Habervaktim.com’da Fatih Akkaya’nın imzasıyla
yayımlanan “açıklama”da, “gazeteci kardeşimiz Yener Dönmez” olarak
anılmıştı. “Habervaktim.com’dan
Baykal ve Yener Dönmez açıklaması” başlıklı bu
duyuruda Akkaya, kendisinin hem haber müdürü hem genel yayın yönetmeni olduğu
Yener Dönmez’in “paralel yapı ve FETÖ konusunda henüz çevresindekiler korkup
etrafından dolanırken, en başından itibaren net tavır gösterip, millî iradeden,
demokrasiden, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın davası ve yolundan yana
olmuş; uluslararası şer odakları ile paralelin Türkiye ve Erdoğan üzerindeki
oyunlarına işaret eden açıklamalar yapmış, yazılar kaleme almış”olduğunu
belirtiyordu.
Fethullah Gülen dahil 171 kişinin sekiz ayrı suçtan yargılandığı davada, Yener
Dönmez “aktif” ByLockkullanıcısı olduğu ileri sürülen 118 şüpheli
arasında yeralıyor. ByLock’taki kullanıcı adı, kaç -çok- mesaj alıp
verdiği vs. belirlenmiş, iddianameye bakılırsa. (Bu devirde iddianame neyin ne
kadar garantisi, o da ayrı mesele.)
“Bal tuzakları”na dair son diyeceğim: E, kitap olduğuna göre haber de olabilir
tabiî bunlar. Mesele, balın devlet görevlileri tarafından, devlet imkânları
kullanılarak, devlet koruması altında, gizlice, halkın parasıyla imal edilmesi,
karaborsada satılması. Bu devlet görevlilerini bir süre sonra şu veya bu
çeteye, “terör örgütü”ne üye ilan edip içeri atınca, bütün bu suçların bu kimseler
bizzat devlet görevlisiyken işlenmiş oluşunun mânâ ve
ehemmiyeti ortadan kalkmıyor. Bunların bir devlet yapısının meşruiyeti
konusunda yarattığı vahim durum ortadan kalkmıyor.
Havaya bakıp ıslık çalma
halleri
Akkaya 2016 Ağustos’undaki “açıklama”sında şu sözleri de
etmişti: “Kasetin
içeriğine, kesinlikle haber değeri taşıdığına, hiçbir gazetecinin buna kayıtsız
kalamayacağına, o dönem ‘özel hayata müdahale’den dem vuran Baykal’cı medya ve
yazarların bile ‘Bu dünyanın her yerinde haberdir’ dediğine hiç girmiyorum.”
Bu gazeteci üçkağıdının üzerinde durmayacağım. Dediği elbette doğru değil. İşin
“hiç girilmeyen” başka yönünü hatırlatarak bu “Türkiye’den bir kesit”
programını bitireyim.
Kaset marifetiyle Baykal gidip Kemal Kılıçdaroğlu geldiğinde, bulunduğum her
ortamda, ısrarla, bu kaseti kimlerin hazırladığı ve servis ettiği meselesini
ortaya getirmeye çabaladım. Samimi CHP’li olduğunu bildiğim pek çok insanın ya
tam o sırada kalkması çıkması gerekti ya çok önemli bir telefon konuşması
yapmaları lazımdı ve, aksiliğe bakın ki, unutmuşlardı ve tam o sırada
akıllarına gelmişti ya pencereden görünen ağaçların güzelliğini birden fark
ettiler veya tuvalete koşmak zorundaydılar. Kimse kasetten sözetmek
istemiyordu.
Baykal CHP’yi getirip tıkamış, fazladan tek oy alamayacak ve o gidişle eriyip
hepten ufalanacak hale koymuştu. İtina ile hazırlanmış muntazam yolsuzluk
dosyalarını sallayarak, dürüst bir muhasebe müdürünün üzerine çamur
sıçramamışlığıyla yaklaşan Kemal Bey ise bir taze kan, bir yenilik ihtimali,
bir umuttu. Kılıçdaroğlu gelecek, CHP hak ettiği desteğe ve parıltıya
kavuşacaktı.
Bu işin “ahlâkı” ve böyle bir komployla yapılacak lider değişiminden hayırlı
sonuç beklenemeyeceğine dair, bir avuç insanın dile getirmeye çalıştığı
uyarılar, haliyle, “bunlar zaten…” bariyerine çarpıp un ufak oldu.
Oysa memlekette siyasî ahlâkı bir kademe daha düşüren, neyin mübah, neyin kabul
edilemez olduğuna dair ölçüyü biraz daha kaçırtan, düpedüz skandal
niteliğinde bir hadiseydi. Ve fakat o esnada CHP’lilerin ezici çoğunluğu,
arkasını dönmeyi, kaset komplosunu kimin kurup yürüttüğünü sorgulamamayı tercih
etti.
Baykal kaseti komplosundan en büyük zararı gören, bugünün ortamının
oluşmasındaki rolü gençler tarafından bilinmeyen ve ne yazık ki tasavvur
edilmesi de pek mümkün olmayan siyasetçi Deniz Baykal değil. Başkalarının
yaptığı kaset komplosuyla genel başkanı değiştirilebilen bir parti kimliğine
bürünmekle kaderini hepten başkalarının, ama bu defa siyasî rakiplerinin eline
teslim eden CHP. Herhangi bir temizlik-dürüstlük iddiası, ona yeni liderini
kazandıran ve doğrudan hasımlarının marifeti olan kaset komplosu imâsına
-doğrusu, gerçeğine- çarpıp ufalanmaya mahkûmdur. O gün bugündür CHP’nin kaderi
rakiplerinin elinde.
Esas en büyük zararıysa topluca hepimiz gördük. Ahlâk düşüklüğünü çoğu insan sevmediklerinin
özelliği sanır. Oysa ahlâk düşüklüğü bir yaşama ortamıdır.