Ege Adaları ile ilgili konular dönem dönem herkesin ilgisini bir şekilde
cezbetmiştir. Uluslararası ilişkiler bölümü mensubu olsun olmasın herkes bu
konu ile ilgili bir yargı sahibidir. Fakat sıkça düşülen yanlışlardan birisi
Ege Adaları gibi tartışmalı ve tarihsel bir arka planı bulunan meseleleri
sadece bir tarafın anlattıkları vasıtasıyla öğrenmek ve bu bilgi üzerine yargı
kalıpları oluşturmaktır. Bu yazıda hem Yunanistan’ın hem de Türkiye
Cumhuriyeti’nin duruma ilişkin duruşlarına yer verilerek mukayeseli bir biçimde
soruna yaklaşılacaktır. Ege Adaları, yaklaşık 23.000 km2 alanı kaplayan 3000’e
yakın ada ve kayalığın oluşturduğu stratejik bir odak noktasıdır. Bu adalar Ege
ve Akdeniz’de bir hegemonya kurmak isteyen her devletin hedefinde olmuştur.
Tarihten bir örnek vermek gerekirse Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u
fethettikten sonra ilk iş olarak Akdeniz’de Türk egemenliğini pekiştirmek adına
bir sonraki hedefini Ege Adaları olarak belirlemiştir. Bu kapsamda ilk başta
Küçük Asya’ya yakın olan adaları fetheden Fatih Sultan Mehmet bugün de Türkiye
Cumhuriyeti’nin serzenişlerini haklı çıkaracak bir şekilde ilk olarak anayurdun
güvenliğini öncelikli olarak tehdit edebilecek adaları egemenliği altına
almıştır. Bu bağlamda ana problem olarak ele alınacak olan Ege Adaları’nın
silahlandırılması sorunu Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan perspektifleri
bağlamında açıklanmaya çalışılacaktır. adalarin-silahlandirilmasi Ege
Denizi’ndeki adalar, coğrafi konumları ve statülerini tespit eden anlaşmaların
düzenlenme şekilleri kapsamında 6 ayrı gruba ayrılmaktadır; Boğazönü Adaları
Saruhanlar / Doğu Sporatlar Kuzey Sporatlar Kiklatlar Oniki Ada / Menteşe
Adaları ve Meis Adası Güney Ege Adaları Yunanistan’ın egemenliği altında bulunan
adaların birçoğu uluslararası antlaşmalar ile silahsızlandırılmış statüsü
koruma altına alınmıştır.
Bunlar; Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 8. Maddesi ile Boğazönü Adaları
(Limni ve Semadirek) Lozan Barış Antlaşması’nın 13. maddesi ile Merkezi Doğu
Ege Adaları (Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya) 1947 Paris Barış Antlaşması’nın
14. Maddesi’nin 2. Fıkrası uyarınca ile de Oniki Adalar Silahsızlandırılmıştır.
Bu antlaşmalar ile adalarda kolluk kuvvetleri dışında bir silahlı kuvvet
bulundurulmaması ve tahkimat yapılmaması hükme bağlanmıştır. Ana problem teşkil
eden Ege Adaları’nın silahlandırılmasının kaynak noktası ise 1960’lı yıllara
denk düşmektedir. Yunanistan bu yıllarda adaların bir kısmını gizlice
silahlandırmaya başlamış bu bağlamda ilk atılımını 1952 yılında Oniki
Ada’lardan Leros Adası’nda askeri amaçlarla da kullanılabilecek bir havaalanı
kurarak yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti buna cevaben Kıbrıs Barış Harekatı’ndan
sonra karargahı İzmir’de olacak Ege Ordusu’nu kuruştur. Bu ve benzeri durumlar
1960’lı yıllardan itibaren Yunanistan ile Türkiye arasında Ege denizi merkezli
bir güç çekişmesine dönüşmüş ve bu yıllardan sonra adalar alenen
silahlandırılmaya başlanmıştır. Yunanistan’a göre öncelikle Doğu Ege adalarının
silahsızlandırılmasına ilişkin farklı rejimler vardır; bunlar, Lozan Boğazlar
Sözleşmesi, Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması ile kurulan
rejimlerdir. 20 Temmuz 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin başlangıç
kısmında bu Sözleşme’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçmesi
kararlaştırılmıştır. Yani açıkça ifade edildiğine göre ve lex posterior derogat
priori ilkesi gereğince Montreux Boğazlar, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni ilga
etmiş, yürürlükten kaldırmış ve bu bağlamda hükümsüz kılmıştır. Buna ek olarak
Yunanistan’a göre, Montreux Antlaşması’nda silahsızlandırmaya ilişkin bir hüküm
bulunmamaktadır. Dolayısıyla Yunanistan’ın Boğazönü Adalarını silahsızlandırma
yükümlülüğü ortadan kalkmıştır. Türkiye’nin, Montreux Antlaşması’nın kabulü
için ortaya sürdüğü koşul olan rebus sic stantibus, Türk boğazları ve Boğazönü
Adaları için olduğu kadar, Yunanistan’ın egemenliğindeki Ege adaları için de
geçerlidir. Eğer Türkiye Montreux Antlaşması ile Boğazönü Adalarını
silahlandırma hakkına sahip olmuşsa, bu durum ve koşullar, aynı bölgede olan ve
aynı rejime tabi olan Yunanistan egemenliği altında bulunan adalar için de
geçerlidir.
