TEKKE VE ZAVİYELER & MEDRESELER

TEKKE VE ZAVİYELER DOSYASI : Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Tekkelerin Fonksiyonu

Osmanlı
Devleti’nin Kuruluş Döneminde Tekkelerin Fonksiyonu

Prof. Dr. Kadir
Özköse

Selçuklu
idâresinin dağıldığı, merkezi otoritenin hâkimiyetini kaybettiği, yerine
beyliklerin kurulduğu bir dönemde her bir beylik teşkîlatlı güçlere ihtiyaç
hissetmiştir. Bozulan cemiyet nizâmı ve sancılı dönem içerisinde buhranlara
mâruz kalan ve yaşadıkları sıkıntılı atmosferden sancı duyan halk bu dönemde
tekkelerin huzur atmosferine sığınmış, tekkelerin desteğini yanında
hissetmiştir.

Dönemin tasavvuf
erbâbı tekkelerine kapanmak yerine toplumun her kesimine hitâb etmiş, cemiyet
hayâtındaki farklı meslek teşekkülleriyle işbirliği yapmış, halkın gündemini
yakından tâkip etmiş, toplumsal yaraları sarmaya çalışmış, halka umut vermeye
ve yol göstermeye çalışmıştır. Tekke müntesipleri her yönden rol model
oldukları için her geçen gün nüfuzlarını artırmış ve hattâ birçoğu karizmatik
liderler konumuna gelmiştir. Devlet erkânı, meslek erbâbı ve meslekî
teşekkülleri, halk kesimleri tekke mensuplarının etrâfında kümelenmiş,
tekkelere verilen desteklerle tekke mensuplarının cemiyet hayâtındaki
itibarları artmaya başlamıştır.1 Bir yandan Haçlı ordularının saldırıları,
diğer yandan Moğol istilâsının yıkımıyla sarsılan ve toplumsal sancılar içinde
kıvranan Anadolu halkı tekkelerin güvenli liman hâline gelmeleriyle huzûru
tekke atmosferinde bulmuştur.2

Halkın arasına
karışan tekke mensupları saygın kişilikleriyle toplum ferdleri arasında
anlaşmazlıkları çözmüşler, dâvâların mahkemeye intikâline gerek kalmadan
karşılıklı rızâ ile hasımları barıştırmışlar, ordularla birlikte, hattâ
ordulardan önce farklı diyarlara gitmişler, fütuhât hareketlerine katılmışlar,
dayanışma rûhundan yoksun halk kitlelerini aynı idealler etrafında
kenetleyerek, merkezi otoritenin tesirinde yardımcı olmuşlardır. Bu
tutumlarıyla tekke mensupları devlet için gerekli olan kan ve kol kuvveti
yanında, irâde ve îman birliğini gerçekleştirebilmek için gayret göstermişlerdir.3

Fethedilen
bölgelerde kurulan zâviyeler, sosyal ve kültürel faaliyetlerin mihrâkı olmuş,
zâviyelerinin yanında tesis ettikleri câmi ve medreselerle toplumun inkişâfına
ve İslâm’ın tebliğine zemin hazırlamışlardır. Yol boylarında, ıssız geçitlerde,
önemli kavşak noktalarında ve tenhâ yörelerde tesis edilen zâviyeler; içtimâî
hayâtın huzûruna, fetihlerin başarıyla gerçekleşmesine ve bölgede siyâsî
otoritenin tesisinde faydalı ve önemli atılımların gerçekleşmesine katkı
sağlamışlardır.4

Kuruluş döneminden
itibâren Osmanlı devletinde Anadolu’ya göç eden şeyhlere ve dervişlere
yöneticiler tarafından yakınlık gösterilmiştir.

Devlet erkânı
farklı vesilelerle meşâyıhın fikirlerine başvurmuş, onları kanaat önderi olarak
kabûl etmişler, hayır duâlarını almaya çalışmışlardır. Hem Selçuklular
döneminde hem de Osmanlı hâkimiyeti döneminde dervişlerin bir kısmı gâzilerle
berâber fetihlere katılmış, bir kısmı Anadolu ve Balkanlar’ın köylerine, boş ve
tenhâ yerlere yerleşerek ziraat, hayvancılık ve zanaatkârlıkla meşgûl olmuş,
yerleştikleri yerlerin îmar, iskân ve gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Tarîkat erbâbının zâviyelerini genellikle sınır boylarında kurmuş olmaları,
orduların hareketini önemli ölçüde kolaylaştırmıştır.5

Osman Bey vefâtı
esnâsında oğlu Orhan Gazi’ye yaptığı tavsiyesinde bilmediği konuları âlimlere
danışmasını söylemektedir. Orhan Gazi, kardeşi Alâeddin’i hükümdar olarak
teklif ettiğinde, Alâeddin Bey; “…Gel kardeş atamızın duâsı ve himmeti
senünledür… ve hem azizler dahi seni kabûl ettiler” cevâbını vermiştir. Bu
beyanlar Osmanlı sultanlarının devletin kuruluşundan beri ulemâ ve meşâyihe
saygı gösterdiklerine işâret etmektedir.

