TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ & MİLLİ GÜVENLİK & MİLLİ SAVUNMA

MİLLİ SAVUNMA DOSYASI /// ONUR DİKMECİ : ÇEKİÇ GÜÇ TÜRKİYE’YE NEDEN GELDİ ??? ÇEKİÇ GÜÇ NEDİR ???

ÇEKİÇ GÜÇ TÜRKİYE’YE NEDEN GELDİ ??? ÇEKİÇ GÜÇ NEDİR
???

Onur Dikmeci [1]

Özet

Irak’ın Kuveyt’e müdahalesiyle başlayan süreç Abd
öncülüğünde koalisyon güçlerinin Irak savunma ve stratejik hedeflerini askeri
yöntemlerle tasfiyesine sebep olmuştu. Bu evrenin bir uzantısı olan Irak
Kürtleri ile Irak Merkezi yönetimi arasındaki sıcak çatışma Irak’lı Kürtlerin
mağdur olduğu bir tabloyu ortaya çıkarmış ve güvenli bir bölge oluşturabilme
stratejisi Çekiç Güç öncülüğünde oluşturulmaya başlanmıştı. Çekiç Gücün görev
süresince Türkiye’nin terör konusuyla ilgili karşılaştığı sorunların katsayı
derecesine bağlı olarak bu yapılanma tartışılmaya başlanmış ve en sonunda
Türkiye’nin birincil üvenlik faktörlerine aykırı olarak tanımlanmıştır. Bu
çalışma Çekiç Gücün kurulma evresi, Çekiç Gücün faaliyetleri, Çekiç Güç-terör,
Çekiç Güç-NGO bağlantıları gibi hususları inceleyip Türkiye açısından
tehdit/risk parametresinin belirlenmesini amaçlamıştır.

Anahtar Kelimeler: Çekiç Güç, Irak, Abd, Genelkurmay, NGO

Barzani’nin kökeni konusundaki varsayımlar, bu gruba yönelik
yabancı istihbarat servislerinin ilgileri, eğitimleri, maddi destekleri bölgede
devletleşme nezdinde ilk ipuçlarını verselerde Irak’ın kuzey bölgesinde defacto
bir yapının inşası yaygın kanaate göre Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi
sonrasında başlamıştır. Elbette bu durum önemli bir kırılmadır ancak gerçeği
bütünüyle yansıtmaz.

Birinci dünya savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu
dağılmış ve ortadoğu coğrafyasında İngiltere Fransa arasında paylaşım söz
konusu olmuştur. İngilizler din ve mezhep referansına dayalı devlet
stratejilerini desteklerken ikinci dünya savaşı sonrasında Abd’li Büyükelçi
William Bullit’in kavramlaştırdığı gibi ortadoğunun istikrarı enerji
kaynaklarının Abd tarafından güvenliği ile eş görülmüş petrolün artan nosyonu
siyasette belirleyici olmuştur. Bazı teorisyenlere göre Soğuk Savaş dönemi
Amerikan düzenini var etmiş bu düzenin ortadoğuda entrikaları sonunda Sovyetler
Birliği Afganistan’a girmiş bu durum Taliban’ı doğurmuş, İran’da islami bir
devrim yaşanmış çok kısa bir süre sonra ise Irak ile sekiz sene sürecek savaş
dönemi başlamıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgali bir günde olmadığı gibi bütün bu
vakalardan sonra belirmesi bakımından aslında herşeyin ne kadar sistemli
işlediğini gösteren çarpıcı bir örnektir.

BM Güvenlik Konseyi Irak’ın Kuveyt’ten çekilmemesi halinde
güç kullanımına imkan veren bir tasarıyı kabul etti. Bunun için uluslararası
topluma Irak karşısında oluşturulacak koalisyona katılmaları çağrısı
yapılmaktaydı. Saddam Hüseyin bu kararı hafife aldı ve reddetti. Onun böyle
davranmasının gerisindeki en önemli etken, uluslararası güçlerin bu koalisyonu
oluşturamayacakları Abd’nin de tek taraflı bir harekete girişemeyeceği
inancıydı. Ama Saddam yanılmıştı. Öncelikle Abd donanması körfezdeki varlığını
arttırdı. Daha sonra, Suudi Arabistan’ın Damman kentine askeri yığınak yapmaya
başladı. Asker sayısı 430 bini geçmişti.

