TAYVAN DOSYASI /// Dr. Nurettin Akçay : Tayvan Krizi : Dün, Bugün, Gelecek : Olası Senaryolar

Dr. Nurettin Akçay : Tayvan Krizi : Dün, Bugün, Gelecek : Olası Senaryolar

Dr. Nurettin Akçay, Tayvan krizinin geleceğe dair olası senaryolarını ve küresel etkilerini Fokus+ için kaleme aldı.

22.09.2025

***

Tayvan Krizi’ni ele aldığımız üç bölümlük yazı dizisinin son kısmına geldik. Geleceğe yönelik olası senaryoları tartışacağımız bugünkü yazı ile Tayvan dosyasını tamamlamış olacağız. İlk iki yazıyı kısaca hatırlatmak gerekirse, ilk bölümde krizin tarihsel arka planını inceledik ve bu meselenin güncel sorunlardan değil, kökleri yüzlerce yıl öncesine dayanan karmaşık bir krizden kaynaklandığını vurguladık. İkinci bölümde ise Tayvan krizinin mevcut durumunu ve başlıca aktörlerini ele alarak, sorunun her geçen gün daha da derinleştiğini, tüm dünya güvenliğini tehdit eden bir boyuta ulaşmaya başladığını ortaya koyduk.

Bugün ise Tayvan krizinin gelecekte hangi yönlere evrilebileceğini ve önümüzdeki dönemde karşımıza çıkabilecek olası senaryoları çok boyutlu bir bakış açısıyla ele almaya çalışacağız. Bir önceki yazıda, ÇKP rejimi ile Tayvan halkı arasındaki bağların giderek zayıfladığını, taraflar arasındaki mesafenin hızla açıldığını ve bu durumun krizin çözümünü daha da karmaşık bir hale getirdiğini belirtmiştik. Tüm bu nedenlerden ötürü, geleceğe dair kesin öngörülerde bulunmak güç görünse de birkaç temel senaryo çerçevesinde krizin hangi doğrultuda gelişebileceğini tartışmak mümkündür.

Barışçıl birleşme ihtimali

Pekin’in uzun süredir dile getirdiği resmi hedef, Tayvan’ın barışçıl yollarla ana karaya bağlanmasıdır. Çin yönetimi bu hedefi, tek Çin ilkesi çerçevesinde hem iç kamuoyuna hem de uluslararası topluma sürekli olarak hatırlatmaktadır. Ancak ikinci yazımızda da vurguladığımız üzere, Tayvan toplumunda kimlik algısı son yıllarda köklü bir dönüşüm yaşamaktadır. 

Kamuoyu araştırmaları, kendini “Çinli” olarak tanımlayan Tayvanlıların oranının giderek azaldığını, buna karşılık yalnızca “Tayvanlı” kimliğini benimseyenlerin sayısında belirgin bir artış olduğunu göstermektedir. Bugün itibarıyla Tayvan’da kendini yalnızca “Tayvanlı” olarak tanımlayanların oranı %67’ye ulaşmışken, kendini yalnızca “Çinli” olarak görenlerin oranı %3’e kadar gerilemiştir. Bu sonuç, Çinli kimliğinin Tayvan toplumunda artık marjinal bir kesime sıkıştığını açıkça ortaya koymaktadır. 

Söz konusu eğilim, özellikle genç kuşaklar arasında daha da belirgindir. Eğitim sistemi, demokratik değerlerin benimsenmesi ve küreselleşme Tayvanlı gençlerin kimlik algısını Pekin’den daha da uzaklaştırmaktadır. Bu çerçevede, barışçıl birleşme söylemi Pekin açısından stratejik bir hedef olarak dile getirilse de Tayvan halkı nezdinde karşılık bulmayan, giderek sembolik bir nitelik kazanan bir hedef haline gelmiştir. 

Dolayısıyla Pekin’in yıllardır ısrarla savunduğu barışçıl birleşme fikri, mevcut toplumsal eğilimler göz önüne alındığında yalnızca teorik bir yaklaşım olmaktan öteye geçememektedir. Çin yönetimi, resmi söyleminde bu hedefi sürdürse de Tayvan toplumundaki kimlik dönüşümü ve siyasal irade, bu hedefin gerçekleşmesini neredeyse imkansız hale getirmektedir. Bu da krizin geleceğini şekillendirecek temel dinamiklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Askeri müdahale senaryoları

Yukarıda belirttiğimiz gibi Tayvan halkının kendini Çin toplumundan uzaklaştırması ve aradaki kopuş, barışçıl birleşme olasılığını hem duygusal hem de siyasal düzeyde giderek daha elverişsiz bir hale getirmektedir. Bu durum Pekin’i zor bir ikilemle karşı karşıya bırakırken, askeri müdahale ihtimallerini de görece artırmaktadır. Ancak Çin’in Tayvan’a doğrudan askeri müdahale gerçekleştirmesi uluslararası sistemde derin kırılmalara yol açabilecek ölçekte bir olaydır. Böyle bir müdahale, krizi iki taraf arasındaki yerel bir mesele olmaktan çıkarak ABD ve müttefiklerinin dahil olabileceği geniş çaplı bir bölgesel çatışmaya dönüştürebilir. Pekin’in böyle bir riski göze alması, ekonomik yaptırımlar, enerji ambargoları ve diplomatik izolasyon gibi ağır maliyetleri beraberinde getirecektir. 

