MİLLİ KALKINMA & KÖY ENSTİTÜLERİ & MİLLİ KALKINMA PROJELERİ

MİLLİ KALKINMA DOSYASI /// Prof. Dr. Haluk Günuğur : Böyle bir girişim Montrö Sözleşmesi’nin sonu olur


Prof. Dr.
Haluk Günuğur :
Böyle bir girişim Montrö Sözleşmesi’nin sonu olur


LİNK : https://odatv.com/boyle-bir-girisim-montro-sozlesmesinin-sonu-olur-05012059.html


Nurzen Amuran sordu, Gedik Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Günuğur yanıtladı…




Odatv, 05.01.2020 08 

Nurzen
Amuran: Kamuoyunun gündeminden düşmeyen Kanal İstanbul Projesiyle ilgili 1595
sayfalık “ÇED raporu” kimseyi ikna edemedi. Sadece İstanbul için taşıdığı
riskler yanında uluslararası hukuk açısından da pek çok soruyu beraberinde
getiriyor. Bu hafta da boğazların uluslararası hukuk açısından önemini dile
getirelim diyoruz. Konuğumuz Prof. Dr. Haluk Günuğur…


Uluslararası hukuk açısından Montrö Sözleşmesinin ne ifade
ettiğini bir de sizden öğrenelim.


Haluk Günuğur: 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö (Montreux) Boğazlar
Sözleşmesi ile sadece İstanbul Boğazı değil aynı zamanda Marmara Denizi ve
Çanakkale Boğazı da sözleşmeye dahil edilmiştir… Bilindiği gibi bu Sözleşme,
24 Temmuz 1923 tarihli Lozan (Lausanne) Barış Antlaşması’nın Boğazlarla ilgili
statüsünü değiştirmiştir. Gerçekten, Lozan’a göre Boğazlar Bölgesine Türk
askeri yerleştirilemiyor, buralarda tahkimat yapılamıyor, savunma tedbirleri
alınamıyordu. Asıl sorun buydu. Yabancı askerler Boğazlar bölgesinden
çıkarılmıştı ama bölgeye Türk askeri de sokulamıyordu. Hem Çanakkale Boğazı,
hem Marmara Bölgesi, hem de İstanbul Boğazı silahsız, askersiz, savunmasız
bırakılıyordu. Lozan statüsüne göre bu bölgede, hiçbir istihkâm, hiçbir topçu
tesisi, hiçbir deniz üssü olmayacaktı.


Amuran: Bu durumda Boğazlar üzerinde egemenlik hakkımız yoktu,
değil mi?


Günuğur: Elbette. Dokuz devlet temsilcisinden oluşan bir “Boğazlar
Komisyonu” görev üstlenmişti. Bu Komisyonun başkanı gerçi Türk’tü ama Türkiye,
dokuz üyeli komisyonda sadece bir oya sahipti. Kaldı ki, Boğazlardan savaş
gemilerinin ve uçakların geçişini Türkiye denetleyemiyor, sadece Boğazlar
Komisyonu bu yetkiyi kullanıyordu. Bu uygulama ile dediğiniz gibi bu statü,
Türkiye’nin ulusal egemenliğiyle bağdaşmıyordu.


Amuran: Size göre Montrö Sözleşmesiyle nasıl bir güvence
sağlandı?


Günuğur: 9
Kasım 1936 tarihinde yürürlüğe giren Montrö Sözleşmesi ile Türkiye’ye “mutlak
egemenlik devri” yapıldı. Türkiye’nin bölgede silahlanması sağlandı
.
Türkiye, Montrö öncesinde Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirmek isterken, Birleşik
Krallık’ın desteğini aldı ve Lozan’dan sonra bölgede “koşulların değiştiği”
tezine dayandı. Haklıydı. Koşullar değişince anlaşmalar, sözleşmeler de
değiştirilebilirdi. Bu ilkenin Uluslararası Hukukta yeri vardır. “Rebus Sic Stantibus” kuralı
bunu öngörür.


Amuran: Türkiye Boğazların egemenliğini devralırken, Uluslararası
boyutta hangi konularda sorumluluk üstlenmiştir?


Günuğur: Montrö Sözleşmesi 3 konuyu dengelemiştir. Bunlar aynı
zamanda Türkiye’nin uluslararası yükümlülüğü de olmuştur:


1. Türkiye’nin kendi ulusal güvenliği,


2. Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlerin güvenliği,


3. Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin çıkarları.