17 Ocak 1991 tarihinde koalisyon güçleri Kuveyt ve Irak’taki
askeri ve stratejik hedefleri bombalamaya başladılar.(Gündoğan, 2016:253)

Irak tehditlerine rağmen ciddi bir varlık gösterememişti ve
ordusunda büyük dağılmalar görüldü. Fiili olmasa bile belkide Irak’ın işgali bu
tarihtir. Abd, bir savaşı durdurmak adıyla ve BM kararını uygulayan öncü güç
olarak görüldüğünden Irak’a karşı topyekün bir işgal girişiminde bulunmamıştı.
Çünkü kamuoyu buna hazır değildi, savaşı durdurmak gerekçesiyle o
topraklardaydı. Ancak bir gerçek vardı ki Abd ortadoğu ve dünyada biricik güç
olarak yer bulacaktı.

Konumuzla ilgili olan Çekiç Güç ise bahsettiğimiz Körfez
Savaşı sonrasına dayanmaktadır.

Körfez Savaşı’nın ardından başlayan Kürt ayaklanmasının
başarısız olması ve Bağdat yönetiminin Kürt birliklerine karşı üstünlük
sağlaması üzerine Kuzey Irak Kürtleri arasında Halepçe fobisi patlak vermiş,
onbinlerce Kürt Türk sınırına yığılmıştı. Bu “emrivaki” üzerine
Türkiye Amerikalı dostlarından yardım istemek zorunda kaldı. Amerikalılar,
Richard Perle’nin mimarlığını yaptığı SEİA anlaşmasına dayanarak ve yanlarına İngiliz
ve Fransız dostlarını da alarak İncirlik’e ünlü Çekiç Gücü yerleştirdiler.

Körfez Savaşı’nın ardından 12 Temmuz 1991 tarihinden itibaren
Türkiye’de konuşlanmasına bu şekilde izin verilen uluslararası güçteki toplam
görevli sayısı 1862 kişi. Çekiç Güç’ün askeri güç dağılımı şöyle: ABD (1416),
İngiltere (183), Fransa (139), Türkiye (74), İncirlikte 1803, Pirinçlikte 49,
Zaho’da 10 asker bulunuyor.

Uçak ve helikopter dağılımı: ABD (3 kargo destek ve tanker
uçağı, 9 helikopter, 32 savaş uçağı), İngiltere (8 savaş uçağı, 2 tanker
uçağı), Fransa (8 savaş uçağı, 1 tanker uçağı), Türkiye (4 savaş uçağı).

Huzur Operasyonu (Provide Comfort 2) adıyla konuşlanan Çekiç
Güç’ün kağıt üstündeki amaçları da şöyle sıralanıyor: ” 36. enlemin
kuzeyinde Irak silahlı kuvvetlerinin faaliyetini hava keşfiyle saptamak, keşif
sırasında yalnızca meşru savunma gerektiğinde silahlı çatışmaya girmek, keşif
sonuçlarını, Pirinçlik ve Zaho’da kurulan Askeri Eşgüdüm Merkezi’ne bildirmek
ve verilecek karara göre hareket etmek. Diyarbakır ve Zaho arasında helikopter
ulaşımı sağlamak. Bölgede askeri gelişmeleri izlemek ve ilgili makamlara rapor
vermek. İnsani yardım veren kuruluşlarla eşgüdümü sağlamak. Güvenlik sığınma
bölgesinde hükümet dışı yardım kuruluşlarıyla eşgüdümü sağlamak.”

Görüldüğü gibi Irak’ın kuzeyinde bir oluşumun en somut temeli
böylece atılmış olunmuştur.

