Yaklaşık iki bin dört yüzyıl önce Güney Yunanistan’ın önde gelen iki kenti (Atina ve Sparta) arasında Peloponez Savaşı ismi verilen bir savaş meydana gelmişti.
Meydana gelen bu savaşın meşhur tarihçisi Tukidides’in (MÖ 460-395) sözleri Hz. İsa’dan 2 bin yıl sonra 21. yy’in ilk çeyreğini tamamlamaya az bir zaman kala hala yankı uyandırmakta.
Tukidides tuzağı; Yükselmekte olan bir gücün egemen olan diğer bir gücü, onun yerine geçmekle tehdit etmesinden dolayı oluşan şiddetli yapısal gerilimdir. Allison der ki; “son beş yüzyıl boyunca toplam on altı kez yükselmekte olan bir güç, egemen gücü yerinden etme durumunda kaldı. Bu on altı durumun on ikisinde ise netice savaştı.”
Yeni Tukidides tuzağı Ukrayna’yla başladı ve şimdi Tayvan’la devam ediyor.
Dünya Ukrayna Savaşı’nı kaldırabilir fakat Tayvan krizinin sonuçlarını kaldıramaz. Japonya’dan çip sektörüne, Okyanusya’dan Afrika’ya uzanan bir kaotik bir süreçte küresel siyasi düzen adım adım çöküyor.
Gelin anlatalım.
Ukrayna Savaşı, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ABD önderliğinde kurulan düzene yönelik en büyük isyandı. Bu isyan tamamen Rusya’yla alakalı olsaydı çözümü çok daha basit olabilirdi. Fakat değil. Ukrayna Savaşı sadece bir artçıydı. Savaşın merkezi yalnızca pasifik olabilir. Küresel düzen savaşının merkezi pasifik olacak. Çünkü ABD’nin en büyük rakibi Rusya değil Çin’dir ve dünya üretiminde ve ticaretinde etkin güç Moskova değil Pekin’dir.
Bu nedenle Ukrayna bir artçı şoktu. Ama Tayvan savaşın tam merkezindedir. Şimdi tarihi biraz geri saralım.
Tayvan krizini derin yapan şey iki büyük güç arasında yaşananlarla açıklanabilir. ABD bir süper güçtü fakat gücü gittikçe azalıyor. Çin ise yükselen güçtü fakat yükselişi ivme kaybediyor. Bu nedenle ABD ve Çin, Tukidides tuzağına yuvarlanıyor. Tayvan bunun işaretidir. ABD ve Çin’in bu tuzağa yuvarlanmasının en önemli iki etkeni var.
İlki ABD’nin günden güne azalan süper güç algısıdır. ABD bu nedenle Çin’e önlem alma gereği duyuyor ve harekete geçiyor. Bu, Trump’la fiilen başladı. İkincisi ise Çin’in ekonomik yükselişinin durağanlaşmasıyla ilgili. Tedirgin ABD’nin adımları Çin’i rahatsız ediyor ve ekonomik durağanlık yaşayan Çin, ABD’nin hamleleri karşısında çıkarlarını savunmak için hırçınlaşıyor. Böylece karşılıklı tedirginlikler birbirini besliyor.
Şöyle düşünün: Karşı karşıya iki kovboy. İkisi de birbirinden şüphe ediyor. Birisi, diğerinin elini beline attığını düşündüğünde kendisi de atıyor. Öteki de karşısındakinin elini beline attığını görünce, saldıracağını düşünerek tetiğe sarılıyor. Birbirini besleyen aksiyonlar.
Peki neden Tayvan?
Çünkü bu fay hattının en kritik, güncel ve elverişli noktası orasıdır. Bunu anlamak için tarihe göz atmalıyız. Dikkatle okumanız gerekiyor.
Mesele Çin iç savaşının bitimiyle başladı. Milliyetçiler savaşı kaybetti ve Tayvan adasına sığındı. Mao, Çin anakarasında iktidarı ele geçirdikten sonra Kore yarımadası ve Tayvan’ı ele geçirme düşüncesinde olmadığını açıkladı. Fakat Tayvan da bağımsızlık ilan etmedi. Böylece ortaya çok önemli bir kavram çıktı: Tek Çin! Tayvan, süreç boyunca bağımsızlık ilan etmek yerine Çin anakarasında hak iddia etti. Onlara göre Çin kendilerinindi bir gün komünist işgali sona erince tüm Çin’i kendileri yönetecekti.