İkinci Dünya Savaşı yıllarında Montrö Sözleşmesi son derece
önemli olmuştur. Bu Sözleşme yapılmamış olsaydı, Türkiye büyük olasılıkla
İkinci Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalacaktı.


Amuran: Montrö, savaşın dışında kalmamızı nasıl sağladı?


Günuğur: Montrö olmasaydı;


– Savaşan tarafların Boğazlardan geçecek savaş ve ticaret
gemileri engellenemeyecekti,


– Ayrıca, askerden arındırılmış statüdeki Boğazların her iki
yakasındaki Türk toprakları, güvenlik açısından çok hassas bir konuma
geleceğinden, Birleşik Krallık ve müttefikleri, Türkiye’yi savaşa sokmak için
her türlü kışkırtma ve tahrik faaliyetlerini kolaylıkla uygulama imkânına sahip
olacaklardı. Montrö ayrıca savaş yıllarında SSCB’ye yapılan askeri yardımların
Boğazlardan geçmesini önlemiş ve bu yardımların Baltık denizinden yapılmasını
zorunlu kılmıştır.


Amuran: Gerçekten bir “güvenlik mekanizması” oluşturması Montrö’nün
en önemli özelliklerinden biri. Sözleşmenin içeriğine bakacak olursak, hangi
düzenlemeler sizce çok önemli?


Günuğur: Montrö Sözleşmesi gemilerin geçiş düzeni bakımından son
derece kapsamlı hükümleri öngörmüştür. Sözgelimi, savaş zamanında ve barış zamanında
geçiş rejimleri farklıdır. Her iki durumda da ticaret gemileriyle; savaş
gemilerinin geçiş koşulları da farklıdır. Savaş durumunda Türkiye’nin savaşan
devlet olup olmaması da geçiş rejimini etkilemektedir. Türkiye savaşan devlet
ise müttefiklerin ve düşmanların gemilerine tanınan geçiş koşulları da
farklıdır. Karadeniz’de kıyısı olan, olmayan devletlerin savaş gemilerinin
Karadeniz’de kalış süreleri, sayıları, tonajları ve ön bildirimleri de
farklıdır. Türkiye’nin kendini “savaş tehdidi” altında hissetmesi durumundaki
yetkileri de ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre Türkiye, sözleşmenin 21.
maddesine dayanarak, Boğazlardan geçişleri sınırlama ve hatta tamamen kaldırma
yetkisine sahiptir. Montrö’de bu yetki Türkiye’ye uluslararası barış ve
istikrar kriterlerine göre verilmiştir. Bu düzenlemede Türkiye’nin Bölgedeki
rolü ve etkinliği de göz önüne alınmıştır.


Amuran: Ancak Montrö Sözleşmesi’nin süresi belliydi. Sanıyorum
20 yıl için yapılmıştı, değil mi?


Günuğur: Evet,
Montrö Sözleşmesi 20 yıllık bir süre için yapılmıştı. Bu süre 1956’da
dolmuştur. Bu tarihten 2 yıl önce ihbar etmek suretiyle sözleşmeyi tüm taraflar
kendileri açısından fesh edebilecekti. Ancak bu hak hiçbir devlet tarafından
kullanılmamıştır. Ayrıca her 5 yılda bir sözleşmenin kimi maddelerinin
değiştirilmesi taraflarca istenebilecekti. Fesih hakkı kullanılmadığı gibi,
madde değişiklikleri talebi de gelmediğinden, yaklaşık 84 yılını dolduran
sözleşme ilk günkü gibi ayaktadır ve tüm âkit taraflar bu sözleşmenin
arkasındadır.


Montrö Sözleşmesi’nin 29. maddesine göre, değişiklik önerileri
Sözleşmenin 14 ve 18. maddelerinde yer alan ve geçecek gemilerin tonajı,
Karadeniz’de kalış süreleri ve gemi sayıları ile geliş bildirim (ihbar)
süreleri ile ilgili hükümleri kapsıyorsa, oybirliği ile değil, taraf ülkelerin
¾ çoğunluğu ile bu hükümler değiştirilir. Bu ¾’lük oranın içinde hem Türkiye
kesinlikle olacak, hem de Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin de ¾’ü bulunacaktır.
Kısacası sözleşmenin hükümlerinin değiştirilmesi olanaksız değil, ama son
derece zordur. 


