PROF. DR. MUSTAFA ÖZCAN ÜLTANIR : YUNANİSTAN’A ÖDÜNE DEVAM MI ?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan resmi ziyaretinin gündeme getirdiği tek sonuç var, o da “Yunanistan’a ödüne devam mı?” sorusu. Bu soru peşi sıra, “Kimin isteğiyle ve ne için?” diye sorduruyor!… Dün unutuldu mu ya da unutulabilir mi?… Avrupa odaklı çok dilli haber kanalı Euronews, ziyareti duyururken geçmişe atıf yaparak, “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok” ara başlığı altında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Mayıs 2022’de Kiriakos Miçotakis’in son ABD ziyaretinde Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin ardından kendisi ile bir daha görüşme niyetinde olmadığını söylemişti” açıklamasına yer veriyordu. Açıklamada, Erdoğan’ın “Stratejik Konsey Toplantısı yapacaktık, böyle bir görüşmeyi yapmayı asla kabul etmiyorum” sözleri de yer alıyordu. Yoksa bu ziyaret ABD’nin isteğiyle, oyun sopası F-16/Eurofighter havucu nedeniyle mi yapılmıştı?…
Erdoğan mı Gitmeliydi, Yoksa Sakelaropulu ve Miçotakis mi Gelmeliydi?…
Cumhurbaşkanı Erdoğan yedi yıl sonra işbirliğini geliştirme adına, “Karşılıklı iyi niyet temelinde diyalog yoluyla çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur” diyerek yola çıkıyordu. Erdoğan, ziyaret öncesi Yunanistan’ın Kathimerini gazetesine verdiği röportajda, birbiriyle bağlantılı pek çok ikili sorun olması nedeniyle, sorunların paket halinde bir bütün olarak ele alınması gerektiğini ifade etmişti. Erdoğan bu önerisini Miçotakis’e de iletti, ama Yunanistan Başbakanı, “Gerekli koşullar oluştuğunda kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge konularının gündeme gelebileceğini” söyleyerek reddediyor, diplomatik ifadesiyle adaların mülkiyetini tartışmayacaklarını açıklamış oluyordu. Görüşme sonrası basın toplantısında ise Miçotakis alay edercesine, nimetmiş gibi, “Türk vatandaşlarına adalar için yedi günlük turist vizesi sağlanacağını” söylüyordu.
Miçotakis’in adalar için Türk turistlere yedi günlük turist vizesi kararını, Türk basınında jest olarak görenler oldu, ama gerçek öyle değildi. Yunanistan’ın amacı, turizm geliri kazanmaktı, artı Kıbrıs’a seyahat edecek Türkleri kendi adalarına çekerek KKTC’nin gelir kaybına uğramasına da neden olmaktı. Bu kararın Türk basınına yansıma biçimi ise üzücüydü, çünkü “Yunan adalarına 7 günlük kapıda vize” başlıkları kullanılmıştı. O adaların mülkiyeti değil, kullanım hakkı Yunanistan’ın olduğu için “Yunan adaları” demek doğru değildi ve onlar Türk adalarıydı. İnönü iktidarının yanlış dış politikasıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan’a bırakılmış Türk adaları, hiçbir zaman uluslararası hukuk açısından Yunan adaları olmadı. “Yunan adalarına seyahat etmek” sözü, Türkiye’de bilinçsiz bir kitle tarafından ne yazık ki övünç bile oluyor.
T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın belirlediği ve internet sitesine “Başlıca Adalar (Ege) Denizi Sorunları” başlığı altında koyduğu sorunların hiçbirine bu ziyarette çözüm getirilmemiştir. Türkiye üç yıldır Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon aramalarını Antalya körfezine çekilerek durdurmuş bulunuyordu. Oysa, bizim Platformumuzda “Soros Sınırı” adını verdiğimiz 28 derece Doğu boylamının batısına, 26 derece doğu boylamıyla Girit karasularının yakınına dek uzatılması gerekirken, TPAO’ya verilmiş ruhsatlara karşın bu yapılmamıştı. Yeni Kızılelma’mız Mavi Vatanımız’dan adeta Yunanistan’ın Sevilla Haritası’na uygun taviz verilmişti. 18 ay önce “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyen Erdoğan’ın Atina ziyareti, imzalanan pazarlık gücü izlerinden yoksun “Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk” bildirgesiyle aslında ödün belgesine dönüşmüştür.
Miçotakis’in davetiyle gerçekleşen Erdoğan’ın 7 Aralık 2023 tarihli bir günlük Atina ziyareti, Miçotakis’in oyunuyla Yunanistan açısından adaların turizmini pazarlama kazanımına dönüşmüşken, sorunların paket içinde ele alınmasını ve dolayısıyla adaların mülkiyetinin tartışılmasını reddettiğinden, Türkiye açısından kazanımı olmayan tavize dönüşmüştür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti içte ve Batıda parlatılarak duyuruldu. Yunan medyası Erdoğan’ın dostluk mesajlarını aktarıyor, ABD Dışişleri Bakanlığı görüşmeyi memnuniyetle karşıladığını açıklıyordu. NATO, AB ve Avrupa’da başı çeken devletlerin yaklaşımı, ABD görüşüne koşuttu. Türkiye’ye karşı hasmane ve düşmanca tavırları sergileyen Yunanistan’ın samimi dostluk mesajları yoktu. Yunanistan 1830 yılında kuruluşundan sonra Batı’nın koruyucu kanatları altında Osmanlı’dan toprak ve adalar kazanmış, Osmanlı’nın çöküşüyle “Büyük Ülkü” (Megali İdea) hayaline kapılarak İzmir’i, Bursa’yı, Bandırma ve Mudanya’yı işgal etmiş, Kurtuluş Savaşı’nda Kütahya ve Eskişehir’i aşıp Ankara kapılarına dek dayanmıştı. Büyük Taarruz sonucu 30 Ağustos 1922’de aldığı yenilgi ve uğradığı bozgunla denize dökülerek kaçmıştı.
Yunanlılar, “Küçük Asya Felâketi” (Mikrasiatiki Katastrofi) dedikleri 1922 hezimetini hiçbir zaman unutmadılar. Büyük Ülkü’yü bugün Lozan ve Paris antlaşmalarına aykırı silahlandırdıkları adalarla, 1996 Kardak hezimetinden ders almayarak işgal ettikleri 20 ada ve 2 kayalıktaki askeri ve sivil etkinlikleriyle, karasularını genişletme ve haksız hava sahası iddiasıyla, Taşoz çevresinde Türkiye’nin offshore petrol yatağına el koymakla, Türkiye’nin deniz yetki alanında hidrokarbon aramalarına karşı çıkmakla, Türkiye’nin 1974’de barışa kavuşturduğu ve 1983’de iki devletle çözümle sonlandırılan Kıbrıs sorununun bittiğini kabul etmemekle sürdürüyorlar. Erdoğan’ın Atina’ya gitmesi yerine, dostluk yanlısı iseler, Yunanistan Cumhurbaşkanı Sakelaropulu ve Başbakanı Miçotakis’in gerçeği kabul ederek özür için Türkiye’ye gelmeleri gerekirdi.