Yani tek Çin üzerinde Pekin ve Taipei olmak üzere iki hak sahibi yönetim.
ABD bu süreçte Sovyetlerle soğuk savaş yaşıyordu. Bu nedenle Sovyetlerle arası açık olan Çin’le örtülü bir ittifak yaparak Komünist bloku bölmeyi denedi. Başarılı da oldular. Haliyle ABD, süreç boyunca Tek Çin politikasını destekledi. Bu arada Mao, zaman içerisinde fikrini değiştirerek Tayvan’ı Çin’in bir parçası olarak görmeye başladı fakat işgale hiçbir zaman teşebbüs edemedi.
ABD ise Tayvan’ı “bağımsızlık için kışkırtmayacak şekilde” savunan, Tek Çin politikasına saygı duyan bir konuma yerleşti. Çin, ABD ile yürüttüğü örtülü ittifaktan istifade ederek ekonomisini düzeltmeyi başardı ve 90’lardan sonra ciddi bir üretim/ticaret haline geldi. Öyle ki ABD’ye bir tür rakip haline geldi.
Trump’ın iktidara gelmesiyle bu hassas örtülü ittifak dağılmaya başladı. ABD’deki muhalefet Trump’ı Çin politikası nedeniyle eleştirse de Biden iktidara geldikten sonra Trump’ın politikasını büyük oranda takip etti. Trump “tehdit” diyordu ve Biden “rakip” dedi. Tek ciddi fark budur diyebiliriz.
Şunu da belirtmek lazım, bu on yıllar boyunca Çin bazen Tayvan’a karşı saldırıda bulundu ve ABD’lilerin ziyaretleri nedeniyle üç önemli Tayvan krizi yaşandı. Fakat bunlar tolere edilebilir krizlerdi. Nitekim hiçbiri derin bir krize dönmedi. Bunun çok net bir sebebi var. İşte meselenin bam teline geliyoruz.
Şimdiki kriz neden önemli?
ABD bu süreçte Tayvan üzerinde “belirsizlik stratejisi” uyguladı. Bu strateji ABD’nin kriz anında neler yapacağını “açıklamaması” üzerine kurulu bir pasif politikaydı. Stratejik belirsizlik kabaca Çin’in Tayvan’a saldırması halinde ABD’nin ne yapacağı hakkında hiçbir şey söylememesiydi. ABD genel olarak Tayvan’ı destekliyordu ama bağımsızlığından bahsetmedi. Bir çatışma halinde “askeri müdahale” yapacağını açık şekilde belirtmedi. ABD bu stratejiyi öyle sıkı takip etti ki Trump bile bu politikayı bölmedi.
Fakat Ukrayna Savaşı’yla birlikte çok çok önemli kırılmalar meydana geldi. Üstelik ne Çin’den ne de Washington’dan. İşaret fişeği beklenmedik yerden, Tokyo’dan geldi. Japonya’nın eski başbakanı Shinzo Abe, Ukrayna savaşının başlamasının hemen ardından; “ABD bir belirsizlik stratejisi izliyor, yani Tayvan saldırıya uğrarsa askeri olarak müdahale edebilir veya etmeyebilir. Bu belirsizlik stratejisinden vazgeçmenin zamanı geldi” dedi.
Abe, sıradan bir isim değildi. Japonya’yı 2020’ye kadar 8 yıl boyunca yönetti ve ekonomik sorunlarını büyük oranda çözdü. Fakat onun asıl niyeti, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD tarafından dizayn edilen Anayasa’yı değiştirmek ve Japonya’yı askeri güç haline getirmekti. Abe, Çin’in yükselişinden ve Rusya ile müttefik hale gelmesinden tedirgindi. Bu nedenle Çin’e yönelik ABD politikasının değiştirilmesini istiyordu. Bu politika değişince Japon anayasasındaki askeri blokaj da kalkacak ve “pasifist” anayasa değişebilecekti.