Gazeteci Turan Yavuz, Washinton muhabiri olarak o dönem bu
konuyu yakinen takip etmektedir ve Milliyet gazetesinde bu duruma değinir:

”Irak Kuveyt’e saldırmadan önce de söz konusu güç Irak’da bir
hayli faal durumdaydı. Bu gücün bir özelliği de şuydu: İşgal edilen topraklarda
kendilerine yakın gördükleri insanlarla ilişki kurup, mahalli idare ve hükümete
karşı koyma, çeşitli sabotaj ve kontrgerilla taktiklerini öğretme görevini de
üstlenmiş olması. Söz konusu özel güçte yer alan askerlerin bazılarının Arapça
ve Kürtçe konuşabilir olması da başka bir ilginç yöndü. Özel güç Kuzey Irak’ta
6 ay kaldı ve “Provide Comfort” harekatının birinci süresinin sona
erdiği Aralık 1991 tarihinde de geldiği gibi sessizce Kuzey Irak ve Türkiye’den
ayrılarak ABD’deki üssüne geri döndü. Bu özel grupta askerlerin dışında kimler
vardı? Irak’a denetimsiz neler soktular? 6 ay boyunca Irak’ın kuzeyinde neler
yaptılar? Hangi konularda kimleri eğittiler, ne tür taktikler verdiler?”

Yavuz’un bahsettiği hükümete karşı koyma, sabotaj ve
kontrgerilla taktikleri, Soğuk Savaş döneminde Atlantik bloğunda yer alan
ülkelerde Abd’nin başarıyla uyguladığı Özel Harb taktiğidir. Bu harbin temeli
düzenli bir orduya karşı paramiliter güçler yaratarak gerilla savaşı
konseptinde çatışmanın kabul edilmesidir. Böylece bölgenin himayeden ziyade
Irak merkezi yönetimine ve belki Türkiye’ye karşı eğitildiği anlaşılmaktadır.
Abd’nin Çekiç Güç olarak Irak’ın kuzeyine yerleşmesi Irak merkezi hükümetinin
varlığını her geçen gün daha çok zedelediği gibi pkknın da bölgede kampları ve
yeni teçhizatlarıyla Türkiye’ye daha büyük bir tehdit olarak yönelmesine yol
açmıştır. Gezeteci Ferruh Sezgin bu durumu şöyle açıklar:

”Güneydoğu’da görev yapan subaylarımız PKK’nın
Kuzey Irak kamplarında bizzat Amerikalı ve İsrailli uzmanların askeri eğitim
yaptırdıklarını açıklıyorlar. Hatta bombalanan kamplara girildiğinde, bunlardan
bir kısmının cesetlerine rastladıklarınıda ekliyorlar. Çekiç Güç’ün Türkiye
içindeki PKK yuvalarına olan malzeme yardımları ya İncirlik’ten kaldırılan
C-130 uçakları vasıtasıyla paraşütle atılıyor ya da yine aynı meydandan veya
Diyarbakır’dan kaldırılan helikopterlerle ulaştırılıyor. En sarp dağ
tepelerinde ele geçirilen ve “Buralara kadar nasıl taşımışlar” diye
herkesi hayrette bırakan ağır silahların sırrı burada. Bizim sevgili
müttefiklerimiz bunları PKK’nın ayağına kadar getiriyorlar. Çekiç Güç’ün
“PKK’ya yardım operasyonları ” nın sayısını bilen yok. Ama en az 12-13
kadarı, bölgede görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ve sivil devlet
görevlileri tarafından daha 1992’nin başlarında yakalanmış durumdaydı.”

Irak’ın kuzeyinde Barzani ve aşireti etkin olduğuna göre o
dönem pkk ve Barzani arasında herhangi bir çatışma bulunmamaktadır. O dönemi
anlatan kaynaklara başvurulduğunda Çekiç Güç’ün Türkiye aleyhinde
gerçekleştirdiği başka icraatlarıda görülmektedir.

Çekiç Güç’ün Askeri Koordinasyon Komitesi’nin (MCC)
Türkiye’nin egemenliğini ve güvenliğini hiçe sayan çeşitli davranışları,
subaylarımız tarafından şöyle sıralanıyor:

• MCC Başkanı Albay
Naab ve daha sonra onun yerine gelen Albay Wilson, Kürt liderlerle
görüşmelerinde insani yardım faaliyetlerinin dışına taşarak liderleri Saddam
yönetimi ile otonomi görüşmelerinden vazgeçirdiler.

