Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral : Korona insanlık için bir fırsat
26 Mart 10:56
Eski BM Kalkınma Programı
Müdürü Bartu Soral, yükselen kamucu eğilimlere işaret etti. Zenginliğin bir
avuç elitin elinde toplandığı mevcut sistemin aşırılıklarının törpüleneceğini
belirten Soral, kamunun üretimde, denetlemede, düzenlemede varlığının öneminin
ortaya çıktığını kaydetti.
RECEP ERÇİN
Eski Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)
Program Müdürü, Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral ile koronavirüs salgısı sonrası
küresel ekonomide yaşananları konuştuk. Yükselen kamucu eğilimlere işaret eden
Soral, “Kapitalizm bitti sonucuna varmıyorum. Ama ben; şirketlere,
piyasaya tapınan, finansal işlemlerle dünyayı yöneten, zenginliğin bir avuç
elitin elinde toplandığı mevcut sistemin bu aşırılıkları törpülenecektir,
törpülenmek zorunda diyorum” ifadelerini kullandı.
Kalkınma Ekonomisti Soral’ın sorularımıza verdiği
cevaplar şöyle oldu:
- Sizinle yaptığımız sohbette koronavirüsün dünya iktisadını
değiştirdiğini ifade ettiniz. Okurlarımız için bunu biraz açar
mısınız?
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en büyük kriz ile
karşı karşıyayız. Size hemen bir iki veri vereyim. Goldman Sachs, ABD
ekonomisinin ikinci çeyrekte yüzde 24 daralacağını tahmin ediyor. FED sorunun
çözümü için sonsuz para basacağını duyurdu. Sonsuz para basmak ne demektir?
Tuşa basıp, sonu, sınırı olmayan para basacağım diyor. Bu konuya döneceğim.
Önce sorunuza bağlı kalıp, mevcut sistemin durumunu açmak istiyorum.
GÖRÜNMEZ ELE NE OLDU?
Geçen gün New York Valisi, “Tıbbi malzeme üreten bütün
özel şirketler kamulaştırılsın. Fiyatı normalde 70 sent olan maskeyi 7 dolara
satıyorlar. Biz o fiyata almazsak diğer eyaletlere satıyorlar” dedi. Yani
devlet fiyata ve piyasaya müdahale etsin dedi. Halbuki teoride, “görünmez el”
piyasaları insanlığın çıkarını maksimize edecek biçimde çalıştıracaktı. Devlet
müdahalesine gerek yoktu. Kamu hiçbir alanda olmayacak, şirketlere tapacak;
onlar bizi ihya edecekti. En kaliteliyi, en ucuza üretecekler, halk
kazanacaktı. Şimdi soralım New York Valisi’ne; “Ne oldu; kriz kapıyı çalınca
görünmez el içeri mi kaçtı da 70 sentlik ürün 7 dolara çıktı”?
Bu sadece korona döneminde mi böyleydi? Hayır.
Yıllardır büyük şirketler monopol veya oligopol olarak, istediği fiyat ve
çalışma koşullarını dayatıyordu. Ama kitleler işsiz kalma tehlikesi ve sistemin
dışında çare aramanın yaratacağı daha da acı yüklerin korkusu ile kaderine razı
biçimde yaşamlarını sürdürüyordu. Bu durumu sadece çalışanlar için düşünmeyin.
Çok uluslu büyük şirketler, gelişmekte olan ülkelerde taşeronlaştırdıkları
üreticilere benzer bir baskıyı uyguluyor.
KAMUNUN ÜÇ ALANDAKİ DEĞERİ ORTAYA ÇIKTI
Şimdi bakınız; kapitalist piyasa rekabete dayanır
değil mi? Güzel. Biz yıllarca dedik ki; devlet fabrikaları ile rekabette
katılsın. Üretimde var olsun. Hem piyasadaki üretim kalitesini yukarı çeksin,
hem piyasada oluşan monopol, oligopol veya arz talep dengesizlikleri sebebiyle
oluşan aşırı fiyatlamayı dengelesin, hem de özel sektörün kurmadığı fabrikaları
kursun. Çıktı bunu kapitalizmin göbeğindeki New York Valisi söyledi. Başka ne
oldu? Her şey özelleştirilsin, sağlık da özele devredilsin diyenler, korona sıkıştırınca;
“devlet nerede gelsin bizi kurtarsın” diye çığlık atmaya başladılar. İnsanlığın
temel hakkı olan bedava ve kaliteli sağlık politikasının önemi iyot gibi açığa
çıktı. Kamunun üretimde, denetlemede, düzenlemede güçlü bir biçimde varlığının
değeri ortaya çıktı.
