ÜLKELER BAZINDA ANALİZLER & HABERLER & BİLGİLER /// ÜLKELER DOSYASI

İRAN DOSYASI /// Muhammed Rumeyhi : Korona İran’ın stratejik düşüncesini değiştirecek mi ????

Muhammed Rumeyhi : Korona İran’ın stratejik düşüncesini değiştirecek mi ????


14
Mart 2020


İran rejiminin komşuları ve dünyanın diğer
bölgelerinde yürüttüğü sıcak ve soğuk savaşların uzun yıllar İran iç ekonomik
durumu pahasına gerçekleştiği ve bunun sonuçlarından biri olarak İran sağlık
altyapısının çöktüğü varsayılıyor.


Geçici kayıplara gerekçe olarak; yolun
sonunda Velayet-i Fakih düşüncesine dayanan büyük bir ödül kazanılacağı
(imparatorluk kurma) ve sonrasında yeni toprakların (Fırat’tan Akdeniz’e) ve
(Umman Denizi’nden Kızıldeniz’e) zenginliklerinden yararlanılacağı öne sürüldü.
Bunun İran halkına zenginlik, güç ve şeref gibi genel bir fayda sağlayacağı
iddia edildi. Dolayısıyla İran rejimi için bu hedefe ulaşma yolunda söz konusu
bölgelerdeki halkları, kaynaklarının çoğundan ve temel hizmetlerden mahrum
bırakmanın yanlış bir yanı yoktur. Irak gibi komşu ülkelerin ele geçirilen
mevcut zenginliklerinin; askeri bir cephanelik inşa etmek, imparatorluk
projesine hizmet etmeleri için çok sayıda adamı eğitmek, Lübnan, Yemen, Irak ve
başka yerlerde söz konusu stratejinin propagandasını yapan etkili kolları
finanse etmek için kullanılmasında bir sakıncası yoktur. Tüm bunları, İran halkının
insani gereksinimlerini hiçe sayma pahasına gerçekleştirmekte bir beis yoktur.


Bu söylemler felsefesi, ideolojik ilahi
mesaj başta olmak üzere kültürel ve sosyal sloganlarla oluşturuldu. Söz konusu
hedefe ulaşmanın yolu sabretmekten geçiyordu. İranlı halı dokuyucuların
sabrederek sonunda büyük ödüle ulaşması gibi (Bazı Batılı yazarların
hoşlandıkları son söylem) sabırlı olmak gerekiyordu. Koronavürüsü ve maalesef
binlerce İranlının canını alması muhtemel salgınının yayılması, projenin
tamamının gözden geçirilmesi için bir uyarı zili olabilir. Zira İran’da
salgının yayılması ve yerleşmesinin en önemli nedenlerinden biri ne yazık ki,
İran’da şehir ve köy sakinlerini herhangi bir sağlık felaketine karşı koruması
için kendisine yeterli kaynak ve insan sermayesi tahsis edilmeyen sağlık
tesislerinin yapısındaki ciddi zayıflıktır. Kötü ekonomik koşullar ve kamusal
hizmetlerin finansmanındaki yetersizliğin ışığında tehlikeli hastalıklarla
mücadele için imkânların seferber edilmemesidir.


Uyarı zili; kaynaklar ve insanlar pahasına
bir imparatorluk kurma planlarının ne olursa olsun içinde yaşadığımız zamanda
başarısızlığa mahkûm olduğunu söylüyor. Şu ana kadar İran’ın komşularına
yayılma planları; sanki tehdit altındalarmış gibi “Şam’daki türbeleri korumak”,
“mezhepsel savunma” veya “mustazafları savunma” hatta “İsrail ve ABD ile savaş”
gibi bir dizi slogan ile pazarlandı. Bu tür sloganlar gerek basit ve sade
insanlar gerekse de çıkarları bu projeyle bağlantılı kişiler için cazip
olabilir. Ancak, akıllılar için bir saçmalıktır. Çünkü bu sloganların hepsi,
İranlı yönetici seçkinlerin inandıkları İran girişimlerinin (bölgede
genişlemek, güç ve zenginlikler elde etmek) arkasındaki gerçek projenin
hedeflerini gizlemekte ya da gizlemeye çalışmaktadır.


