İRTİCA & LAİKLİK

LAİKLİK DOSYASI /// MERCAN YANARDAĞ : Laiklik ve sınıfsal-ideolojik mücadelenin önemi

Merdan
YANARDAĞ


merdanyanardag@abcgazetesi.com


Türkiye’de
son 70 yıldır izlenen sistematik dinselleştirme; Cumhuriyetin modern,
aydınlanmacı ve ilerici kazanım ve değerlerinin adım adım tasfiye edilmesi,
insanların sınıfsal konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif
ilişkiyi kopardı. 


İnsanlar
sosyal ve sınıfsal konumlarından hareketle, akıl ve bilinçleriyle değil,
inançlarıyla siyasal tercih yapar hale getirildi. Tercihi belirleyen temel
etken din, geleneksel kültür ve etnik duyarlılıklar oldu. Sonuçta,
efendilerinin arkasından sürüklenen, kendi köleliğini her gün yeniden üreten
bir toplum yaratıldı.


Örneğin;
AKP son üç seçim kampanyasını ekonomik-sınıfsal talepler etrafında değil, daha
çok kültürel değerler ve ideolojik zeminin üzerinden yürüttü.
Saldırılarını laiklik, cumhuriyet ve aydınlanmanın kazanımlarına
yöneltti. Cumhuriyete karşı Osmanlılığı savundu. Çünkü, ortada esas olarak bir
rejim tartışması/çatışması vardı. Siyasete rejimi değiştirme iddiasıyla giren
AKP de, seçim kampanyasını din, kutsal dava, milletin değerleri gibi
ideolojik-kültürel temalar etrafında yürüttü.


Muhalefet
ve sol ise bu olguyu göremedi ve esas olarak ekonomik taleplerle
sınırlandırılan bir program üzerinden siyasal mücadele yürütmeye çalıştı.


Durum
böyle olunca, ne cumhuriyetin kazanımları ne de laiklik etkin bir şekilde savunulmadı.
Toplumun AKP’ye karşı olan yüzde 50’yi aşkın kesiminin, ilerici değerler
etrafında birleştirilmesi için ciddi bir girişim de geliştirilemedi.


YENİ SINIFSAL ÇATIŞMA EKSENİ LAİKLİKTİR


Türkiye
tarihsel bir kavşakta duruyor. Ülke, ya insanlığın ilerici birikimini içererek
bu krizi aşıp geleceğini yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler
dünyasına teslim olacak. İkilem budur!


Bu
çatışma ekseni kavranmadan, toplumsal güçler buna göre konumlanmadan Türkiye’de
gerçek anlamda siyaset yapmak mümkün değildir. Sol’un geniş toplum kesimleriyle
buluşmasının, kitleselleşmesinin ve gerçek anlamda bir güç olmasının yolu da bu
gerçeği kavramaktan geçer. Değilse, siyasal kavganın yürüdüğü tarih sahnesinde
bir aksesuar olmanın ötesine geçilemeyecektir.


Bu
çatışma ekseninin anahtar kavramı laikliktir.


Laiklik
için amasız, fakatsız ve sulandırılmamış bir mücadeleyi esas almadan artık sol,
sosyalist, sosyal demokrat vb. olunamaz.


Bugün,
sınıf mücadelenin eksenini de laiklik karşısında alınacak tutum belirliyor.
Çünkü laiklik, bir orta sınıf fantezisi ya da bir Kemalist saplantı değil,
sınıf mücadelesinin de demokratikleşmenin de eşitlik kavgasının da üzerinde
yükseleceği asıl zemin, olmazsa olmaz bir ön koşuldur.


Laiklik,
çağımızda sermaye sınıfının terk ettiği bir değerdir. Burjuvazinin, iktidarını
sürdürmek için bir önceki çağın değerlerine iltica ederek sokakta
bıraktığı bir ilkedir.


TAMAMLANAMAYAN ELEŞTİRİ


Bir
tarih dersidir; kendi devrimini yarım bırakanlar, kendi mezarını kazar.
Cumhuriyeti kuranlar bunu yaptı. Cumhuriyetin kurucu ve taşıyıcı unsurlarının
bir bölümü, yıktıkları Ortaçağ düzeninin değerleri ve güçleriyle uzlaştı. Sırf
sol korkusu nedeniyle –özellikle NATO’ya girişle birlikte- kendi devrimlerine
ihanet ettiler. Bu ihanetin bedelini söz konusu kesimler ağır şekilde ödedi
ödemesine, ama ülkeye yazık oldu. (Ergenekon ve bağlı diğer davaların anlamı
buydu.)