•  Albay Naab, Kuzey
Irak’ta Kürtlerin kendi yönetimlerini kurmaları için teşvik ve yardımda
bulundu. Seçmen kütüklerinin oluşturulmasında, silinmeyen mürekkep
sağlanmasında yardımcı oldu.

• Okul yapımı, kitap, doküman temini ve Kürtlerin kendi radyo ve
televizyonlarını yapabilmeleri için malzeme, teçhizat sağladı.

• Türk makamlarına haber vermeden Çekiç Güç helikopteriyle Irak
tarafına yüksek güçlü telsiz götürdü.

• Çekiç Güç helikopterleri, kendilerine verilen irtifanın altında
ve rota dışında uçuş yaptılar.

•  Kürt bölgesinde mevcut yeraltı
zenginliklerinin ve ekonomik değerlerinin belirlenmesi için alan araştırmaları
uyguladılar.

• Çekiç Güç helikopterleriyle Irak içinde yardım malzemesi
dağıtılırken, Türkiye tarafına geçilerek malzeme bırakıldı.

•  Albay Wilson, Türk temsilcisinin Kuzey Iraklı
liderlerle doğrudan görüşme yapmamasını istedi.

• Albay Naab ve Albay Wilson, Kuzey Irak’ta bir güvenlik
sisteminin oluşturulması ve düzenli ordunun kurulması için çaba harcadılar.

• Albay Young, Kuzey Iraklı liderlerin kurulan ordunun eğitimi
için ABD’den destek isteğine olumlu yanıt verdi.

• Türk tarafının onayı alınmadan Çekiç Güç helikopterleriyle
Irak’tan başka ülkelere mensup sivil personel taşındı.

• Albay Naab, Irak’ta yaptığı çeşitli görüşmelerde Türk
subayının yanında bulunmasını istemedi. Tek başına bazı Kürt liderlerle
görüştü. Ondan sonra gelen Albay Wilson da, yanında ABD Dışişleri Bakanlığı
yetkilileri olduğu halde Kürt liderlerle yapacağı görüşmelere Türk temsilciyi
almamak için direndi.

• MCC Başkanı, Türk makamlarından onay almadan, Kürt
ihbarcılardan aldığı bilgilerle, ABD üst makamlarına, Türk Hava Kuvvetleri’nin
Kürt yerleşim bölgelerini bombaladığını öne süren mesajlar çekti.

• Albay Wilson, Diyanah’taki Bakanlar Kurulu ile yaptığı sohbet
toplantısında, Talabani’nin yardımcısı Hüseyin Sincari’nin, “Federasyon
olarak Türkiye ile birleşme” konusundaki görüşünü rapora dahil etmedi.
Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP) karargahından gece telefonla bildirilen
Türkiye ile ilgili haberi Türk temsilcisine aktarmakta gönülsüz davrandı.

• Albay Young, PKK’ya karşı peşmergelerin başlattığı harekata
soğuk bakarak, “kardeşin kardeşi vurmasına üzülüyorum” şeklinde
beyanda bulundu.

• Birleşik Görev Kuvveti’nin (CTF) ABD’li komutanı ise, kendi
üst makamları ile yaptığı yazışmalarda, “Türk Kürdistanı”, “
Irak Kürdistanı” gibi ifadeler kullandı.

• ABD av önleme uçakları, Türk hava sahası içinde, Türk
hükümetince izin verilen Cezayir’e ait C-130 uçağını yetkisi olmadan önledi.

• AWACS uçağı zaman zaman kendisine tahsis edilen devriye
bölgesinin dışında uçuşlar yaptı. Zaman zaman Irak hava sahasına girdi. Ve
belirli zamanlarda Türk yer radarlarına iz aktarma görevlerini yerine
getirmedi.

• İki A-10 uçağı, Irak’tan görev dönüşünde, Türk uçakları Şırnak
üzerinde iç güvenlik harekatı yaparken, 11 dakika süreyle bölgede kasıtlı
olarak kaldı ve harekatı gözetledi.

• ABD’ye ait F-111 uçağı, Mardin radarına elektronik karıştırma
uyguladı.