Tarih bize bu eğilimi anlamak için bazı
yönlerden kendisi ile karşılaştırabileceğimiz ve sonucunun ne olabileceğini
görebileceğimiz örnekler veriyor mu? Yanıt evet olabilir. Avrupa’da, 17’inci
yüzyılın ilk yarısının büyük bir bölümünde devam eden kanlı çatışmaları
kapsayan Otuz Yıl Savaşları adı verilen bir savaş yaşandı. Birçokları bu
savaşı, Katolikler ile Protestanlar arasında bir savaş yani modern tanımı ile
bir mezhepsel savaş olarak tanımlamakta acele ederler. Bazıları ise, İran ile
son yıllardaki yayılmacı projesi gereği komşuları ile arasındaki çatışmayı da
bu şekilde tanımlarlar. Oysa bu tanım yanlıştır. Otuz Yıl Savaşları’nda Katolik
Fransa hatta Papa’nın yaptığı gibi bazı Katolik güçler, Protestanları
desteklemişti. Aynı şekilde Protestan güçler de Katolikleri desteklemişti.
Bugün de Müslüman Kardeşler gibi bazı Sünni gruplar, İran projesini
desteklerken bazı Şii gruplar ona karşı mücadele ediyorlar. Bu noktada, mevcut
çatışmayı Şii-Sünni ya da mezhepsel olarak tanımlama ve standartlaştırma çabası
boşa çıkıyor.


Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşları’nın kontrol
ve ele geçirmek için yürütülen siyasi bir savaş olduğu gibi bugünkü çatışma da
tam anlamıyla siyasidir. Otuz Yıl Savaşları’nda orduların kıtanın başka
bölgelerinden paralı askerlerden yararlanması gibi bugün İran, Afgan,
Pakistanlı ve diğer bölgelerden paralı askerlerden yararlanmaktadır. Bu uzun
savaş sebebiyle bazı Avrupa ülkelerinin nüfusu yarıdan daha aza düştü.
Toplumdaki erkeklerin sayısı öyle azaldı ki dönemin savaş baronları kayıpları
telafi etmek için çok eşliliğe izin verdiler. Yine bu savaş nedeniyle geniş
bölgeler tahrip edildi, halk ormanlara ve tenha bölgelere göç etti. Açlık,
salgın ve hastalıklar yayıldı. Milyonlarca kişi öldü. Otuz Yıl Savaşları ile
bugünü geniş çizgilerle de olsa karşılaştırırsak, Suriye’de 10, Yemen’de 5,
Lübnan ve aynı şekilde Irak’ta 20 yıldır bir savaşın devam ettiğini görürüz. Bu
savaşların tümü, hedefi genişlemek olan sloganlar altında yürütülüyor.


Binlerce Suriyeli, doğrudan veya
cezaevlerinin bodrumlarında işkence ile öldürüldü. Milyonlarcası içeride ve
dışarıda mülteci haline geldi. Hiçbir gerekçe olmadan binlerce Yemenli hayatını
kaybetti. Husiler ve Tahran’dan kendilerine verilen kesintisiz destek nedeniyle
Yemen köy ve şehirleri harabeye dönüştü. Lübnan’da devlet, Hizbullah kontrolü
ve terörü altında iflas etti. Irak’ta devlet inşası durdu ve geleceğine İran’ın
silahlandırdığı ve eğittiği milis grupları el koydu.