FİNANSAL SİSTEM ÜRETİMDEN KOPTU
Ancak sorun sadece; “devlet yok olsun, yaşasın piyasa”
tapınmasının dünyayı baskısı altına almasında değil. Bir diğer sorun da,
1990’larda hızlanan ve kontrolün tamamen kaybolduğu finansal işlemlerde. Bir örnekle
anlatayım; 2017 yılında toplam dış ticaret hacmi 74 trilyon dolarken, yıllık
döviz işlemleri toplamı 1.27 katrilyona ulaştı. Bunun 1.11 katrilyonu banka
kredileri dışındaki finansal oyunlar için yapılan işlemler. Görüyor musunuz,
finansal işlemler hacmi ile bütün dünyada üretilen ürün ticaretinin toplam
hacmi arasında ne kadar fark var? Yaklaşık 20 kat. Bu finansal kazancı yöneten,
üretimden kopuk elitler, 1990’dan beri politikaları yönlendiriyor, seçimleri
bile etkiliyor. Dünyanın toplam varlıklarının yüzde 50’sinin 8-10 ailede
toplandığı tahmin ediliyor. Bunun sonucu ne? Finansal işlemler üstünden
ekonomiler büyüyor. Ancak bu büyüme toplumun büyük kesiminin alım gücünde reel
bir artış sağlamıyor. Yani yaratılan gelir topluma adil biçimde dağılmıyor. Peki
o zaman insanlar nasıl bu kadar tüketiyor? Cevap; hane halkı borçlarında,
kredilerdeki artışlarda. Türkiye’de 2003 yılında hane halkı 100 liralık gelirin
5 lirasını borçluydu, bugün 55 lirasını borçlu. İşin daha çarpıcı tarafı biz bu
alanda düşük borçluyuz. Gelişmiş ülkelerde hane halkı 100 liralık potansiyel
gelirin 150-200 lirasını şimdiden borçlanmış. Yani tüketim reel kazançlarda
artışla değil, borçlanarak, banka kredileri vasıtası ile yapılıyor. Bu durum
doğal olarak insanları geriyor, psikolojisini bozuyor. İnsanların eski döneme
göre çok daha gergin olmasının sebebi bu çarpık sistem.
TÜRKİYE İÇİN BİR FIRSAT
- Peki koronavirüsten çıkan sonuç ne?
Korona, halının altına süpürülen bütün bu sorunları
ortaya çıkarttı. Bizim yapamadığımızı korona yaptı; herkese bu paradigmaları
sorgulattı. Yanlış anlaşılmasın, yaşadığım tecrübeler benden naifliği tamamen
aldı götürdü. Ben buradan “kapitalizm bitti” sonucuna varmıyorum. Ama ben;
şirketlere, piyasaya tapınan, finansal işlemlerle dünyayı yöneten, zenginliğin
bir avuç elitin elinde toplandığı mevcut sistemin bu aşırılıkları
törpülenecektir, törpülenmek zorunda diyorum. Açıkçası küreselleşme yanlısı
olan bu finansal elitlerle devleti yöneten özellikle bürokrasi ve siyaset
arasında bir sürtüşme olduğunu düşünüyorum. Zira bu sistemin sürdürülebilirliği
yok. O sürtüşme de açığa çıkıyor. Göreceksiniz ABD, koronadan en olumsuz
etkilenen ülke olacak. Ve bundan çok daha önemlisi, Türkiye’de bu işi bir
dengeye oturtmak için önümüze bir fırsat geldi diyorum.