Türk-Yunan Dostluğu İçin Yunan Yönetimi Venizelos’tan Ders Almalı!…
Atatürk, kimsenin ayağına gitmedi, İngiltere Kralı dahil yabancı devlet adamları hep onun ayağına geldiler. Bunlardan biri de Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos idi. Venizelos, “Yunanistan’ın Türk topraklarında gözü olmasının ülkeye hiçbir menfaat getirmeyeceğini” görüp defaatle söylemiş, Büyük Ülkü’den uzaklaşarak eleştirmiş, 1930 Ankara Antlaşması’na uzanan dostluk yolunu açmıştı. Bugün Yunan Yönetimi’ne esin kaynağı olabilmeli. Venizelos seçim kazandıktan 11 gün sonra, 30 Ağustos 1928’de Başbakan İnönü’ye kendi el yazısıyla bir mektup yollayarak, iki ülke arasındaki anlaşmazlığın dostluk anlaşmasıyla sonlandırılması arzusunu dile getirmişti. İnönü’nün davetiyle 26-31 Ekim 1930’da Türkiye’yi ziyaret etmiş, 26 Ekim’de Atatürk tarafından kabul edilmişti. 1931 yılında Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti.
Yunanistan’ın Türk topraklarında gözü olmasının bir şey kazandırmadığını kabul eden Yunan Başbakanı Eleftherios Venizelos, İnönü’ye yazdığı mektupla dostluk talebini sunmuş, 26 Ekim 1930 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk tarafından kabul edilerek iki saat görüşmüştü. 29 Ekim 1930 Cumhuriyet Bayramı törenlerine de katılan Venizelos, Türk-Yunan Paktı’nın imzalanmış olması nedeniyle Atatürk’ü 1931 Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş, “Mustafa Kemal Paşa’yı bu kıymetli ödüle layık göstermekten şeref duyduğunu” belirtmişti.
Dostluk antlaşması imzalamak için Ankara’ya gelen Venizelos ile Birinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak Büyük Ülkü’nün gerçekleşmesi için uğraş veren Venizelos arasındaki çelişki, özünde ders çıkarma öyküsüdür. 1821 Mora İsyanı ile temelleri atılan Yunanistan 1830’daki kuruluşunun ardından, 1881’de zengin Teselya bölgesini almış, Balkan Savaşları sayesinde Ata kentimiz Selanik, Dedeağaç ve Makedonya, Adalar Denizi’ndeki Sakız, Midilli, Sisam adaları sınırlarına katılmıştı. 1897 Girit ayaklanması sonrası Osmanlı karşısında yenilmiş, ama Batı’nın koruyuculuğuyla 1913’de Girit Adası’na el atarak iyice büyüme sonucu Anadolu’ya göz dikmişti. Büyük Ülkü Anadolu’da Küçük Asya Felaketine dönüşünce, Kral Konstantinos’un “Küçük Saygın Yunanistan” düşüncesi ağır basıyor, Venizelos da ders çıkararak değişiyordu.
Venizelos’un 30 Ekim 1930’da imzaladığı Ankara (Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik) Antlaşması’nın yanı sıra, “Deniz Kuvvetlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Protokol”, “İkamet Ticaret ve Seyrisefain (Dolaşım) Antlaşması” imzalanmıştı. İki ülke tarafsız hareket etmeyi, kendilerine saldıracak başka bir ülkeyle herhangi bir anlaşma yapmamayı yükümlenmişti. İki ülke aralarındaki görüş ayrılıklarını müzakere yoluyla çözmeye çalışacak, sonuç alınamazsa uluslararası mahkemelere başvurulacaktı. Ülkelerden biri üçüncü bir ülkenin saldırısına uğrarsa, diğer ülke tarafsız kalacaktı. Donanma harcamalarının her iki ülke için de en aza indirilmesi kabul edilmişti. 1923 Mübadele Antlaşması’nın ardından azınlıkların yerleşimiyle ilgili sorunların çözümü, iki ülke arasındaki ticaretin geliştirilmesini hedefleyen düzenleme de yapılmıştı.
İki ülke Balkanlar’da ve Akdeniz’de anlaşmaya ve birlikte çalışmaya mecbur olduklarını kabul etmişlerdi. Ankara Palasta düzenlenen Cumhuriyet Balosu’na Venizelos eşiyle birlikte katılmış, gecede konuşan İnönü, “Ziyaretin bir rastlantı sonucu değil, karşılıklı çabanın ürünü olduğunu” söylemişti. Venizelos 1931 yılında Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday gösteren mektubunun son bölümünde şu satırlara yer vermişti: “Küçük Asya Felâketi ertesinde saygın bir ulus olarak yeniden doğan ve anlaşabileceğimize kani olduğumuz Türkiye, uzattığımız dostluk elini büyük bir samimiyetle sıkarak kabul etmiştir”. Evet, Venizelos’un samimiyetle uzattığı dostluk eli sıkılmış ve Türkiye-Yunanistan dostluk süreci başlatılmıştı. Ancak, sonrasında ve bugün Miçotakis ve Sakelaropulu dahil art niyetli Yunan politikacıları samimi dostluktan uzak kaldılar.
1930 Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılan Venizelos, Ankara Palas’ta düzenlenen Cumhuriyet Balosu’na da eşiyle birlikte katılmıştır. Resimde Venizelos’un kolunda Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan, Atatürk’ün kolunda ise Venizelos’un eşi Helena Schilizzi yer almakta. Baloda Atatürk’ün Venizelos ve eşiyle Rumca konuşarak neşeli sohbet ettiği görülmüştür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina Ziyareti Tavizin Ötesinde Ne Getirdi?…
6 Şubat 2023 tarihli Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Yunanistan’ın arama, kurtarma ve insani yardımlar konusunda hızlı adım atan ülkeler arasında yer almış olduğu savıyla, iki ülke ilişkilerinin yumuşadığı öyküsü sürüp gidiyor. 5 Mayıs 2023 tarihli Arayış ve Gündem yazımızda vurguladığımız gibi, Yunanistan Türkiye’de bayrak göstermek isteyen ülkeler arasında yer almak için geldi, aynı amaçlı Kıbrıs Rum Yönetimi reddedildi. Yunanistan NATO müttefiki diye kabul edilmişti. Türkiye’nin 1999 yılında Yunanistan’a yaptığı deprem yardımının karşılığı olarak da görülmüştü. O günkü Yunan Dışişleri Bakanı Dendias, “Türkiye ve Yunanistan ilişkilerini yumuşatmak için bir deprem daha beklememeli” derken, Genelkurmay Başkanları Apostolakis “Kara sularını 12 deniz miline çıkarma hamlesinin tam zamanı” olduğunu savunuyordu.