Buna ilaven Türkiye, Montreux imzalandığında benzer bir görüşte olduğunu da
açıkça belirtmiştir. Tevfik Rüştü Aras TBMM’de “1924 Lozan mukavelesi ile gayri
askeri hale ifrağ edilmiş olan komşumuz ve dostumuz Yunanistan’a aid Limni ve
Samotra adalarına dair olan hüküm de Montreux mukavelesile kalkmış oluyor
demektir ki bundan da ayrıca memnunuz” demiştir. Yunanistan, iki ülke arasında
1930’larda iyi komşuluk ilişkileri kurulması ve II. Dünya Savaşı sonrasında iki
ülkenin aynı uluslararası güvenlik sistemi içinde olmaları sonucu koşulların
değiştiğini ve Yunanistan’ın söz konusu adaların silahlandırılması
yükümlülüğünü ortadan kaldırdığını iddia etmektedir. Merkezi Ege Adaları’nın,
Türkiye’nin yıllardır devam eden tehditleri altında bulunduğunu* iddia eden
Yunanistan, meşru savunma hakkının diğer bütün antlaşmalardan doğan
yükümlülüklerin öncesinde geldiğini öne sürmektedir. Oniki Adalar konusunda
ise, Oniki Adalar’ın 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması ile İtalya’dan
Yunanistan’a devredildiğini ve Türkiye’nin bu antlaşmaya taraf olmadığını
hatırlatan Yunanistan, uluslararası hukukta geçerli olan res inter alios acta
ilkesi gereği Türkiye’nin hiçbir hak iddiasında bulunamayacağını öne
sürmektedir. Yunanistan tarafının soruna yaklaşımı genel hatları ile bu seyirde
devam etmektedir. Ancak Yunanistan’ın bu duruşuna karşı Türkiye’nin konuya
ilişkin hukuksal argümanları daha detaylı ve güçlü durmaktadır. Öncelikle Türkiye,
Montreux’nün başlangıç kısmındaki “serbest geçiş hakkını, Türkiye’nin
güvenliğini koruyacak biçimde düzenlemek isteğiyle…” ifadesine dikkat çekerek,
söz konusu Montreux Sözleşmesi’nin amacının Türkiye’nin güvenliğini korumak
olduğunu belirtmekte ve Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin, Montreux ile çelişmeyen
hükümlerinin geçerliliğini sürdürdüğünü savunmaktadır.
Ayrıca Montreux, Türkiye’nin ilgili devletlere rebus sic stantibus ilkesi
uyarınca başvurusunun sonucunda anlaşmayla kurulan bir düzeni ifade eder. Bu
sözleşmedeki “yeniden silahlandırma” tüm Ege Adalarını ve ya tüm Boğazönü
Adaları’nı değil, alenen yalnızca Türk egemenliğindeki Boğazlar Bölgesi’ni
kapsamaktadır. Bununla birlikte Yunanistan Montreux’de imzacı bir taraf
olmasına rağmen, taraf olan diğer devletlerden adaların silahlandırılmasına
ilişkin herhangi bir talepte bulunmamıştır. Bunlara ilave olarak Montreux’de,
Türk egemenliğindeki adaların aksine, Yunan egemenliği altında bulunan adaların
tekrardan silahlandırılabileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığından dolayı
Yunanistan’ın Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ndeki silahsızlandırma yükümlülüğü
aynen devam etmektedir. Diğer bir şekilde ifade etmek gerekirse, Türkiye’ye
göre, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde “aynı” olarak değerlendirilen Boğazönü
adalarının statüsü, Türkiye’nin güvenliği gerekçesiyle, Montreux ile ayrılarak
değiştirilmiştir ve bu sebepten ötürü Yunanistan’ın, Türkiye’nin Montreux ile
elde ettiği silahlandırma hakkının, “kendiliğinden” Yunanistan egemenliğindeki
Ege adaları için de geçerli olduğu yönündeki iddiası, hukuksal olarak
geçersizdir. Ayrıca Montreux, Lozan Barış Antlaşması’nda değil Lozan Boğazlar
Sözleşmesi’nde değişiklik yapmıştır. Buna istinaden Yunanistan’ın Lozan Barış
Antlaşması’nın Boğazönü Adaları’na ilişkin 12. Maddesinden ve Merkezi Ege
adalarına ilişkin 13. Maddesinden doğan silahsızlandırma yükümlülükleri aynen
devam etmektedir. Dönemin dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras, Yunanistan’ın
Boğazönü Adaları’nı yeniden silahlandırabileceği yönünde bir yorum yapsa da,
tarafların daha sonraki yıllardaki tutum ve davranışları, bu beyanın hukuksal
değerini zayıflatmıştır. Bu konuya somut bir örnek olay ile yaklaşmak
gerekirse, Türkiye, Montreux’nün imzalanmasından hemen sonra Boğazönü
adalarında askeri tahkimat oluşturmaya başlamıştır. Ancak Yunanistan söz konusu
adaları 1960’lı yıllarda silahlandırmaya başlamıştır ve Türkiye’nin protesto
amaçlı yayınladığı notalara verdiği yanıtlarda silahsızlandırılmış statünün
geçersiz olduğunu belirtmiş ve söz konusu faaliyetleri sivil gerekçelere
dayandırmıştır. Bu örnek teşkil eden olay Yunanistan’ın 1960’lı yıllara dek söz
konusu adaların silahsızlandırılmış statüsünü kabul ettiğini göstermektedir.
