Asya’nın kapısı (2)
İsrail’e komşu olması, etnik yapısı, Asya’nın kapısı
olması, mezhebi yapısı, Orta Doğu coğrafyasının ortalamasının üzerindeki
entelektüel seviyesi, Akdeniz’e kıyısı olması (İran-Irak Savaşı’nda kritik rol
oynadı) ve Erivan’la olan özel ilişkisi, Lübnan’ı “önemli” yapan hususlardan
bazıları.
Lübnan dünyada en
çok İngiltere, sonra Almanya, sonra da Amerika için önemli. Küresel nitelikte
istihbarat toplamak için, Asya’yı dinelemek oldukça uygun bir yer olan bu
ülkeye en fazla mesaiyi İngiltere harcıyor.
Ülkenin sivil ve
askeri bürokrasisine ABD hâkim, İngiltere ise ekonomi ve eğitime. Finansa
Almanya hâkim, ayrıca istihbarata da nüfuz etmiş vaziyette. Fransa; edebiyat ve
sanata ve istihbaratın bir kısmına, Rusya da insan kaçakçılığı ve Erivan’la
olan özel ilişkiye hâkim. İsrail’in ise Lübnan’da hiçbir alanda bir hâkimiyeti
söz konusu değil ama askeriyede ve istihbaratta nüfuzu var.
Selanik
(Yunanistan), Beyrut (Lübnan) ve Erivan (Ermenistan), Türkiye’nin üç yanında,
Doğu ve İslam kültürünün etkisi altında ama Hıristiyan nüfusa sahip ve Batı
için kıymetli üç şehir. Bu şehirlerin birbiriyle geçmişteki ve bugünkü
ilişkisi, Türkiye açısından incelenmeyi bekliyor. Bu ilişki kapsamında
oluşturulmuş legal ve illegal bir takım yapılar, Avrupalı istihbarat servisleri
tarafından Türkiye’ye karşı kullanılıyor. Erivan bu
ilişkinin motoru. Projenin sahibi Avrupalı
“müttefik”lerimiz.
Ermeni diasporasının
belki de en nüfuzlu bölümü Lübnan’da yaşıyor. Lübnan Ermenileri ülkenin
ekonomik, eğitim ve kültür-sanat hayatında etkinler, başbakanlık dışındaki üst
makamlara tesir etmelerinin önü açık ve Osmanlı’yı soykırım yapmakla suçlayan
Ermeni Diasporası’nın hafızası bunlar.
Lübnan, Asya’nın
giriş kapısı, Asya’dan da Batı’ya açılan pencere. Asya, başta Almanya
olmak üzere hemen herkesin elde etmek istediği, arkeolojik, mitolojik, teolojik
ilimlere sahip. Asya’nın anahtarını ABD’ye kaptırmak istemeyen Almanya, Lübnan
üzerinde ciddi nüfuz sahibi. Almanya,
Lübnan’ı Asya’ya uzanan en kısa yolun kapısı gördüğü için ABD’nin Irak’taki ve
Suriye’deki askeri varlığını kendisine yönelik tehdit olarak algılıyor.İngiltere
uzun zamandır ABD ile çatışma halinde. Almanya, İngiltere’nin en eski
ortaklarından biri. Almanya, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin Alman asıllı (Alman kuvvetleri, 2. Dünya Savaşı esnasında İngiliz Kraliyet
Ailesi’ni asla hedef almamış, Hanedan’a ait hiç bir yapı kesinlikle
vurulmamıştır) ve İngilizlerin eskiye nazaran ABD’ye mesafeli
durduklarını, esiri oldukları ABD’nin liderliğini kaybetmekte olduğunu görüyor.
İngilizler, Almanya’nın arkasında.
Batı’ya, Batı’lı
ciddi kurumların tepe yöneticilerine en kısa zamanda Beyrut’tan ulaşmak mümkün.
Gelişmiş ülkelerin tamamı tüm birimleriyle buradalar. Lübnan’da var olmak,
İngiltere’ye etki edebilmeyi, İsrail üzerinde baskı kurabilmeyi, Hıristiyanlar
üzerinde etki uyandırabilmeyi, Asya’nın derinliklerine inebilmeyi, istihbarat
yapabilmeyi, Ermeniler üzerinde denetim kurabilmeyi sağlar.