Bartu
Soral: Yeni PETKİM’ler lazım
RECEP ERÇİN
E. Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı (UNDP) Program Müdürü, Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral ile
koronavirüs salgınıyla başlayan, küresel ekonomideki eğilimleri konuşmayı
sürdürüyoruz. Söyleşimizin dün yayınlanan bölümünde krizin en çok ABD’yi etkileyeceğini
anlatan Soral, Türkiye için de bu dönemin bir fırsat getireceğini ifade etti.
Soral, söyleşimizin bugünkü bölümünde ise merkez kapitalist ülkelerin attıkları
adımlara dikkat çekerek, karma ekonomik modelin gündemde olduğunu ve
ekonomilerin insanları öncelemesi gerektiğini söyledi.
- Koronavirüs pandemisi ile başlayan küresel piyasalardaki çöküş bir 29
Buhranı benzeri bir yapıya evrilmeye başladı. O dönem ABD’deki Franklin D.
Roosevelt yönetimi kamu müdahalesini içeren bir dizi tedbirle ekonomiyi
buhrandan çıkarmaya çalıştı. Bugün de benzer eğilimlerin hatta belki daha
da ötesinin merkez kapitalist ülkelerde dillendirilmeye başladığını
görüyoruz. ABD’nin FED eliyle aldığı tedbirler işe yarar mı?
Şimdi geldik yukarıdaki konuya. ABD krizle mücadele kapsamında
önce faizleri sıfırladı. Ardından önce 1 trilyon dolar, ardından 2 trilyon
dolar parayı bankalardan tahvil alarak piyasaya süreceğim dedi. Sonunda “patron
çıldırdı” sorunu çözmek için sonsuz para basacağını ilan etti. Sonsuz para!
Neden? Piyasada para bolluğu olsun, bankalar tüketici ve üreticiye kredi
vermeye devam etsin diye. Ancak 2008 krizinde de denenen bu pansuman çare
olmaz, hele böylesine derin bir krizde hiç olmaz. Bu para piyasaya girmez.
İşsizliğin yüzde 25’lere yükselmesi, ekonominin yüzde 24 küçülmesi beklenirken,
ne tüketici eskiyen veya ihtiyacı olan TV, beyaz eşya, mobilya, telefon, ev
v.b. ürün almak için borçlanarak tüketir, ne özel sektör yatırım için
borçlanır. Zaten iki kesim de hayli borçlu. Bu işi para basarak çözemezsin. Faizi
sıfır da olsa kimse borçlanmaz. Para bankalarda durur. O sebeple ABD her
vatandaşa bin dolar vaat ederken, İngiltere 2 bin 500 pounda kadar olan
maaşların yüzde 80’ini karşılıyor. Kanada, Fransa, Almanya nakdi yardımlar
yapıyor.
Ve bu noktada son söz; “sonsuz para” basacağını ilan
ettin. Peki, bu da piyasayı canlandırmazsa ne basacaksın?..
DEVLET VATANDAŞINA İŞ VERECEK!
- Türkiye 29 Buhranı dönemini Kemalist Yönetimin karma ekonomik
modeli ile aşmıştı. Bugün Türkiye ekonomisinin mali yapısı ve üretim
ilişkileri göz önüne alındığında benzer bir program devreye alınabilir mi?
İşte burası çok önemli. Gerçekten çok önemli. Geldik
mi Keynesyen politikalara veya daha doğrusu Kemalist politikalara. Her canlı
bir gün Mustafa Kemal ile tanışacaktır…Yapılacak tek bir yol kalıyor. Devlet
vatandaşlarına iş verecek. Çarpıcı olsun; gerekirse bir kısmına yol kazdıracak,
bir kısmına o yolu kapattıracak ama iş sağlayacak. Bunun daha makul olanı;
üretime odaklanacak, fabrikalar kuracak. Ülke ihtiyaçlarına göre üretimi tekrar
planlayacak.
KARMA EKONOMİK MODEL
Biz buna karma ekonomik model diyoruz. Ve daha ötesi,
bugün bu modeli bizim uygulama alanımız daha açık. Zira hem uyguladık geçmişte
kalmış olsa da bir tecrübemiz var hem de bu model ile uygulamaya
yapabileceğimiz pek çok fırsat sektör var. Örneğin, talep esnekliği çok düşük
olan, yani ürüne olan talebin krizde dahi düşmeyeceği gıda, yani tarım.