Amuran: Kamuoyunda tartışılan Kanal İstanbul Projesi Montrö
Sözleşmesini nasıl etkiler?


Günuğur: Türkiye Cumhuriyeti topraklarında böyle bir
kanalın açılması önünde hukuken bir engel olmamakla birlikte, böyle bir girişim Montrö
Sözleşmesi’nin sonu olur. Diğer âkit taraflar yine uluslararası hukukta geçerli
olan “Rebus Sic Stantibus” kuralını kullanarak sözleşmeden çekilebilirler. Bu
durumda Montrö ile Türkiye’ye tanınan Boğazların ve Marmara denizinin kontrolü
yetkisi Türkiye’nin elinden çıkar.


Amuran: Son derece riskli bir durumla karşılaşırız değil mi,
sonuç ne olur?


Günuğur: Örneklerle anlatayım. Başta ABD olmak üzeri birçok
büyük devletin savaş gemileri, herhangi bir tonaj limiti olmaksızın, ön
bildirimde bulunmaksızın, Karadeniz’de kalış sürelerini ve geçecek gemi
sayılarını kendileri belirleyerek gelip, Kanal’dan değil yine Boğazlardan geçerler…


Bu gemilerin, açılması düşünülen kanaldan geçmelerini zorlayacak
bir “hukuki düzenleme”de olamaz. Türkiye de, kısıtlamasız geçen savaş
gemilerine Çamlıca ve Bebek sırtlarından bakmak zorunda kalırlar… Bu konu savaş
gemileri dışında, “ticaret gemileri” için de böyledir. Çünkü uluslararası
hukukta ana kural “geçiş özgürlüğüdür”. Oysa Montrö bu özgürlük anlayışını “kontrollü
özgürlük” kuralına bağlamıştır. Şimdi Kanal İstanbul ile Türkiye, elindeki bu “beka”
boyutundaki yaşamsal kozu bir anlamda terk etmek gibi anlamsız bir girişime
sürüklenmektedir. Tamam, da ne karşılığında?


Uluslararası ilişkiler çıkarlar üzerine kuruludur. Ne alındı ya
da alınacak ki tek taraflı olarak bu hukuksal kozları elinizden
çıkartıyorsunuz?


Amuran: Peki size göre kanalın açılışının amacı ne olabilir?


Günuğur: Amaç
İstanbul Boğazı’ndaki trafiği azaltmak ise bu mümkün olmayacaktır.
 Bir yandan savaş gemilerini
Kanaldan geçmeye zorlayamayacağınız gibi, ticaret gemilerini de
zorlayamazsınız.
Çünkü Boğazdan geçen tankerler ton başına 0.90 dolar
öderken Kanal için düşünülen bedelin ton başına 5 dolar olduğu duyumları
alınmıştır. Bu bedel önceki bedelin 5 katından fazladır. 50.000 tonluk bir gemi
Boğazdan 45.000 dolara geçerken, aynı tonajda gemi kanaldan 250.000 dolara
geçecektir. Bir geçişte 200.000 dolarda fazla para kaybetmeyi hangi nakliye
firması kabul eder ki? Dolayısıyla kanal olsa bile gemiler yine Boğaz’ı
seçeceklerdir. Ayrıca, Kanalın açılması bu bölgede yeni bir şehirleşme ve rant
paylaşımı sağlayacaksa, bu konu “uluslararası hukukun konusu dışında” olduğu
için ben buna yanıt vermek istemem. Konunun uzmanları değerlendirmeli. Sonuçta
öngörülen geçiş bedelleri nedeniyle, geçiş için Kanal yerine yine Boğaz’a
yönelecek gemiler Boğaz trafiğini azaltmayacaktır.


Amuran: Sadece İstanbul Boğazını değerlendirdik. Oysa Montrö
Sözleşmesinde geçiş düzeni sadece İstanbul Boğazını değil Marmara Denizi ve
Çanakkale Boğazını da kapsıyor, değil mi?