Cumhuriyetin
solunu tasfiye edenler, ülkenin bütün dengelerini yitirmesine ve gericiliğe
teslim olmasına yol açtı. İleriye gidemeyen cumhuriyet geriye savruldu ve
yıkıldı. Yaşadıklarımızın dramatik özeti bundan ibarettir.


Türkiye,
yukarıda da belirttiğimiz gibi, yüz yılı aşkın bir süre sonra yine benzer bir
kavşakta duruyor. Toplum siyasal, kültürel ve ideolojik bir kargaşa yaşıyor.
Gericilikle hesaplaşmasını tamamlayamamış olmanın acısını çekiyor. Dinin
eleştirisini tamamlayamayan toplum, güncel ve tarihsel hiçbir eleştiriye de
gerçek anlamda başlayamıyor.


HEGEL’İN HUKUK FELSEFESİ, MARX VE LAİKLİK


Karl
Marx,
‘Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’
kitabında*, daha 1845
yılında
“Almanya’da dinin eleştirisi tamamlanmıştır”
der. Yani
dinin, toplumsal / kamusal alandan çekildiği, siyasal yaşamın dışına
çıkarılarak özel alana iade edildiğini belirtir. Marx daha sonra şu çok önemli
saptamayı yapar:


“Dinin eleştirisinin tamamlanması, bütün eleştirilerin
başlangıcıdır.”


Marx,
kapitalizme yönelik bütün itirazlarını, eleştirilerini ve reddiyesini bu sapma
üzerine kurar. Marksist laiklik anlayışının temelini oluşturan bu saptama
yaşamsal öneme sahiptir. Bugünün dünyası ve Türkiye’si için de çok önemli,
kritik ve yoğunlaştırılmış bir devrimci çözümlemedir. Çünkü Marx, dinin
eleştirisini tamamlamadan kapitalizmin eleştirisini geliştiremezsiniz
demektedir. (Bkz.
K. Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi, S.191 vd.)


Bugün
Türkiye’de işçi sınıfının önemli bir bölümü, yoksulların çoğunluğu işte bu
nedenle cellatlarına, kendilerini iliklerine kadar sömüren efendilerine,
yağmacılara oy vermektedir. Çünkü Türkiye’de dinin eleştirisi tamamlanmamış,
aydınlanma atılımı yarım kalmış, burjuvazi kendi cumhuriyetine ihanet etmiştir.


O
nedenle İslamcıların ve bazı alık liberallerin ileri sürdüğü gibi, “laiklik
bir orta sınıf fantezisi, seçkinlere ait bir kavram ve yaşam tarzı”
değil,
halk için, emekçiler için, işçi sınıfı için yaşamsal öneme sahip bir ilke ve
düzendir. 


Dolayısıyla
sol ve sosyalist hareket bugün laiklik eksenli bir ideolojik mücadeleyi
yükseltmeden, laikliği yeniden kazanmadan ya da Marx’ın ifadesiyle dinin
eleştirisini tamamlamadan gerçek anlamda sınıf mücadelesini geliştirmesi de
neredeyse imkansızdır. Öncelikle yapılması gereken şey ise, liberalizmle
zihinleri lekelenen solun esaslı bir alan temizliği yapması ve orijinal
referanslarına dönmesidir.


Yukarıda
da belirtildiği gibi, AKP iktidarına karşı gelişen mücadeleyi, yakın
zamana kadar,“Ne
şeriatı canım, Kemalist despotizm ve askeri vesayet yıkılıyor,
demokratikleşiyoruz”
diyerek paralize eden, toplumsal direniş
refleksini kıran liberallerin ihaneti mahkum edilmeden, sözünü ettiğimiz
ideolojik mücadele de kazanılamaz.


LAİKLİK ‘HALKA AİT OLAN’ DEMEKTİR


Laiklik
kavramının etimolojik kaynaklarına baktığımızda da aynı gerçeği görürüz.
‘Laicus/Laikus’ kavramı Yunancadan gelme Latince bir kavram. Yunanca’da ‘halk’
demek.