• Akdeniz’in uluslararası sularındaki bir uçak gemisinden
havalanan bir ABD helikopteri, Türk hava sahasının kullanım esaslarını dikkate
almadan ve izinsiz olarak İncirlik’e indi.

• AWACS operatörü tarafından pilota gerekli uyarının yapılmış
olmasına rağmen pilot, “angaje oldum” diyerek 36. paralelin güneyine dönüş
yapan ve bu hattın güneyinde bulunan bir Irak uçağına ateş açarak düşürdü.

• 1993 Ocak ayında yaşanan kriz sırasında AWACS’larda görevli
Türk temsilcisine görev dosyaları ve görev sonucu raporları verilmedi.

• İncirlik Birleşik
Görev Kuvveti Komutanlığı , Genelkurmay Başkanlığı’ndan izin alınmadan, yurt
dışından gelen sivil ve askeri kişiler tarafından ziyaret edildi.(Akdes,
1990:3)

Anlaşıldığı gibi
Çekiç Güç eğitsel ve kültürel faaliyetleride üstlenmiştir. Bu durum bir
”Millet Yaratma” teşebbüsünün çabalarıdır. Çekiç Güç’ün himayesinde kısa
zamanda Kuzey Irak’ta parlamento kuruldu, seçimler yapıldı, Kürt ordusunun
kuruluşu ilan edildi. 1992 yılında ise Kürt Federe Devleti’nin kurulduğu ilan
edilmiştir.

Çekiç Güç’ü savunanlar ise bunu birtakım gerekçelere
dayandırmaktalardı.

a) Çekiç Güç Sayesinde Türkiye Kuzey Irak’ta
Etkinlik Sağlayıp Pkk İle Etkin Mücadele Etmiştir:

Çekiç Güç, terör örgütü konusunda Türkiye’ye yanıltıcı
istihbaratlar verdiği gibi 1990’lı yıllar terörün Türkiye’de zirvede olduğu
dönemdir. Çekiç Gücün barış ve istikrar söylemli misyonu son derece yanıltıcı
bir görüntüdür. Bu görüntü son derece göz boyayıcı olmuş, nitekim 36. paralelin
kuzeyinin özel bir idareye ayrılmasının hemen ardından aniden 70 PKK kampı
ortaya çıkmıştır.(Saral, 2012:265) Jay Walker, bölgede 20 pkk kampı gördüğünü
ve teröristlerin yabancı gıdalarla beslenip, eğitim yaptıklarını belkide en
konforlu dönemlerini sürdürdüklerini araştırmalarında belirtmiştir.

PKK, bu dönemde, özellikle ABD’nin büyük bir risk olarak
gördüğü İran’a yönelik olarak güçlendirilmiştir. Çöküş aşamasına geldikleri bir
anda söz konusu güvenli bölge, adeta bir PKK özel bölgesi gibi görev yapmış ve
bu sayede terör örgütü silahlanmış, eğitilmiş ve kendini toparlanmıştır. Bunun
sonucu olarak da Çekiç Güç uygulamasının hemen ardından PKK güçlenmiş ve
silahlanmış olarak Türkiye toprakları üzerinde terör eylemlerine geri
dönmüştür. Nitekim 90’lı yıllar, PKK’nın Türkiye üzerinde en fazla eylem
yaptığı ve en fazla can aldığı dönemdir.

b) Çekiç Güç Irak’lı Kürtleri Saddam Rejimine Karşı Muhafaza
Etmiştir:

Irak’lı Kürtlerin Halepçe sendromu gibi kötü bir muameleye
tabi tutuldukları bir gerçektir. Bu durum ortadoğu politiğinden de
kaynaklanmaktadır. Endüstrileşme dönemini gerçekleştirememiş ve mozaik yapılı
ülkelerde devlet başkanları halkı idarede mutlaka silah ve şiddete
başvurmuşlardır. Ancak Çekiç Gücün amacı bir etnisiteyi korumak değil bölgeyi
istikrarsızlaştırıcı devletçiklerin temellerini atmaktır. Reelpolitikada
devletler başka devletlerin bünyelerindeki etnisitelere sempati duymazlar
yalnızca menfaatleri doğrultusunda etnik koruyuculuğa soyunurlar. Bu durum
onlara hedef devletin içişlerine karışma ve söz sahibi olabilme imkanını
sağlamaktadır.