Ama Shinzo Abe, Temmuz ayında öldürüldü. Japonya’da silah taşımak mümkün değildi. Ülkede son beş yılda sadece 14 kişi silahlı saldırıda öldürülmüştü. Abe eski bir başbakandı ve herkesin gözü önünde tuhaf biçimde öldürüldü. İşin daha da ilginç yanı, Biden Mayıs ayında Japonya’da şok yaratacak bir açıklama yaptı ve saldırıya uğraması halinde Tayvan’ı askeri olarak koruma sözü verdi. Bu, ABD’nin kadim stratejik belirsizlik politikasını terk etmek manasına geliyordu.
Bu açıklama öyle şok etkisi yarattı ki, ABD’nin en ülü düşünce kuruluşlarından Foreign Affairs’te gidişatın “nükleer savaşa” neden olabilecek kadar kritik olduğu konusunda makale yayımlandı. Zaten bu açıklamadan iki ay sonra Abe öldürüldü.
Özetle, son beş yıllık gelişmeler Çin’in tehdit olduğu gerçeğini adeta bağırıyordu:
* Japonya, ordusunu diriltmek istedi. * Ukrayna’da küresel düzene isyan başlatıldı. * Abe, stratejik belirsizliğin terk edilmesini istedi. * Biden stratejiyi terk etti. * Ve Abe öldürüldü.
Olaylar sadece bunlarla sınırlı değil.
Küresel düzen çökmeye başladıkça tüm faylar aktif hale geliyor. Tıpkı Japonya gibi Almanya da 2. Dünya Savaşı sonrasında yok edilen ordusu diriltiliyor. Almanya, ordusunu diriltmek için 100 milyar euro harcamaya karar verdi. Küresel düzen bir defa çökmeye başladığında Rusya eski topraklarını almak için harekete geçecekti. Avrupa bu gelişme karşısında Rusya’yı tecrit etmek isteyecek, Rusya’yı Çin’le ittifaka itecekti. Böylece Japonya, Pasifik’te Rus-Çin-Kuzey Kore üçgenine sıkışacaktı. Abe’nin anayasayı değiştirmeyi ve ABD’nin stratejik belirsizliği terk etmesini istemesi son derece normaldi ve gerekliydi.
Sadece bununla sınırlı kalmıyor. Güney Kore’de bu üçgen tarafından sıkıştırılmış durumdadır. Rusya’nın Ukrayna’ya el atmasıyla başlayan küresel isyan Tayvan’la sürdüğünde, Kuzey Kore de tarihi güney topraklarını ele geçirmek için sabırsızlanacaktı. Bu nedenle Japonya ve Güney Kore’nin eski sorunlarını çözmesi ve iş birliğine girişmesi gerekiyor. Ki olacaktır.
Bu noktada en büyük belirsizlik Hindistan üzerinde toplanıyor. Delhi, taraf seçmek yerine çok vektörlü politika izliyor. Silahlarını büyük oranda Rusya’dan alan ve Soğuk Savaş’tan bu yana Moskova ile iyi geçinen Hindistan, Ukrayna Savaşı’nda da karşı saflara geçmedi. Hindistan’ın iki komşusuyla yani hem Pakistan’la hem Çin’le sınır sorunları var. Çin’in genişlemesi Hindistan’ı da tehdit ediyor fakat Hindistan Rus ilişkileri sayesinde ve BRICS üyeliğiyle (Çin de üyedir) dengede kalmaya gayret ediyor. Hindistan’ın tarafsızlığı, Rusya-Çin-Kuzey Kore üçgeni arasında sıkışan Güney Kore ve Japonya’yı daha da yalnız bırakıyor.
Bu şartlar altında ABD’nin bölgede ağırlığını koymaması mümkün değildi. Ve şimdi ağırlık gittikçe artıyor. ABD’yi harekete geçiren ve stratejik belirsizliği aşındıran etken yalnızca Japonya’nın konumu değil.