Ergin
Yıldızoğlu’nun Tekin Yayınevi’nden çıkan ‘Laiklik Savunulmalıdır’ adlı yeni kitabında İlber
Ortaylı’yı referans göstererek belirttiği gibi; Latincedeki ‘Laicus’ da
‘rahiplerin dışında kalan’ yani seçkinlerin dışındaki toplum kesimi, ‘halk’
anlamına geliyor. Eğitim ve bilgi, ruhbana ait bir imtiyaz olduğundan, Laicus
kavramı aynı zamanda ‘iş bilmez, eğitimi düşük’ insan anlamında da
kullanılıyor. Yıldızoğlu’nun yaptığı bu saptama, ruhban sınıfının bilgi
üzerindeki tekeline işaret ediyor. Dolayısıyla, ‘Laicus’ kavramı da, Antik
Yunan ve Roma’da halkın, çoğunluğun yönetimi anlamına geliyor. 


“Laicus
kavramı ile demokrasi kavramı arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor. Laiklik
ile demokrasi tam anlamıyla eşleşiyor. Laiklik demokrasilerin temelini ve ön
koşulunu oluşturuyor.” (Bkz. Ergin Yıldızoğlu, Laiklik Savunulmalıdır, S.135 vd.)


Laiklik
olmadan burjuva demokrasisi bile olmuyor. Eğer demokrasi seçim sandığından
ibaret değilse –ki değil- laik olmayan sandıklı rejimlere de bilimsel ve
tarihsel açıdan demokrasi denemeyeceğini bilmek gerikiyor.


ERGİN YILDIZOĞLU’NUN YENİ KİTABI*


Değerli
dostum Ergin Yıldızoğlu’nun yukarıda işaret ettiğim ve çok önemli bulduğum
kitabı üç ay önce yayımlandı. Yıldızoğlu’nun yeni kitabı, laiklik mücadelesinin
neden bir zorunluluk olduğunu ortaya oyduğu gibi, bu zorunluluğun felsefi,
iktisadi, tarihsel temelini ve gerekçelerini tatmin edici derinlikte ifade
etmesi bakımından da önem taşıyor.


Yıldızoğlu
söz konusu kitabında ayrıca, ruhban sınıfının tekelinde tuttuğu dini bilgi ve
bu bilginin yeniden üretilme mekanizmalarının, bir tür “üretim
araçlarının özel mülkiyeti” gibi bir karaktere sahip olduğunu ve bir
egemenlik aygıtı işlevi gördüğünü de daha önce benzerini görmediğimiz özgün bir
yaklaşımla ortaya koyuyor.


Diğer
taraftan, işçi sınıfının yeni bölüğü/fraksiyonu diyebileceğimiz ve kimi sosyal
bilimci ve iktisatçıların, bana göre yanlış şekilde, “yeni orta
sınıf”
demeyi tercih ettiği, eğitimli çalışanların
toplumsal ve sınıfsal çözümlemesini de yapan Yıldızoğlu, bu kesimi yaratan
iktisadi ilişkilerdeki (maddi temel) gelişmeleri ve değişimi de bize
gösteriyor. Yıldızoğlu, işçi sınıfının bu yeni fraksiyonunun neden 19. Yüzyılın
sanayi proletaryasının işlevini görmeye aday olduğunu da Marksist bir
perspektifle işaret ediyor. 


Sol
açısından yakıcı bir sorun olan Marksizmin sınıf tahlillerini güncelleyen, bu
anlamda teoriye katkıda bulunan, laiklik mücadelesinin tarihsel, sınıfsal ve
maddi temellerini ortaya koyan bu ufuk açıcı kitabı, bütün dostlarıma ve
okurlarımıza şiddetle öneriyorum.


Hakkında
daha uzun bir değerlendirme yapılmayı hak eden bu kitaba zaman zaman geri
döneceğim. Yazımın bundan sonraki bölümünde, bir saygı ifadesi olarak,
Yıldızoğlu’nun söz konusu eserinde sunduğu, benim tamamen katıldığım
zemini ve tezleri esas alarak ilerleyeceğim. Bazı kısımlar birebir alıntı
şeklinde olacak.