Pazar günü bu seriyi
bitirelim.
Asya’nın kapısı (3)
Lübnan çok branşlı bir siyasal, sosyal, teoloji ve
tarih bilimleri üniversitesi işlevi gören ülkelerden biridir. İstihbaratta
“üniversite ülkeler” diye nitelenen devletler vardır. Türkiye, Lübnan, Mısır,
Fas, Singapur, Hindistan, Pakistan, İran, İngiltere, Çin, ABD, Güney Afrika,
Nijerya gibi. Lübnan, Akdeniz havzasının üniversite ülkelerinin en
önemlilerinden biridir. Lübnan’a ve orada cereyan eden olaylara bakarak Avrasya
ve Afrika’da kısa, orta ve uzun vadede neler olacağını kusursuz
öngörebilirsiniz. Avrasya’daki devletler oyununu anlamak istiyorsanız Kahire,
Tahran, Riyad, Marakeş ve Delhi’deki değişik diplomat/diplomasi türleri de
kusursuz öngörü verileri sunar.
Lübnan kitabın
ortasına gelmek istediğinizde başlangıç noktalarından biridir. Lübnan’ın
istifası belirsiz başbakanının Paris’e Suudi Arabistan’dan gönderilmesini
analiz edecek istihbarat teşkilatlarına ve diplomatlara düşen iş, gerçekten
devasa boyuttadır. Simetrik hazneli huni gibi işlev gören bir ülke olan
Lübnan’da startı verilen oyunun bölge ülkelerindeki yansıması, sonuçları
aslında ihmal edilebilir. Fakat Batı’da sebep olacağı siyasi, diplomatik,
ekonomik ve teolojik olayları ve sonuçları daha çok irdelemek zorundayız.
Nasrettin Hoca
eşeğinin kafasına sopa ile vurmuş. Eşek kuvvetli bir gaz çıkarmış. Hoca “Nereye vurdum, ses nerden çıktı” demiş. İstihbarat
ve diplomasinin sırlarından birisi de sesleri izlemekte gizlidir. Bilinir ki
devletler ve bazı rafine topluluklar teşhisi zor fakat teşhis edilince de
hâsılatı yüksek sesler çıkarırlar.
Onlarca devletin ve
bir o kadar da uluslararası aktörün elinin ayağının bulunduğu bu kritik ülkede
ilgili devletlerin ve şirketlerin isteseler de dışında kalamayacakları oyunun
ne olduğunu bilmek durumundayız. Lübnan gibi
minyatür bir ülkenin mürekkebinin bir damlasının bozacağı o kadar çok devlet,
şirket ve yapılar var ki Hariri olayını, Hizbullah’ı, sağcı Falanjistler’i,
Dürziler’i, Maruniler’i ve başka Lübnan menşeili aktörleri gerçek nitelikleri
ile ancak o zaman görebiliriz.
Her aktörün birden
çok rolünün olduğu Avrasya coğrafyası anlaşılamadığı için hep büyük savaşlara,
büyük rekabetlere ve çekişmelere sebep olmuştur. Adet olduğu üzere Avrasya’da
bir olay olunca hemen gözlerimiz hegemonlara çevirilir, anti-emparyalist
nutuklar çekeriz. Fakat kazın ayağı hiç de öyle olmayabilir. Siyasetin,
ekonominin, diplomasinin, istihbaratın, askerlerin göz ardı ettiği ironik
olacak ama evrensel, siyasi, ekonomik, diplomatik, istihbari ve askeri yasalar
vardır.