Çin, aynı zamanda Güney Pasifik’teki mikro ülkelerle anlaşmalar yaparak üs elde ediyor ve ABD üslerini tehdit eder hale geliyor. Solomon Adaları ve Kiribati gibi ülkelerde başlayan Çin hegemonyası ABD’yi harekete geçirdi. Zira Çin burada üs kurduğunda hem Hawai’yi hem de Guam’ı tehdit ederek hale gelerek ve Avustralya’ya uzanarak Pasifik’teki Amerikan dengesini tamamen sarsacak.
En önemli gerekçe: Pentagon’da hazırlanan bir rapor, Çin’in şimdi saldırması halinde ABD’nin istese bile Tayvan’ı savunamayacağını tespit etti. Araştırmaya göre ABD şimdi hazırlık yapmaya başlarsa Tayvan’ı ancak 2027’de savunabilir hale gelecek.
Yani küresel düzen çöküyor. Ukrayna isyan fitili ateşlendi. Japonya tedirgin. Güney pasifikte üs savaşları başladı. Tayvan’da belirsizlik stratejisi çökmek üzere. Çin’in bu kaotik ortamda Tayvan’ı işgal edebilmek için 2027 yılına kadar vakti var. Çin’in sorunları yalnızca bununla sınırlı değil. Ülkenin ekonomik büyümesi durağanlaştı. En büyük emlak kuruluşu Evergrande borçlarını ödeyemiyor. Ve son olarak yerel bankacılık krizi patlak verdi. Çin’de yüzlerce yerel bankalar mevcut ve bu bankalar internet üzerinden yerel dışında işlem yapma yasağını delerek çevrimiçi ağ yöntemiyle ulusal çapta mevduat toplamaya başladı. (2020’de toplam 81 milyar dolar)
Bu gelişme, Çin’in başka bir düzenini tahrip etti. Bu gelişme, Çin’de faaliyet yürüten büyük bankaların faiz oranlarını artırmalarına neden oldu. Öte yandan Çin’li belediyelerin kendilerini finanse edebilmek için uyguladığı borçlanma dengesini de bozdu.
Kısaca bahsetmek gerekirse, Çin, yerel yönetimlere borçlanma yetkisi tanıyarak altyapı, inşaat vb faaliyetlerini sürdürebilme imkanı tanıdı. Çin’de oldukça popüler bir yöntem. Fakat yerel bankaların faaliyetleri daha yüksek kazanç sağladığından bu tahvillere ilgiyi azalttı.
Sonuç olarak Çin, yerel bankaların çevrimiçi mevduat yöntemini yasakladı. Böylece yerel bankalar sermaye sorunu yaşamaya başladı. Hatta insanlar paralarını bu yerel bankalardan geri alamamaya başladı. Neticede ciddi bir sosyal huzursuzluk doğdu.
Çin’de ekonominin durağanlaşması sebebiyle bunun gibi pek çok sosyal huzursuzluklar mevcut.
Sosyal huzursuzluklar, ekonominin durağanlaşması, iç ve dış politik sorunlar Çin hükümetini gittikçe sıkıştırıyor. Son olarak Ukrayna Savaşı, Çin’i zor bir durumda bıraktı: Müttefiki Rusya’ya yardımcı olmak veya Avrupa ile ticari bağların çökmeside cabası.
Çin’in Avrupa ile ciddi ticari bağları var ve Ukrayna Savaşı bu bağları sarsma tehlikesine neden oluyor. Avrupa’nın akut enerji krizi yaşaması, şimdilik Çin’e karşı böyle bir adım atılmasını engelliyor. Ve fakat Rusya’nın günden güne zorda kalması halinde Çin’in uzatması gerekecek el, ikincil yaptırımları devreye sokabilir. Bir diğer sorun da asrın vizyonu olarak ortaya atılan Yeni İpek Yolu projesinin günden güne sorunlar yaşaması.
Çin, yeni bir küresel ticaret yolu oluşturmak için pek çok ülkede milyarlarca dolarlık yatırımlar yaptı. Fakat şimdilerde işler iyi gitmiyor. Proje kapsamında borç verilen ülkelerden Sri Lanka ve Zambiya’nın ekonomisi çöktü. Pakistan ise ekonomik iflasın eşiğinde. Bu gelişmeler Çin’in küresel ekonomik politikalarının yeterince sağlıklı yürümediği yönünde genel kabul oluşturuyor.
