Ailelerin toplu bir şekilde intihar etmesi çok önemli toplumsal bir negatif
sinyal
İlk Fatih’te, ardından Antalya ve tekrar İstanbul’da
gerçekleşen toplu intiharlar büyük bir toplumsal bunalımın ön habercisi. Üç
olayda da, intihar mağdurlarının ciddi bir maddi sıkıntı içinde olmaları dikkat
çekiyor.
Bu vahim olayları tümüyle maddi yoksullukla açıklamak
yeterli değil. Toplumda birikmiş çok büyük bir sorunun, çaresizliğin, geleceğe
dair korkuların biriktiğinin işareti. Bütün bu olayların sebebini sadece
sosyologların, psikiyatristlerin açıklamalarına ve çözüm bulmalarına bağlamak
sorunu ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Burada esas sorumlu yönetimi belirleyen, yönlendiren
siyasettir, intiharlar siyasetin yaratmış olduğu toplumsal, ekonomik, adalet,
sosyal gerginlik ortamlarının bir sonucudur.
Ülkedeki gelir adaletsizliği en temel nedenlerden
birisi olarak önümüze çıkmaktadır. Memleketin kaynakları son yıllarda siyasetin
din-mezhep ayrıştırması ile ortaya çıkan cahil ve korkunç görgüsüz bir kesimin
doymak bilmeyen insanları tarafından devlet eli ile sömürülmektedir.
Din-milliyetçilik-TV dizi pompalaması ile uyuşturulmuş kitleler ise yoksulluk
içinde yaşıyor olmalarına rağmen kendilerini bu duruma düşüren siyaseti
desteklemeye devam etmektedirler.
Dengeleri tamamen bozulmuş ekonomik ortam istihdam
üretememekte, üretim yapamamakta, sadece inşaat sektörü ile gelişmeye
çalışmaktadır. Mevcut işletmeler en olmadık vergiler, zorluklar, engeller
içinde ara sıra pompalanan teşvikler sayesinde yaşam şavaşı verirken, yeni iş
sahaları üretememekte, işsizlik her gün daha da artmaktadır.
Siyaset sadece daha fazla oy alma peşindedir. İnsanlar
çok uzun bir süredir, dilenciye yardım gibi verilen sosyal yardım ile yaşatmaya
alıştırıldı. Muhalefete güvenmeyen, acizleştirilen ve ruhsuzluğa itilen,
sefillik içinde yaşayan bu kitlenin tek derdi kötü de olsa bu düzenin bozulmamasıdır.
Düzene isyan eden ve onuruyla üretmek, çalışmak
isteyenlerin önleri tıkalıdır. Zira tüm üretim araçlarına giden yol bu
siyasetin kaymaklı yardakçıları, tarikatlara, partiye tam biat etmiş görgüsüz
ve cahil kesim tarafından tüm yollar kapatılmış durumdadır. Sadece bu imtiyazlı
kesim boşalan istihdamdan, ihalelerden, devlet olanaklarından yararlanma
hakkına sahiptir. Diğerlerinin hiçbir şansı yoktur bu ülkede.
İşsizlik korkunç boyutlarda, genç nüfus, üniversite
mezunları işsizlikten kırılıyor ama eğitim üzerinden bir kandırmaca son hızla
devam ediyor, ekonomik imkanı olmayan aileler sonucu hüsran-işsiz kalma bile
olsa çocuklarını işlevsiz eğitim kurumlarına yollamak için tüm maddi
imkanlarını kullanıyorlar.
En önemli sorunlardan birisi ise toplumun kamplara
ayrıştırılmış olması, ötekileştirme, sevgisizlik, saygısızlık ve
merhametsizliğin tavan yapmış olmasıdır. Kişiye göre uygulanan adalet kavramı
toplumda inandırıcılığını tamamen yitirmiş, adalet kavramını unutan toplum her
türlü adaletsizliğe, talana, hırsızlığa, vurguna, tahribata açık ve bunları hoş
gören bir kitle haline getirilmiştir.
Toplumu yöneten muktedirleri, muhalefeti ülkenin bugün
içine düştüğü gerçek yıkım ilgilendirmiyor. Yok edilen tarım, işsizlik, eğitim
felaketi, doğa katliamı, dünyada yalnızlaşma, toplumsal dengelerin bozulması
bunları rahatsız etmiyor. İktidar ele geçirmiş olduğu medya kanalı ile
Türkiye’de her şeyin güllük gülistanlık olduğunu pompalıyor, muhalefet ise köy
kahvesi sohbeti üslubu ile, temcit pilavı gibi her gün iktidarın neleri yanlış
yaptığını tekrarlıyor.
Sağlam ve üretici fikirler üreten, toplumsal
değişikliğe start verecek siyasetçi yok gibi, olanlar da seslerini
duyuramıyorlar.
Çaresizlik ve umutsuzluk sarmalına düşmüş insanlar,
koyunun kasap bıçağı bekler bir umursamazlık içinde “Biz ne yapabiliriz ki”
diyerek sürece ahlayıp, vahlamaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Toplum çok ağır bir biçimde psikolojik hasta. Kimse
suçu bir başkasının üzerine atmaya kalkmasın. Toplumun bu hale gelmesinde
hepimiz bireysel olarak suçluyuz. Zırlamanın, göz yaşı dökmenin de bir faydası
yok. Her birey bu inanılmaz gidişata, bu çürümeye “akılcı ve demokratik
yollarla” mücadele etmenin yollarını aramalı.
Dr. Ahmet Güler