Depremde göstermelik davranan Yunanistan’ın tutumunda özde bir değişiklik yoktu. O günkü Milli Savunma Bakanımız Akar, uluslararası antlaşmalara aykırı askeri yığınak yapıp silahlandırdığı adalar nedeniyle Yunanistan’ı sürekli uyarıyordu. Seçimden sonrası haziran ayında yeni kabinede Milli Savunma Bakanı olan Güler, deprem sonrası Yunanistan’ın tutumunda yumuşama olduğunu söylüyor, acaba hangi adalardan askeri yığınağını çekti ve hangi adaları silahsızlandırdı? Yanıtını biz verelim; hiçbirini yapmadı. Yunanistan ne zaman yumuşama görünümü vererek Türkiye’ye yaklaşıyorsa, eski emekli generallerimizin de söylediği gibi, altında mutlaka bir Rum oyunu yatmaktadır. Kandırmacayla yeni bir taviz koparma peşindedir. Kaldı ki Adalar Denizi’nde aramaların ve askeri tatbikatlarının durdurulmuş olması tavizi sürüyor…
Erdoğan’ı Atina ziyaretine F-16/Eurofighter oyunuyla Biden Yönetimi yönlendirmiş olabilir, ama bu ziyaret Türkiye’nin Batı’ya açık kapı politikasının bir uzantısıdır. AB ile ilişkileri düzeltmek, NATO’ya şirin görünmek amaçlarına hizmet etmiştir. Yunanistan ile uzlaşmanın yetersiz içeriğiyle, sorunların çözülmemiş olmasıyla göstermelik kalan sözde uzlaşma ise, zaten ödün demektir. Batı’nın ziyareti olumlu bulması tavizin kanıtıdır. Yunanistan’ın mevcut uluslararası anlaşmalara ve hukuka aykırı, ulusal çıkarlarımıza ve egemenlik haklarımıza karşıt, prestijimizle çelişen davranışlarının Yunan Yönetimlerince oluşturulduğu görmezden gelinerek gerçekleştirilen bu ziyaret, yapıcı ve kalıcı sonuç getirmediği gibi, göstermelik “İyi Komşuluk Bildirgesi” de sanki suya yazılmışçasına kaybolup gidecek diplomatik metin görünümündedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina daveti için yedi yıl aradan sonra beşincisi yapılan 5. Türk-Yunan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantısı bahane edilmişti. Toplantının sonunda Erdoğan ve Miçotakis’in imzaladığı “İyi Komşuluk Bildirgesi” iki ülke arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl ilerleyeceğini gösteren bir belge olarak tanıtıldı. Gelecekte büyük olasılıkla suya yazılmış belge olarak anımsanacak bildirgeyle her iki taraf da iyimserdi.
Yunanistan Kardak Hezimeti Sonrasında Türk Adalarını İşgal Etmeyi Sürdürdü!…
Türkiye-Yunanistan arasında Devlet Başkanı düzeyinde ziyaret, 65 yıl sonra 2017’de Erdoğan tarafından yapılmış, ama 6 yıllık arada Yunanistan’dan Türkiye’ye Devlet Başkanı düzeyinden resmi ziyaret olmamıştı. Başbakan Miçotakis’in davetine icabet ederek Erdoğan ikinci ziyaretini yaptı, Atina’da ilk olarak Yunan Cumhurbaşkanı Katerine Sakelaropulu ile görüştü. Aslında Bayan Katerine seçildikten sonra Türkiye’ye skandal bir ziyaret gerçekleştirmiş, Yunanistan tarafından işgal edilen Aydın ili Eşek Adası’na 29 Haziran 2020’de gelmiş, Aydın kıyılarını seyretmiş, işgalci askerlerini denetlemiş, Agathonisi adını verdikleri adanın kumaşa dokunmuş haritasını Rum yerel yönetici kendisine hediye etmişti. 20 Temmuz 2020 tarihli Duyuru yazımızda, “Türk Donanması’ndan bir askerimiz Dikenler Tacı Çiçek buketiyle karşılasaydı” demiştik.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atina’da ilk olarak mevkidaşı Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu’yu makamında ziyaret ederek görüştü. Bayan Katerina, Türkiye’ye resmi değil, kaçak ziyaretleriyle ünlenmiş bir politikacı. 2004 sonrası Yunanistan’ın işgal ettiği, egemenliği antlaşmalarla devredilmemiş adalar ve adacıklardaki Yunan askeri karakollarını denetlemek, Türk kıyılarının doğal güzelliklerini seyretmek için kaçak olarak Türk adalarına gelmekle ünlü. Tıpkı işgal ettikleri yerlere astıkları gibi, arkasında Yunan bayrağından başka AB flaması var.
Yunanistan, 1996 yılında Kardak Kayalığı’nı işgale kalkışmış, Çiller-Baykal Koalisyon Hükümeti’nin acil ve tutarlı kararıyla, Türk Donanması’nın bir timi Yunan Bayrağını indirerek kendi bayrağımızı çekmiş, Yunan askerini oradan uzaklaştırmıştı. Anadolu ve Yunan yarımadaları arasında kalan ve bugün için çekişmeli olan bu denize, mitolojide “Aegeus” veya “Egee” adıyla yer alan Eski Yunan Kralı’nın adına izafeten Yunanistan ve Batı “Aegean” adını vermiştir. Atatürk’ün vefatından sonra “1941 Birinci Türk Coğrafya Kongresi” işgüzarlıkla ismi Türkçe’ye “Ege Denizi” diye adapte etmiş olsa da denizin Türkçe adı, Adalar Denizi’dir, Atatürk Akdeniz demiştir. Adalar Denizi’nde 3000 kadar ada, adacık ve kayalık olup, haritalarda yarısından azı gösterilmektedir. Deniz Kuvvetleri Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi sayıyı 1800 civarında saptamıştır.