Amerikalılar’ın Kuzey Irak’ta kiraladığı 2.000 peşmerge
olayı, Türkiye’nin uzun süredir şikayet ettiği NGO kuruluşlarının bir bölümünün
gerçekte ne işe yaradığını da ortaya çıkarıyor.. Yol yapacağız, yiyecek
dağıtacağız diye Kuzey Irak’ta çalışan örgütlerin de kullandığı peşmergeler
aslında “bilgi toplamaktan”tutun, “gerektiğinde karışıklık
çıkartmaya kadar” her işe yarıyorlardı.

c) Çekiç Güç Giderse Saddam Türkiye İçin Büyük Bir Tehdit Haline
Gelirdi:

Irak İran ile sekiz yıl boyunca savaşmış ve bu savaş 1988
yılında son bulmuşken iki yıl sonra Irak Kuveyt’e saldırmış ve Abd
öncülüğündeki koalisyon güçlerince Kuveyt’ten çıkarılmıştı. Bu olayda ise
Saddam’ın çok güvendiği Cumhuriyet Muhafızları bir varlık gösteremedikleri gibi
çok kısa sürede dağılmıştır.

Türkiye Milli Güvenlik Yapılanmasında o dönem Irak’ın da dış
tehdit sınıfında olduğu doğrudur. Ancak yıllarca savaşmış, ordusunun prestiji
büyük ölçüde sarsılmış, sınırlı nüfusu ve sınırlı ekonomik olanaklarıyla
Türkiye için öncelikli tehdit kabul edilemezdi. Ayrıca Saddam şiiliğin kalesi
İran karşıtlığından beslenen bir politika güdüyor ve bu doğrultuda bir güvenlik
yapılanmasına gidiyordu. Hal böyleyken laik olsada Irak tarafından sünni kabul
edilen Türkiye’nin düşman saflarına katılması Irak için kârlı olmazdı. Pkknın
Türkiye aleyhinde Irak tarafından desteklenmesi söz konusu olabilirdi. Ancak
Barzani devlet içinde devlet haline gelmişti ve pkk ile arasıda o dönem gayet
iyiydi.Yine böyle bir stratejide Irak aslında kendi toprak bütünlüğüne zarar
vermiş olacaktı.

Bir diğer husus ise Türkiye’nin sınır güvenliğini Irak gibi
Türkiye’ye göre nispeten zayıf bir ülkeye karşı yabancı bir askeri misyona
bağlamak Türk ordusunun bu görevi gereğince ifa edemediğini işaret ederek
kurumsal kimliğini zedeleyici bir algısal propagandadır.

d) Çekiç Güç Türkiye’ye Abd Yardımı Sağlamaktadır:

Abd’nin peşin ve karşılıksız hibe sunduğu tek ülke İsrail
olduğu gibi Abd’nin müttefikleri yalnızca İsrail ve İngiltere’dir. Türkiye’nin
o dönem Abd’den temin ettiği kayda değer bir meblağ bulunmamaktadır. Ayrıca
Irak’a uygulanan ambargo sebebiyle Türkiye’nin beş yıl gibi bir sürede kırk
milyar doların üzerinde zararı olmuştur.

Ayrıca 1970’lerden itibaren ”Daha az devlet daha çok
toplum” söylemiyle kurgulanmak isteyen siyasi atmosferin yeni ögeleri Devlet
Dışı Aktörülerdir. Bu kuruluşlarında devreye girmeleriyle siyaset yerel
olmaktan çıkarak evrensel mahiyetlere erişmiş böyle bir durum ise her iç
meseleyi dış aktöre bağlamıştır. O dönem bölgede NGO’lar oldukça artmıştır. Ferruh
Sezgin bu duruma Milliyet gazetesinde 1994 yılında değinir:

•  Çekiç
Güç’ün himayesi altında faaliyet gösteren çok sayıdaki uluslararası yardım
kuruluşu ve hükümet dışı örgüt (NGO’lar) , bu faaliyetlerini insani yardım
amaçlı olmanın ötesine taşırarak, “Kürtlere devlet olmayı öğretme”
yönüne saptırmışlardır.