İlim erbâbinâ ve
tasavvuf zümrelerine duyulan güven; devlet adamlarının tasavvufa
meyletmelerini, devlet erkânının desteğiyle tasavvufî faaliyetlerin geniş
coğrafyalarda rahatlıkla sürdürülmesini sağlamıştır. Gönül verdikleri tasavvuf
büyüklerinin dergâhlarını ziyâret eden devlet yetkilileri yeni zâviyeler inşâ
etmişler ya da var olan zâviyelere mâlî destekler vermişler, dergâhların
kullanımına sunulan vakıflar kurmuşlardır.6

1550-1560 yılları
arasında sırf Anadolu Vilayeti’nde 342 câmi, 1055 mescid ve 110 medresenin
yanında, 626 zâviye ve hankâh, bir kalenderhâne ve bir mevlevîhâne’nin
bulunduğu tesbit edilmektedir.

Masrafları evkaf
gelirlerinden karşılanan bu müesseselerin vâridâtından 121 müderris, 3756
hatip, müezzin ve imamın yanında 3229 şeyh, şeyh-zâde ve mütevellî’nin maaş
aldıklarının nakledilmiş bulunması bu gayretlerin boyutlarını göstermesi
bakımından dikkat çekici bir husustur.7

Tasavvuf
gruplarına böylesi imtiyazlar verilmekle birlikte, gerektiğinde de tasavvufî
zümrelerin kimi faaliyetleri yakın tâkibe alınmış, sûfî gruplar kontrol altında
da tutulmuştur. “Nâ-mâkul fiillerde bulunduğu, âyende ve râvendeye hizmette
kusûru” tesbit edilen dervişler başıboş bırakılmamış, ihtâr edilmiş,
cezâlandırılmış veya sürgün edilmiştir. Bu durumun en açık örneği, Orhan Gazi
tarafından Bursa ve havâlisindeki dervişlerin teftiş edilmesidir.8 Orhan Bey
zararlı ve bâtıl tarîkat mensuplarının kontrol ve tâkibini emretmiş ve
suçluları cezâlandırmıştır.9 Dolayısıyla tasavvufî zümreler büsbütün başıboş da
bırakılmamaktaydı.

Osmanlı devleti;
târihinin her döneminde tarîkat görünümündeki oluşumları da tasavvuf adıyla
gerçekleşen kimi aykırı uygulamaları da yakından tâkip etmiş, bu oluşumları
kontrol altına almıştır.

Hurufiler,
Kalenderiler, Işkîler, Cevlâkîler, Babaîler, Melâmîler Osmanlı topraklarında
ayrılıkçı ve tepki çeken fikirlerini yaymaya çoğu zaman fırsat
bulamamışlardır.10

Ulu çınar gibi
kısa zamanda büyüyüp geniş coğrafyalara kol ve kanat geren Osmanlı devleti
Osman Bey’den itibâren Bizans imparatorluğunu dize getirmiş, gerçekleşen fetih
ve zaferlerle devlet-i âliye konumuna gelmiştir. Alp Gündüz, Gazi Rahman, Akça
Koca ve Köse Mihal gibi gâzîler, Sadreddin Konevî, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî,
Dursun Fakih, Şeyh Edebâlî, Ahî Evran-ı Velî ve Baba İlyas çizgisindeki derviş
kitlelerle Osmanlı toplumu neşvü nemâ bulmuştur. Orhan Gazi’nin Bursa’yı
fethetmesinde ve Rumeli’ye yönelmesinde Lala Şahin ve Hayrettin Paşalar kadar
Dâvûd-ı Kayserî, Çandarlı Kara Halil, Karaca Ahmed ve Geyikli Baba gibi sûfî
şahsiyetlerin de ciddî rolü olmuştur.11

Osman Bey,
Beyliğin başına geçtiği zaman etrâfı Edebâlî, oğlu Şeyh Mahmud, Ahî Şemsüddîn,
Dursun Fakih, Kâsım Karahisarî, Şeyh Muhlis Karamanî, Âşık Paşa ve Elvan
Çelebi12 gibi ilim, îman, irfan adamları, “evliyâ” bilinen şahsiyetler ve
“Türkmen Babaları” ile dolmuş, devletin teşekkülünde rol alan güçler arasında
ahîler fiilen yer almış bulunuyordu.13 Bu yüzden daha ilk günlerde Osmanlı
akınları bir gazâ mâhiyetini almış, beyleri “gâzî” olan, orduları da
“gâzîler”den teşekkül eden devlet14, mânevî bir temel üzerine binâ edilmeye başlanmıştır.15

Osman Bey
Karacahisar’da Cuma, Eskişehir’de de bayram namazını, bir ahî olan Dursun
Fakih’e kıldırtıp hutbeyi kendi adına okutarak beyliğini îlân etmiş, sonra da
“âdet-i hasene”ye temessüken, kayınpederi Şeyh Edebali’yi “emr-i fetvâ”ya memur
etmiş, irtihâlini müteakip de onun dâmâdı Dursun Fakih’i istihlaf etmiştir.16
Osman Bey’e gâzîlik kılıcını Şeyh Edebâlî’nin kuşattığı rivâyet edilmektedir.17

