‘FETÖ dini cemaat değil, istihbarat
servisidir’
FETÖ’nün 15 Temmuz
darbe girişimi sırasında İBB Lojistik Destek Merkezi ve Arıcılar Camisi’nin
işgaline ilişkin davanın gerekçeli kararında, “Ortadaki örgütün bir dini
cemaat olmayıp bir istihbarat servisi olduğu açıktır.” ifadesine yer
verildi.
Fetullahçı
Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi sırasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Lojistik
Destek Merkezi ve Arıcılar
Camisi‘nin işgal edilmesine ilişkin davanın gerekçeli kararında, örgütün dini cemaat
değil, istihbarat servisi olduğu belirtildi.
İstanbul
23. Ağır Ceza Mahkemesi, 10 Ekim’de karara bağladığı İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Lojistik Destek Merkezi ve Arıcılar Camisi’nin işgal edilmesine
ilişkin davadaki tutuklu 7 sanıktan 5’inin ağırlaştırılmış müebbet ve 200’er
yıl hapis cezası, 2 sanığın da müebbet ile 166’şar yıl hapis cezasına
çarptırılmasına ilişkin gerekçeli kararın yazımını tamamladı.
Mahkemenin
86 sayfalık gerekçeli kararında FETÖ’nün kuruluşu ve yapılanmasına yer verildi.
FETÖ
elebaşı Fetullah Gülen’in 1970’lı yıllardan sonraz dini motifleri istismar eden
bir yapılanma içerisinde hareket ettiği, 13-18 yaş grubundaki öğrenciler ve
genç kesim üzerinde yoğunlaşarak görüşlerini ulaştırdığı sempatizan
grubuyla bu örgütü kurduğu anlatılan kararda, Gülen’in dönemsel iktidar
dengelerini okuyarak siyasi partilerden özerk kalmaya özen gösterdiği,
“din, siyaset ve para” üçgeninde etkinliğini artırarak örgütünü
geliştirdiği kaydedildi.
Kararda,
1990’lı yılların başından itibaren yurt dışına açılmaya başlayan örgütün,
hızlı büyümeyle kısa zamanda dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösterir hale
geldiği ifade edilerek, 21 Mart 1999’da sağlık sorunlarını gerekçe göstererek
ABD’ye giden Gülen’in aralarında eski CIA Yöneticisi George Fidas, eski CIA
Ajanı Graham Fuller, eski CIA Ajanı ve eski ABD’nin Ankara Büyükelçisi Morton
Abromowitz’in de bulunduğu 27 kişinin referans mektupları sayesinde burada
oturma izni aldığı kaydedildi.
“Gülen, Pensilvanya’da CIA korumasında”
Gülen’in,
Pensilvanya’da CIA koruması altında ikamet ettiği ve örgütü de buradan
yönettiği belirtilen kararda, örgütün, devlet modeline paralel bir yapılanmayla
gizlice başta siyaset, mülkiye, adliye, askeriye ve emniyet olmak üzere
devletin tüm kılcal damarlarına sızarak yasama, yürütme ve yargıda
kadrolaşarak teşkilatlandığı dile getirildi. Kararda, Gülen’in konuşmalarından
alıntılar yapıldı.
Kararda,
örgütün sadece Türkiye’deki değil, yapılanmaya gittiği her ülkedeki anayasal
rejimleri değiştirmeyi hedeflediği anlatılarak, Gülen’in amacına ulaşmak
için örgüt üyelerine, anayasal müesseselerdeki güç dengesini lehlerine
çevirinceye kadar “esnek ve iki yanlı olma”, “sivrilmeden can
damarları içinde dolanma”, “gizlenme”, “varlığını fark
ettirmeme” şeklinde tanımladığı “tedbir” stratejisini
uygulattığı aktarıldı.