Buna ek olarak, Tayvan’ın küresel yarı iletken tedarik zincirindeki merkezi rolü tüm senaryoların parametrelerini değiştirmektedir. TSMC’nin dünya çapında ileri teknoloji çip üretiminde sahip olduğu yüksek pay, Tayvan’ı stratejik bir jeoekonomik merkez haline getirmiştir; olası bir çatışma veya işgal girişimi, yapay zeka, savunma sanayi, otomotiv ve iletişim gibi sektörlerde küresel tedarik zincirlerini ciddi şekilde aksatabilir. 

Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde Pekin’in kısa vadede başvurması en muhtemel güç kullanım biçimi, doğrudan işgale kıyasla daha az konvansiyonel ve daha çok hibrit unsurlar içerecek yöntemler olacaktır. Kısmi deniz ve hava abluka uygulamaları, hedefli siber operasyonlar, ekonomik baskı mekanizmaları ve kritik tedarik zincirlerine müdahale gibi araçlar kombinasyon halinde kullanılabilir. Böyle bir stratejiyle Çin, Tayvan üzerinde iç baskı oluşturarak müzakere zemini oluşturmayı ve uluslararası maliyetleri sınırlamayı hedefleyebilir.

Dolayısıyla, Tayvan meselesinin gelecekteki seyri sadece askeri tercihlere değil aynı zamanda ekonomik kırılganlıklara, küresel tedarik zinciri bağımlılıklarına ve uluslararası aktörlerin verdikleri tepkilere bağlı olacaktır. Bu nedenle kriz dinamikleri hem askeri hem de ekonomik-jeopolitik boyutlarıyla eş zamanlı olarak değerlendirilmelidir.

Statükonun devamı

Tayvan Devlet Başkanı Lai Ching-te

Aslında Tayvan meselesinde en olası ve sürdürülebilir senaryo, bugüne kadar olduğu gibi mevcut statükonun korunmasıdır. Bu çerçevede Tayvan, 2000’li yıllardan bu yana sürdürdüğü de facto bağımsızlık çizgisini koruyarak; resmi bağımsızlık ilan etmeyecek, ancak fiili bir devlet gibi hareket etmeyi sürdürecektir. Pekin ise doğrudan bir askeri müdahaleden kaçınarak bu durumu kabullenmek zorunda kalacaktır. Her ne kadar tarafların uzun vadeli hedefleri birbiriyle çelişse de güncel koşullar her iki taraf açısından da daha az riskli ve daha yönetilebilir bir çözüm sunmaktadır. Bu senaryoda Tayvan, Çin’in kırmızı çizgisini aşmadan mevcut statükoyu sürdürürken; Pekin ise literatürde “strategic patience” (stratejik sabır) olarak adlandırılan yaklaşımı benimseyerek, doğrudan bir çatışmaya girmeden uzun vadeli stratejisinin olgunlaşmasını bekleyecektir. 

Böylelikle Pekin, zamanın kendi lehine çalışacağını varsayarak, birkaç temel dinamiğin olgunlaşmasını bekleyecektir. Bu nedenle statükonun korunması, kısa ve orta vadede taraflar için en gerçekçi ve sürdürülebilir seçenek olarak görünmektedir.

Tabii bu şimdilik en mantıklı senaryo. Fakat bu senaryo ne yazık ki kalıcı bir çözüm sunmuyor. Geçici ateşkes yapmış savaş halindeki iki devletin nihai son için zaman kazanmasını sağlıyor sadece. Zira iki toplum arasındaki kopuş, özellikle de Tayvanlı kimliğinin kurumsallaşması, birleşme ihtimalini her geçen yıl azaltmaktadır. Aynı şekilde Çin’de milliyetçiliğin yükselişi ve “ulusal yeniden doğuş” gibi sembolik hedefler statükonun sonsuza kadar sürdürülemeyeceğini açıkça göstermektedir. Ayrıca beklenmedik krizlerin uluslararası ilişkiler açısından ne kadar büyük oyun değiştirici olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu nedenle statüko, barışı temin eden değil; çatışmayı yalnızca erteleyen bir düzen olarak görülmelidir.

Sonuç olarak Tayvan büyük güçler tarafından yönetilmeye çalışılan büyük bir çıkmaz olarak karşımızda duruyor. Her aktör kendi gerçekliğini savunurken, Tayvan Boğazı’nın dar sularında bir gün tarihsel bir hesaplaşmanın yaşanması ihtimali giderek daha görünür hale gelmektedir.  Barışçıl çözümler gitgide ulaşılması zor bir hayal olurken, tarafların atacağı her adım, yalnızca bölgesel değil küresel sonuçlar doğurma potansiyeline de sahip olacaktır. 

Bir yanıt yazın