Şu anda perdede
büyük Batılı devletler vardır. Bunların tüm faaliyetleri gerçekten çok
önemlidir ve geçmişte Lübnan’ı nasıl kullandıklarını önceki yazıda ifade
ettik. Allah’ın çalışanı ödüllendirdiğini de ısrarla belirtmiştik. Lübnan
bağlamında söylenmesi gereken en önemli cümle şudur: Askerlikte, siyasette, diplomaside, istihbaratta ve ekonomide
farklı bir matematik vardır. Bu matematiği bilenler hep kazanmışlardır. O
halde şöyle soralım: Uluslararası siyasetin, askerliğin, ekonominin,
istihbaratın, diplomatik operasyonların matematiğini kimler ve hangi devletler
biliyor? Bilenler bunu nasıl kullanıyor? Asıl beyinlerimizi yormamız
gereken konu işte bu. Yoksa yine birilerinin oyununun figüranları olmak
durumunda olacak bölge insanı.
Tarihi statik değil
de kinetik analiz edebildiğimiz zaman kazananlar listesinde olabiliriz.Bu bağlamda
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, ABD, Rusya ve İsrail’de ilginç
kitaplar yazılıyor, cesur analizler yapılıyor. Bunları takip etmek stratejik
önem taşıyor.
Lübnan bağlamında
Batı’da yazılanlar dünü ve bugünü ile gerçekten zihin açıcı. Lübnan, Mikail’n
suru farklı üflediği coğrafyalardandır. Tüm olaylarda
Allah’ın âdil olduğunun bilincinde olursak en doğru değerlendirmeleri yapabilir
en doğru ve isabetli stratejileri izleyebiliriz. Lübnan’da
da Allah’ın adil olduğunun bilincinde bir değerlendirme yapabilirsek en doğru
konuşlanma yapılabilir. Bunun için de bölgedeki etkili unsurların
faaliyetlerine göz atmalıyız.
Bu seriyi yarın
bitirelim.
Asya’nın kapısı (4)
Etnik ve dini çeşitliliğin bir ülke için önce büyük
bir hazine sonra nasıl büyük bir facia olabileceğini görmek için Lübnan en
güzel örneklerden biridir. Bu küçük ülke, her etnik gruba bir dinin düştüğü
ilginç sosyolojisi, etnik ve dini grupların uyguladığı teo-stratejiler,
teo-siyasetler, teo-askeri yaklaşımlar ve teo-ekonomiler ile tam bir laboratuar
ülke örneğini sergilemektedir.
İstanbul’dan Şam’a,
Şam’dan Beyrut’a, Kudüs’e oradan Kahire’ye, Marakeş’e, Madrid’e, Paris’e,
Roma’ya, Atina’ya ve tekrar İstanbul’a bir daire çizersek bu dairede Lübnan
ayrı bir stratejik sırlar hazinesi olur. Bir şartla ki Lübnan’ı, Şam’ı, Kahire’yi ve Marakeş’i sırlar hazinesi
haline getiren merkez hep İstanbul olmuştur, Türkiye olmuştur.
İzmir’in Sabetay Sevi gibi yüz binleri peşinden sürükleyen ciddi bir dini
figürü üretmesi de ilginçtir. Fetullahçılık, Sabetay Sevi ekolünün yanında
dikkate alınmaz. Lübnan’daki tüm ezoterik-dini ekollerin İstanbul’da
nüvelenmesi ve Lübnan’da yeşermesi üzerine durulmaması da not edilmesi gereken
bir başka husus. Yavuz sultan Selim öncesi ve sonrası Kahire-Beyrut-İstanbul
üzerine ülkemizde ciddi araştırmalar yoktur. Oysa bu araştırmalar olmadan
bugünkü Lübnan’ı, Mısır’ı, Suriye’yi, İsrail’i ve birçok ezoterik örgütü
anlamak mümkün değildir.
Lübnan’ın bugünkü kaotik
siyasi, dini, etnik ve mezhepsel mimarisinde Türklerin önemli rolü vardır.