Türkiye, Yunanistan’ın “meşru savunma” iddiasını, bunun ancak fiili bir saldırı
durumunda geçerli olabilecek bir ilke olduğunun altını çizerek yanıt
vermektedir.
Buna göre, bir tehdit durumunda kullanılamayacak olan bu ilke, bir
antlaşmanın hükümlerinin geçerliliğine son vermek için de kullanılamaz. Bununla
birlikte, Yunanistan’a göre tehdit oluşturduğu iddia edilen Ege Ordusu (kuruluş
tarihi 1975), silahlandırma faaliyetlerinin başlamasından sonra kurulmuştur.
Diğer taraftan Türkiye’nin askeri kuvvetlerini ülkenin herhangi bir yerinde
konuşlandırmasını engelleyen bir uluslararası bağıt da bulunmamaktadır.
Dolayısıyla Türkiye Yunanistan üzerinde tehdit oluşturduğu iddialarını da bu
bağlamda reddetmektedir. Son olarak Yunanistan’ın res inter alios acta ilkesi
gereği Türkiye’nin 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması yükümlülüklerinde
yetkisizliğini bildirmiştir. Bu bildiriye cevaben Türkiye, söz konusu barış
antlaşmasına taraf olmasa da, bu antlaşmanın adaların silahsızlandırılması
yönünde oluşturduğu pozitif bilinç ve objektif statü, bölgedeki her devletin bu
bilince saygı gösterilmesini talep edebilmesine imkân sağlamaktadır görüşünü
savunmaktadır. tr-ege Sonuçta “Güvenlik” ve “Tehdit algısı” bir terazinin iki
ayrı kefesinde bulunmaktadır. Bir tarafın güvenlik için yaptıkları ne kadar
ağır basarsa diğer tarafın tehdit algısı bir o kadar yükselmektedir. Bu örnek
dâhilinde Ege ilişkilerine yaklaştığımızda güvensizlik temelli Türk-Yunan
ilişkileri, Ege adalarının silahlanmasına ilişkin sorunu öznel güvenliklerine
bir saldırı temelinde incelemekte ve algılamakta bu da tam anlamıyla bir güven
temeline oturtulamamış ilişkilerin güvensizlik yönünde daha da geriye gitmesine
yol açmaktadır. Bu algı çerçevesinde Yunanistan bir taraftan uluslararası
antlaşmaların silahsızlandırmaya ilişkin maddelerinin geçersizliğini ispata
soyunmuş diğer taraftan ise çeşitli nedenlerle silahlandırmaya ilişkin hakkının
bulunduğunu öne sürerek “olması beklenen” bir “Türk işgalini” önlemek adına
adalarda hızla silahlanmıştır. Silahlanma projelerinde bir diğer stratejik adım
olarak Yunanistan, Limni adasının NATO savunma planlarına dâhil edilmesini
sağlayarak bu şekilde adalardaki silahlanma işlemlerine uluslararası bir destek
ve meşruiyet sağlama çabasına girişmiştir. Diğer bir taraftan Türkiye ise,
sorunu ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü açısından ele almaktadır. Çok sayıda
ve dağınık durumda bulunan Ege adalarında, özellikle füze ve hava kuvvetleri
ağırlıklı olarak oluşturulacak askeri tahkimatların kontrolünün mümkünsüzlüğü
noktasından hareketle, adaların silahlandırılması yoluyla Ege’de mevcut güç
dengesinin bozulmasına ve Yunanistan’ın stratejik üstünlük elde etme
girişimlerine karşı çıkmaktadır. Sonuç olarak tarihsel arka planı olan
anlaşmazlıkların çözümlerinin çok zor olduğu kabul edilmekle birlikte,
tarafların yapması gerekenlerin alenen ortada olduğunun da bilinmesi
gerekmektedir. İnsanlık tarihi boyunca silahlanma hiçbir problemin çözümü
olmamış bilakis birçok problemin sebebi ve kaynağı olmuştur ayrıca böyle olmaya
da devam edecektir. * Ege’de çıkarma gemileri konuşlandırılması, Ege adalarına
yönelik açık bir tehdit olan Ege ordusunun kurulması vb.
Kaynak : http://www.tuicakademi.org/taraflar-baglaminda-ege-adalarinin-silahlandirilmasi-problemi/