İran’la
nükleer anlaşmaya “Kadiş” okumak
Bu
hafta Koreli liderlerin sınırdaki el sıkışmasından bahsedecektim. Ancak İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 30 Nisan akşamı uluslararası kamuoyuna
yaptığı, İran’ın gizli nükleer silah programına ilişkin açıklamaları gündemi
değiştiriverdi.
Başbakan Netanyahu, İngilizce
olarak hitap ettiği canlı yayında, İsrail ulusal istihbarat servisi Mossad’ın,
geçtiğimiz ocak ayında Tahran’daki bir depodan gizlice ele geçirdiği, 55 bin
sayfalık ve 183 CD’den oluşan dokümanlardan örnekler sundu, İran’ın nükleer
silah geliştirme programı Amad Projesi’ni, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmaya
rağmen gizlice yürütmeye devam ettiğini, dolayısıyla İran’ın uluslararası
kamuoyuna “yalan söylediğini” öne sürdü.
Netanyahu’nun açıkladığı
bilgilerin yeni olmadığını iddia edenler var. Uluslararası Atom Enerji Ajansı
(IAEA) eski Başkan Yardımcısı Ollie Heinonen, söz konusu belgelerin bir kısmını
2005’te gördüklerini, 2008’da ise İran’ın gizliden sürdürdüğü nükleer
faaliyetlerinin açığa çıktığını, 2009’da sonra ise bu yönde yeni bir veriye
rastlamadıklarını savunuyor.
He ne kadar İsrail’in
istihbarat gücünü ve operasyon kapasitesini gösterse de, Bibi’nin sunumu
İran’ın anlaşmayı – yürürlüğe girdiği 2016 yılından bu yana – ihlal ettiğini
gösteren somut bir kanıt ortaya koymuyor. IAEA’nın 2016’dan beri yayınladığı on
bir rapor da İran’ın anlaşmaya bağlı kaldığını gösteriyor. İsrail Genelkurmay
Başkanı Gadi Eisenkot da yakın zamanda verdiği bir mülakatta, tüm
eksikliklerine rağmen İran’la nükleer anlaşmanın şu ana dek işlediğini ve
İran’ın
nükleer silah üretimini 10-15 yıl kadar ötelediğini ifade etmişti.
Bu bakımdan, Bibi’nin
açıklamalarını ABD Başkanı Trump’ın 12 Mayıs öncesinde anlaşmayla ilgili
kararını etkileyerek, İran’ın bölgede çevrelenmesi konusunda Washington’ın
vites büyütecek adımlarını teşvik edecek, siyasi bir hamle olarak görmek
mümkün.
Geçtiğimiz Pazar günü
Suriye’deki İran üslerinin vurulduğu – arkasında İsrail’in olduğu iddia edilen
– saldırılar ile birlikte düşünüldüğünde İran’a yönelik siyasi, ekonomik ve
askeri baskılamanın giderek artacağını riskli bir döneme girmiş bulunuyoruz.
İsrail, İran’ın Suriye’deki askeri varlığına tahammül göstermeyeceğini açıkça
ifade ettiği gibi, Suriye’de İran hedeflerini vurarak, Tahran’ı karşısına
almaktan çekinmediğini de gösteriyor.
Başkan Trump’ın anlaşmanın
yeniden gözden geçirilmesi için Kongre’ye vermiş olduğu süre 12 Mayıs’ta
doluyor. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere anlaşmaya taraf olan Avrupalı
devletlerin, Trump’ı anlaşmayı feshetmemesi için ikna etme girişimleri şimdilik
sonuçsuz kalmış gibi.
Trump yönetimi, anlaşmanın
İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini kısıtlayan sürenin on beş yıl ile
sınırlı olması, balistik füze geliştirmesini engellemiyor oluşu ve ekonomik
yaptırımların kalkmasıyla birlikte İran’ın elde ettiği kaynakları Ortadoğu’da
nüfuzunu etkinleştirmek için kullanıyor olmasından rahatsız.
Anlaşmanın yeni maddelerle
güçlendirilerek yeniden müzakereye açılması dile getirilen bir seçenek. Nükleer
silah üretimini sınırlandırmaya ve denetim altına alma amaçlı bir anlaşmanın bu
denli genişletilerek her derde deva olmasını beklemenin ne denli gerçekçi
olduğu tartışılır. Kaldı ki, liderlerin imza koydukları her anlaşmanın ülke
içinde onay sürecinden geçmek zorunda olduğu da bir gerçek.
12 Mayıs yaklaştıkça, önümüzde
beliren kritik soru, ABD anlaşmadan çekildiği takdirde Avrupalı devletlerin
anlaşmayı yürürlükte tutmaya gücü yetip yetmeyeceği.
İran ise herhangi yeni bir
yaptırım kararının anlaşmayı ihlal edeceğini, geçersiz kılacağını savunuyor.
Böylesi bir durumda, Tahran uranyum zenginleştirmeye devam eder mi?
Yaptırımların yeniden yürürlüğe konmasının hukuki zorluklarını bir kenara
koyalım, nükleer anlaşmanın çökmesi İran içinde ılımlılar karşısında sertlik
yanlılarının elini güçlendireceğinden, İran’ın daha agresif bir dış politika
izlemesine yol açar mı? Geçtiğimiz aralık ayında Meşhed’de patlak verip, diğer
şehirlere yayılan protestolar, yüksek işsizlik, enflasyon ve toplumsal
baskılardan duyulan rahatsızlığın toplumsal infiale evirilebileceğinin
işaretiydi. Halkı dışarıdaki düşmana karşı birleşmek, rejim tarafından içeride
elini güçlendirecek bir strateji olarak görülebilir.
İsrail Parlamentosu Knesset’in,
sunumla aynı gün, Başbakan Netanyahu’nun yalnızca Savunma Bakanı’nın onayını
almak kaydıyla savaş ilan etmesine izin veren bir yasayı kabul etmesi,
İsrail’in de anlaşma sonrasına dair planları olduğunu gösteriyor.
Belirsizlik, Başkan Trump’ın
belki de 12 Mayıs’a kalmadan açıklayacağını duyurduğu kararı ardından dağılmaya
başlayacak.
Görünen o ki, yıldızlar çatışma
ekseninde hizalanıyor…