Bu
strateji doğrultusunda örgüt üyelerinin tespit edilmelerini engellemek için
“kod” isimler kullandıkları, dışarıya karşı “dindar
değil” imajı oluşturmak için özel çaba gösterdikleri belirtilen kararda,
şu tespitlere yer verildi:
“Eve-lojmana
herkesin görebileceği şekilde alkollü içkilerle gelerek, bunu lavabo veya
banyoya boşalttıktan sonra boş şişeleri akşamdan kapı önüne herkesin
görebileceği şekilde koyarak ‘alkol kullanıyor’ intibası uyandırmaya
çalışmışlardır. Çocuklarına, doğrudan dini bir anlam çağrıştırdığı yönünde
toplumsal algı bulunan (Muhammed, Ebubekir, Enes, Hacı vb.) isimler koymaktan
özellikle kaçınmışlar, bu isimleri taşıyanlar mahkeme kararıyla adlarını değiştirme
yönüne gitmişlerdir. Örgütün ilk dönemlerinde başı kapalı bayanlarla evlenen
örgüt üyelerinin kamuya girdikten sonra eşlerinin başını açtırdıkları,
eşleri bunu kabul etmeyen örgüt üyelerinin boşanarak başı açık örgüt üyesi
kadınlarla evlenmişlerdir. Bu davranış biçimleri örgüt üyelerinin örgütsel
kimliklerini saklama ve farklı bir kişilik algısı oluşturmaya dönük
çabalarının açık kanıtıdır.”
”Örgüt içinde ‘Ru be ru’ görüşmeleri yapılıyordu”
Gerekçeli
kararda, örgüt içi haberleşmede “Ru be ru” olarak adlandırılan yüz
yüze görüşmenin tercih edildiği belirtilerek, bunun mümkün olmadığı
durumlarda kurye ve dijital aygıtlar üzerinden özel olarak geliştirilmiş
kripto yazılımlar (ByLock vb.) kullanarak, özel not göndererek, internet ağı, sosyal
medya veya basın yayın organları üzerinden kimliği gizleyen yazılımlar tercih
edilerek haberleşildiği kaydedildi.
TSK
imamları ile TSK mensubu örgüt üyeleri arasındaki haberleşmede “yüz yüze
görüşme yapma”, “buluşma yerine sinyal verici cihazla
gitmeme”, “telefon vb. dijital aygıtlarla iletişim kurmama”
prensiplerine uyulduğu dile getirilen kararda, üyelerin, telefonla iletişim
kurma zorunluluğunun bulunması halinde kamuya açık alanlardaki kulübelerden
iletişim kurdukları bildirildi.
Kararda,
örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda kamu ve kuruluşlarına sızan ve
kendini gizleyen mensuplarının, yürüttükleri kamu görevi gereği elde ettikleri
bilgi ve belgeleri kurum dışına çıkartarak örgüte aktardıkları anlatılarak,
şöyle devam edildi:
“Kamu
kurum ve kuruluşlarında çalışan örgüt mensuplarının, personel hakkında din,
dil, ırk, siyasi düşünce, etnik köken ve mezheplerine, örgüte bağlılık
derecelerine göre fişleme yapmışlar, kişilerin zaafları ve kötü
alışkanlıkları kayda alınmıştır. Bu kayıtlar, her bir kamu kurum ve
kuruluşunun birim sorumluları tarafından örgüt üyelerinden temin edilen
bilgiler sentezlenerek tutulup bir üst sorumlu aracılığıyla örgütün veri
havuzuna aktarılmıştır. Devletin resmi makamlarında bulunan her türlü gizlilik
içeren bilgi, belge ve kayıtlar, kamu personeli hakkında yapılan fişlemeler, o
kurumda çalışan örgüt üyeleri tarafından örgütün birim ve bölge sorumlularına
ulaştırılmış, bilgi havuzunda toplanan bu tür veriler örgütün amaç ve
stratejisi doğrultusunda kullanılmıştır. Örgüt liderinin tedbir diye
tanımladığı gizlilik stratejisi, terör örgütleri ve istihbarat servislerince
uygulanan ve istihbarat literatüründe İKK (istihbarata karşı koyma) olarak
adlandırılan koruyucu güvenlik tedbirlerindendir. Örgüt liderinin belirlediği
strateji çerçevesinde kamu kurum ve kuruluşlarına sızan örgüt üyelerinin, yine
istihbarat literatüründe espiyonaj ve kontraespiyonaj olarak tanımlanan
teknikleri kullanmaları göz önüne alındığında, ortadaki örgütün bir dini cemaat
olmayıp bir istihbarat servisi olduğu açıktır.”
