TARIK ŞENGÜL : BÜYÜK PROJELER / “KÜÇÜK” İNSANLAR !
18 bine yakın insanın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos Depremi’nin
üzerinden 18 yıl geçti. Trajedilerin yıl dönümleri önemlidir. Ancak
17 Ağustos’u hatırlamak geçmiş kadar, gelecek açısından da önemli. Hepimiz
biliyoruz ki; İstanbul ve bölgesinde benzer ve hatta daha dramatik sonuçlar
yaratacak bir deprem her an yaşanabilir.
Geçtiğimiz
günlerde TMMOB’a bağlı Odalar tarafından İstanbul için hazırlanan bir
rapor, beklenen depremde ölü sayısını 625 bin olarak verirken, bu büyük
kayba neden olacak sağlıksız yapı stoğunun durumunu şöyle tespit ediyor;
“İstanbul nüfusunun büyük bir kısmının birinci
derecede deprem bölgesinde yaşamakta. Mevcut yapı stokunun yüzde 50’si kaçak,
yüzde 40’ı deprem ömrünü tamamlamış, yüzde 27’sinin deprem riskine bağlı olarak
acilen yıkılması gerekmekte ve bu binaların sadece yüzde 35’inde DASK var”.
Bu
ülkede insan yaşamı kıymetli olmasa da, aradan 18 yıl geçtikten sonra,
karşımızda bu derece karanlık bir tablonun olması kabul edilebilir mi? Değilse,
o zaman yanıt bulunması gereken soru şu; niçin bu noktadayız ve aradan 18
yıl geçmesine rağmen yapılması gerekenler niçin yapılmıyor?
TMMOB
raporunda mevcut yapı stoğunun % 27’sinin yıkılması, geriye kalan %
13’lük bölümü içinse güçlendirme yapılması gerektiğine işaret ediliyor.
Diğer bir anlatımla karşımızda kamu otoritesinin çözüm konusunda öne düşmesi ve
milyarlarca lira aktarması gereken devasa bir sorun var!
Eğer
önceliğimiz insansa, büyük proje budur! Ancak büyük projeleri seven AKP
iktidarı tercihini başka türlü kullanıyor. Yakın dönemde İstanbul için ilan
edilen ve bir bölümünün inşasına başlanan milyarlarca dolarlık Havalimanı, 3.
Köprü, Kanal İstanbul, Yeni İstanbul gibi büyük projelerin hepsinin ortak bir
özelliği var; mevcut kent yerine, orman ve su havzalarının bulunduğu
yapılaşmamış Kuzey İstanbul’da yoğunlaşmaları!
Bu
tercih deprem karşısında güçlendirme için kaynak bekleyen mevcut İstanbul’u
büyük ölçüde resmin dışında, kendi sorunlarıyla baş başa bırakıyor.
Yani
milyarlarca dolarlık kaynak deprem tehdidi altındaki alanlara değil, boş
arazilere akıyor.
İstanbul’un
yapılı çevresi için hiç mi bir şey yapılmıyor? Haksızlık etmeyelim, bu sorunlu
yapıların bulunduğu alanlar tümüyle kendi haline bırakılmış değil! Ancak mevcut
dokuya müdahale eden kentsel dönüşüm projelerinin de ortak bir özelliği var;
ranta dönük olmaları!
Durumu
anlamak açısından kentsel dönüşüm projelerinin en kapsamlısı olan Fikirtepe’de
yaşananlara bakmak yeterli. Ağırlıklı olarak alt gelir gruplarının yaşadığı bu
düşük kaliteli, yüksek katlı yapıları dönüştürmek için verilen yüksek imar
hakları eşliğinde alana giren bir avuç firma, günün sonunda alanda yaşayanları
yerinden etmekle kalmadı, evleri yıkılıp kiraya çıkan insanların ne zaman söz
verilen evlerine erişeceklerini de belirsiz hale getirdi. Şimdi Fikirtepeli,
işler karışınca verdikleri sözü tutmayarak ortadan kaybolan müteahhitleri
arıyor (Fikirtepe için çarpıcı bir haber videosu için, bknz. https://www.youtube.com/watch?v=pDK5kCLz3Ug).
Diğer
kentsel dönüşüm projelerinde de durum iç açıcı değil; yapılarla birlikte o
alanlarda yaşayan insanlar da temizleniyor. Peki, nereye gidiyor bu insanlar?
Muhtemelen kentin başka bölgelerindeki depreme dayanıklı olmayan düşük kaliteli
konut alanlarına!
Mevcut
dokuda deprem öncesine yönelik alınması gereken önlemler cephesinde durum bu
da, sonrası için durum farklı mı? Orada da giderek farkına varılan bir başka
skandalla karşı karşıyayız. Geçtiğimiz dönemde Vali başkanlığında kurulan bir
heyet deprem sonrası toplanma alanları için tespitler yaptı. Bu çerçevede
belirlenen 493 toplanma alanından bugün sadece 77’sinin
yapılaşmamış olduğu anlaşılıyor. Gerisi aradan geçen sürede AVM’ler,
rezidanslar, iş merkezlerine dönüşmüş.
Belli
ki Büyükşehir Belediyesi bu toplanma alanları için gerekli çalışmayı yapmamış.
Her geçen gün yeni verilerle ortaya çıkan tablo bu durumun net biçimde
sağlaması olarak kendini gösteriyor. Bu alanları planlara işlemediği gibi, özel
mülkiyete konu olanları için kamulaştırma ya da alternatifini geliştirme gibi
bir yola da gitmemiş. Sonuç; bir depremle karşı karşıya kalınsa, ortada
vatandaşın sığınabileceği, çadırların kurulabileceği yer yok!
Kısaca
deprem öncesi ve sonrasıyla, ortada büyük bir sorun var. Deprem tehdidi
altındaki mevcut kentsel doku yerine milyarlarca dolar kimsenin
yaşamadığı spekülasyon alanlarına akıyor. Mevcut yapılı çevreye ise rant
yarattığı ölçüde ilgi gösteriliyor. Bir büyük adalet sorunu ile karşı
karşıyayız; Bu adalet sorununu çözmek önümüzde duran en önemli görevlerden bir
tanesi. O milyarlar, ya insanların verdiği vergilerden geliyor, ya da sonunda o
insanların ödeyeceği borçlanma ve krediler yoluyla elde ediliyor. Bu aymazlık devam
ederse; günü geldiğinde güçlendirilemeyen binaların altında kalarak yaşamını
yine o insanlar yitirecek! Kuzeyde iş yapan ve ranttan payını alan bir
müteahhit “halkın anasını bellemekten”
söz ediyor ya, işte o dediği tam da bu galiba!