Adalar Denizi’nde Boğazönü Adaları, Menteşe Adaları (On İki Ada), Saruhan Adaları, Kuzey Sporat Adaları ve Kiklat Adaları olmak üzere beş grup ada vardır. Türkiye için jeopolitik ve stratejik önemi olanlar Anadolu’yu kuzeyden güneye çevreleyen Boğazönü, Saruhan, Menteşe adalarıdır (Doğu Adaları). Adalar Denizi’nin batısında Kiklat ve Kuzey Sporat Adaları ile Girit Adası ve Girit çevresi adaları yer alır. Rejim ve statü belirleyen 1829 Edirne Antlaşması’ndan 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dek 11 antlaşma ve sözleşme bulunmakla birlikte, ulusal deniz sınırları çizilmemiş olduğundan çok sayıda ada, adacık ve kayalıkların hukuken kime ait olduğu konusunda belirsizlik de denilen anlaşmazlık var. Hükümranlık sınırlarını belirleyen antlaşmalarla devredilenler dışında kalan ada, adacık ve kayalıklar önemli sorundur.
Yunanistan Adalar Denizi adaları üzerinde hak iddia edip, iddiasını büyük ülküsü çevresinde söylem ve eylem dizisine dönüştürerek, yakaladığı fırsatlarla adeta kapkaç yaparcasına adaların mülkiyeti olmasa da kullanım hakkını elde etmiştir. Akdeniz’in beşinci büyük adası olan ve bugün ABD Donanması’na üs yapılan Girit Adası’nın hukuki statüsünü belirleyen anlaşmalara göre sadece dörtte biri Yunanistan’a aitken, dörtte üçü ve etrafındaki adacıkların Türkiye’ye ait olması gerekiyor. Adalar Denizi’nde düne kadar yaşama elverişli sayılmayan “egemenliği antlaşmalarla devredilmemiş, ada, adacık ve kayalıklar” (EGAYDAAK) 150’ye yakın olup,1995’ten itibaren Yunan basını küçük adacıkların iskana açılacağını duyuruyor, ilk etapta Anadolu sahillerine yakın 10 ada ismi sıralanıyordu. Kardak olayı da bundan sonra patlamıştı.
Yunanistan’ın işgalindeki adalar denilince ilk akla gelen, Osmanlı’nın “On İkili Yönetim Sistemi” nedeniyle “On İki Ada” diye adlandırılmış, İnönü iktidarının hatasından 1947 Paris Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılmış, Antalya’nın burnunun dibindeki Meis Adası’nın da dahil olduğu 14, büyüklü küçüklü 20’den fazla ada anımsanıyor. Oysa, Yunanistan’ın Kardak sonrası gözümüzün içine bakarak işgal ettiği, 22 yıllık AK Parti iktidarının ise görmek istemediği, olmayacağını bildiği AB üyeliği için müzakere tarihini veto etmemesi için 2004’de Yunanistan’ın işgaline göz yumduğu, son sayısıyla Türk karasularının dibindeki 20 ada ve iki kayalık var. Buralara askerî karakollar, turistik tesisler bile kurmuş. Bayan Katerina işte bu adaları dolaşıp teftiş ediyor. AK Parti iktidarının tutumuyla Türkiye’nin işgali umursamaz görmesi çok ciddi bir sorundur.
Ada İşgalcisi Yunanistan Neden 10 Adayı Kapıda Vizeyle Türklere Açıyor?…
Erdoğan-Miçotakis görüşmesi herhangi bir soruna çözüm getirmedi. Türkiye’nin AB ile yaşadığı vize sorununun bir sorumlusu Yunanistan, ama bu konu da gündeme gelmiş değil. Buna karşın, Yunanistan’ın Türk turistlere attığı bir olta var. Kapıda verilecek yedi günlük turist vizesiyle 10 adaya yapılabilecek gezi, basına “Türkiye için vize kıyağı” biçiminde yansıtıldı. Söz konusu 10 adadan 7’si On İki Ada grubu içinde yer alıyor. 10 adanın içinde, bugünkü Mavi Vatan sınırlarını aşan biçimde tüm Akdeniz’i Türk Gölü yapan Barbaros Hayreddin Paşa’nın doğduğu Türk adası Midilli de var. Türk düşmanlığı tartışmasız Rum Miçotakis ne Türk sevdasından ne de Türklerin kara gözü için adaları açıyor. Amacı, azalan turizm gelirini artırmak, ama ne yazık ki bizden gasbedildiğine bakmaksızın, Yunan adalarına seyahat cakası tutkunu insanlarımız var.
Yunanistan ekonomisinde turizm geliri önemli kalemdir. Ancak, turistlerin yüzde 80,5’i NATO ülkelerinden, yüzde 11,3’ü İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Avusturya, İsviçre gibi NATO dışı Batı ülkelerinden gitmektedir. BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerden sembolik düzeyde turist çekebiliyor. Türkiye ve Arnavutluk dışında İslâm İşbirliği Teşkilatı ile Türk Devletleri Teşkilatı ülkelerden giden turist sayısı da minimum düzeyde olmakta. 2019 yılında Türkiye’den 1 milyon 104 bin turist gitmiş, 327,5 milyon Euro harcama yapmıştı. 2022 yılında ise sayısı 541 bine düşen Türk turistlerden 226 milyon Euro gelir elde edebilmiştir. 2022 yılında Türkiye’den yurt dışına giden turist sayısının 7,3 milyon ve harcama tutarlarının 4 milyar Euro olduğunu gören Yunanistan, pastadan büyük pay kapma, KKTC’ye gideceklerin de önünü kesme amacındadır.
Yunanistan’ın Türkiye’den elde ettiği ve edeceği turizm gelirini Türkiye’nin aleyhine kullandığı ve kullanacağı da bir gerçek. Yunanistan 2022 yılında elde ettiği toplam 17,3 milyar Euro turizm gelirinin yüzde 43’ünü sözde savunma, özde taarruz amaçlı askerî harcamalar, yani savaş hazırlığı için kullanmıştır. Ne yazık ki bu harcamasının yüzde 3 kadarını Yunanistan ve ada sevdalı Türk turistlerden kazanmıştır. Bir başka açıdan 3-4 adet F-16 savaş uçağını Yunanistan’a Türk turistlerin hediye etmiş olduğu söylenebilir. Turizm sektörü ve turistlerimiz bilinçli olmalıdır. Örneğin, Yunanistan’a 2019 yılında giden 583 bin Rus turist o yıl Yunanistan’a 433 milyon Euro kazandırmıştı. Yunanistan’ın Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Rusya’ya düşmanca tutumu, Rus turist sayısını 36 bine, elde ettiği geliri de 41 milyon Euro’ya düşürüyordu.