701/1301-2’de
İznik üzerine sefere çıkacağı vakit Yeni Şehir’i merkez ittihâz eden Osman Bey,
Bilecik ve çevresinin mahsûlünü âilesinin geçimine tahsis etmiş, Şeyh
Edebali’yi de o arâzilere emir ve nâzır tâyin etmiştir. Dolayısıyla Şeyh Edebâlî,
hem kendisine emânet edilen Beylik Ailesine nezâret hem de Bilecik kalesinin
hakemliğini deruhte etmiştir.18

Müntesipleri
“delişmen tabiatlı, garib etvarlı”19 dervişlerden oluşan ribat teşkîlâtı,
kuruluş dönemi Osmanlı coğrafyasında rol oynayan önemli bir müessese olmuştur.
Hem sosyal hayâtın nizâmını hem de idârî teşkîlâtın beklentilerini karşılayan
ribat teşkîlâtı, îman ve ideal sâhibi mensuplarıyla o günün beklentilerini
yerinde karşılayan sağlıklı bir yapılanma hüviyetine bürünmüştür. Kuruluş döneminde
Osmanlı devletinin iskân politikasına destek veren ve iktisâdî sorunlarını
çözmeye çalışan ribat teşkîlâtı temsilcilerinin başında, binlerce mürîdi ile
Sarı Saltuk ve Barak Baba, Tapduk Emre ve Geyikli Baba gibi önemli şahsiyetler
gelmektedir.20

Özetle

Osmanlı devletinin kuruluş döneminde beylik
seçimi vezirler, beylerbeyleri ve ahîlerin ellerinde idi.21 Dolayısıyla
tasavvufî zümre olarak ahîlerin, beylik seçiminde doğrudan karar mercii
konumuna geldikleri görülmekteydi. Osman Gazi kendisi Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî’nin mânevî evlâdı olmayı isteyecek kadar Mevlânâ yoluna bende olmuş, Orhan
Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Konya’ya gidip Hazretin makamını ziyâret etmiş,
Mevlânâ’nın başındaki güneş işlemeli serpuş Süleyman Paşa’ya hediye edilmiş,
Konya’da Mevlânâ çevresinin duâları alınmış, Yıldırım Bâyezid’e kadar bütün
Osmanoğulları Mevlânâ’nın bu gümüş işlemeli serpuşunu başlarına sarmış,
askerlerine de üniforma olarak daha birkaç asır onun beyaz üsküfüne benzer
başlıklar giydirmişlerdir.22

Dipnotlar:

 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî
Tarihi, İstanbul 1974, c. I, s. 52.

 2 Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî
Tarihi, İstanbul 1974, c. I, s. 48; Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti
Mefkuresi Tarihi, c. II, s. 29.

 3 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda
Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler: I, İstilâ
Devrinde Türk Dervişleri ve Zâviyeler”, Vakıflar Dergisi, S.II (1942), İstanbul
1974, c. II, s. 290.

 4 İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke
Münasebetleri, Seha Neşriyat, İstanbul 1983, s.20.

 5 Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf
-Anadolu’da Sûfîler, Devlet Ve Ulemâ (XVI.Yüzyıl)-, İz Yayıncılık, İstanbul
2000, s.256.

 6 Metin İzeti, Balkanlarda Tasavvuf, Gelenek
Yayınları, İstanbul 2004, s. 276.

 7 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı
İmparatorluğu’nda İmâret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzı”, İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası İFM, XXIII, 1962-1963, s.242.

 8 A.Yaşar Ocak, “Zâviyeler”, Vakıflar Dergisi,
c. XII., Ankara 1978, s. 257.

 9 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi,
Ankara 1972, c. I, s.531.

 10 Gündüz, Osmanlılarda Devlet – Tekke
Münasebetleri, s. 65.

 11 Ahmet Akgündüz, “Pazar Söyleşisi – Osmanlı
Maneviyatla Yükseldi”, Sağduyu Gazetesi, 07.02.1999.

 12 Taşköprizade İsamüddin Ahmed,
eş-Şekaiku’n-Numaniyye fi ‘Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, Dersaadet, İstanbul,
tarihsiz, s.6-8; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, s. 561.

 13 Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi
Tarihi, c. II, s. 32.

 14 Taşköprizade, eş-Şekaiku’n-Numaniyye,
s.6-7; Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, c. II, s. 32.

 15 Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke
Münasebetleri, s.14.

 16 Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke
Münasebetleri, s.15.

 17 Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine
Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981, c. I, s. 359.

 18 Hoca Sa’düddin, Tâcü’t-Tevârih, çev. İsmet
Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 1999, c. I, s.
37; M. Tayyib Gökbilgin, “Osman I”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c. IX,
s. 437.

 19 M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun
Kuruluşu, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s.146,171.

 20 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, c. II,
s.300; Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, s.15-16.

 21 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, s. 455.

 22 İskender Pala, Kudemânın Kırk Atlısı,
Ötüken yay., İstanbul 1999, s.13.




















































































































































































Not: Bu yazı Yenidünya Dergisi’nin Ağustos-2017
sayısından alıntıdır.