OGAN ÖZDOĞAN : Sanayi
Devrimi ve Endüstri 4.0
KAYNAK : http://turpav.org/milli-politikalar-enstitusu/bilim-teknoloji/sanayi-devrimi-ve-endustri-40.html
Sanayi kavramının ortaya çıkışından bu yana neredeyse
250 sene geçti. Bu zaman zarfında kaydedilen ilerleme insanın gerçekten başını
döndürüyor. Konu günümüzde el emeği yerine tamamen otomatize edilmiş süreçlere,
bu süreçlere destek olan endüstriyel robotlar ve onları yöneten yapay zekâya
kadar ilerledi. İnsan-makine ara yüzleri sayesinde kurulan iletişim,
makinelerin öğrenim ivmeleri ile akıllı hale dönüşen fabrikalar ve mobil
internet ile hızlandırılan küresel tedarik zinciri yeni teknolojilerin ana
öğeleri haline geldi. Dördüncü sanayi devrimini bir adım daha öteye
taşıdığımızda otonom araçların desteği, akıllı fabrikaların birbirlerine
bağlanması ve tamamen uzaktan yönetilmesi ile “lights out
manufacturing” karanlık fabrikalar dönemine bir adım daha
yaklaşacağız.
Tam bu noktada konuya ilgi duymakta olan herkesin
aklına benzer sorular geliyor. Yeni iş modelleri nasıl olacak? Endüstri 4.0
bizi işimizden mi ediyor? Hangi iş kolları kaybolacak, hangi iş kolları ortaya
çıkacak? Birbirine bağlı sistemlerin siber güvenliği nasıl sağlanacak? Sosyal
ve kültürel açıdan toplumlarda ne gibi değişiklikler olacak? Bu yazıda hepsine
yanıt vermeye çalışacağız.
Endüstri 4.0, siber-fiziksel sistemlerin kullanımı
olarak nitelendirilen ve benim “siber devrim” olarak isim koyduğum
bir sanayi devrimidir. Siber-fiziksel sistemlerden anladığımız, endüstriyel
üretimde kullanılan ve herhangi bir endüstriyi etkileyebilecek makinelerin vb.
tüm cihazların akıllanması, yani veri üretmesidir. Üçüncü sanayi devriminde
fabrikalarda kullandığımız makineleri bilgisayar programları ile yönetebilir
olduk ve aynı zamanda bu ürettiğimiz ham maddeleri; kurumsal kaynak planlama,
ilişkisel veri tabanı yönetim sistemleri, tedarik zinciri yönetimi, müşteri
ilişkileri yönetimi gibi teknolojik araçları kullanarak dijital olarak
sakladık, pazarladık, planladık ve tükettik. İşte bu sebepten Endüstri 3.0’a
dijital devrim de denmektedir.
Peki, bir fabrikanın Endüstri 4.0 olduğunu nasıl
anlarız? Endüstri 2.0’da elektrikle seri üretim hattı hayatımıza girmişti.
Dolayısıyla ilk etapta elektriğin kullanılması gerekiyor. Elektrik olmadan bir
adım atamıyoruz. Peki sonra? Endüstri 3.0’da otomasyon ve bilişim sistemlerinin
adapte edilmiş olması lazım, yani az önce verdiğim birkaç başlık teknolojiden
bahsediyorum. Otomasyon sistemlerini tam entegre etmiş bir fabrikanın sonraki
adımı nedir? Mevcutta kullandığı endüstriyel robotların veri üreterek akıllı
hale gelmesi ve insanların bu akıllı makinelerle konuşmasıdır. Dahası da var,
yapay zekâ, sensörler ve makine öğrenimi algoritmaları ile bir fabrikanın kendi
kendini yönetebilir hale gelmesidir.
Endüstri 4.0’ın başlangıcından bu yana tam 7 yıl
geçti. İlk olarak 2011’de ortaya atılan bu kavramı biz gündelik yaşantımızda
henüz hissetmeye başlamadık ama ülke olarak hissetmeye başladığımızda da bazı
şeyler için geç kalmamış olmamız lazım. Peki, ne yapmalıyız da bu yeni devrime
hazır olmalıyız?