Lübnan bağlamında Ortadoğu, Türkiye’nin meçhulü haline getirilemez. Tüm İslam
dünyası ile ilgili yüzlerce birim oluşturan Batılı gizli servislerin Ortadoğu
incelemeleri olarak yayınlanan eserleri oldukça bilgi doludur. Batılı
üniversitelerin ve aydınların da Lübnan ve Ortadoğu ile ilgili gerçekten titiz
araştırmaları vardır. Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Asya’daki bilgi
açığımızı kapatmak için olarak bu eserlerin Türkçeye kazandırılması gerekir. Bu
çaba hafızamızı tazeleyecek, bugünü kavramamızı kolaylaştıracaktır. Bu seriden
hemen önceki “Suud’ta Olanlar” başlıklı yazılarımızda Türkiye’nin Ortadoğu’da
yakaladığı psiko-siyaset üstünlüğün hedef alınacağına işaret etmiştik. Nitekim
Mısır’da 29 Türk’ün Mısır aleyhine casusluk ithamı ile gözaltına alınması
önemlidir. Bu serinin devam edeceğini öngörmek için eşik analizler bile
yeterlidir. Lübnan, Türkiye’nin öteden beri
ilgisini kesmediği ülkelerdendir, Mısır’da öyledir. Buralarda entegre
olabileceğimiz önemli rezervlerimiz vardır.
Batılı ülkelerin bu
coğrafyalardaki çalışmaları çok açıktır. Bu çalışmalardan elde edeceğimiz hayli
veri ve fayda vardır. Batılı ülkeler ellerindeki veri çokluğu ile bölgede ve
dünyada insanı hayrete düşüren işler yapabilmektedir. Verinin, bilginin ve
istihbaratın çokluğu her zaman isabetli stratejilerin, siyasetlerin, askeri ve
ekonomik menfaat sistemlerinin kurulacağını garantilemez. Bunu teyit etmek için
bir kaç Batılı devletin tarihine bakmak yeterlidir.
Ortadoğu’da sanayi
ve teknoloji yoktur, buralarda hayatı idame ettirmenin yolunun din ve etnik
ticaretten geçtiği de bir sır değildir. Paranın üretimden kazanılmadığı
yerlerde dine, millete, vatana ihanetten geçinildiğinin en çarpıcı örnekleri
uzak ve yakın tarihimizde vardır. Reel ekonominin, üretim ekonomisinin ve buna bağlı
ihracat bilincinin gelişmediği Ortadoğu’da en geçerli ticaret; etnik, dini ve
mezhepsel ticarettir, bu zincir kısa vadede kırılmayacaktır. Tüm
hazırlıklarımızı buna göre yapmak zorundayız. Tüm tehdit algılamaları da
üretimden kopmuş kesimlerin provoke edilmeleri üzerine kurulu olmalıdır.
Üretimin çeşitlenip gelişmediği, mesleki ve teknik eğitimin zayıf kaldığı,
entelektüel üretimin sadece tercüme eserlere bağımlı olduğu Ortadoğu,
Kafkaslar, Afrika ve Orta Asya önümüzdeki dönemin de etnik, dini ve mezhepsel
pazarı olacaktır. Yani bu pazar terör, şiddet ve vahşet kaynağı olacaktır.
Suudi Arabistan, Mısır ve FETÖ bağlamında kurulan yeni cephe, bunun
habercisidir. Çift hazneli huni gibi olan Lübnan’ın bu konudaki birikimi burayı
ayrıca çok önemli kılmaktadır.
Filistin’in,
Mısır’ın, Cezayir’in, Irak’ın, Afganistan’ın, Sudan’ın, Nijerya’nın ve etnik
terörün etkili olduğu ülkeler birlikte değerlendirildiğinde nerede ise tüm
İslam dünyasının ve üçüncü dünyanın terörize edildiği ortadadır. Bu bir tesadüf
değil bir stratejidir. Eşzamanlı olarak bu sayılan coğrafyalarla ilintili
terörün Batı ülkelerinde de kendisini göstermesi gerçekten de metafizik bir
konu olma eğilimi ve hatta gerçeği içermektedir. Bu bağlamda Lübnan’ın,
Mısır’ın ve Suudi Arabistan’ın yanında FETÖ’nün bir cephe oluşturması
teo-strateji, teo-ekonomi, teo-örgüt ve teo-siyaset perdesini açacaktır. Bu da
metafizik terör ve metafizik ezoterik savaşa geçiş sürecidir. Lübnan birikimi
bu dönem için neden stratejiktir, sanırım anlaşılmıştır. (bitti)