“Gülen subliminal mesaj verdi”
Fetullah
Gülen’in, üyelerine örgüt yararına olmak kaydıyla gerektiğinde her türlü büyük
günahı (intihar-canlı bomba olma, öldürme, zina, hırsızlık, soru çalma, devlete
isyan, yalan yere yemin, rüşvet verme vs.) dahi işleyebilecekleri yönünde
subliminal mesaj verdiği belirtilerek, Gülen’in, örgüt yararı için “hakim
de avukat da kiralanabileceğini” söyleyerek bu yönde örgütsel bilinç
aşıladığı kaydedildi.
Gerekçeli
kararda, FETÖ elebaşısı Gülen’in “mehdi, mesih, kainat imamı” olduğu
inancı etrafında şekillenen, sadece liderin bilip (rüyalar yoluyla)
erişebildiği tartışılmaz yasaların varlığına inanılan kendine özgü bir
inanç ve ideolojisi olduğu belirtildi.
Lojistik Destek Merkezi’nin işgali
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Lojistik Destek Merkezi’nin konumu ve stratejik öneminin
anlatıldığı kararda, kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz günü, sanıklar eski
Binbaşı Özgür Araz, eski Yüzbaşılar Muhammed Hayretin Şahin, Yavuz Selim Dayi
ve Levent Güngör’ün Kara Harp Akademileri Komutanlığı’nda öğrenci subay olduğu
kaydedildi.
Sanıkların
akademide “başhoca” olarak bilinen ana dava sanıklarından eski Albay
Ahmet Zeki Gerehan’dan talimat aldıkları ifade edilen kararda, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Lojistik Destek Merkezi’ne gitmekle görevlendirilen Yavuz Selim
Dayi, Muhammet Hayrettin Şahin ve Levent Güngör’ün, Özgür Araz komutasına
verilecek alay personeliyle binayı ele geçirdiği, öncelikle iş yeri
personelinin telefonlarının toplandığı, darbe teşebbüsüne katılan birliklerin
yemek ihtiyaçlarının karşılanması için 10 bin kişilik yemek çıkartılması
yönünde talimat verildiği anlatıldı.
Araz’ın
sanık Ayhan Bağdat’ın emri altında bulunan erlerle birlikte bina çevresinin
kuşatılması talimatını vermesi üzerine askerlerin saat 22.13’te binanın
çevresinde bahçeyi çevreleyen duvar dibine sıralı halde konuşlandığı ve mevzi
aldığı dile getirilen kararda, Özgür Araz’ın erlerin başındaki Ayhan Bağdat’ın
yanına gelerek “Polis gelirse sıkın” şeklinde emir verdiği aktarıldı.
Karar
İstanbul
23. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanıklar, eski Binbaşı Özgür Araz, eski
Yüzbaşılar Yavuz Selim Dayı, Muhammed Hayrettin Şahin ile Levent Güngör,
Üsteğmen Ayhan Bağdat’ın “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” suçundan
ağırlaştırılmış müebbet, 18 kişiye karşı ayrı ayrı “cebir ve şiddet
kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak” ve benzer suçlardan
toplam 200’er yıl hapis cezası verdi.
Heyet,
Mehmet Türkmen Seyhan ile Fatih Alkan’ı da “cebir ve şiddet kullanarak
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs
etmek” suçundan müebbet ile çeşitli suçlardan da 166 yıl 8’er ay hapisle
cezalandırdı.