Turizmde milli duyarlılık zorunludur ve ülkemizde oluşturulmalıdır. Turizm firmalarımız “Yunan Adaları” reklamlarından kaçınmalı, kime ne kazandıracağının bilincinde olunmalıdır. Turizmi geliştikçe silah harcamalarını artıran Yunanistan’ın “Kapıda Vize” olta oyunu halkımıza anlatılmalı, vize müjdesi yapan siyasetçilerin ve medyanın içine düştüğü çarpıklık ortaya konulmalıdır. Yaz tatilini Yunanistan’ın elindeki adalar yerine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçirmenin ne denli milli erdem olacağı bilincinin oluşturulması, Atatürk milliyetçiliğinin gereğidir. Bugün AK Parti’nin içinde olmayıp muhalefetin siyasi kumar masalarında oturanlar arasında yer almış olan, Yunanistan’ın 2004’den sonra işgal ettiği bir adada tatil yapmış, geçmişte AK Parti Başkanlığı bile üstlenmiş, eski bir Başbakanın olduğunu anımsatmakta da yarar vardır.
Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi Sorunları Çözüm Bekliyor…
Yedi yıllık aranın ardından Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin beşinci toplantısı yapılıp eğitimden tarıma, turizmden ticarete çeşitli alanlarda anlaşma metinlerinin imzalandığı açıklandı. Enerjide işbirliği oluşturulması üzerinde durulduğu, bu kapsamda Türkiye’nin henüz başlanmamış Sinop’ta inşa edilecek nükleer enerji santralından Yunanistan’a elektrik verilebileceğini Erdoğan söylüyordu. Her iki taraftan da iyimser açıklamalar yapılmış olmakla birlikte, Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi sorunlarının çözümüne ilişkin açıklamalar yoktu. Dışişleri Bakanlığı’nın Ege adı altında “Başlıca Adalar Denizi Sorunları” sıralanırken, 2004’den sonra işgal edilen Türk adalarına değinilmiyor ve sorun görmezden geliniyor. Dolayısıyla, “vazgeçmek ya da vazgeçmemek” sorunu ortaya çıkmakta, ama hiçbir iktidar bir çakıl taşı egemenliğinden bile vazgeçemez.
Çiller-Baykal ikilisinin kovaladığı Yunanistan, Kardak kayalıkları üzerinde hâlâ hak iddia ediyor, kayalıkların 12 ada ile kendine verildiği tezini savunuyor. Fırsat bulsa Adalar Denizi’ni Yunan Denizi yapmaya kalkışacak olan Yunanistan, egemenliği anlaşmalarla devredilmemiş tüm, ada, adacık ve kayalıkların kendisine ait olduğu iddiasında. 2004 yılından beri Türkiye’nin karşı çıkmaması üzerine birer-ikişer oraları işgal etti ve Türkiye’nin suskunluğunu hakkının kabul edildiği biçiminde yorumlamakta. Türkiye eğer “egemenliği antlaşmalarla devredilmemiş, ada, adacık ve kayalıklar” (EGAYDAAK) üzerinde hak iddiasından vazgeçmişse, o zaman Kardak kayalıklarını da Yunana bırakmak gerekir, ama bu olamaz. Türkiye, haksız işgal edilen yerlerin egemenliğinden vazgeçemez. Yunanistan oralardan çıkmalı ya da çıkarılmalıdır!…
Dışişleri Bakanlığı’na göre Adalar Denizi’ndeki başlıca sorunlar: 1) Karasuları ve kıta sahanlığı sınırlandırmasına ilişkin deniz yetki alanları anlaşmazlığı. 2) Lozan ve Paris Antlaşmaları ile uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Adalarının silahsızlandırılmış statüsü. 3) Bazı coğrafi formasyonların yasal statüsü başlığı altında, “egemenliği antlaşmalarla devredilmemiş, ada, adacık ve kayalıklar” (EGAYDAAK) üzerinde egemenliğin aidiyeti sorunu sıralanmakta, ama Yunan işgalinden söz edilmemektedir. 4) Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı 10 deniz mili ulusal hava sahası iddiası ve Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu ihlal etmesi. 5) Arama-Kurtarma Faaliyetleri (SAR) sorunu. Bu sorunlar birbirleriyle bağlantılı olduğundan bir paket halinde ele alınmalıydılar. Bunu kabul etmeyen Yunanistan ise muhatap alınmamalıydı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sorunların bir paket halinde ele alınması önerisini, “gerekli koşullar oluştuğunda” gerekçesiyle reddeden Başbakan Miçotakis, hangi gerekli koşulları bekliyor olmalı? O gerekli koşullar, ABD’nin ve Batı’nın koruyucu kanatları altında diplomatik olarak Türkiye’nin pes ettirilmesi mi, yoksa ülkesini ABD üsleri diye ABD işgaline açan Yunanistan’ın ABD’nin katkılarıyla silahlanarak Türkiye’ye diş gösterecek askeri güce kavuşması hayali mi? Miçotakis, 100 yıl önce Adalar Denizi’ne süpürülerek dökülen, Anadolu’dan atılan palikaryaların uğradığı felâketten ders çıkaramıyorsa, ABD’nin kolladığı Ukrayna ve diğer ülkelerin bugünkü çaresizliğine baksın!… Atacakları düşüncesiz adım sonucu, Adalar Denizi adalarında ve kapkaçla ele geçirdiği Batı Trakya’da düşleyemeyeceği statüko değişikliğiyle karşılaşabilir…
Yunanistan tarihten ders çıkarmayarak ve aklını başına almayarak, Türkiye’ye karşı gizli emellerle silahlanıp Adalar Denizi’ni Yunan Denizi yapma hayalinden vazgeçmezse, şu an hayal edemeyeceği statüko ve harita değişimiyle karşılaşabileceğini asla unutmamalı!…
Türkiye’ye karşı silahlanma yarışıyla, askerî hazırlık içinde olan ve düşmanlık saplantısından vazgeçmeyecek Yunanistan’ın unutmaması gereken bir gerçek daha var: Bir gecenin sabahında Batı Trakya’da 110 yıl önce dalgalanmış bayrağı yeniden görme olasılığı.