İnsanlar gelirleri azalınca telefondan vazgeçer ama ekmekten vazgeçmez. Bizim
tarımda dev bir potansiyelimiz var ama bunu doğru düzgün planlamadığımız için
100 birim yerine 10 birim çıktı alıyoruz.
- Tarımdaki potansiyelden söz eder misiniz?
Türkiye’de 239 bin kilometrekare tarım alanı var. Doğu
ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde mayınlı, dolayısıyla hiç ekilmemiş tahmini 10
bin kilometrekare verimli toprak bulunuyor. Ayrıca son 15 yılda çiftçi yaklaşık
27 bin kilometrekarelik toprak üstünde çiftçilik yapmayı bıraktı. Çünkü zarar
ediyor. Verimli ve sulanabilir 40 bin kilometrekarelik tarım alanı sulanmıyor.
Bu potansiyele karşılık Türkiye tarımda yıllık 4.5 milyar dolar dış ticaret
açığı veriyor. 41 bin kilometrekarelik Hollanda’nın bu alanda dış ticaret
fazlası 55 milyar dolara ulaşıyor. 2002 yılında Türkiye’nin yüzde 37’si kırsal
nüfustu, bugün yüzde 13’e geriledi.
Anadolu toprakları endemik tür açısından dünyanın en
zenginlerinden. Ayrıca 4. buzul çağından geçmediği için genetik gelişimi ve
bitki örtüsü ile benzersiz. Klimatolojik olarak dünyada üç farklı iklim
mevcutken Anadolu topraklarında 6 farklı iklim hüküm sürüyor. Yani ülkemizde
yetişmeyecek hiçbir ürün yok. Topraklarımız kükürt ve bor açısından çok zengin
olduğu için yetişen bitkiler insan sağlığı açısından paha biçilmez öneme sahip.
Planlanır ve doğru politikalar uygulanırsa, dünyanın bir numaralı tarım markası
haline gelecek bir potansiyel elimizin altında.
- Sanayi alanında neler yapılabilir?
Tarım üretiminden tarım sanayine, kooperatiflere,
küçük butik üreticiye, hayvancılığa bir dizi planlama önerileri hazır. Ben daha
önce yazdım. Uzatmayalım. Türkiye’nin büyük bir bürokratik birikimi var.
Şimdi size Korona ile girdiğimiz bu yeni dönemden
nasıl faydalanabileceğimizi sanayi alanından bir örnekle anlatayım. Dış ticaret
verdiğimiz sektörler belli. En yüksek açık petrokimya; 2010-2017 arası toplam
ithalatımız 253 milyar dolar. Petrokimya, plastikten uçak yapımına kadar, ham
madde, ara madde ve nihai tüketim olmak üzere binlerce ürünü kapsıyor. Rafine
edilen petrolden arta kalan nafta petrokimyanın girdisi. Bir birimlik nafta
girdisine karşılık, ürünlerde değişiklik göstermekle beraber, 3-9 birim arası
çıktı alıyorsunuz. Yani katma değeri aşırı yüksek, çok karlı bir alan.
Cumhuriyet petrokimya sektörünü planlamış ve hayata
geçirmişti.
‘YENİ PETKİM’LER KURULMALI
1962 yılında yayımlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, Türkiye’de petrokimya tesisi kurulmasının gerekliliğini saptadı ve 1965
yılında Petkim kuruldu. Planlı dönemin başında TPAO, Petrol Ofisi, TÜPRAŞ ve
Petkim, tek şemsiye altında entegre kuruluşlardı. Daha sonra bu
kuruluşların her biri önce bağımsız hale getirildi; bu ilk hataydı. Sonra TPAO
dışındakiler özelleştirildi; bu da ikinci hata oldu. Petkim, 2008 yılında
özelleştirildiğinde 1.2 milyon ton kapasiteye sahipti. 2017 yılında yıllık
kapasitesi 1.6 milyon tona çıktı, yani aradan geçen yıllarda kapasitesi çok az
arttı. Naylon altı monomeri, klor alkali, karbon karası gibi önemli ürünlerin
üretimi ise özelleştirmeden sonra tamamen durduruldu!.. Petkim halen üretimde
ama kapasitesi ihtiyacın yaklaşık yüzde 12’sini karşılayabiliyor.