Cumhuriyetimizin ilk 15 senesine baktığımızda Endüstri
2.0 dönemine denk geldiğini görüyoruz. Hemen Cumhuriyetin ilanından önce, Henry
Ford ilk T serisi otomobilini seri üretim hattında üretmişti. Mustafa Kemal
Atatürk’ün ilk yaptığı reformlar arasında üretim fabrikaları kurmak olduğundan Türkiye
o dönemde Endüstri 2.0’ı yakalayarak hem sosyal hem kültürel hem de sınai
anlamda çok büyük sıçramalar göstermişti. 1970’li senelere gelindiği zaman ne
yazık ki benzer atılımları yakalayamadık. Özellikle bilişim teknolojileri
alanında küresel oyuncular çıkartamadık ve haliyle Endüstri 3.0’ı kaçırmış
olduk. Hem şirket bazında hem de üretim bazında bu kavramın bir uygulayıcısı
olamadık. Yine o dönemki GSYİH sıçramalarına baktığınız zaman ABD’nin,
Japonya’nın, Almanya’nın ve diğer gelişmiş ülkelerin çok ciddi ilerlemeler
kaydettiğini istatistiklere bakarak görmek mümkündür.
Türkiye ise çok uzun zamandır ekonomisini büyütmesine
ve üretim hacmini arttırmasına rağmen bunu GSYİH tablosuna net olarak
yansıtamadı (kişi başına düşen geliri incelediğimiz zaman uzun süredir 5.000 -
10.000 USD aralığındayız). TÜİK verilerine göre 2014 senesinde 15-64 yaş arası
yüksek öğrenim görmüş yurttaşların yüzde 81,4’ü işgücüne katılırken bu oranın
2017’de sadece yüzde 1 oranında arttığını görüyoruz. Yüzde 1 oranındaki bu
artışın her ne kadar kişi başına düşen milli geliri artırdığını düşünsem de
verilere göre yeterli ivmeyi yakalayamıyoruz. Yine TÜİK verilerine göre ileri
teknoloji üretimine ve araştırma geliştirme faaliyetlerine GSYİH’nın yüzde
0,97si kadarını ayırmaktayız.
Bir diğer önemli konu ise çok hızlı bir şekilde
evrensel baz gelir olarak bildiğimiz (Universal Basic Income) kavram üzerine
kafa yormaya başlamalıyız. Dünya’da şu an bu kavramı denemekte olan ülkeler
arasında Kanada, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri, Norveç ve hatta
Nijerya gibi ülkeler var. Bazı bölgelerde ve eyaletlerde deneme aşaması çoktan
geçildi ve uygulamaya alındı bile. Peki, nedir bu evrensel baz gelir kavramı?
18 yaşına gelmiş her vatandaş için devletin sabit olarak her ay ödediği bir
tutardan bahsediyoruz. Ortaya çıkmasındaki sebep teknolojinin, eğitim ve insan
gelişim hızını yıkıp geçmiş olması ve işgücü olarak yetişemiyor olmamız.
Bununla birlikte, ihtiyaç duyulan işgücüne ulaşılamadığı gibi süreçlerdeki
endüstriyel robot ve ileri yazılım teknolojilerinin etkisi ile niteliksiz
işgücünün ve/veya mavi yakalı olan çalışanların işlerini, yüzdesel olarak daha
fazla kaybedecek olmalarıdır. Bu konunun bir sosyal probleme dönüşmesini
engellemek adına böyle bir fon oluşturulması, kişinin çalışması ya da
çalışmamasından bağımsız olarak her ay ödenmesi konuşuluyor.
Peki, Türkiye böylesine bir fonu nasıl oluşturabilir,
nereden sübvanse ederek evrensel baz gelir kavramı ile tanışabilir? Burada
öncelikle temel olarak Endüstri 4.0 kavramı içinde sayabileceğimiz alt
bileşenler bazında eğitim, hukuk ve regülatör adımların atılmış, endüstrilerin
talep ettiği işgücü oluşturulmaya başlanmış, sanayilerin ise ileri
teknolojilerle donatılmış, daha fazla, çeşitli ve seri üretim yapan fabrikalara
geçilmiş olması gerekiyor. Böyle olduğu durumda uygun işgücü, uygun teknoloji
ve yatırımlarla daha fazla katma değer üretilmesi ve devletin daha fazla vergi
toplaması anlamına geliyor. Dönüşüm süreci için oluşturulacak bir liste ile
kontrol edilen fabrikaların uygunluğu saptanacak, bu teknolojiler ile kaybolan
mavi-beyaz yakalı işçi miktarları tespit edilecek ve mevcut vergiler dışında
belirlenen bir oranda baz gelir vergisi alınarak, tüm topluma paylaşılması
sağlanacak. Muhtemeldir ki küresel baz gelir kavramı bir defa yürürlüğe girdiği
zaman hep kalacak çünkü 2100 senesine geldiğimiz zaman bugün insanların
yapabildiği her şeyi makinelerin ve yazılımların yapabileceği varsayılmakta.