Türk-Yunan Sorunları Barış İçinde Çözülebilir mi, Yoksa Savaş Olur mu?…
Cumhurbaşkanı Erdoğan Atina’ya giderken ve görüşmeler sonrası Miçotakis ile ortak basın toplantısında, “Aramızda çözülemeyecek hiçbir sorun yok” dedi. Peki, 7 Aralık görüşmesinde çözülebilmiş ya da iyi niyetle çözümüne adım atılmış bir sorun var mı? Varsa hangisi?… Yunanistan kara sularını 12 mile çıkarma niyetinden geri adım attı mı? Ulusal ve uluslararası sivil (FIR hatları) ve askerî hava sahalarının belirlenmesi için attığı adım var mı, yoksa pilotlar it dalaşına devam mı edecekler? Yunanistan, AB için hükmü olmayan yasal dayanağı bulunmayan Sevilla Haritası sapkınlığından vazgeçip, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlaması için masaya oturmayı kabul etti mi? Askerden arındırılmış olması gereken adalardan askerini çekiyor mu? Anadolu sahilindeki ada, adacık ve kayalıkların işgalinden vazgeçti mi?
Tüm soruların yanıtı olumsuz olduğundan, 7 Aralık görüşmesinin açıklanmayan bir nedeni mi var? Türkiye’nin almak istediği 40 adet F-16 Block 70 savaş uçağı ve 79 adet modernizasyon kiti için ABD, “Uçaklar Yunan hava sahası üzerinde uçmayacak” garantisini şart koşmuştu. Sonra bu ön koşula İsveç’in NATO üyeliğinin TBMM tarafından kabulü de eklendi. Türkiye koşullu savaş uçağı almak istemediğinden, ABD F-16’ları yerine, Avrupa’nın Eurofighter savaş uçağına yöneldi. İngiltere, İtalya, İspanya ve Almanya ortak yapımı bu uçağın satışı dört ülkenin onayını gerektiriyor. Herhalde ABD uyarmış olmalı ki Almanya, Türkiye’ye satışı onaylamıyor. ABD, gerek F-16 ve gerekse Eurofighter için Yunanistan ile anlaşmazlıkların kaldırılarak, dostluk bildirgesi imzalanmasını istemiş, görüşme de bu amaçla gerçekleştirilmiş olabilir!…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina Ziyareti öncesi Yunan Kathimerini gazetesine verdiği demeçte, tarafların ikili ve bölgesel ilişkileri geliştirme konusunda niyetini teyit edecek “Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Bildirgesi” imzalamaktan söz etmesi anlamlıdır. Türk-Yunan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantısına bağlı olarak düzenlenen, ticaret hacmini artırma, sığınmacılarla ilgili düzensiz göç, terörle mücadele, Türkiye ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya enerji (doğalgaz ve elektrik) aktarma, turizm ve kültür alanında yeni işbirlikleri konularına yer verilen “Dostluk Bildirgesi”, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ikili ilişkilerin bundan böyle nasıl ilerleyeceğini gösteren bir belge olarak sunuldu. Ancak, geçmişten geleceğe Türk Yunan sorunlarını inceleyen akademik yapıtlar, iki ülke arasında hep var olan gerginliğin süreceğini gösteriyor.
Asker kökenli akademisyen dostum Prof. Dr. Sait Yılmaz, “Geçmişten Geleceğe Türk-Yunan Sorunları” adlı iki ciltlik 2021 baskısı eserinde, “Türkiye ve Yunanistan, birbiriyle yaptıkları savaşlar sonrası bağımsızlıklarını kazanmış ve modern devletlerini kurmuşlardır. Modern siyasi tarihte birbirlerinin doğumunda, bu doğumu önlemek ve sonlandırmak için hazır bulunan başka iki ülke yoktur. Emperyalizmin Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunları kendi çıkarları için kullanması, sorunların çözümünü daha da zor bir hale getirmektedir” diyor. Yunanistan’ı kullanan Anglosakson emperyalist dün İngiltere idi, bugün ABD. İngiltere’nin emeli Türk’ün yenilmez gücüyle Lozan’da sonlandı. Bugün ABD, Doğu Akdeniz ve Büyük Ortadoğu Projesi emeliyle, engel olarak gördüğü Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı savaşa sürebilir.
ABD’nin Yunanistan’a kurduğu üslerin bazı stratejistlerin Rusya’ya karşı olduğu iddiası kimseyi yanıltmamalı ve Türkiye’yi rehavete düşürmemeli. Şu anda ABD ile Türkiye NATO müttefiki statüsünde olsalar bile, karşılıklı diş gıcırdatmalarına bakılmaksızın dost oldukları söylense de ABD Türkiye’yi kaybetmiştir. Gelişme AK Parti iktidarına ve Erdoğan’a bağlı bir süreç olmayıp, Türkiye’nin Batı jandarmalığından ve istismarından soyutlanarak özüne, Avrasya’ya ve Türk Cumhuriyetlerine dönme sürecidir. Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne ve BRICS ülkelerine katılımı, NATO üyeliğini ve AB kapısında bekletilmeyi onuruna yedirmeyip sonlandırması, er-geç gerçekleşecektir. Çünkü tarihi geçmişiyle, sosyal yapısıyla, inanışlarıyla, Türkiye Batı’nın değil, gelişen Avrasya’nın bir ülkesidir. Kaldı ki Batı tercihi artık sürdürülemez boyuta ulaşmıştır.
ABD’nin Yunanistan’a kurduğu ve sayıları artırmaya devam ettiği askerî üsler, Büyük Ortadoğu Projesinde engel gördüğü Türkiye’ye karşı konuşlandırılmış üslerdir. Bu üslerle ABD, Batı haritasının sınırını çizmekte, Türkiye’yi müttefiklikten dışladığını göstermektedir.
Yeni süreçte ABD Türkiye’yi yolundan çıkarıp, etkisizleştirebilmek için Yunanistan’ı saldırtarak, ama Türkiye’yi saldırgan göstererek, Yunanistan’a yapacağı askeri destekle savaş çıkartabilir. ABD, Yunanistan’ın desteklenmesi için Fırat ve Dicle arası topraklarda gözü olan, her iki nehrin sularını kontrol etmek isteyen İsrail’i de Yunanistan’a destek için kullanabilir. Önümüzdeki 10 yıl içinde bir Türk-Yunan savaşını kaçınılmaz gören stratejistler ve askeri uzmanlar var. Dileriz yanılırlar ve böyle bir savaş olmaz, ama savaşın kaybedeni Yunanistan olacağı gibi, ABD de kazanamaz, Doğu Akdeniz’den çekilmek zorunda kalır. Bu tehlikeye karşı Türk Savunma Sanayinin geliştirilmesi önemlidir. NATO’nun nükleer şemsiyesinden çıkacak Türkiye’nin, nükleer teknolojiye ve güce sahip ülke olması da savunma hakkı gereği olarak görülmelidir.