Petrokimya, yüksek teknoloji ve büyük sermaye
gerektiren bir sektör. Yatırım büyüdükçe maliyetler düşüyor, rekabet gücü
yükseliyor. Türkiye, süratle beş Petkim büyüklüğünde dev bir
petrokimya tesisi kurabilir. Bu tesis sadece üretimi az olan petrokimya
mamulleri değil, şu anda hiç üretemediğimiz sentetik kauçuklar, sentetik
tekstil ürünleri ve termoset hammaddelerinin üretimini de yapacak biçimde
planlanır. Tesis, yüksek teknoloji gerektirdiği için üretemediğimiz,
örneğin katalizörlerin de üretimini sağlayacak Ar-Ge yatırımını da
içerir. Bu dev tesisin yaklaşık maliyeti 15 milyar dolar.
DEVLET GARANTİLİ ÜRETİM PROJELERİ
İşte bu dönemin fırsatı bu. Uluslararası piyasalarda
para bol, faiz düşük. Bankalara merkez bankaları para boca edecek, ama bankalar
kredi verecek ülke, yatırımcı, tüketici bulamayacak. Türkiye bu örnekte
anlattığım gibi, ayakları yere basan, üretim maliyetleri, nakit akışları, satış
pazarları belli, detaylı ve gerçekçi yatırım projeleri hazırlarsa, yanına da
devlet garantisi koyarsa, bütün ekonomisini yeni baştan dizayn edebilir. Bunun
için finansmanı küresel piyasalardan çok düşük faiz ile sağlar. Sanayi ve
tarımın yanında, bu yatırım projeleri ile entegre biçimde teknoloji geliştirme
ve ara eleman eğitimi alanındaki açığını da kapatır. Ancak elbette bu iş
planlama ister, stratejik akıl ister, bilgi ister, kalkınma kültürü ister. Bu
para bolluğu bize bu fırsatları tanıyor.
EKONOMİ İNSANI ÖNCELEMELİDİR
- Hükümet işletmeler bazında bir dizi tedbiri geçen hafta itibarıyla
uygulamaya karar verdi. Ancak geniş halk kesimlerini önceleyen ilave
tedbirlerin alınmasına yönelik sesler yükseliyor. Geçen yıl tek seferlik
gelirler düşüldüğünde milli gelirin yüzde 5’ini aşkın oranda açık veren
kamu maliyesinde yeterli alan var mı?
Şimdi, iki önemli konuyu vurgulayalım. Bir: ekonomi
politikasında öncelik; insana yaşamı boyunca gerçekleştirmek istediği hayat
projesine imkan sağlayan ortamı yaratmaktır. İkincisi kamu maliyesi sorusu ile
ilgili; vatandaş genel yaşam düzeyinin altına inmeyecek. Bunun için bütçede
açık verilebilir. Evet bu dengeleri bozup, faizlere ve enflasyona yukarı yönlü
baskı yapabilir. Ama o yükü de devlet üstlenecek. Ayrıca biz kamudan
Suriyelilere 30 milyar dolar harcamış, aşırı pahallı binalar yapmış bir
ülkeyiz. Böyle bir günde bütçe açığı gerekçesi ile vatandaşa sahip çıkmayan bir
siyaset, seçimde bunun hesabını vermek durumunda kalır diye düşünüyorum. Kriz
için açıklanan paketi yetersiz buldum. İstihdamı da, hane halkını da üretim
güçlerini de yeterince korumuyor. Örneğin; korona boyunca işten çıkartmayı
zorlaştırır, buna karşılık işveren üzerindeki vergi yüklerini
kaldırabilirdi. Üstüne düşük maaşlı çalışanları korumak adına işten
çıkartmaya kesin izin vermeyebilir buna karşılık 3 bin TL’ye kadar olan maaşların
yarısının ödemesini devlet üstlenebilirdi. Bu söylediklerim birer örnek.
Mutlaka bürokrasi de bunları düşünüyor, biliyor.