ABD’yi harekete geçiren diğer bir etken Çin’in Afrika’da yükselen yumuşak gücüdür. Yarım asır sonra dünyanın en parlak genç nüfusuna sahip olacak kıtada yoğun bir üretim ve hammadde yarışı sürüyor.
Tüm bunların Tayvan krizi ile ne ilgisi var?
Şİmdi oraya geliyoruz. Çin ve ABD arasındaki en ciddi yarış, 21. Yüzyılın petrolü olan “çip” üzerinde gerçekleşiyor. ABD, 1990’larda çip sektörünün yaklaşık %40’ını elinde tutarken zaman içinde üstünlüğünü kaptırdı. Şimdilerde yaklaşık %10’unu elinde tutuyor. Öte yandan Çin, son dönemde çip endüstrisine 150 milyar dolar civarında yatırım yaparak ABD’yi geride bıraktı. Üstelik çip üretiminde kullanılan “nadir bulunan elementler” konusunda da Çin’in bariz üstünlüğü bulunuyor. Çin, nadir bulunan elementlerin %90’ını rafine ediyor ve maden üretimde %50’ye varan üstünlüğe sahip.
Çip, 21. asır için herşeydir. Askeri ve teknolojik üretimler çiplere bağlıdır ve Çin, hem çip hem de nadir bulunan elementler konusunda ABD’yi geride bırakmış durumda. ABD, geçen hafta Çin’i çip endüstrisinde yakalayabilmek için 52 milyar dolarlık fon ayırma kararı aldı. Uzmanlar ise bu fonun Çin’i yakalamaya yetmeyeceğini söylüyor.
Şimdi en önemli konuya geliyoruz:
Dünyadaki bir ülke çip üretiminin büyük bölümünü Tayvan karşılıyor! Tayvan aynı zamanda en kritik 5 yarı iletken üretiminde dünyanın tartışmasız lideri konumunda.
Özetle Çin’in Tayvan’ı ele geçirmesi demek, yüksek teknolojide ABD’ye karşı tartışmasız bir küresel üstünlük kurması manasına geliyor. Tayvan geçen zaman içerisinde Çin anakarası konusundaki düşüncelerini değiştirmeye başladı. Ülke artık Çin’i ele geçirmek üzerine kurulu Tek Çin politikasını eskisi gibi takip etmiyor. Tayvan’da ciddi bir bağımsızlık akımı oluşmuş durumda ve bu gerçek Çin’i tehdit ediyor
Tayvan on yıllardır, ABD ve Çin arasında çözümsüz kalmış bir sorundu. Küresel düzenin sağlamlığı iki tarafı da keskin bir adım atmaktan geri bırakıyorken, o düzene Ukrayna savaşıyla isyan başlatıldı. Artık düzenin sağladığı koruma kalkanı aşınıyor. Yani donmuş kriz alevleniyor.
Pelosi’nin ziyareti, “stratejik belirsizliğin” bitimini doğrulayan artçı bir gelişmedir.
Pelosi’nin ziyareti asıl neden değil. Küresel düzen çöküyor ve fay hatları kıpırdamaya başlıyor. Pelosi ziyareti açıkladığında Biden bunu desteklemedi ama karşı da çıkmadı. Sadece Pentagon’un bu ziyareti doğru bulmadığını iletti. Fakat bu açıklamaları stratejiktir. Stratejik belirsizliğin ani değil tedricen terk edildiğinin göstergesidir. Biden, ziyareti desteklediğini açıklasaydı muhtemelen Çin, gelişmeyi çok daha ciddi bir tehlike olarak algılardı. Fakat buna “hükümet kararı değil” süsü verildi.
Yine de Çin bunun ne manaya geldiğini biliyor ve verdiği tepki normalin çok üzerindeydi. Buna benzer bir ziyaret 90’larda da yaşanmış ve krize neden olmuştu. Fakat 90’larda az önce anlattığım gelişmeler yoktu. Bu nedenle Çin’in vereceği tepki, 90’larda verilecek tepkiden daha ağır olacaktır. Aksi halde Çin, aciz hale düşmüş ve yere serilmiş demektir. Bu olamaz. Olamaz çünkü Tayvan, Çin’nin tarihi bir konusudur. Öte yandan Çin’in lideri Xi, son baharda üçüncü kez iktidara gelerek tüm partiyi kontrol altına almayı planlıyor.