Yunanistan’ı Çözüme Zorlamak İçin Atılması Gereken Üç Ön Adım…
ABD’nin koruyucu kanatları altındaki Batı’nın şımarık çocuğu Yunanistan, zaman zaman çıkarı nedeniyle uysallaşmış görünebilir, ama kendisini M.Ö Arkaik dönemde Antik Yunanistan’ın, M.S. ise Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun devamı görerek, kalıtımsal Türk düşmanlığını binlerce yıla dayandırması, bu sapkınlığın genlerine işlemiş hastalık olduğunu göstermektedir. Bildirgeler bir yana Yunanistan uzlaşmış, anlaşmış görünse de antlaşmalara ve sözleşmelere imza atmış olsa bile, bunlara uymadığının, gelecekte de bu tutumunu sürdüreceğinin kanıtları ortadadır. Örneğin, Adalar Denizi kıta sahanlığında uzlaşma olmadan arama yapılmayacağına ilişkin Bern Deklarasyonu’nu tanımayarak, Taşoz çevresinden offshore petrol çıkarıp kaynak hırsızlığı yapmış, Lozan ve Paris Antlaşmalarına aykırı olarak adaları silahlandırmıştır.
ABD’nin koruyucu kanatları altındaki Batı’nın şımarık çocuğu Yunanistan, sahte dostluk gülücükleriyle kimseyi kandıramaz. Doğu Akdeniz’i ve Adalar Denizi’ni Yunan Denizi sanarak yan gelip yatamaz. Yunanistan’ın rehavete kapılmaması, offshore deniz kaynaklarını çalıp sömürememesi, adalar turizmi geliriyle silahlanamaması için ivedi önlemler almak gerekir…
Türkiye 2019 yılında Libya ile Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Sınırlandırması Anlaşması yapmadan önce, Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge batı sınırının nereye kadar uzanacağı tartışması vardı. 2012 yılında Yahudi kökenli ABD’li George Soros’un emperyalist ABD adına çalışan “Soros Uluslararası Kriz Grubu” (The International Crisis Group) tarafından yayınlanan haritada, Türkiye’nin yetki alanı için 28°00’00” Doğu Boylamı sınır gibi işaretlenmişti. Sözde şiddetli çatışmalar üzerine saha araştırması yaparak çatışmayı önleme, hafifletme ve çözme politikası geliştirmeyi amaç edinmiş Grup, Yunanistan’ı kayırarak, Doğu Akdeniz’e sınır koymaya kalkışmıştı. Biz bu sınıra platformumuzda, “Soros Sınırı” adını verdik ve çeşitli yazılarımızda irdeleyip eleştirerek, aşılması gerektiğini vurguladık.
Aşılması gereken Soros Sınırı’na karşı Dışişleri Bakanlığı’nın ilân ettiği Türk Kıta Sahanlığı Dış Sınırı ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 158 814 km²’lik Münhasır Ekonomik Bölgesi.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün TPAO’ya verdiği arama ruhsatları içinde, Soros Sınırı batısında olan yerler bulunduğundan, buraların araştırılması gerekiyor. Libya ile yapılan Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması sonucu, Dışişleri Bakanlığı tarafından ilân olunan Türkiye Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırı, Soros Sınırı batısında Girit yakınındaki 26°19’11,640” Doğu Boylamı’na dayanmıştır. Ancak Türkiye’nin doğal hak sınırı Girit’in burnunun dibindeki Yunanistan’ın işgal ettiği Gavdos Adasına kadar uzandığından, batı noktasının uç sınırı 23°20’00” Doğu Boylamı üzerindedir. Tüm bu gerçeklere ve hakkımıza rağmen, bugüne kadar sismik araştırma gemilerimiz Soros Sınırı batısında hiçbir çalışma yapmamıştır. Yunanistan üzerinden ABD, NATO ve AB’ye ödün olan bu eylemsizlikten vazgeçilmelidir.
Doğu Akdeniz’de Soros Sınırı batısında aramalara bir an önce başlamanın yanı sıra, Adalar Denizi’nde de hidrokarbon aramalarına girişilmelidir. Türkiye 1976 yılında MTA Sismik -1 gemisini Adalar Denizi’ne gönderince, Türkiye’yi protesto eden Yunanistan, şikayetini BM Güvenlik Konseyi’ne ve Uluslararası Adalet Divanı’na taşımıştı. Ancak, istediği ihtiyatı tedbir kararına kavuşamadı. İkili görüşmelerle sorunun çözülmesi önerisini aldı. NATO da bu doğrultuda istemde bulununca, taraflar 16 Kasım 1976’da Bern Deklarasyonu’nu imzalayarak, görüşme sürecini başlattılar ve bu süreçte arama eyleminde bulunmamayı taahhüt ettiler. Görüşmeler 1979 yılında kesiliyor, Yunanistan Bern Deklarasyonu’nu tanımadığını açıklıyordu. Kıta sahanlığı sorunu çözülmeden Yunanistan, Taşoz çevresine bulduğu petrolü 2015 yılından bu yana çıkarıyor.
Üç yıllık taviz sürecinin ardından TPAO’nun Arama Filosu, sismik araştırma ve sondaj gemileriyle Soros Sınırı batısında ve Adalar Denizi’nde arama çalışmalarına girişmelidir.
Yunanistan’ın haksızca petrol çıkarmasına Türkiye yıllardır ne yazık ki seyirci kalıyor. Bern Deklarasyonu’nu geçersiz sayan Yunanistan’a karşı Türkiye’nin tepki göstermesi, kendi kıta sahanlığı sınırı iddiasına bağlı olarak, Taşoz çevresinde ve Adalar Denizi’nin diğer alanlarında aramalara girişmesi, Taşoz çevresinden çalınan petrolün de hesabının sorulması gerekmektedir. Offshore bölgede 111 milyon varil petrol rezervi olduğu savlanıyor. Yunanistan Taşoz kuyularından günde 4 bin varil petrol çıkarmakta, daha doğrusu petrol hırsızlığı yapmakta, Alexandroupolis adını verdikleri Türk kenti Dedeağaç’taki rafineride işleyip kullanmaktadırlar. Adalar Denizi sorunu hukuki olmaktan çok, Rum Büyük Ülküsü çerçevesinde siyasidir ve Yunanistan lehine dondurulmuş durumda sürdürülen bu statünün parçalanması gerekmektedir.