2100 senesine geldiğimiz zaman sanat dalları dâhil her şey otomatize olursa
işgücü diye bir şey kalacak mı? Bunu doğal olarak henüz bilemiyorum ancak
gördüklerimden bu çıkarıma varabiliyorum.
Takip edebildiğim kadarıyla Endüstri 4.0’a geçiş
sürecimiz ile ilgili çokça seminer, çalışma grubu, faaliyet, etkinlik vb.
çalışma düzenlenmekte ve bütün bu çabaları son derece olumlu olarak
görmekteyim. Şunu belirtmek isterim ki ne yazık ki henüz küresel gelişmelere
uyumlu, üretim çeşitliliği ileri teknoloji alanında artmış ve kapasitesi
yükselmiş bir döneme henüz giremedik. Bunun en temel sebepleri arasında
Endüstri 2.5 ile 3.0 arasında bir yerden 4.0’a doğrudan sıçramaya çalışıyoruz
ve arayı diğer ülkelerden hızlı kapatmaya gayret ediyoruz. Bunu birkaç sene
içinde başarmamız haliyle mümkün değil, beklemek de doğru olmaz fakat doğru
yardımlar, yönlendirmeler, sistemlerdeki değişimlerle geçiş sürecini kısaltmak
mümkün.
Sizlere basit bir korelasyon önereceğim. Bir ülkede
üretilen veri hacmi ve çeşitliliğine bakarak o ülkenin yenilikçilik hızını
tahmin edebiliriz. Ne kadar çok veri, o kadar çok bilgi ve peşinden
yenilikçilik getirmektedir. Türkiye’nin aynı zamanda daha fazla dijital veri
madenine ve veri üretimine ihtiyacı bulunmaktadır. Bilgi, verinin işlenmiş
halidir ve eğer bilgiyi ithal ediyorsak sınırlı bir veri setinden üretilmiş
bilgiyi ithal ediyoruz demektir. Yani, ilgili alanda kendi verilerimizi
üreterek anlamlandırabilirsek bilgi üretiminde daha kuvvetli bir hale
gelebiliriz. Tabii, Endüstri 4.0 kavramında bugüne kadar alıştığımızdan daha
hızlı veri üretiliyor olacak. Dolayısıyla büyük veri, bulut bilişim ve
nesnelerin interneti gibi kavramlar üzerine de yatırımlar yaparak, dijital veri
madenlerini arttırarak, üretilecek verilere ev sahipliği yapmamız lazım. Bütün
dünyada üretilen verilerin sadece yüzde 1’inin analiz edilerek anlamlı
bilgilere dönüştürüldüğünü biliyor muydunuz? Hep söyleriz, bilgi güçtür diye
ama aslında veri güçtür. Güçlü bir veri üretim, tüketim, koruma ve saklama
politikası ile daha önce hiç göremediğimiz, keşfedemediğimiz verilere
ulaşabiliriz. Burada şunu ifade etmek istiyorum, Endüstri 4.0 kavramına çok
genel bir kavram olarak yaklaşmak ve alt başlıklarını dikkatlice inceleyip her
biri için farklı politikalar üretmek zorundayız. Süreç çoktan başladı ve eğer
bu sanayi devrimini kaçırmak istemiyorsak planlı, sistemli ve çok çalışarak
üretmeliyiz.
Endüstri 4.0 kavramına yönelik burada ifade ettiğim
bilgilerin çok daha fazlasını “Endüstri 4.0: Dördüncü Sanayi Devrimi ve
Endüstriyel Dönüşümün Anahtarları” isimli kitabımda kaleme aldım. Bu
kitabımdan önceki “Büyük Veri Denizi” isimli kitabımda ise büyük
verinin önemi ve veri yönetiminin yazılım teknolojilerindeki yerini anlatmaya
çalıştım. Ben Türkiye’nin potansiyelinin Endüstri 4.0’da ciddi bir güç olarak
dönüşeceğine ve genç nüfusa baktığımızda bu değişimi yönetmek için aslında her
şeye sahip olduğumuza inanıyorum.
SAP HANA Enterprise Cloud Sales Leader at SAP