LAİKLİK DİNCİLERİN EGEMENLİĞİNE İTİRAZDIR


“Laiklik
kavramının tarihsel içeriğini ruhban sınıfının, ulemanın kurumsallaşmış
dinlerin ve onlara dayalı feodal üst sınıfların toplumsal egemenliğine karşı
itiraz oluşturuyor. Bu anlamda laiklik, eleştirel akıl, din adamları sınıfının
(ruhbanın) bilgisini sorgulama, düşünce özgürlüğü, dini siyasi iktidar
alanından (kamusal alandan) çıkartma anlamına geliyor.”


Ancak,
Türkiye’de uzunca süredir laiklik kavramının temsil ve ima ettiği değerler, liberal
aydınların da paha biçilmez katkılarıyla, demokrasi ve özgürlüklerin
karşıtı olarak sunuldu. Kavram tersine çevrildi, insan aklının ve vicdanının
özgürleşmesi anlamına gelen laiklik, tam bir aymazlıkla vicdan ve ifade
özgürlüğünün karşıtı gibi sunuldu. Bu girişimdeki kritik yaklaşım,
Yıldızoğlu’nun da işaret ettiği gibi, “laikliği yeniden tanımlama” diye
ortaya konuldu. Bu tutum tam anlamıyla dinci ve liberal bir tuzak olarak
işledi.


Çünkü,
‘laikliği yeniden tanımlama’ ya da ‘katı laiklik’ diye yine son derece yanlış
bir yaklaşımla desteklenen “kavramı yumuşatma” söylemi, ‘özgürlükçü laiklik’
gibi bilim ve tarih dışı yeniden tanımlama çabaları, var olan rejime karşı,
özgürlükleri genişletme yönünde değil, tam tersine Siyasal İslam’ın iktidarını
tahkim eden, dinci-faşizan bir totaliter rejime katkıda bulunan bir işlev
gördü.


“Oysa, bugün laikliği savunmak, düşünce özgürlüğünün, demokratik
hakların genişletilmesini istemektir. Düşünce özgürlüğünü, demokratik hakları
istemek ise, dinin iktidar alanından ve kamusal yaşamdan çıkarılmasını
savunmaktır.”


Bu
da bizi bir kez daha ideolojik-kültürel mücadele alanına getiriyor. Çünkü
tarihin bazı dönemlerinde sınıf mücadelesi ideolojik-kültürel bir dolayım
üzerinden yürür. Böyle dönemler tarihsel bakımdan kritik eşikler, toplumların
kaderlerinin yeniden çizildiği anlardır.


Dolayısıyla,
Ergin yıldıroğlu’nun belirttiği gibi sol’un, kültürel-ideolojik alanı klasik
Marksist öğretideki değerlendirmeden hareketle bir ‘üst yapı kurumu’ diye
nitelendirip ikinci plana ataması büyük bir hatadır. Çünkü, sorunu böyle
değerlendirmek, hem Marksist öğretideki saptamayı ve kavramı yanlış
yorumlamak hem de dogmatik bir yaklaşım olacaktır.


“Solun ideolojik-kültürel mücadeleyi ihmal etme lüksü yoktur. Bu
yaşamsal mücadele alanından uzak durmak, ‘halkımızın değerleriyle çatışmamak’
gibi feodal-gelenekçi bir tutumla da birleşince, gerici ideolojik-kültürel
hegemonyanın  yeniden üretilmesinden, üstelik bu yeniden üretime sol’dan
katkıda bulunmak dışında başka bir sonuç yaratmaz. Bu da mücadeleyi kaybetmek
anlamına gelir.”


Özellikle
günümüzde giderek etkin şekilde tarih sahnesine çıkmaya başlayan işçi sınıfının
yeni kesimleri, yani eğitimli çalışanlar bu ideolojik-kültürel mücadelenin
maddi gücünü, taşıyıcı sınıfsal temelini oluşturacaktır


* Kral Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Çeviren:
Kenan Somer, Sol Yayınları, 2009 Ankara, 268 s.


* Ergin Yıldızoğlu, Laiklik Savunulmalıdır, Tekin Yayınevi,
Ağustos 2016, İstanbul, 168 s.