Yunanistan’ı çözüme zorlamak için hidrokarbon aramalarından sonra atılması gereken ikinci adım, Adalar Denizi’nde Türk Donanması’nın askerî tatbikatlarını aldatıcı iyi niyet vaatleri karşısında ertelemeyip, yoğunlaştırarak sürdürmek olmalıdır. Sözde iki ülke arasında ilişkilerin olumlu gelişmesine yönelik karşılıklı adımlar çerçevesinde, Adalar Denizi’ndeki Deniz Kurdu gibi Deniz Kuvvetleri tatbikatlarımızın ertelenmesi, sadece Yunanistan’ın çıkarına yarıyor. Karşılığında Yunanistan’ın her yıl gerçekleştirdiği Kataigis tatbikatını ertelemesinin Türkiye açısından hiçbir anlamı yoktur. Türkiye’nin tatbikatları Yunanistan’ı ürkütürken, Yunanistan’ın tatbikatlarının Türkiye’yi caydırıcı yanı bulunmuyor. Kaldı ki askerî gücü Türkiye ile boy ölçüşmesine yetecek boyutta olmayan Yunanistan, ülkesini işgal ettirdiği ABD üslerinden koruma beklemekte.
Yunanistan Adalar Denizi’ne uzanıp yatamayacağını Türkiye’nin askerî tatbikatlarıyla görmeli, silahlanma için kaynak olarak görüp kullandığı adalar turizmi gelirinin vanası da kısılmalıdır.
Türkiye’nin ABD üslerine karşı hazır olması açsından da Deniz, Hava ve Kara Kuvvetleri’nin işbirliğiyle Adalar Denizi odaklı tatbikatlara yenilerini eklemesi yararlı olacaktır. Yukarıda değindiğimiz gibi, Yunanistan’ın yumuşak karnı turizmdir. Yunan turizminde adalar turizmi önemli yer kapsıyor. Tatbikat erteleme siyaseti diplomatik çözüm yolu değil, ama özellikle yaz aylarında Adalar Denizi’nde alışılagelen sayı ve büyüklükleri aşan tatbikatlar yaparak Yunan turizmine darbe vurmak, bir-iki yıl içinde Yunanı çözüm platformu arayışına çekecek çözüm yoludur. Ne yazık ki Miçotakis’in övülen vize bağışına bağlı olarak Yunanistan’a gelir sağlayıcı, “İşte Yunan adalarında bir haftalık tatilin maliyeti” reklamları cep telefonlarımıza gelmeye başladı. Türkiye bu oyuna gelmemeli, Yunan’ın turizm havuzunu beslememeli, vanasını kısmalıdır.
Akademik çalışmalarım nedeniyle, ayrıca 2000-2006 dönemindeki RESSİAD (Rüzgâr Enerjisi ve Su Santralları İşadamları Derneği) Başkanlığım sürecince, Türkiye’de denizüstü (offshore) rüzgâr santralları kurulmasını hep önermiştim. 7 Ağustos 2023 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sitesine “İlk denizüstü rüzgâr enerjisi santralleri için YEKA’lar belirlendi” haberi yer alıyordu. Bakanlık offshore rüzgâr enerjisi santrali (RES) için dört Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) ilân ediyordu. Bu alanlar Bandırma, Bozcaada, Gelibolu ve Karabiga idi. Atılması gereken güzel bir adım atılmış olmasına karşın, atılması gereken önemli adım Adalar Denizi’nde Yunan’ın işgal ettiği ada, adacık ve kayalıkların deniz alanlarının tümünü, Türkiye tarafından kurulacak offshore rüzgâr enerjisi santralları için kaynak alanı ilân etmek.
Denizüstü (offshore) rüzgâr enerjisi santralları günümüzde yenilenebilir enerji stratejinde önem kazanmış bir uygulama. Bu santrallar deniz ulaşımına engel de oluşturmuyor. Yunanistan’ın 2004 sonrası işgal ettiği ada adacık ve kayalıkların tümü ve çevresi, rüzgâr enerjisi potansiyeli yüksek olan yerler. Türkiye kendisine ait bu deniz alanlarında offshore santrallarıyla yeşil enerji üretirken, Mavi Vatan kaynağını da değerlendirmiş olacaktır.
Mavi Vatan’a sahip çıkmak, kaynaklarını değerlendirmekle olur. Gerek Doğu Akdeniz ve gerekse Adalar Denizi enerji yolu olmasının ötesinde, enerji havzaları niteliğindedir. Her iki deniz alanının tabanında hidrokarbon (doğalgaz ve petrol) kapanları bulunduğu gibi, denizüstü de günümüzde öne çıkan yenilenebilir enerji offshore rüzgâr santralları için değerlendirilmesi gereken kaynak alanlarıdır. Yunan’ın sahipsiz görüp, haksız işgal ettiği Aydın, Muğla, İzmir çevresi ada, adacık ve kayalıklarının deniz alanları, ilk etapta ele alınması gereken offshore enerji kaynak alanlardır. Bu santrallar ada ve adacıklar çevresinde ya da kayalıklar üzerine kurulabilir. Elverişli rüzgâr potansiyelleriyle, Türkiye ana karasıyla aralarındaki mesafenin 3-10 deniz mili kadar olmasından ötürü denizaltı kablosuyla elektriğin taşınması kolaylığıyla fizibil olacak alanlardır.
Offshore rüzgâr santralları sıra biçiminde açık deniz alanlarına, denizüstü kayalıklar üzerine, ada ve adacıklar çevresine rüzgâr çiftlikleri biçiminde çok türbinli olarak kurulmaktadır.
Halk Sözü Bir Darbımesel
Halk arasında sıkça kullandığımız bir söz var; giren ve çıkanın belli olmadığı, sahip çıkılmayan, bakılmayan yer için kullanılan bir deyim ve bir soru, “Dingo’nun ahırı mı?” Dingo, Rumca bir isim. Zamanında İstanbul’da atlı tramvay garajının yanında atların dinlendiği ahıra bakan ayyaş-serkeş bir Dingo varmış ve “Dingo’nun ahırı” darbımesel olarak dilimize oradan gelip yerleşmiş. Yunanistan, Doğu Akdeniz’i ve Adalar Denizi’ni at oynatabileceği Dingo’nun ahırı sanmasın!… Her iki denizde de Anadolu’nun doğal uzantısı olan Türk Kıta Sahanlığı ve Türkiye’ye ait Münhasır Ekonomik Bölge var ve Türk askerinin koruması altında, Türk yatırımcılarının kullanımına açık doğal kaynak alanları. Bunun iyice anlaşılması ve belleğine kazınması için yukarıda önerdiğimiz adımların atılması yararlı. Ha anlamazlarsa (!), başka anlatım yolları da var…
Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR, 30 Aralık 2023