• Aynı kuruluşlar ve bunların içinde görev yapan
binlerce Batılı sivil (ve kimliklerini gizleyen askerler) meseleyi uluslararası
kamuoyunun gündeminde tutmakta inat etmektedir.

• Kürt Parlamentosu da yine Çekiç Güç’ün himayesi
altında çalışmakta, bu parlamentodaki en etkili iki güç olan KDP ve KYB,
“Türkiye adına” denetim kurmaya yanaşmadıklarından, Kuzey Irak
“PKK’nın elinde bir kurtarılmış bölge”ye dönüşmek üzeredir.

• Çekiç Güç üst yönetimi; bölgede etkili kıldıkları
Kürt ileri gelenlerine resmi ünvanlar uydurmakta, bu ünvanları ve dolayısıyla
bir Kürt devletinin varlığını uluslararası ortamda tescil etmeye çalışmakta,
bunun için de resmi yazışmalarında büyük bir bilinçle bu ünvanları kullanmaktadır.

• Çekiç Güç’e ait hava unsurları, Avrupa ve Kuzey
Amerika’daki çevreci kısıtlamalardan tamamen uzak olarak, hakiki şartlarda
muharebe eğitimi yapabilme şansına kavuşmuşlardır. Bunun çok iyi farkında
olduklarından sık sık mürettebat değiştirerek eğitimlerini
güçlendirmektedirler. En önemlisi, bu imkanı kaybetmemek için de mevcut sorunu
çözümsüzlüğe doğru yönlendirmekte ve Türkiye’nin çözüme dönük faaliyetlerini
engellemeye çalışmaktadırlar.

• Sorunun çözümünün sabote edilmesinin, PKK’ya karşı
operasyonlar üzerine getirdiği riske ek olarak, Irak’a karşı olan Birleşmiş
Milletler ambargosu da devam ettirilmekte, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı
kapalı tutulmakta, bunlar yüzünden Türkiye büyük ekonomik zararlara
uğramaktadır.

 Çekiç Güç’ün bu
misyonu doğal olarak Genelkurmayı da rahatsız etmektedir. 95 Ekiminde basına
yansıyan bir Genelkurmay raporu bunu açıkça gösteriyordu. “Birleşik Görev
Kuvveti unsurlarınca yapılan kuraldışı davranışları” ele alan rapordan
alıntılanan bir kaç satır, Çekiç Güç’ün misyonunu şöyle özetliyordu:

Her ne kadar CTF’nin (Combined Task Force-Birleşik Görev
Kuvveti) kuruluş amacı Kuzey Irak’taki mülteci olayını önlemek ve insani
yardımın güvenlik içinde yapılmasını sağlamak ise de, vuku bulan olayların
niteliği bu amaçlardan sapıldığını kanıtlayacak niteliktedir.

CTF’nin kuruluş amacında yer alan Irak’ın toprak bütünlüğü
konusu uygulama ile çelişkilidir. Uygulama bir devletin altyapısını oluşturma
gayretleri ile özdeştir. Ordunun kurulması, kitlelerin eğitilmesi için
organizasyonlar kurulması, kendilerine gıda maddesi sağlayacak şekilde halkın
tarıma teşviki, ortak düşman kavramının (Saddam) oluşturulması, muhabere,
ulaştırma ve enerji altyapılarının tamamlanma gayretleri örnek olarak
gösterilebilir.

Bu açıklamalarda izah edilmek isetenen Türkiye Abd
ilişkilerinin kesin olarak bitirilmesi ya da 
Amerikan nefreti değildir. Fakat Çekiç Gücün varlığı Türkiye’nin
aleyhinde olmuştur. Elbette Türkiye’nin bunu dile getirmesi ve tedbir alması
beklenirdi. Fakat o dönem Türkiye siyasi cinayetlere sahne olarak dış güçler
nezdinde uyarılmıştı. Bu durumda ise siyasi karar alıcılar daha fazlasına
cesaret edememişlerdir.