Günuğur: Elbette, bu gerçek unutulmamalıdır. İstanbul Boğazı
Möntrö Sözleşmesi’nde öngörülen 3 unsurun sadece biridir. Sözleşmede geçiş
hükümleri; dediğiniz gibi İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale
Boğazı geçiş düzenini kapsıyor. Bu paketten herhangi bir unsur çekilip
çıkartılamaz. Yani, artık uluslararası hukukun parçası olan bu “Paket
delinemez”… Kanal ile birlikte Montrö’nün yürürlükte olacağını varsayarsak (ki
bence bu olamaz) Karadeniz’den gelen bir gemi Kanal İstanbul’dan geçip Marmara
Denizi’ne inse bile bu denizi ve Çanakkale Boğazını hangi hukuksal statüye göre
geçecek sorusu akla gelecektir. Boğazı kullanmayan bir gemi Marmara Denizi’nde
seyrederken Montrö paketini delmiş olacaktır.


Bu durum Akdeniz’den gelen gemiler için de aynıdır. Önce
Çanakkale Boğazını ve Marmara Denizi’ni Montrö’ye göre geçen bir gemi (ticaret
veya savaş) Kanal İstanbul’u kullanarak Karadeniz’e çıkmaya mecbur bırakılamaz.
Uluslararası hukuka göre burada “takdir yetkisi” gemi kaptanına aittir. Kaptan
sembolik geçiş ücreti ödeyerek, üstelik “Boğaz ve yalı manzaralı” geçiş varken,
neden Kanaldan paralı geçişi seçsin ki?


Amuran: Eğer Montrö uygulanamaz hale gelirse, Karadeniz’e geçmek
isteyen tüm ülkelerin gemileri ihbar süresine bakmadan istedikleri kadar
Karadeniz’de kalabilme olanağını bulacaklardır. Bu durum bütün ülkelerin işine
gelir ama en çok hangi ülkenin işine gelir sizce?


Günuğur: Bundan da en çok ABD yararlanacaktır. Karadeniz’e “uçak
gemisi, su altından gizlice denizaltı” dahi sokabilecek, Karadeniz’de deniz
üssü kurabilecektir. O nedenle belki de bu proje bir anlamda aslında “ABD
Rüyası”dır. Eğer öyle ise
ve Rusya da sonuçta böyle düşünüyorsa, bu durum Rusya açısından bir CASUS
BELLİ (Savaş nedeni) olabilir. Kime karşı? Tabii ki Türkiye ve ABD’ye
karşı… Bundan da en çok Türkiye zarar görür.
Yetkililerin bunu düşünmesi
gerekir…


Amuran: Montrö bize önemli yetkiler tanımış ancak 19 Aralık günü
Cumhurbaşkanı Cenevre’de
“Montrö’de bize tanınan bir hak yok. Gemiler Boğazlardan istedikleri gibi gelip
geçiyorlar. Öyle bir durum var” demişti.


Günuğur: Hayır!
Öyle bir durum yok. Kontrol mekanizması Türkiye’nin elindedir.
Şöyle ki:
Savaş gemilerinin geçişi en az 15 gün önceden Türkiye’ye bildirilmelidir. Bu
geçiş gemi sayıları ve tonajları bakımından sınırlıdır. Boğazlar üzerinde savaş
uçaklarının uçmasının kesinlikle yasak olması yanında, savaş gemileri ancak
gündüz geçebilirler. Denizaltılar ise ancak su yüzünden geçmelidir. Uçak
gemileri ise hiç geçemez. Kıyıdaş olmayan devlet gemileri Karadeniz’de 21
günden fazla kalamaz. Bu gemilerin toplam tonajı 45.000’i geçemez. Bunlar kontrol
değilse nedir?


Montrö varken
Karadeniz’de kıyısı olsun olmasın hiçbir gemi öyle elini kolunu sallayarak
Boğazlardan geçemez. Dolayısıyla, savaş ve ticaret gemilerinin geçişi tamamen
Türkiye’nin kontrolü altındadır.


Bu
hukuksal tablo karşısında Cumhurbaşkanının belki de ABD’nin “hayali” olan Kanal
İstanbul sadece “hoş bir hayal ya da seda” olarak kalmalı ve asla uygulamaya geçirilmemelidir.
Öyle ya, boşuna dememiş üstat; “Bâki kalan boş kubbede hoş bir seda imiş…” Öyle
kalsın…


……………………………………………………..


…………………………………………………….
(Söyleşinin gerisi Libya’ya asker göstermekle ilgili)


Amuran: . . . .  Çok teşekkürler.


Günuğur: Ben teşekkür ederim.


Nurzen Amuran


Odatv.com