Böyle kritik bir dönemde, Çin’in Tayvan’da fiyasko yaşaması Xi için asla kabul edilemez olur. Xi, ekonomik durağanlık ve diğer sorunlar nedeniyle doğan sosyal huzursuzluğu baskılamak ve konumunu güçlendirmek için ateşli milliyetçi politikalar uygulamak zorunda. Xi’nin popülizmden başka seçeneği yok.
ABD bunu biliyordu ve bu ziyareti gerçekleştirdi. Sonuç olarak kriz için yer ve zaman itinayla seçildi. Böyle bir dönemde, üstelik Tayvan gibi bir bölgede üretilen kriz sıradan değildir. Süreç, iki devden birini küçük düşüren bir sonuçla sona erebilir. İki dev böyle bir duruma düşmemek için elinden geleni yapacaktır. Şimdi, Pelosi’nin adaya inişi Çin’e atılmış sağlam bir yumruk oldu. Pekin geçmişteki karşılıklardan daha ağırını vermek zorunda. Aksi halde Xi, çok önemli bir süreçte küçük düşmüş olacak. Çin artık hava sahası ihlalleri ve denize atılan füzelerden çok daha ağır karşılık vermek zorunda.
Tahminiz ise Tayvan’a bağlı adalardan birine saldırı. Mesela Pratas olabilir!
Yaklaşık bir buçuk yıl önce, Ukrayna savaşı henüz başlamamışken bunların sırasıyla gerçekleşeceğini tahmin ediliyordu.
Peki, neydi onlar?
* Avrupa, Rus enerjisinden kopacak. * Alman ve Japon orduları dirilmek zorunda kalacak. * Japonya ve Güney Kore barışması gerçekleşecek. * En önemlisi Hindistan iki saftan birine çekilecek.
Hindistan, bu süreçte kestirilemez bir konumdur. Bu nedenle Batı, Hindistan’ı bir şekilde yanına çekmeli.
Aslında bunun için ideal bir çözüm mevcut. İngiltere’de Rishi Sunak, ABD’de de Kamala Harris başkan olursa, bu iki Hint asıllı lider pek çok şey yapabilir. İngiltere’de Boris Johnson ani şekilde başkanlıktan düşürüldü ve Rishi Sunak bir aday olarak ortaya çıktı. Şu sıralar Liz Truss’la birlikte iki adaydan biri.
Öte yandan ABD’de Biden, koltuğu Kamala Harris’e bırakmalı. Bunun nasıl olacağı şüpheli. Biden’in ikinci defa aday yapılması pek mümkün görünmüyor. Harris aday olabilir. Biden, süresinden önce görevi bırakmak zorunda bile kalabilir.
Bu açıdan Tayvan krizi küçük bir ihtimal, Biden’ı koltuğundan edecek askeri bir fiyaskoya dönüşebilir. Geçen ay, Tayvan ziyareti henüz ortada yokken askeri bir fiyasko ihtimali ufakta olsa gerçekleşebilir.
Son söz:
Küresel düzen çöküyor. Önce Ukrayna, şimdi Tayvan. Bunun askeri çatışma olmadan gerçekleşmesi mümkün değil. Tayvan’da savaş ihtimali şimdilik pek mümkün değil. Fakat Çin’in sadece 2027’ye kadar zamanı var. Kaynama noktasına gittikçe yaklaşılıyor.
Tukidides tuzağının tekrar hatırlayalım; Yükselen gücün, egemen gücü onun yerine geçmekle tehdit etmeye başlamasıyla oluşur. Son 500 yılda, 16 gerilimin 12’si savaşa dönüştü.
Dünyayı şimdiden sarmaya aday yeni gerilimin, III. Dünya savaşına dönüşmemesi tek dileğimizdir. .
Yorum
Tukidides Tuzağı.