Bugün karşımızda duran bu sahnenin bazı
özelliklerini – zamanın koşulları göz önüne alınarak- 17’inci yüzyılın ilk yarısında
Avrupa’da görülen kanlı çatışma sahnesine ve bıraktığı korkunç olumsuz etkilere
benzetebiliriz. İran’da yeni tip koronavirüsün ortaya çıkmasıyla (ki bu
haberler hiç kimseyi memnun etmemiş aksine herkesi endişelendirmiştir) iktidar
seçkinleri, inandıkları bu projenin ne kadar boş olduğunu, İran halkı ve bölge
sakinlerine yönelik felaket sonuçlarının farkına varacak mı?


İran’ın tarihin doğru tarafında yer
almasının acil bir hal aldığını kabul edecek mi? Akıllı kimselerin, füze ve
hızlı botlar stoklamanın, nükleer programı aktifleştirmenin, paralı askerlerden
ordular kurmanın ya da sınır dışına destek kuvvet göndermenin, bütün bunları
yaparken de halkını yoksullaştırmanın, hizmet ve siyasi alt yapıyı
zayıflaştırmanın, Avrupa’da savaşan şehirlerin tamamen boşalıp yıkılması gibi
bir sonuca neden olacağı gerçeğini kanıtlamaya ihtiyaçları yoktur.


Belki de bu ders, İranlı seçkinler için
çok bir şey ifade etmeyebilir. Ancak İran rejiminin başta inkar ettiği salgın
(Rejim daha sonra virüsün ABD laboratuvarında üretildiği ya da Allah’ın
Çinlilere bir cezası olduğunu söyledi ve insani bir felaketi önlemek için 70
bin tutukluyu serbest bırakmak zorunda kaldı) rejimin gerçeklerle başa
çıkmasını sağlayabilir. İtiraf edilmesi gerekeni itiraf etmek konusundaki aşırı
zayıflığını aşmasına yol açabilir. Herhangi bir ideoloji ya da bayrak altında
bir imparatorluk kurmanın günümüzde artık imkansız olduğunu, kaynakların kötü
kullanımından, içeride ve dışarıda şehir ve ülkelerin yıkılmasından başka bir
sonucu olmayan Donkişotça savaşlardan ibaret olduğunu itiraf etmesine neden
olabilir.


Suriyelilerin tüm vatandaşların eşit
olduğu modern bir devlet inşa etmek istedikleri, Yemenlilerin geçmiş
yüzyıllarda kötülüklerini deneyimledikleri bir imamlık rejiminde yaşamak
istemedikleri, Iraklıların İran’ın projesinden bıktıkları, Lübnanlıların geniş
bir kesiminin bu projeden yakındığı kesindir. Tüm bu bölgelerde, İran
projesinin yıkma gücüne sahip olduğu ama inşa etme gücüne sahip olmadığı inancı
artmıştır. Korona, İran’ın projesini çökertmeye başladı. İran’ın Irak, Türkiye,
Lübnan ve Körfez ülkeleri ile sınırları kapatıldı. Peki, şu anda birden fazla
yerde sesini yükselten uyarı zili, projenin liderlerini uyandırıp başarısız
olduğunu itiraf etmeye, geleceğe yönelik diğer seçeneklere yönelme çabasına
itecek mi? Yoksa uçurumun kenarına ulaşana kadar bu yolda ilerlemeyi
sürdürecekler mi?


Son olarak; uluslararası ilişkilerde başka
bir ülkenin vatandaşlarına –pasaportlarını damgalamadan- ülkenize giriş ve
çıkış yapmalarına izin vermeniz kabul edilemez ve kural dışıdır. Ne var ki
İran, Suudi Arabistanlıların topraklarına bu şekilde girmesine izin verdi. Bu
da hastalık tuzağına düşmelerine neden oldu. Bu kişiler hem politikanın hem de
bilgisizliklerinin kurbanı oldular. Ülkelerini tehlikeye maruz bıraktılar.


Muhammed
Rumeyhi


Kuveyt Üniversitesi’nde
Sosyoloji profesörü…


Şarkulavsat